SAĞLIK - 03 Şubat 2018 Cumartesi 14:31

Kanserle mücadelede nasıl beslenilmeli?

A
A
A
Kanserle mücadelede nasıl beslenilmeli?

Prof. Dr. Esra Kaytan Sağlam, kanserle mücadelede proteinli yoğun ve düzenli beslenmenin önemli olduğunu belirtti.

4 Şubat Dünya Kanser Günü dolayısıyla Türk Radyasyon Onkolojisi Derneği Başkanı ve İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Esra Kaytan Sağlam, kanserle mücadele konusunda açıklamalarda bulundu. Prof. Dr. Sağlam, bilinen risk faktörlerinin en başında sigaranın geldiğini, kanserle mücadelede beslenmenin önemi, radyasyon onkolojisinin kanser tedavisindeki yeri, D vitamini eksikliğinin kansere etkisi ve diğer konularda bilgiler verdi.

“BİLİNEN RİSK FAKTÖRLERİNİN EN BAŞINDA SİGARA GELİYOR”

4 Şubat Dünya Kanser Günü nedeniyle kanserde farkındalık konusunda konuşan Prof. Dr. Esra Kaytan Sağlam, ’’Uluslararası Kanser Kontrol Örgütü ve ortak kuruluşlar kanser konusunda çalışmalar yapmaktalar. Önemli olan halkın kanser konusunda farkındalığını ve bilincini arttırmak. Bu senenin sloganı ’’Yapabiliriz ve Yapabilirim’’. Yapabiliriz aşamasında en önemli unsurlardan bir tanesi, kanser ile ilgili algıları değiştirmek. Kanser hastalığı çözümsüz değildir ve doğru tedavilerle pek hasta tamamen hastalıktan kurtulabilir. Bu bilincin yerleştirilmesi önemlidir.

İkinci en önemli unsur, bilinen risk faktörlerini ortadan kaldırmak. Bilinen risk faktörlerinin en başında sigara geliyor. Sigara ile savaşa devam etmek ve dumansız hava sahalarını arttırmak en önemlilerinden bir tanesi. Düzenli ve uygun beslenme rejimleri ve egzersiz ile kanser hastalarında da daha yüksek kontrol oranları elde etmek mümkün. Güneş enerjisinden faydalanalım ama fazlasından korumakta önemli. Hastaların kendileri için yapacakları ’’Yapabilirim’’in en önemlilerin bir tanesi kontrollerini yaptırmak ve erken dönemlerde doktora başvurmak’’ ifadelerini kullandı.

’’PROTEİN İLE YOĞUN VE DÜZENLİ BESLENMEK ÖNEMLİ’’

Kanserle savaşmada düzenli ve doğru beslenmenin önemine değinen Prof. Dr. Sağlam, ’’Düzenli ve doğru beslenmek, kanser hastaları ve diğer hasta olmayan kişiler içinde önemli. Kanser hastalarında vurgulamak istediğimiz süreç, kanser tedavileri sırasında vücuttaki yıkıma paralel olarak yapım ve onarım oranlarını arttırmamız lazım. Yani protein ile yoğun ve düzenli beslenmek önemli. Daha az tatlı ve şekerli gıdalar, daha az yağlı gıdalar tüketilebilir. Karbonhidratlardan uzak durmak önemlidir. Daha az tuzlu gıdalar tüketilebilir. Hastalarda en sık gördüğümüz ise çok fazla bitkisel ve doğal ürünlere yer vermeleri. Asıl ve esas olan tedavide kür ve hastalarda sağ kalımın sürelerini arttıran onkolojik tedavilerdir’’ dedi.

’’BİR TAKIM BİTKİSEL ÜRÜNLERDEN, DOĞAL GIDALARDAN YA DA ALTERNATİF TIBBİ UYGULAMALARDAN FAYDALANABİLİRİZ’’

Prof. Dr. Sağlam, sözlerine şöyle devam etti: ’’Bu onkolojik tedavilerin yan etkileriyle baş etmekte ya da bu süreci daha rahat geçirmekte bir takım bitkisel ürünlerden, doğal gıdalardan ya da alternatif tıbbi uygulamalardan faydalanabiliriz. Ancak bunlar ana tedavinin tamamlayıcısıdır. Özellikle radyoterapi ve kemoterapi sırasında alınmaması gereken ürünler vardır. Örneğin; ısırgan gibi kanı çok fazla sulandıran, kanamaya neden olan ve trombosit dediğimiz pıhtılaşma hücreleri düşüren hücreleri çok fazla kullanmak tedavi sırasında başka sorunlar da çıkarabilir. Pek çok ot-bitkisel gıdaları bilinçsizce karıştırmak yararlarından çok zararlı ve toksik olabilir. Bazı ürünler tedavilerin yan etkilerini azaltmaya yönelik kullanılırken, radyoterapi tedavisinin etkinliğini de azaltabilir. Bu tip ürünleri kullanırken de mutlaka onkolojideki doktorlarınızla konuşmanız lazım’’.

D VİTAMİNİ EKSİKLİĞİNİN KANSERE ETKİSİ

D vitamini eksikliğinin kansere etkisini de değerlendirilen Prof. Dr. Sağlam, ’’Ülkemiz, Akdeniz ülkesi olmasına rağmen halkımızda D vitamini düşüklüğü oldukça yüksek oranda. Bu vitaminin düşüklüğü meme kanseri, kolon ve barsak kanseri gibi bazı kanserlerle ilintilileştirilebiliyor. Dolayısıyla D vitamini düşüklüğü olan hastaların, bu düşüklüğün dozlarını tespit edip tamamlamalarını önermekteyiz. Gerek damlalarla gerek ampullerle doktor kontrolünde tamamlamak önemlidir. Çünkü aşırı yüksek dozlarda toksik olup hastaya zarar verebilir. Kan sulandırıcı olarak aspirin doktor kontrolünde önerilebilir. Özellikle barsak kanserlerinden ve poliplerin kontrolünde etkili olabilmektedir. Bunları mutlaka doktor kontrolünde planlamak şart’’ diye konuştu.

’’RADYASYON ONKOLOJİSİNİN KANSER TEDAVİLERİNDEKİ EN ÖNEMLİ BİRİMLERDEN BİR TANESİ’’

Radyasyon onkolojisinin kanser tedavilerindeki en önemli birimlerden bir tanesi olduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Sağlam, ’’Günümüzde gerek erken dönemli hastalarda gerekse ileri dönem kanserlerde, mutlaka tedavilerinin bir aşamasında radyasyon ile tedavi yapmamız gerekiyor. Buradaki en önemli hususlardan bir tanesi erken dönemdeki hastalarda radyasyon onkolojisindeki gelişmelere paralel olarak çok iyi lokal kontrol sağlayan radyasyon tedavileri söz konusu. Bundan 5-10 sene öncesine kadar erken evre akciğer tümörlerinde; özellikle ameliyat olamayan hastalarda farklı bir tedavi seçeneği yokken, radyasyon onkolojisindeki nokta atışı yoğun tedavi yaklaşımı ile erken dönemdeki hastalarda cerrahisiz kontrol sağlayabiliyoruz. Türkiye’de birçok merkezde bu tedavi yapılabiliyor. Erken evre akciğer hastalarında standart olan tedavi birinci olarak cerrahi. Ama cerrahinin herhangi bir riski olduğu ve tıbbi olarak tedavi edilemez hastalara radyoterapiyle de çok kısa sürede aynı oranda kontrol sağlayabiliyoruz. Kendi serimizde bu oran yüzde 90’lar ve üzerinde. Bu tip hastaların tedavisinde göğüs cerrahları kadar radyasyon onkologları da etkin bir şekilde rol oynuyor. Gastrointestinal Sistem tümörleri çok sık gördüğümüz ve radyasyon onkolojisinin üzerinde çok emeği olan hastalıklar. Bir kolon tümörü ve rektum tümöründe hastanın kalıcı torba takmadan hayatına devem etmesi, hastalığın küçülerek daha iyi ameliyatlar yapılabilmesi hatta onkolojik tedaviler sonrasında cerrahi olmadan hastalığın kontrol edilebilmesi için bu hastaların mutlaka radyoterapi görmesi ve bazen beraberinde kemoterapi ilaçları kullanmaları gerekiyor. Bu şekilde tedavi yaptığımız rektum tümörlü hastalarımızı, 5 yıl ve üzerinde kontrol ve sağ kalım oranlarımız yüzde 70 ve üzerine çıkıyor’’ şeklinde konuştu.

Bunlar Da İlginizi Çekebilir
Gümüşhane Baharda çıkıp yazın kayboluyorlar Gümüşhane’nin Torul ilçesine bağlı Gülaçar köyünde her yıl bahar aylarında yaşanan ilginç doğa olayında köyün her iki yamacında da aynı anda ortaya çıkan ve aynı anda kaybolan su kaynakları 2 ay boyunca görsel şölen oluşturuyor. İkisu-Şiran karayolu kenarındaki Gülaçar köyünde her bahar mevsiminde ilginç bir doğa olayı yaşanıyor. Hem köyün üst tarafında hem de Gülaçar deresinin karşısındaki yamacında her yıl bahar mevsiminde akmaya başlayan dereler yaklaşık 2 ay boyunca dağın ortasından çıkıp akmaya devam ediyor ve daha sonra kayboluyor. Hiç su akmayan bölgede birdenbire adeta dere olup şelaleye dönüşen sular için bölgede çeşitli efsaneler dilden dile dolanırken, suların karla kaplı dağlarda karların eriyip dağın içindeki mağaralara dolduktan sonra taşması sonucu aktığı değerlendiriliyor. Sosyal medyada doğada yaptığı yemek ve doğa videolarıyla bilinen Yusuf Oral ilk başlarda az olan suyun alt kısımlara doğru adeta büyük bir dereye dönüştüğünü görünce şaşkınlığını gizleyemedi. Yılın aynı gününde akmaya başlayıp yaklaşık 2 ay sonra aynı gününde kuruyan sulardan sadece tek bir kaynaktan saniyede 200 litreye yakın su çıktığını aktaran Oral, gördüğü manzara karşısında “Muazzam, serinliği çok güzel, gerçekten keyfi çok güzel” ifadelerini kullandı. “Bu muhtemelen birbirine bağlı bir yeraltı havuzunun olduğunu bizlere gösteriyor” Yıllardır merak ettiği bölgenin kaynağına geldiğini ve bir saat yürüyerek şelalelere ulaştığını kaydeden Oral, “Buradaki şelale 4 noktadan çıkıyor o yüzden ismini ’4 göze’ koyuyorum. Belki bir ismi vardır onu bilmiyorum. Bu vadide yaşıyorum. Bu şelalelerin Gülaçar köyünün üzerinde bulunan bir yerde yılın aynı gününde akmaya başladığı ve aynı gün kurumaya başladığı söylenir. Burası Gülaçar’a giderken ki vadi. Vadinin sağıdan ve solundan bu sular çıkıyor ve ortada Gülaçar deresi var. Şelaleler karşılıklı yani. Aralarında yaklaşık 2 kilometre kuş uçuşu mesafe olan noktalar. Ama kot olarak hemen hemen aynı. Aynı gün aktığı söyleniyor köylüler tarafından. Biz de yıllardır aynı şeyi burada gözlemliyoruz. Bu yeraltı su sistemine bakıldığında muhtemelen birbirine bağlı bir yeraltı havuzunun olduğunu bizlere gösteriyor. Gerçekten görülmeye değer bir yer. Özellikle suyun çıktığı bu nokta insanın ruhunu dinlendiriyor. Gerçekten çok mutluluk verici, çok keyifli” dedi.
İstanbul Kolay morarma hemofili habercisi olabilir Hemofilinin ömür boyu takip edilmesi gereken kronik bir hastalık olduğunu belirten Doç. Dr. Işık Odaman Al, “Hemofili kanda pıhtılaşma proteini olarak görev yapan faktör VIII ve faktör IX’un eksikliğidir. Kızlar taşıyıcı, erkekler ise hastadır. Hastaların üçte biri sünnet sonrası uzamış kanama şikayeti ile başvurup tanı alır. Vücutta kolay morarma, kas içi ve eklem içi kanamalar, kan alınan yerden sızıntı şeklinde uzun süren kanama, uzamış adet kanamaları, kafa içi kanaması olan hastalarda hemofili akla gelmelidir” dedi. Medipol Mega Üniversite Hastanesi Çocuk Hematoloji ve Onkoloji Uzmanı Doç. Dr. Işık Odaman Al, 17 Nisan Dünya Hemofili Günü kapsamında önemli açıklamalarda bulundu. Doç. Dr. Işık Odaman Al, hemofilinin kanda pıhtılaşma proteini olarak görev yapan faktör VIII ve faktör IX’un eksikliği olduğunu belirterek “Hemofili A ve hemofili B olarak iki tipi vardır. Hemofili A’da eksik olan, faktör VIII’dir. Tüm hemofili hastalarının yüzde 85’ini oluşturur. Hemofili B’de ise faktör IX eksikliği mevcuttur ve hastaların yüzde 15’ini oluşturur. Hemofili kalıtsal (doğumsal) bir hastalıktır. X’e bağlı çekinik olarak kalıtılır. Yani kızlar taşıyıcı, erkekler ise hastadır. Öte yandan sonradan kazanılmış mutasyonlar da hemofili hastalığına neden olabilmektedir. Toplumdaki sıklığı hemofili A için 5 bin erkek çocukta 1 iken hemofili B için 30 bin erkek çocukta 1’dir” şeklinde konuştu. Sünnet sonrası uzayan kanamaya dikkat Hemofili A ve B’de klinik bulguların benzer olduğuna işaret eden Doç. Dr. Işık Odaman Al, şöyle devam etti: “Eklem ve kas içi kanamalar en sık görülen bulgulardır. Hastaların üçte biri sünnet sonrası uzamış kanama şikayeti ile başvurup tanı alır. Hastalık faktör düzeyinin kandaki seviyesine göre ağır (faktör düzeyi < yüzde 1), orta (yüzde 1-5) ve hafif (yüzde 5-40) olarak sınıflandırılır. Klinik bulgular ise hastanın yaşına, faktör düzeyine göre değişir. Ağır hemofilide bulgular daha ciddi olup yenidoğan döneminde ve erken çocukluk döneminde ortaya çıkar. Hastalar emeklemeye ve yürümeye başlama döneminde eklem içi kanamalar ile başvurur. Hafif hemofilide ise bulgular daha ileri yaşlarda, ağır bir travma ya da cerrahi işlem sonrası kanama şeklinde ortaya çıkar. Hastalığın tanısı şüphelenilen kişilerde kan faktör seviyesine bakılarak konulur. Vücutta kolay morarma, kas içi ve eklem içi kanamalar, kan alınan yerden sızma şeklinde uzun süren kanama, sünnet sonrası beklenmedik kanama, uzamış adet kanamaları, kafa içi kanaması olan hastalarda hemofili akla gelmelidir. Tanı konulmasında aile öyküsü mutlaka sorgulanmalıdır. Erken tanı konulması özellikle ağır hemofili hastalarında hayat kurtarıcıdır.” Ciddi kanama olmadan koruyucu tedavi şart Doç. Dr. Işık Odaman Al, tedavinin esasını eksik olan faktörlerin yerine konulması olduğunu belirterek şu bilgileri verdi: “Günümüzde plazma kaynaklı ve rekombinant olarak üretilen faktör konsantreleri mevcuttur. Ağır hemofili hastalarında ciddi kanamalar gelişmeden koruyucu tedaviye başlanmalıdır. Koruyucu tedavi hemofilinin tipine, hastanın kilosuna, kanama sıklığına ve şiddetine ve faktör düzeyine göre bireyselleştirilir. Genellikle haftada 1 olarak başlanıp, haftada 3’e kadar arttırılır. Bu tedavide amaç hastanın kan faktör seviyesini yüzde 1’in üzerinde tutmak ve ciddi kanamaların önüne geçmektir. Diğer tedavi şekli ise ‘kanadıkça’ olarak isimlendirilen hastanın kanaması olması durumunda uygulanan faktör yerine koyma tedavisidir. Faktör konsantreleri hastalara damar içi infüzyon yolu ile uygulanmaktadır. Hemofili ömür boyu takip edilmesi gereken kronik bir hastalıktır. Bu süreçte hasta ve ailesinin bilgilendirilmesi ve tedaviye uyumu çok önemlidir. Hastalar hematoloji, fizik tedavi, ortopedi hekimi, fizyoterapist, psikolog gibi bir çok disiplinden profesyonel uzmanlarca takip edilmelidir. Hastalar hastalığın ismi, ağırlık derecesi, kullandığı faktör konsantresi, takip eden merkez ve hekimin bilgilerini içeren kimlik kartları taşımalıdır. Tedavide amaç hayatı tehdit eden, ani gelişen kas içi, beyin içi kanamaların önüne geçmek olduğu kadar, uzun vadede hastaların bebeklikten, erken çocukluk, okul dönemi, ergenlik ve erişkin dönemlerine geçişte karşılaşabileceği kronik sorunları da tespit edip çözmektir. Tekrarlayan eklem içi kanamalar kısa ve uzun vadede hastaların hayat kalitesini önemli düzeyde etkilemektedir.” Uzun dönemde sakatlığa ve psikolojik sorunlara yol açabilir Tekrarlayan kanamalarda uzun dönemde sakatlığa yol açabileceğine dikkati çeken Doç. Dr. Işık Odaman Al, “Tekrarlayan kanamalar sonucu eklem içinde inflamasyon (yangı) oluşmakta ve kısa dönemde ağrı, şişlik, hareket kısıtlılığına; uzun dönemde ise eklem hareket yeteneğinin kaybına yani sakatlığa neden olmaktadır. Bu tür sakatlıklar ise hastalarda fiziksel aktivitede azalmaya ve osteoporoz, obezite, sosyolojik ve psikolojik sorunlara da neden olur. Fiziksel aktivite her yaş grubunda oldukça önemlidir ve desteklenmelidir. Böylece sinir ve kas gelişimi desteklenir ve eklem hareket açıklığı artar. En çok önerilen sportif aktiviteler yürüyüş ve yüzmedir. Erken çocukluk döneminde hastaların aşıları aşı takvimine uygun olarak yapılır. Ancak kas içi yerine cilt altı uygulama tercih edilmelidir. Eğer kas içi uygulama zorunlu ise koruyucu olarak uygulanan faktör tedavisi ile aynı güne denk getirilmeli ve aşı sonrası aşı uygulanan bölgeye baskı uygulanmalıdır. Okul dönemindeki hastalar için ise okul yönetimi ve öğretmenleri hastalığın tedavisi ve acil durumlar hakkında bilgilendirilmelidir. Aile ve öğretmen iş birliği içinde olmalı ve çocuk bu dönemde psikososyal olarak desteklenmelidir. Ergenlik dönemi ise tedaviye uyumun en çok bozulduğu dönemdir. Hastalar kronik sürecin vermiş olduğu bıkkınlık, kanama ataklarının eskisi kadar sık olmaması, bağımsız olma arzusu gibi nedenler ile tedavilerini aksatabilmektedir. Son yıllarda klasik faktör uygulamalarının yanı sıra uzun yarı ömürlü faktörler, faktör VIII’ e benzer etki gösteren bisipesifik antikor (Emicizumab) ve faktör dışı tedaviler geliştirilmiştir. Emicizumab henüz ülkemizde kullanım onayı almamıştır. Gen tedavisi çalışmaları ise devam etmektedir” değerlendirmesi yaptı.
Mersin Mersin’in ilk kadın muhtarları mazbatalarını alıp göreve başladı Mersin’in Mut ilçesinde iki kadın muhtar adayı ilk defa seçimleri kazanarak muhtar seçildi ve mazbatalarını alıp göreve başladı. 31 Mart Mahalli İdareler Genel Seçimlerinde muhtar adayı olan Fatma Ayan (59), 120 oydan 63’ünü alarak erkek rakibini geride bırakıp Tuğrul Mahallesi’ne muhtar seçildi. Fatma Dorla ise (49) erkek muhtar adayı karşısında 244 oyun 125’ini alarak Çömelek Mahallesi’nde muhtar seçildi. Muhtar seçildiği için çok mutlu olduğunu ifade eden Tuğrul Mahalle Muhtarı Fatma Ayan, “İlk defa Mut ilçemizde 2 kadın aday muhtar olarak seçildik. Atatürk’ün biz kadınlara vermiş olduğu seçme ve seçilme hakkından yola çıkarak biz de aday olduk. Mut’a bir kadın eli değsin istedik ve çalışmalarımız sonucunda gece gündüz çalışarak bu hedefimize ulaştık. Mahallemizi bir üst seviyeye getirmek için elimizden gelen çabayı göstereceğiz” dedi. Çömelek Mahalle Muhtarı seçilen Fatma Dorla ise, “Önceki seçimde adaylığımı koymuştum. Bir kadın olarak köye kadın eli değmesini istiyordum önceki seçimde kaybettim. 6 adayın içinde ikinci sıraya yerleştim. Benim için avantaj olacağını düşündüm. İkinci sıraya gelmek benim için büyük bir başarıydı. Tekrarını denemek istedim tekrarında da 31 Mart 2024 tarihinde bir seçime girdik. Karşımdaki rakibim eski muhtardı. Bir tane aday vardı eski muhtar. 119 oy o aldı 125 oy ben aldım. Ben birinci geldim. Köyüm için en iyi hizmeti güzel bir şekilde yapacağıma eminim kendime güveniyorum. İstiyorum ki her yerde bir kadının eli değsin istiyorum. Çömelek için de benim elim inşallah uğurlu gelecek her şey güzel olacak” diye konuştu. Çömelek Mahallesi’nin eksiklerine değinen Dorla, “Yollarda şu anda gerçekten ciddi anlamda sıkıntı var. Sularımız yazın yetersiz. Ulaşımımız yok. Gögden yaylasının yolu şu anda çok berbat durumda oranın asfalt yapılması için elimizden gelen mücadeleyi vereceğiz inşallah. Daha çok sorunlar var ama ileriye dönük yavaş yavaş tek tek inşallah bunları çözeceğime eminim bir kadın olarak” diyerek sözlerini bitirdi.