POLİTİKA - 22 Şubat 2017 Çarşamba 17:18

CHP Sözcüsü Böke’den ölüm tehdidi açıklaması

A
A
A
CHP Sözcüsü Böke’den ölüm tehdidi açıklaması

CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Selin Sayek Böke, dün akşam katıldığı bir canlı yayında kendisine gelen ölüm tehdidi ile ilgili, “Biz demirden korksak trene binmezdik. Biz çocuklarımızın geleceğine dair bir endişemiz olmasa siyasete girmezdik. Bu tehditler bizi yıldıramaz” dedi.
CHP Merkez Yönetim Kurulu (MYK) Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu başkanlığında Genel Merkezde toplandı. Toplantının gündemini ise CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Böke, düzenlediği basın toplantısıyla paylaştı. Böke, referanduma, Türkiye’nin yol ayrımında vereceği önemli karara 53 gün kaldığını hatırlatarak, “Gittikçe bu dayatılmış olan karanlık rejim değişikliğine ‘Hayır’ deme iradesinin güçlendiğini, her alanda ve kiminle konuşursak görüyoruz. Türkiye aydınlığa, umuda, yeniden birlikte yaşama kültürünü yeşerteceği daha güzel günlere doğru yol alıyor. Çok hayırlı bir geleceğin kapısı aralanıyor. Tabii böyle olunca bunun karşısında panikleyen korku imparatorluğu baskıya, tehdide ve yıldırmaya yani kendi iş yapma biçimine yeniden üretmeye devam ediyor ve sıkı sıkı buna sarılıyor. Nitekim bu hafta da Gençlik Kollarımızdan Samet Burak Sarı, Cumhurbaşkanına hakaret gerekçesiyle tutuklandı. Saray rejiminin, Cumhuriyet Halk Partisi’ni ve Cumhuriyet Halk Partisi gibi demokrasiye gönül vermiş olan milyonları yıldırmaya ve bu yıldırma için tutumunu geleneksel biçimde artık sertleştirmiş olduğu günler belli ki devam ediyor ve devam edecek. Biz, yol arkadaşımızın, yoldaşımızın yanındayız, gerektiği zaman arkasındayız ve şu asla unutulmasın; biz o ne diyorsa zaten onu diyoruz. Herkes şunu çok açıkça bilmeli, Cumhuriyet Halk Partisi’nin hiçbir gencini bu saray düzenine feda etmeyeceği gerçeği herkes tarafından bilinmeli. Hiçbir gencimizi, Türkiye’nin demokrasi diyen hiçbir gencini biz bu saray düzenine ezdirmeyeceğiz. Bu düzen gençlerden korkuyor, bu düzen değişimden korkuyor, gencin kendi içinde barındırdığı umuttan korkuyor. Çünkü biliyor ki umut varsa, biliyor ki değişim isteniyorsa bu düzen devam edemez ve yine biliyor ki Türkiye’nin aydınlık yarınları bu milyonlarca gençle birlikte kurulacak” şeklinde konuştu.

“Milletin evladıyla kimsenin kahramanlık hikayesi yazmaya hakkı yok”
Darbe rejimlerinin tarihin her safhasında en çok gençlerden, düşünenden, değişimden korktuğunu vurgulayan Böke, “Çünkü darbe rejimleri en çok özgürlükten korkar ve en çok o özgürlüğü bizzat yaşayan ve yaşatan gençten korkar. Yalnızca Samet Burak Sarı veya yalnızca Cumhuriyet Halk Partili gençler değil bu rejimin hayatını kararttıkları, kendi çocukları ve torunlarına askerlikten muaf milletvekilliği yolunu hak görüyorlar ama milletin çocuğuna işsizliği, cezaevlerinde tutukluğu ve Suriye topraklarında ölümü reva görüyorlar. Referandum öncesi bir kahramanlık hikayeleri anlatılma dönemine yeniden girdik ama işte o kahramanlık hikayelerinin içerisinde sizin, bizim, hepimizin çocuğumuza kıyıyorlar. Milletin evladıyla kimsenin kahramanlık hikayesi yazmaya hakkı yok. El-Bab’ta 68 evladımız şehit olmuşken şimdi de çocuklarımızı birilerinin jandarması yapıp Rakka’ya göndermeye kalkıyorlar. Suriye bataklığı üzerinden yapılan iç siyasetin Türkiye’de nasıl sonuçlar doğurduğunu görmüyor gibi Türkiye’yi bir kez daha iç siyasete malzeme etmek adına Suriye bataklığına gömmeye devam ediyorlar. Bu milletin evlatlarının canı bu kadar ucuz değil, olamaz, bunlar bizim çocuklarımız” ifadelerini kullandı.

“Birçok insan büyükanne maaşı beklemeye başladı ama torbadan esasında çıka çıka büyük bir skandal çıktı”
“Referandum yaklaşırken kahramanlık hikayeleri ile beraber vatandaşın da cebine el uzanmaya başladı” diyen Böke, sözlerini şöyle sürdürdü:
“14 milyon ücretli çalışan, 3 milyon memur, her bir emekçinin ailesi ve geleceği için tehlike çanları bugünden çalmaya başladı. İktidar, AKP referandum öncesi bir yandan telaşla, hızla hayali müjdeleri açıklıyor. Bir yandan da emekçinin cebinden almaya kalkıyor. Bir yandan da referandum sonrasında raflardan indireceği kara dosyaların tozunu almaya başladı. Bu dosyalar, Türkiye’de üreten, çalışan her kesimin bugüne kadar kazandıklarını da geleceğini de yok edecek. Genel Kurul’da, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde şu anda bir torba yasa teklifi görüşülüyor. AKP’nin torbasından büyükanne maaşı çıktı ve birçok insan büyükanne maaşı beklemeye başladı ama torbadan esasında çıka çıka büyük bir skandal çıktı. Üstelik bu skandal binlerce çalışandan ve binlerce aileden gizlendi. Herkes bilmeli ki büyükanne maaşında çalışanın bir cebinden alıp öbür cebine para koyulacak. Büyükanne maaşı diye verilmesi vaat edilen maaşın ödemesi sendikaların, işçinin ücretinden yaptığı kesintilerden alınacak. Yani bir ailede sendikalı çalışan işçi sendikaya ödediği parayı şimdi o sendikadan gasp edilerek büyükanne maaşı denilerek yeniden dağıtılacağı bir düzen inşa ediliyor. Esasında işçiye, emekçiye, milyonlarca çalışana ve onun sendikasına destek çıkması gereken hükümet, işçinin alın terine göz dikiyor. Göz dikmekle kalmıyor çeşitli yollarla da elini doğrudan işçinin cebine sokuyor.”

“Milyonları bir karabasan bekliyor”
Hükümetin 16 Nisan sonrası için de emekçiye bir kabus hazırladığını söyleyen Böke, “Bu rejim değişikliği gerçekleştiği taktirde 14 milyon ücretli çalışan için, 3 milyon memur için ve 720 bin taşeron işçisi için bir kabus hazırlanıyor. Yaklaşık 18 milyon emekçi için, ailesi için, emeği ile alın teri ile kazanan, çalışan tüm ülkeyi, milyonları bir karabasan bekliyor. Artık çok açık, rejim değişikliği gerçekleştiği taktirde o gün itibariyle işçi ve memur için, emeği ile geçinen milyonlar için Türkiye tarihinin en karanlık günleri başlayacak. 14 milyon işçi ve onların kıymetli ailelerine sesleniyorum, eğer bu rejim değişikliği gerçekleşirse sizin kıdem tazminatınız bu hükümet tarafından gasp edilecek. Sizin, kıymetli işçilerin, emeğinizin birikimiyle ortaya çıkan kıdem tazminatınızın üçte birine yani ömrünüzün üçte birine el konulacak. 3 milyon memura ve onların kıymetli ailelerine sesleniyorum, eğer bu rejim değişikliği gerçekleşirse devlet memurluğu sistemi tamamen ortadan kaldırılacak, artık memurun da iş güvencesi kalmayacak. Yıllardır bir küçük müjde bekleyen 720 bin taşeron işçisine ve onların kıymetli ailelerine sesleniyorum, eğer bu rejim değişikliği gerçekleşirse size kadro filan olmayacak, size kadro yerine özel sözleşme getirecekler. Bu ülkenin milyonlarca insanının namusu ile alın teri ile emeği ile evine ekmek getirmeye çalışan, çocuklarını okutup onlara bir gelecek hazırlamaya çalışan, evini geçindirmeye çalışan, ekmeğinin derdinde olan, kimseye muhtaç olmadan onurla yaşam sürmeye çalışan ve çoluğuyla çocuğuyla ayakta kalmaya çalışan tüm insanlarımıza sesleniyorum, AKP’nin bize dayatıyor olduğu bu rejim değişikliği, ben istediğimi yaparım düzeni, hak, hukuk bilmeyen bu hukuksuz düzen, işçiye, emekçiye hayat hakkı tanımayan bu düzen bu kez ömrümüzce çalışarak türlü zorluklarla elde ettiğimiz tüm haklarımızı gasp etmeyi hedeflemiş gözüküyor. Peki biz, bu gaspın, bu yağmanın, bu yok etmenin karşısında susup bekleyecek miyiz? Elbette hayır, biz emeğimizi hiçe sayan bu düzenin karşısına ‘Hayır’la dikileceğiz. Başka yolu yok, hakkımızda hayırlısı olması için” dedi.

“Meclis Başkanlığına beş ayrı kanun teklifi sunduk”
Böke, Türkiye’nin bir yol ayrımında olduğuna vurgu yaparak, “Bir tarafta sarayın düzeninin bugünkü fiili durumu devam ettirmek için bizlere dayattığı bir rejim değişikliği teklifi var, diğer tarafta ise tüm kurumları ve kurallarıyla parlamenter demokrasiyi güçlendirecek, demokrasimizi yeniden inşa edecek, Cumhuriyetimizi yeniden ayağa kaldıracak bir aydınlık gelecek var. Dün Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanımız Sayın Kılıçdaroğlu’nun ve gruptaki tüm milletvekili arkadaşlarımızın imzalarıyla Meclis Başkanlığına beş ayrı kanun teklifi sunduk. Bu kanun tekliflerinin önerisi; güçlendirilmiş parlamenter demokrasi için Türkiye’de ihtiyaç duyulan değişiklikleri barındırıyor. Biz, bu kanun teklifi ile şunu söylüyoruz; hemen yüzde 10 seçim barajını tümüyle kaldıralım, herkes temsil edilebilsin, milletin egemenliği Meclise yüzde yüz yansıtılabilsin, söz hakkı milletin olsun. Biz diyoruz ki, milletvekillerini ön seçimini millet belirlesin, sarayın iki dudağı arasında değil, genel başkanların tercihi ile değil, olası partili cumhurbaşkanlarının isteğiyle değil, milletin isteğine göre milletvekili listesi yapılsın. Biz diyoruz ki, siyasetin finansmanı şeffaflaşsın, herkes neye para harcadığını, paranın nereden geldiğini açıklasın. Biz diyoruz ki siyasi ahlaksızlıkla mücadele ve siyasi etik kuralları yeniden belirlensin. Yani biz diyoruz ki, milletin iradesi saraya teslim olmasın, Meclis yok edilmesin, bilakis Meclis de demokrasi de halkın sesi de güçlendirilsin ve Türkiye’nin aydınlık yarınları hep beraber 80 milyon tarafından inşa edilsin. Eğer niyet kendi siyasi ikbaliniz değilse eğer gerçekten niyet 80 milyonun geleceği ise o zaman gelin bugün Cumhuriyet Halk Partisi’nin Meclise sunmuş olduğu bu teklifi hiç yarınları beklemeden geçirin. İşte size teklif, Türkiye’nin gitmesi gereken yol çok açık bir biçimde budur ve er ya da geç gideceği yol da budur” açıklamalarında bulundu.

“Bu tehditler bizi yıldıramaz”
Dün akşam katıldığı bir canlı yayında kendisine gelen ölüm tehdidinin hatırlatılması üzerine Böke, “Bu geçmiş olsun mesajını tehdit edilen herkes adına alıyorum. Zira bugün yaşatılıyor olan korku iklimi kendi sesini özgürce çıkarmak isteyen milyonlara uygulanıyor. Ancak şunun unutulmaması gerekiyor. Biz demirden korksak trene binmezdik. Biz çocuklarımızın geleceğine dair bir endişemiz olmasa siyasete girmezdik. Eğer çocuklarımızın korkmadığı bir Türkiye’yi inşa etmek istiyorsak bugün hepimizin korkusuzca ortak bir mücadele vermesi gerekiyor. Bu tehditler bizi yıldıramaz. Biz aydınlık bir Türkiye’yi inşa etmek için arkamızda milyonların gücüyle ve bütün Türkiye’deki çocukların gözünün içindeki ışıltıyla bir mücadelenin parçasıyız. Dün yaşanmış olanın kimse için tekrar etmeyeceği bir Türkiye için ben dimdik ayaktayım ve ben biliyorum ki ben asla yalnız değilim” dedi.

“Kafalar çok karışmış”
Başbakan Binali Yıldırım’ın grup toplantısındaki konuşması esnasında bozkurt işareti yapmasıyla ilgili soru üzerine Böke, şunları söyledi:
“Kafalar çok karışmış. Siyaset dediğiniz şey eğer sürekli bir kitleye mesaj vermek üzerinden yapılırsa böyle kafa karışıklıklarının olması şaşırtıcı değil. Siyasetin bir derdi olmalı. O da vatandaşlarının kimliğinden bağımsız olarak sorunlarını çözmek olmalı. Ancak bunun iktidarın siyasi anlayışı olmadığını biz zaten biliyoruz Türkiye’de de değişmesi gereken siyasetin bu olduğu konusunda ısrarlı görüşümüzü de sunmaya devam ediyoruz. Türkiye çok kutuplaştı. Bu kutuplaşmaya hayır deme ihtiyacımız var. bu kutuplaştırmayı pekiştirecek her tür ayrıştırma her tür kitleleri yok sayma veya belli kitlelere çok fazla ağırlık verme Türkiye’nin yarınlarını karartmaya devam eder. Bizim birlik olmamız, bir vatanımız olduğunu hatırlamamız ve bu vatanda ortak bir cumhuriyet hayali olduğumuzu yeniden anımsatmak gerekiyor.”

“12 milyon kişinin oyunu almış bir siyasi partinin ülkeyi yol ayrımına getirmiş bir referanduma dair kampanyayı yapmayacağı düşünülemez”
CHP’nin referandum hazırlıklarıyla ilgili soruya ise Böke, “Bu toplantının hazırlıkları sürüyor. Bir ülkede 12 milyon kişinin oyunu almış bir siyasi partinin ülkeyi yol ayrımına getirmiş bir referanduma dair kampanyayı yapmayacağı düşünülemez. Zamanı geldiğinde CHP’nin kampanyasının toplantısında da sizlerle birarada olacağız. Ama şunu unutmayalım. Demokratik cumhuriyet için kampanya 80 milyon tarafından zaten her gün yürütülmesi gereken birbirimizle konuşarak neden aydınlık için hayırları ısrarla söylememiz gerektiğini anımsatmamız gerekiyor” yanıtını verdi.
Bunlar Da İlginizi Çekebilir
Ankara Ayhan Bora Kaplan davası sanığı: “Sözde tetikçiliğimi yapan adamlarla bir alakam yoktur” Suç örgütü lideri olduğu ileri sürülen Ayhan Bora Kaplan ile suç örgütü şüphelisi 28’i tutuklu 61 sanığın yargılanmasına devam edilirken savunma yapan sanık Fethi Koyuncu, “Ne Bora Kaplan’ın benimle, ne de sözde tetikçiliğimi yapan adamlarla bir alakam yoktur” dedi. Suç örgütü lideri olduğu iddia edilen Ayhan Bora Kaplan’ın içerisinde bulunduğu 28’i tutuklu 61 sanığın yargılanmasına Ankara 32’nci Ağır Ceza Mahkemesi’nde başlandı. Sincan Ceza İnfaz Kurumları Kampüsü’ndeki salonda görülen duruşmaya tutuklu ve tutuksuz sanıklar ile taraf avukatları yer aldı. Mahkeme başkanı 1 günlük verilen aranın ardından yargılamanın sanık ifadeleriyle devam edeceğini belirtti. Bora Kaplan’ı tanımadığını ancak ismen bildiğini söyleyen tutuksuz sanık A.E., 2019 yılında “Loop” adlı mekanda çalıştığını söyledi. A.E. mekanda çok fazla ekip değişikliği olduğundan dolayı “Ayhan” adlı kişiyi tanımadığını iddia etti. “Eğlence mekanlarına çöktüğüme dair delil yok” 2018 yılından itibaren “Albüm” ve “Tren” isimli mekanlarda ek gelir için valelik yaptığını söyleyen tutuklu sanık Fethi Koyuncu, “1 yılı aşkın çalıştım sonra pandemi dönemi başladı. 2020 yılında eğlence sektörünü bıraktım. Kızılay’da bir bijuteri dükkanım vardı. Sadece orayla ilgileniyordum. Ardından eğlence mekanları olan Cemil Kumaşçıoğlu ve Emre Topel ile ortak oldum. Kızılay’daki dükkanımı kapattım. Bana operasyon yapıldı. Polis memuru suçlandığım maddeleri okuduğunda şok oldum. Taksi duraklarına çökmüşüm, eğlence mekanlarının hepsi benimmiş. Benim bu suçları işlediğime dair bir delil yoktu” iddialarına yer verdi. Koyuncu, örgüt lideri olduğu öne sürülen sanık Kaplan’la bir samimiyeti olmadığını iddia ederken, Kaplan’ın tanınan birisi olduğu için fotoğraf çektirdiğini söyledi. “Sözde tetikçiliğimi yapan adamlarla bir alakam yoktur” Güvenlik ekiplerince yapılan operasyonlara rağmen telefon numarasını değiştirmediğini söyleyen Koyuncu, “Beni her aldıklarında benim telefonum incelemeye gitti. Ama bir şey bulamadılar. Daha ne olabilir ki diye düşünürken yine bir dosyayla geldiler ve cinayetten de yargılandığımı söylediler. Ne Bora Kaplan’ın benimle, ne de sözde tetikçiliğimi yapan adamlarla bir alakam yoktur. Bana ait olan İletişim Tespit Tutanağında suç unsuru olan bir şey olduğunu düşünmüyorum” ifadelerini kullanarak beraatini talep etti. Diğer tutuklu sanık İsa Aktaş ise örgüt üyeliği suçlamalarını kabul etmeyerek, mahkemeden beraatini talep etti. Olayın yaşandığı 22 Temmuz 2016 günü Çankaya İlçe Emniyet Müdürlüğü’nde Komiser olarak görev yapan tutuksuz sanık Umut Ö., dosyanın mağdurlarından Erkan Doğan’ın polis merkezine geldiği sırada odasında oturduğunu, şahsın karakola gelerek kaçırıldığını ve işkence gördüğünü söylediğini anlattı. Doğan’ın sorulan sorulara cevap vermediğini söyleyen sanık Umut Ö., Organize Suçlarla Mücadele ekiplerine teslim edildiğini söyledi. Aradan geçen 7 yılın ardından evinde gözaltına alındığını ifade eden Umut Ö., “Konunun ne olduğunu söylemediler. Organize şubeye götürdüler. Üstümü aradılar, nezarete attılar. Daha ortada HTS yok. Hiçbir şey yok. Şahsın teslim edilmesi talimatı, Gasp Büronun talimatıdır dedim. Müştekiye benim 2008 yılındaki fotoğrafımı gösteriyorlar ve teşhis ediyor. Daha sonra ben gözaltındayım canlı teşhis yaptırılmıyor. Olay gün ki şahıs katıldığı televizyon programında diyor ki bana Çankaya İlçe Emniyet Müdürlüğünde ki polis Ayhan Bora’nın yanında halay çeken şahıstır diyor” dedi. Sanık Umut Ö., alıkonularak işkenceye maruz kaldığı iddia edilen Doğan’la konuşmadığını söyleyerek, mahkeme heyetinden beraatini talep etti. Örgütle bir alakası olmadığını iddia eden tutuklu sanık Mahmut Gökhan Çanga, Bora Kaplan’ı avukat olarak girdiği bir duruşma esnasında gördüğünü anlattı. Çanga, Maktul Semih Arslan’ın hayatını kaybettiği dairenin kendisine ait olduğunu ve tek suçunun da Arslan’ı evine aldığını söyledi. Maktul Arslan’ın hayatını kaybettiği günü anlatan Çanga şunları iddia etti: “Olay günü Muhammed ve Semih geldi. Semih, ‘Bir kavgaya karıştım birini bacağından vurdum kalacak yere ihtiyacım var’ dedi. Zaten evimde geniş değil iki üç koltuk var, bir de esrar yetiştirdiğim bir odam var. içeri aldım. Sonra bunlar markete gitti geldi. Geldiklerinde hiç ‘nereye gidiyorsunuz’ diye sormadım yedek anahtar bile verdim. Sercan ve Semih geldi. ‘Muhammed nerde?’ dedim. ‘Teslim oldu, ben de teslim olacağım’ dedi. Ardından duş aldı, oturduk bana ‘ceza evi nasıl bir yer’ diye sordu. Ben de ‘Oğlum ben firariyim hiç bilmiyorum’ dedim. Kız arkadaşının olduğunu söyledi, ’Seni seviyorsa bekler rahat ol’ dedim. Sonra dışarda oturuyorduk bunları konuşurken, uyuya kalmışım kalktım tuvalete girdim Semihe baktım yoktu. Balkona çıktım, dışarı doğru baktım sonra karartı gördüm dikkatli baktığımda Semih’i gördüm aşağıda hemen Sercan’ı uyandırdım ’Semih intihar etmiş’ dedim. Olaya ait görgüm bu kadardır. Beraatimi talep ediyorum.” Sanık beyanlarının ardından duruşmaya 15 dakika ara verildi. Verilen arada Organize Şube ekiplerince Bora Kaplan’a ait telefon kendisine verilerek şifresinin açılması istendi. Kaplan, hatalı şifre girerek telefonun süreli olarak kitlenmesine neden oldu. Tutuksuz sanıklar Muammer Ç., Gürkan Ü., Metehan O. ve tutuklu sanıklar Muhammet Kaplan ile Murat Sağlam’ın beyanlarının ardından mahkeme başkanı duruşmanın yarım devam etmek üzere ertelendiğini bildirdi.
İzmir 13. Alaçatı Ot Festivali coşkuyla başladı Bu yıl 13.’sü düzenlenen Alaçatı Ot Festivali “Öz’e Dönüş” konseptiyle kapılarını açtı. Festivale katılan İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Cemil Tugay ile Çeşme Belediye Başkanı Lal Denizli stantları gezerek, vatandaşlarla selamlaştı. Çeşme Belediyesi tarafından bu yıl 13. kez düzenlenen, Ege’nin enfes otları ve onlarla yapılan birbirinden güzel yemeklerin yer aldığı Alaçatı Ot Festivali büyük bir coşkuyla başladı. Birbirinden leziz etkinlikleri, sokaklara yayılan mis gibi kokuları ile önemli dünya festivalleri arasında yer alan Alaçatı Ot Festivali bu yıl da ‘Öz’e Dönüş” konseptiyle konserler, stantlar, sergiler, söyleşiler, yarışmalar ve yemek yapım atölyeleri ile milyonları ağırlayacak. Festivale İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Cemil Tugay, Çeşme Belediye Başkanı Lal Denizli ve çok sayıda vatandaş katıldı. Ot stantlarını ve festivale bu yıl eklenen sanat sokağını gezen Tugay, bu yıl festivalin diğer yıllara oranla daha kalabalık olduğuna dikkat çekti. Ot ve hediyelik eşya stantlarını gezerek bu yıl “Öz’e Dönüş” yaptıklarını ifade eden Denizli, “Bugün festivalimizin ilk günü ve bayram sonrasına rağmen otellerimiz dolu. Bu sene ilk defa diğer senelerde yapılmayan etkinlik alanları kurduk. Sokak sanatçılarımız, sanat sokağımız, edebiyat ve söyleşiler gibi pek çok alanda yeniliklerimiz var. Heyecanlıyız. Bütün misafirlerimize 4 gün boyunca keyifli dakikalar geçirmesini diliyorum. Çocuklara, gençlere, kadınlara özel etkinliklerimiz var” diyerek yurttaşları 4 gün sürecek festivale davet etti. Sergiler, söyleşiler yoğun ilgi gördü “Şevketi Bostan” temasıyla gerçekleştirilen Alaçatı Ot Festivali stantların açılışı ile başladı. Ege’nin enfes otlarının bulunduğu standlar ilk günden yoğun ilgi gördü. Festivalin ilk gününde Ziraat Yüksek Mühendisi Ahmet Keçeci eşliğinde Sakız Ağacı dikimi yapıldı. Şefler Meydanı’nda ‘Şevketi Bostanlı Lezzetler’ kapsamında Şef Ayşenur Mıhçı, Emrah Köksal Sezgin, Hüseyin Pancar yemek yapım atölyeleri gerçekleştirdi. Köstem Otel’de İbrahim Topal “Alaçatı’da Tarımın Dünü, Bugünü ve Yarını”, Hülya-Engin Önen, “Mübadele Köyü Alaçatı ve Bilinmeyen Lezzetleri”, Hasan Tütüncüoğlu, “Sakız Bitkisinin Kozmetik ve Şifa İçin Kullanımı” Sibel Önbaş da “Bitkilerin Şifasını Şerbet Kültürümüzle Günümüz Mutfağına Taşımak” adlı söyleşileri düzenlendi. Edebiyat Buluşmaları kapsamında ise Çamlıkuyu Meydanı’nda Özlem Gürses, ve Sinan Meydan okuyucularla bir araya gelerek keyifli bir söyleşi gerçekleştirdi. Festivalin ilk akşamında ise Alaçatı Ot Festivali Konser Alanı’nda Latin Müziğin sevilen ismi Ayhan Sicimoğlu& Latin All Stars sahne alarak izleyenlere unutulmaz anlar yaşatacak.
İstanbul Türkiye’de artış hızı Avrupa’nın 3 katından fazla Ülkemizde 12 milyon diyabetli var. Üstelik artış hızı dünya ortalamasının 2 katı, Avrupa ortalamasının da 3 katından fazla. İyi tedavi edilmediğinde ciddi organ hasarlarına da yol açan diyabet, yaşamı tehdit edebiliyor. Günümüzde teknoloji ve tıptaki hızlı gelişmeler sayesinde ise hastaların etkin tedavisini yapmak ve yaşam kalitelerini artırmak mümkün. Bugün açılışı gerçekleştirilen Acıbadem Uluslararası Diyabet Yüksek Teknoloji Merkezi’nde yüksek teknoloji ile diyabetlilerin yaşam kalitesinin artırılması ve Türkiye’den farklı ülkelerdeki diyabetlilere özel hizmet verilmesi hedefleniyor. Koordinatörlüğünü Endokrinoloji ve İç hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. M. Temel Yılmaz’ın yaptığı Acıbadem Uluslararası Diyabet Yüksek Teknoloji Merkezi’nin açılışında, ilgili tüm branşlarda hizmet verecek olan uzman medikal ekip basın mensupları ile bir araya geldi. Dünyada 600 milyon, ülkemizde 12 milyon diyabetli bulunuyor. Yapılan araştırmalar; ülkemizde diyabetin görülme sıklığının her 10 yılda bir yüzde 100 oranında arttığını gösteriyor. Üstelik bu artış hızı dünya ortalamasının 2 katı, Avrupa ortalamasının da 3 katından fazla. Yaşamı tehdit edebilen ciddi bir hastalık olan diyabet; iyi tedavi edilmediğinde koroner kalp hastalıkları, böbrek hastalıkları, görme kaybı ve nöropati gibi ciddi organ hasarlarına yol açabiliyor. Acıbadem, diyabetin tanı ve tedavisinde bütünsel bir yaklaşım anlayışıyla tek merkezden hızlı çözümler sunan, ülkemizdeki ve farklı ülkelerdeki diyabetlileri takip edebilen Acıbadem Uluslararası Diyabet Yüksek Teknoloji Merkezi’ni hizmete sundu. Koordinatörlüğünü Prof. Dr. M. Temel Yılmaz’ın yaptığı Acıbadem Uluslararası Diyabet Yüksek Teknoloji Merkezi’nde; Endokrinolog, İç Hastalıkları Uzmanları, Diyabet Diyetisyenleri, Diyabet Hemşireleri ve Psikolog gibi ilgili tüm branşlardan oluşan uzman bir medikal ekip multidisipliner yapıda hizmet verecek. Açılışta merkezin öne çıkan ve fark oluşturan özelliklerini anlatan Acıbadem Uluslararası Diyabet Yüksek Teknoloji Merkezi Koordinatörü Prof. Dr. M. Temel Yılmaz, “Kuruluş amacımız olarak ülkemizde uluslararası standartlarda bir diyabet yönetimini ve diyabetlilere komplikasyonsuz ve kaliteli yaşam sağlayacak bir merkez olmayı hedefledik. Bu amaçla öncelikle klasik bir diyabet tedavi merkezi yerine proaktif bir diyabet yüksek teknoloji merkezi kurmayı planladık. Başarılı bir diyabet tedavisi ancak multidisipliner bir yaklaşım ve ekip çalışması ile mümkündür. Temel felsefemiz diyabet ve diyabete bağlı sağlık sorunlarının tek merkezde en kısa zamanda ve doğru çözümüdür” dedi. ‘Yapay pankreas’tan, ‘24 saat evden takip’e yüksek teknoloji çözümler Diyabetin takip ve tedavisinde güncel teknolojilerin yaşamımıza girmesiyle hastalık yönetiminde birçok kuralın değiştiğini belirten Prof. Dr. M. Temel Yılmaz şöyle konuştu: “Diyabetle ilgili tüm sorunları aynı merkezde çözümleyecek multidisipliner yaklaşım ve organizasyonla 24 saat evden takipten dünyanın her tarafında kan şekerini izlemeye, kapalı döngü yapay pankreastan diyabetik giyilebilir teknolojilere ve kızıl ötesi ışınlarla 360 derece vücut analizi tekniklerine kadar en gelişmiş teknolojileri biraraya getirdik. Ayrıca tedaviye dirençli yüksek kilolu obezite kliniğinden gebelik diyabetine, farklı diyabetlilere özel ilk ihtisas polikliniklerinden diyabette Teletıp uygulamalarına dek birçok yeniliği hayata geçirdik. Diyabette teknoloji kullanımı çok zayıf; halen kan şekeri ölçümü klasik parmak delme yöntemiyle, insülin enjeksiyonu da insülin kalemiyle yapılıyor. Oysa glikoz ölçüm aletlerinin zorluklarını ortadan kaldıran ve her iki üç dakikada bir kan şekerini ölçebilen (Sürekli Glikoz Ölçüm Sistemleri-CGM) sistemlerle, hasta, izni olduğu takdirde diyabet ekibi tarafından 24 saat takip altında olabiliyor. Bu cihazlar ani kan şekeri düşüklüğünde (hipoglisemi) veya ani kan şekeri yüksekliğinde size ya da sağlık ekibine ve sizi izleyen yakınlarınıza alarm ile uyarı gönderebiliyor. Sağlıklı insan pankreasının insülin salgı dinamiğine en yakın olan sistem de sürekli insülin infüzyon pompa sistemleridir. İnsülin pompaları, kablolu insülin pompaları ve yeni kuşak cilde yapışan patch pumplar olarak iki gruba ayrılmaktadır. Bu sistemlerle insan pankreası gibi en az 3 gün enjeksiyon yapmadan bazal ve bolus insülini uzaktan kumanda ile vermek mümkün." Yapay pankreasla yaşayan hastaların çarpıcı öyküsü Diyabeti üç yıl önce fark edilen Yahya Tan halen yapay kalp ve yapay pankreas ile yaşamını sürdürüyor. 7 yıl önce motor kullandığı esnada aşırı terleme ve göğüs ağrısı şikayetiyle kendini hastaneye zor atan Tan, “Doktor kalp krizi geçirdiğimi söyledi. Yapılan tetkiklerde nakil hastası olduğum ortaya çıktı ve 2017’den bu yana yapay kalp destek cihazı ile yaşıyorum. Yoğun bakımda tedavi gördükten sonra bu kez de diyabetli olduğum ortaya çıktı. Hastanede şekerim 500’lerdeymiş ama haberim yoktu. İnsülin kullanmaya başladım ama Temel hocamızla tanıştıktan sonra Şeker Ölçüm Cihazı (CGM) ve İnsülin Pompası kullanmaya başladım. İnsülin kullanırken çok zorlanıyordum; her zaman ölçüm alamıyor, saatlerini kaçırıyor ve ölçmede sorunlar yaşıyordum ama şimdi yapay pankreas ile bu sorunlar ortadan kalktı ve diyabetin hiçbir sıkıntısını yaşamıyorum. Şimdi şekerim 90-100’den yukarı çıkmıyor” dedi. Yapay pankreasla anne oldu Halen 3,5 aylık bebeği olan Şükran Usta ise diyabet ile pandemi sürecinde karşılaştı. Bir anda çok zayıfladığını ve halsizlikten yürüyemez hale geldiğini, aşırı su içme isteği olduğunu belirten Bilişim Teknolojileri Öğretmeni Usta, sık idrara çıkma şikayetiyle doktora başvurduğunda Tip-1 diyabet tanısı aldı. Şekerinin 400-500’lerde seyrettiğini öğrenen Usta, insülin tedavisi başlandığını ama o dönem insülin kullanmakta çok zorlandığını, psikolojisinin alt üst olduğunu belirterek şöyle konuştu: “Yapay pankreasla tanıştıktan sonra psikolojim düzeldi. Hamileliğimin 4. ayında insülin pompası kullandım. Hamilelik sürecinde bebeğime bir şey olacak diye çok korkuyordum ama CGM cihazı ve insülin pompası hayatımı kolaylaştırdı. CGM cihazı sayesinde sürekli parmak ölçümü yapmak zorunda kalmadım, ayrıca anlık şeker değerini gösterdiği için ani çıkış ve inişlere hemen müdahale ediyordum. Hamileliğimi çok rahat geçirdim, şekerim dengesine kavuştu. Bu cihazlar çok pahalı olduğu için sürdürülebilirliği mümkün olamayabiliyor; devlet eliyle ücretsiz verilse diyabetliler için son derece iyi olur." “Kızım her şeyim” 2,5 yaşında kızı olan Janset Burcu Kubat Kırmızıgül de toplantıda yaptığı konuşmada; 20 yaşında diyabet tanısı aldığını belirterek, “O dönem çok kilo vermeye başlamıştım. Aşırı abur cubur yiyordum, 2 günde 1 sebil su bitiriyordum. Tip 1 diyabetim olduğu ortaya çıktı. Şekerim çok yüksek seyrediyordu, hamileliğimin başından itibaren insülin pompası ve CGM cihazı takmaya başladım, şekerimi ideal seviyeye indirdik. Şimdi artık şeker seviyeme göre ara ara cihazı kullanıyorum; benim diyabet hastalığım sayesinde kızım ve eşimle sağlıklı besleniyoruz ve hastalığın dezavantajlarını avantaja çevirdik. Yapay pankreas kesinlikle ülkemizde herkesin alıp kullanabileceği fiyatlarda olmalı çünkü gerçekten lüks değil hayati bir ihtiyaç. Ayrıca çocuklar için de olmazsa olmaz olduğunu düşünüyorum” dedi. “Ülkemiz için önemli bir sorun” Acıbadem Uluslararası Diyabet Yüksek Teknoloji Merkezi Koordinatörü Prof. Dr. M. Temel Yılmaz, “Ülkemizde yapılan çalışmalarda 12 milyon civarı diyabetli olduğu gözüküyor. Sağlık Bakanlığı verilerine göre ise 9 milyon kişi diyabet nedeniyle ilaç kullanıyor. Yaklaşık 1.7 milyon insanda insülin kullanıyor. Diyabet, dünya ortalamasının 2 katı, Avrupa ortalamasının ise 3 katından fazla. Ülkemiz için önemli bir sorun. Gerek kalp damar hastalıklarının bir numaralı sorunu, hipertansiyonun ve obezitenin altındaki bir numaralı ana neden” ifadelerini kullandı. “Bu sistemler olunca 24 saat boyunda hastayı izlemek mümkün oluyor” Prof. Dr. M. Temel Yılmaz, “Diyabetin iyi tedavisi önemli. Diyabet tedavisinde aşağı yukarı son 10 yıldan bu yana çok şey değişti. Bu klasik uygulamalar, kan şeker ölçümleri, enjektörden veya insülin kalemiyle insülin yapmak bunlar artık kullanılmıyor. Yapay pankreas modelleri dünyada hızlı bir şekilde yayılıyor. Diyabette en önemli sorunlardan bir tanesi farkındalık. Hasta, genel olarak şekerinin yükseldiğini bilmediği için buna uygun olarak da diyetini ve ilacını da aksatıyor. Bu sistemler sayesinde 24 saat boyunda hastayı izlemek mümkün oluyor. Hasta kendi kendini izleyebiliyor. Kan şekerini yükselten yiyecekleri ve gıdaları görerek uzak duruyor. Yeni teknolojiler hakikaten diyabet tedavisinde yeni bir çığır açtı” dedi.