KÜLTÜR SANAT - 14 Nisan 2018 Cumartesi 10:05

Mine Sultan Ünver’in Melun-Canlar adlı romanı kitapçılarda yerini aldı

A
A
A
Mine Sultan Ünver’in Melun-Canlar adlı romanı kitapçılarda yerini aldı

Yazar Mine Sultan Ünver’in, Melun-Canlar isimli romanı, kitapseverlerle buluştu. Yazar, 294 sayfadan oluşan romanında, dedesinden kalan günlüğün peşinden İstanbul’a gelen ve geçmişinin izini süren bir Amerikalının hikayesini anlatıyor.

Mona Kitap’tan çıkan romanı hakkında İHA’ya açıklamalarda bulunan Mine Sultan Ünver, “Endülüs’ü anlattığım romanım “Hilalin İki Ucu”nu yazarken 711 yılında İspanya’yı fetheden Tarık bin Ziyad’ın ordusunda Türklerin olduğunu öğrenmişken, bu kez de Amerika’ya ilk yerleşenler arasında Türklerin olduğunu öğreniyordum. Hikayelerini yazmaya mecburdum” dedi. 

Yazar Mine Sultan Ünver, yatılı okuduğu lise yıllarından bu yana bir yandan hayatını kazanmak için çalıştığını, bir yandan da eğitimimi tamamladığını söyledi. Yer yüzünün şanslı insanlarından biri olduğunu ifade eden Ünver, “Eğitimini aldığım ve sevdiğim bir işi yapıyorum. Medya sektöründe metin yazarı olarak çalışıyorum. Bir dönem minyatür sanatı ile uğraştım, bu alanda Türkiye genelinde iki ödül aldım ve Avrupa ile ABD şehirlerinde sergiler açtım. Yine bir çeşit anlatı sanatı olan minyatürden yazıya geçerek toplamda 11 kitap yazdım. Melun-Canlar ise yedinci romanım“ dedi.

Mine Sultan Ünver’in Melun-Canlar adlı romanı kitapçılarda yerini aldı“Çocukluğum kitaplarla arkadaşlık ederek geçti” 

Ünver, yazmanın yaradanın bir lütfu olduğunu ifade ederek, yazarlığa giden yolda yaşadıklarını şöyle anlattı:
“İstidat dediğimiz, yaradanın lütfu ve aynı zamanda imtihanı olan yetenekler, doğduğumuzda varlığımıza kodlanmış durumdadır. Onları zaman içinde, ömrümüzün herhangi bir noktasında keşfeder ve değerlendirirsek ne âlâ. Nitekim çocukluğumda babamın daktilosunda küçük hikayeler yazardım ve onları resimlerdim. Babam bunları zımbalayarak mini kitaplar haline getirirdi. Annem ve babam uzun yıllar köy öğretmenliği yaptığı için çocukluğum kitaplarla arkadaşlık ederek geçti. Kardeşimle, defalarca okuduğumuz güzel bir kütüphanemiz vardı. Eğitimim boyunca metin yazma üzerine türlü ödüller aldım fakat asıl yazmaya başladığım yaş 30 oldu. İnsanın hayattan vazgeçmek istediği dehşet dönüm noktaları olur. Böyle bir olay başıma geldiğinde yaşama tutunmaya çalışırken, o zamana kadar okuduklarım zihnimde fısıltılara dönüştü ve ben onları kağıtlara döktüm. İlk romanım ülkemin önde gelen bir yayınevi tarafından kabul gördü ve serüven benim için böyle başladı.”

“Tarih bilmek inanılmaz ufuk açıcıdır” 

Okuduğu kitapların genel olarak tarihe yönelik olduğunu aktaran Ünver, tarihi romanlar yazmasının nedenini, “İstedim ki okurlarım da benle birlikte tarih koridorlarında, sırlar, bilinmezler içinde dolaşsınlar ve bugünü anlamak adına dünü öğrensinler. Tarih bilmek inanılmaz ufuk açıcıdır, yargılamadan, mahkum etmeden düşünmeyi öğretir insana. Mutlak doğru olmadığını anlarsınız. Nitekim kahramanlardan ziyade tarihin tozlu sayfalarında kalmış insan ve dönem hikayelerini anlatmam da bu yüzden; bilinmeyeni bilmek ve tarihimizdeki başarılardan güç alarak, kimi zaman da hatalarımızı görerek şuurlanmak için tarih alanında yazıyorum” şeklinde açıkladı.

 

“Melun Canlar'ın hikayelerini yazmaya mecburdum”

Yazar Mine Sultan Ünver, Amerika’nın büyük bölümünü gezme fırsatı olduğunu ifade ederek, Kızılderili kültürü nedeniyle en çok Arizona’dan etkilendiğini söyledi. Ünver, “Kızılderili kültürü araştırırken Meluncan denilen insanlarla karşılaştım. Meluncanların hikayesinin asırlar evveline dayandığını gördüm. Doğrusu olağanüstü bir hikayeydi, tam bir insanlık trajedisi. Endülüs’ü anlattığım romanım “Hilalin İki Ucu”nu yazarken 711 yılında İspanya’yı fetheden Tarık bin Ziyad’ın ordusunda Türklerin olduğunu öğrenmişken, bu kez de Amerika’ya ilk yerleşenler arasında Türklerin olduğunu öğreniyordum. Meluncanların hikayelerini yazmaya mecburdum” diye konuştu.

“Melun Canların Akdenizli olduğu kesin, Türk olması ise çok büyük ihtimal” 

Kitabı yazarken ABD’de faaliyetlerini sürdüren Meluncan Derneğinin kaynaklarına başvurduğunu söyleyen Ünver, ”Meluncan Derneğinin eski zamanlara dair fotoğraf arşivi de çok geniş. Öte yandan, bu konuda genetik, etimolojik araştırmalar da yapılmış. Marmara ve İstanbul Üniversiteleri Tarih Bölümleri ile Osmanlı Devlet Arşivleri, Deniz Müzesi ile temaslar kurularak yapılmış bilimsel araştırmalar bunlar. Pek çok kitap yazılmış, belgeseller hazırlanmış. Meluncanların Akdenizli olduğu kesin, Türk olması ise çok büyük ihtimal. Nitekim romanın kurgusunda, küçük de olsa Türk olmama ihtimallerini de değerlendirdim. Okura kesinlikle Türktüler diyerek sunmadım. Tarihi roman yazmanın sorumluluğu bunu gerektirir zaten” dedi.

Mine Sultan Ünver’in Melun-Canlar adlı romanı kitapçılarda yerini aldı

“Aralarında Abraham Lincoln, Elvis Presley ve Tom Hanks gibi ünlü isimlerin bulunduğu pek çok Amerikalı Melun Can var” 

Ünver, Melun Canlar'ın tarihini araştırırken ilginç detaylarla da karşılaştığını ifade ederek, şunları söyledi:
“1571’deki İnebahtı deniz savaşında Haçlı donanmasından olan Portekizliler, Osmanlı leventlerini esir ederek forsa yapıp Brezilya’ya götürdüler. Hani Cervantes’in bize esir düştüğü ve kolunu kaybettiği savaş. Daha sonra İngiltere Kraliçesi’nin emriyle, Amiral Sir Francis Drake, leventleri Portekizliler’in elinden aldı. Kraliçe, bu sayede Osmanlı hünkarıyla iyi ilişkiler kurmayı amaçlıyordu. Yeni kıta Amerika yakınlarına geldiğinde Drake Osmanlıları, insanların yeni yerleşmeye başladığı Kuzey Amerika kıyılarına bıraktı. Bir süre sonra burada yaşamaya başlayan leventlerden 200 kadarı fidye karşılığı Osmanlı Devletine verildi. Adada kalan 300 kadar levent ise orada bulunan Kızılderili kabilelerin arasına karıştı ve ortaya Türk kanı olan yeni nesiller çıktı, daha sonra kendilerine Meluncan diyecek olan nesiller. Aralarında Abraham Lincoln, Elvis Presley ve Tom Hanks gibi ünlü isimlerin bulunduğu pek çok Amerikalı var. Konuyu bilimsel olarak ilk defa ortaya koyan ve Melun Canlar’ın lideri, sözcüsü olan kişi Meluncan Vakfı kurucusu Dr. Brent Kennedy. Kennedy ve ekibi Amerikalılardan kimilerinin Türk kanı taşıdığını ileri sürdü, DNA analizleri ile ispatladı. İngiliz tarihçi David Hakluyt ise Türk esirlerin nasıl Amerika’ya geldiğinden ve nasıl bir kısmının iade edilip bir kısmının burada kıldığından ayrıntılı bahsetti.”

Mine Sultan Ünver’in Melun-Canlar adlı romanı kitapçılarda yerini aldı

“Gizemli bir günlüğün peşinde macera, iktidar savaşı ve aşk kurgusu” 

Roman tarihte iki farklı zamanda geçtiğini anlatan Ünver, ”Roman Amerika’nın ilk zamanlarıyla Abdülhamit Osmanlısı arasında bağlantı kuran bir macera! Amerikalı Scott Reccardi, 1571 yılında yaşanılanların yazıldığı bir günlükle Sultan Abdülhamit’in İstanbul’una, doğunun gizemli şehrine geliyor. Çünkü dedesinden miras kalan günlüğün büyük bölümü Osmanlıca. Ancak günlüğün şöhretinin kendisinden önce İstanbul'a geldiğini anlıyor. Amerikalı, İngiliz ve Alman casuslar günlüğün peşinde. Osmanlı hafiyeleri de onları adım adım takipte. Çünkü siyasi dengelerin pamuk ipliğine bağlı olduğu bu dönemde günlük tüm hesapları alt üst edebilir. Bütün ülkelerin siyasetini etkileyebilecek güçte sırlar barındırıyor. Dönem, bir Türk’ün Avrupalılar gibi vals edebildiğini ispatlamaya çalıştığı bir dönem. Roman, Batı hayranlığını, dönem olaylarını, misyonerliği de işliyor. Gizemli bir günlüğün peşinde macera, iktidar savaşı ve aşk kurgusu. Kimin dost, kimin düşman olduğu belirsiz. Yaşanan aşk dahi belki de oyunun bir parçası” dedi.

Mine Sultan Ünver’in Melun-Canlar adlı romanı kitapçılarda yerini aldı

“Allah’ın kendilerini lanetlediğini düşünerek, kendilerine “lanetli” anlamına gelen ‘Melun’ demişler” 

Yazar Ünver, Melun isminin nereden geldiğini de araştırdığını ifade ederek, “Esir alınarak hiç bilmedikleri diyarlarda yaşamak mecburiyetinde kalan ve orada unutulan bu insanlar, Allah’nın kendilerini lanetlediğini düşünerek, kendilerine “lanetli” anlamına gelen “Melun” demişler ve kendilerini “Meluncan” olarak adlandırmışlar. Zaman içinde tıpkı zenciler gibi dışlanıp aşağılanmışlar. Toprakları ellerinden alınmış, evleri okulları yakılıp yıkılmış. İş bulamamışlar, kendi işlerini kuramamışlar, oy hakları olmamış. Sonraları bu tam beyaz olmayan insanların genel adı Meluncan olmuş” diye konuştu.

“Melun Canların dokudukları kilim ve battaniyelerin desenleriyle Türk motifleri arasında büyük benzerlikler var”

Melun Canların tıbbi, etnolojik, arkeolojik ve sosyolojik olarak varlıklarına dair konuşan Ünver, “Dr. Kennedy, ağır bir hastalığa yakalanarak hastaneye kaldırılır. Yapılan tetkiklerde, kendisinde Akdeniz anemisi, Akdeniz ateşi gibi yalnız Akdeniz havzasında yaşayan insanlarda genetik olarak bulunan hastalıklar çıkar. Çok şaşırır ve atalarının köklerini araştırmak ihtiyacını duyar. 200 Melun Can’da yapılan genetik araştırmaların hepsinde Doğu Akdeniz ve Türk genleri ortaya çıkar. Kızılderililer, Melun Canlar ve Türkler sosyo-kültürel açıdan da birbirine çok benziyor. Romanda bu benzerlikleri sıklıkla kullanmaya çalıştım. Örneğin, şimdi Hristiyan olsalar da eski Melun Canlar güneye dönerek, günde beş vakit yere çömelip kalkarak bazı hareketler yaparlarmış. Öte yandan Melun Canların dokudukları kilim ve battaniyelerin desenleriyle Türk motifleri arasında büyük benzerlikler var. Amerika’da bilinmeyen ve yenilmeyen bulgurun çeşitli yemeklerini yapıyorlar ve bulgura ‘bulcur’ diyorlar. ‘Sus’ karşılığı olarak ‘şuş” diyorlar. Üzülünce dertlerini dağıtmak için ‘ne gam’ yerine ‘ne gami’ diyorlar. Hayır yerine bizdeki gibi ‘cık’ sesi çıkarıyorlar. Amerika’da pek tercih edilmeyen kuzu ve koyun eti yiyorlar. Yemekleri bizimkiler gibi soğanlı salçalı ve baharatlı pişiriyorlar. Nazardan korunmak için tahtaya vurup kulak çekiyorlar. Sünnet oluyorlar. Siftah yapınca parayı sakallarına sürüyorlar. Birbirlerini kucaklayıp elle sırtlarına vuruyorlar, erkekler birbirini öpüyor. Halk oyunları benziyor. Kanun ve kemençe benzeri sazları var. Aile bağları bizdeki gibi kuvvetli. Eskiden sarık takarlarmış. Fiziksel özellikleri de Türklere çok benziyor” şeklinde açıklamada bulundu.

Mine Sultan Ünver’in Melun-Canlar adlı romanı kitapçılarda yerini aldı

“Aidiyet hissi yaratılışımızda var, insan ait olmak istiyor” 

Ünver, Amerika da, Virginia Üniversitesi rektör yardımcısı Prof. Dr. Brent Kennedy tarafından yazılan yazılarak 1994 yılında yayınlanan “Melun Canlar, Gururlu Bir Milletin Dirilişi ve Amerika’da Etnik Bir Soyun Söylenmemiş Hikâyesi” adlı kitapla ilgili düşüncelerini, “İnsan tabiatı gereği; kim olduğu, niçin bu dünyada olduğu gibi pek çok soru sorar kendine. Aidiyet hissi yaratılışımızda var, insan ait olmak istiyor. Bu his iyi bir şey mi, yoksa bizi bölen savaşlara neden olan bir şey mi tartışılır. Fakat soy ağacı son günlerde oldukça popüler. E-devlet üzerinden hepimiz geçmişimizi soruşturuyor, kimliğimizi sorguluyoruz. Dr. Brent Kennedy de benzer bir içgüdüyle yola çıkmış ve bir bilim adamı olduğu için de hassasiyetle ve azimle araştırmış. Saygı duyuyorum” ifadeleriyle aktardı. 

Melun Canların, varlıklarını duyurmaya ve iddialarını kanıtlamak için yoğun çabalar harcadıklarının da altını çizen Yazar Ünver, “Kennedy vefat ettikten sonra da Melun Canlar varlıklarını duyurmaya ve iddialarını kanıtlamak için çalışmaya devam ettiler. Devlet Bahçeli’nin Türk kurultayına ya da Amerika’da düzenlenen Türk günlerine katıldılar. Böyle bir konu insanların ilgisini çeken, merak uyandıran bir konu. Elbette taraftarı da karşı duranı da olacaktır her iddia gibi. En doğrusunu her şeyde olduğu gibi Yaradan biliyor” açıklamasında bulundu.  

Ayşe Gül Ayanoğlu

Bunlar Da İlginizi Çekebilir
Antalya Antalya’da Köy Enstitüleri anıldı Antalya Büyükşehir Belediyesi, Köy Enstitüleri’nin kuruluşunun 84. yıl dönümünde “Cumhuriyet Eğitiminin Yüz Akı Köy Enstitüleri” söyleşisi düzenledi. Antalya Büyükşehir Belediyesi, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en önemli eğitim merkezlerinden kabul edilen Köy Enstitüleri’nin kuruluşunun 84. yıl dönümünde, eski bir Köy Enstitüsü öğrencisi ve 16. Dönem Milletvekili Dr. Sami Gökmen’in konuşmacı olduğu bir söyleşi düzenledi. “Cumhuriyet Eğitiminin Yüz Akı Köy Enstitüleri” başlığı altında yapılan söyleşide, Köy Enstitüleri’nin, Cumhuriyet tarihi ve toplumun gelişimi açısından önemine değinildi ve Köy Enstitüleri’nde ne gibi eğitimler verildiği ile birlikte işleyişi anlatıldı. Söyleşiye, enstitü mezunu öğretmen Nazmi Öner de katıldı. “Cumhuriyetin büyük kazanımı” Bülent Ecevit Kültür Merkezi’nde düzenlenen söyleşide Dr. Sami Gökmen, Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı’ndan sonra söylediği “Asıl savaş şimdi başlıyor” sözünü hatırlatarak, Atatürk ve arkadaşlarının, halkın eğitilmesi için gösterdiği çabadan, bu çabanın sonunda da Köy Enstitülerinin kurulduğunu ifade etti. Gökmen, “1940 yılında, dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü önderliğinde, dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel ve İsmail Tonguç’un çabaları sayesinde köylerde yaşayan ve ilkokul mezunu vasfı taşıyan çocukların Köy Enstitüleri’nde eğitim görüp tekrar yaşadıkları köylere dönerek öğretmenlik yapması amaçlanmıştır. Köy Enstitülerinde, gündelik yaşamdan, Matematik, Türkçe, Fen gibi birçok alanda dersler verilmiştir. Orada yetişen öğrenciler, Cumhuriyet’e büyük katkılar sağlayan insanlar olmuştur” diye konuştu. Söyleşinin ardından, Bülent Ecevit Kültür Merkezi fuayesinde Köy Enstitüleri sergisi açıldı. Sergi, 20 Nisan’a kadar ziyarete açık olacak.
İstanbul Turkcell 30’uncu yılını kutluyor 1994 yılında cep telefonundan ilk ‘Alo’ ile iletişim teknolojilerinde yeni bir dönem başlatan Turkcell, 30’uncu kuruluş yılında yeni hedeflerini açıkladı. Kurulduğu günden bu yana odağına ‘insanı’ koyan şirket, önümüzdeki dönemde telekomünikasyon operatörlüğündeki liderliğini korumayı ve ‘uçtan uca teknoloji sağlayıcısı’ pozisyonunu büyütmeyi hedefliyor. Turkcell 30 yaşında. Şirketin gelecek stratejisinin ana ekseninde ‘yenilikçi teknolojiler’ olduğunu söyleyen Turkcell Genel Müdürü Dr. Ali Taha Koç, “Nasıl ki 30 yıl önce ‘İnsan İçin Teknoloji’ vizyonuyla ülkemizde yeni bir çağ başlattıysak ve döneminin ötesinde bir strateji ortaya koyduysak; 30’uncu yılımızda da yine bugünün ötesinde bir vizyonla, yeni bir stratejiyle ülkemizin toplumsal, ekonomik ve kültürel gelişimine katkı sağlayacağız. ‘Uçtan uca teknoloji sağlayıcısı’ pozisyonumuzu daha da büyüteceğiz” dedi. “Her şey Turkcell’le çalışıyor, Turkcell herkesle çalışıyor” “Türkiye Yüzyılı’nı Dijitalin Yüzyılı” yapma kararlılığına sahip olduklarını söyleyen Turkcell Genel Müdürü Dr. Ali Taha Koç, 30’uncu yıl iletişimi kapsamında şu ifadelerde bulundu: “Sadece sesli iletişim ve SMS’le başlayan hikayemiz; MMS, WAP, GPRS, EDGE, 3G ve 4.5G teknolojileri ile adım adım ilerledi. Bu ilerlemeye cep telefonlarımızın donanım kabiliyetlerinin sürekli artması ve ekran teknolojilerindeki gelişmeler de eşlik etti. Bu dönüşüm yolculuğunda, sesli iletişim uzun zaman önce tek işimiz olmaktan çıktı. Ekosistemimizde çok değerli şirketler barındırıyoruz. Paycell, TV+, BiP, fizy, lifebox, GAME+, Turkcell Global Bilgi, Turkcell Superonline, veri merkezlerimiz, enerji santrallerimiz ve daha pek çok şirketimizle kişilere ve endüstrilere yenilikçi çözümler sunuyoruz. Milyonlarca insan gibi yüzbinlerce şirket de Turkcell’in güçlü altyapısı ve teknolojisiyle çalışıyor. Türkiye’nin dijital yolculuğunda iz bırakan tarihimize baktığımızda gururla görüyoruz ki; teknolojinin olduğu her yerde Turkcell var, her şey Turkcell’le çalışıyor, Turkcell herkesle çalışıyor.” “Şirket olarak sadece insanlara hizmet vermiyoruz” Turkcell Grup bünyesinde toplam 56 milyonu aşkın abonesi (bireysel, kurumsal, bağlı cihazlar) olmasına rağmen 84 milyonun tamamının hayatına dokunduklarını aktaran Dr. Ali Taha Koç, “Sim kartı olsun ya da olmasın herkes Turkcell’li olacak, herkesin yolu bir şekilde Turkcell’den geçecek demiştik; bugün görüyoruz ki hizmet verdiğimiz kişi ve kurumlar sadece Turkcell sim kartına sahip olanlar değil. Şehir hastaneleri, havalimanları gibi kritik alanlarda altyapımızdan faydalananlar da otonom sistemlere sağladığımız dijital teknolojilerimizi kullananlar da bizim için Turkcell’li. Uçtan uca teknoloji sağlayıcısı pozisyonumuz sayesinde, Turkcell hattı olsun ya da olmasın artık neredeyse herkes Turkcell’li diyebiliriz” dedi. “Stratejik odak alanları: Veri, enerji, siber güvenlik, yapay zekâ” Dr. Ali Taha Koç, 600 bin kurum ve kuruluşun teknoloji altyapısının, dijital dönüşüm operasyonlarının ve siber güvenliklerinin şirket tarafından sağlandığını belirtti. Dr. Koç, “Tüm bunları yaparken de dijital operatör yetkinliğimize entegre bir biçimde, üretken yapay zekâ teknolojilerini kullanıyor, uydu teknolojilerini test ediyor, kuantum teknolojileri üzerinde çalışıyoruz. Türkiye’nin lider teknoloji ve sistem entegratörü pozisyonumuzu koruyacak, uçtan uca teknoloji sağlamaya devam edeceğiz. Bütüncül bir bakışla ele aldığımız; Ar-Ge çalışmalarımız, dijital iş servislerimiz, enerji ve bulut bilişim operasyonlarımız, veri merkezi ve siber güvenlik faaliyetlerimiz 30’uncu yılımızın stratejik odak alanları” dedi. Dr. Koç, şirketin 30 yılda Türkiye’ye sunduğu katkıya ve gelecek vizyonuna dair de şu ifadelerde bulundu: “Türkiye’den kazandığımızı Türkiye’ye yatırıyoruz” “30 yıllık tarihimiz boyunca insanımızın ihtiyaçlarında, eğitimden spora, kültür-sanattan sürdürülebilirliğe, her yaş grubundan ve toplumun her kesiminden milyonlarca vatandaşımızın yanında olduk. Üretime dahil olan kadınları, geleceğin parlayan yıldızı gençleri ve başarılarıyla göğsümüzü kabartan sporcuları unutmadık. Ülkemizin küresel arenadaki gücünü artıracak ve toplum için daha faydalı bir dijital gelecek ortaya koyacak yatırımlarımızı sürdüreceğiz. Müşterimiz olsun olmasın, insanlardan nesnelere, şirketlerden teknoloji ekosistemine ve onlarca sektöre, sosyal sorumluluktan çevresel sürdürülebilirliğe Her yerdeyiz, herkesleyiz, her şeyleyiz... Türkiye’den kazandığımızı Türkiye’ye yatırıyoruz.” Turkcell’in 30’uncu yıl reklam yüzü oyuncu Kerem Bürsin Yeni reklam kampanyasında “Her şey Turkcell’le çalışıyor, Turkcell herkesle çalışıyor” mesajının altını çizen marka, uçtan uca sağladığı teknolojileri farklı hikayelerle anlatıyor. Kerem Bürsin’in başrolde olduğu ve çekimlerin dört gün sürdüğü filmde, operatörün hayatın her anında olduğu vurgusu yapılıyor. Bireyleri olduğu gibi şirketleri ve sektörleri de birbirine bağladıklarını; akıllı cihazlar, otonom araçlar, şehir hastaneleri, havalimanları gibi markanın görünmediği alanlarda da mobil iletişimin Turkcell’le sağlandığı mesajı veriliyor. Yeni kampanyanın, şirketin 30’uncu yıl stratejisini desteklediğini söyleyen Turkcell Genel Müdürü, Kerem Bürsin’in enerjisiyle şirkete çok yakıştığını ifade etti. “İletişim kampanyamızı sevgili Kerem Bürsin ile başlattık. Kendisine bir kez daha teşekkür ediyorum. Hem kendisi hem de enerjisi Turkcell’e çok yakıştı.” Aksiyon sahnelerinde dublör kullanmayan oyuncu Kerem Bürsin, “Ülkemizin en değerli markalarından Turkcell’in 30’uncu yıl iletişiminin bir parçası olmak benim için çok anlamlı. Teknolojiyi hayatın içinden örneklerle anlattığımız seride bol aksiyonlu ve eğlenceli sahneler izleyeceksiniz. İlk sahneye annemin konuk oyuncu olarak katılması da ayrıca müthiş bir anı oldu bizim için. Şirketin 30’uncu yaşına özel sürprizlerini de yıl boyu yayınlanacak farklı filmlerde göreceksiniz” dedi. Turkcell’den 30’uncu yıl sürprizleri Yapılan açıklamaya göre, 30’uncu yaşını yıl boyu farklı sürprizle kutlayacak olan operatör, müşterilerine pek çok avantaj sağlayacak. Abonelerin paketindeki GB ve dakikalar ikiye katlanırken, gençlere yönelik sinema ve yemek faydası gibi birçok kampanya yıl boyu devam edecek.
Rize Dal Varesanovic: “Ana hedefim Rizespor’la Avrupa kupalarında oynamak” Çaykur Rizespor’un 22 yaşındaki futbolcusu Dal Varesanovic, hedefinin Rizespor ile Avrupa kupalarında oynamak olduğunu söyledi. Trendyol Süper Lig’in 33. haftasında 21 Nisan Pazar günü saat 13.30’da Başakşehir ile deplasmanda karşılaşacak olan Çaykur Rizespor, hazırlıklarına devam ediyor. Mehmet Cengiz Tesisleri’nde gerçekleşen antrenman öncesinde basın mensuplarının sorularını yanıtlayan Çaykur Rizespor’un golcü oyuncusu Dal Varesanovic, “Başakşehir maçına her maça hazırlandığımız gibi hazırlandık. Onlar da bizim gibi Avrupa için mücadele ediyorlar. Bence 3 puanlık maç değil de 6 puanlık bir maç olacak. Onlar da bizim gibi kazanmak isteyecekler ama biz çok iyi hazırlandık ve kazanmak istiyoruz. Deplasmanda istediğimiz sonuçları alamadık. Taraftarımız geldiği zaman deplasman maçlarında bizim için itici bir güç oluyorlar. Umarım gelirler, İstanbulspor maçında oynadığımız gibi oynayıp 3 puanı alırız. Herkes büyük liglerde mücadele etmek ister. Ben şu anda bireyselden yanı sıra takımın ve kulübün hedeflerine odaklanmış vaziyetteyim. Şu an tek odak noktamız olabildiğince maç kazanmak. İlhan hoca hakkında ne söyleyebilirim ki. Türkiye’de herkes onun hocalık meziyetlerini ve nasıl iyi bir teknik direktör olduğunu biliyor. Sezon başında hiç kimse bu takıma inanmazken, genç oyuncu grubu oluşturdu. Belki de takıma inanan tek kişiydi. Bu takımı kurduktan sonra neler yapabildiğini herkes gördü. Şu anda benim ana hedefim Rizespor’la Avrupa kupalarında oynamak” şeklinde konuştu.
Ağrı Ağrı ve Hatay arasında kurulan kardeşlik köprüsüyle depremzede çocuklar 23 Nisan’da unutulmayacak Ağrı’da eğitim gören öğrenciler, “Seni Unutmadık Kardeşim” projesi ile 6 Şubat depreminden etkilenen Hatay’daki öğrencilere 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı nedeniyle binlerce oyuncak, kitap ve hediyeler gönderdi. Ağrı Valiliği ve İl Milli Eğitim Müdürlüğü koordinesinde hayata geçirilen “Seni Unutmadık Kardeşim” projesi ile 6 Şubat’ta meydana gelen Kahramanmaraş merkezli olan depremden etkilenen çocuklar ve Ağrı’da eğitim gören öğrenciler arasında kardeşlik köprüsü kuruldu. Bu doğrultuda kentte eğitim gören öğrenciler depremzede çocukların yanında olmak amacıyla daha önce depremin yıldönümünde Hatay’daki öğrencilere oyuncak göndermişti. Bu defa 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı nedeniyle yine depremzede çocukların yanında olmak isteyen öğrenciler, binlerce oyuncak, kitap ve Hatay’daki öğrencilerin istedikleri hediyeleri kolilere doldurarak Ağrı Valisi Mustafa Koç ve eşi Neslihan Gül Koç ile beraber Hatay’a gönderdi. Ağrı’da bulunan Alpaslan İlkokulunda düzenlenen etkinliğe katılan Ağrı Vasisi Mustafa Koç ve eşi Neslihan Gül Koç, öğrencilerle beraber Hatay’a gidecek oyuncakları tıra yükleyerek Hatay’a uğurladı. Burada açıklama yapan Vali Koç şu ifadelere yer verdi : “Yaklaşık bir buçuk yıl önce 6 Şubat’ta ülkemizin çok büyük bir bölümünü etkileyen çok acı bir deprem yaşadık. Birçok canımızı kaybettik. İnsanları, sevdiklerimizi, akrabalarımızı kaybettik. Ben Adanalıyım ve benim ilimde etkilenmişti. Niğde valisi olduğum dönemde Osmaniye’de koordinatör vali olarak görev almıştım. Hem orada zor durumda olan insanlara yardımcı olma mutluluğu yaşarken oradaki acılara da tanık olma hüznünü yaşamıştık. Şahit olduğumuz asrın felaketi olarak nitelendirilen bu büyük afeti milletimizin asrın dayanışmasına çevirmesine şahit olduk. Bu dayanışma hala devam ediyor. Tabii orada insanlarımız her alanda etkilendiler, öğrencilerimiz de etkilendi. Okullarımız da etkilendi. Zor şartlarda eğitimlerini sürdürmeye çalışan var orda. Ağrı’daki yavrularımız da onlarla bir dayanışma örneği göstermek istediler. Daha önce ilk etapta “Kardeşim Seni Unutmadık" adı altında bir proje hayata geçirilmişti. Bu defa hem 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı haftası olması nedeniyle Hatay’da daha önce belirledikleri 24 okuldaki 7 bin öğrenci kardeşleriyle kardeş oldular, kardeş okul oldular. Ve onların ihtiyaçları doğrultusunda onlara yaklaşık 5 bin tane hiç kullanamamış oyuncak ve 2 bin tane kitap ve yine onların isteği doğrultusunda çeşitli hediyeleri bugün yavrularımızla beraber uğurlayacağız inşallah. Biz yavrularımıza teşekkür ediyoruz. Kendileri minicik gibi görünse de yürekleri kocaman. Oradaki arkadaşlarına yardımcı olmak, unutulmadıklarını göstermek, dayanışmanın hala devam ettiğini göstermek adına böyle kendilerinden büyük bir sorumluluk örneği alarak büyüklerimize de bizlere de örnek oluyorlar. Biz onlarla gurur duyuyoruz. Allah memleketimize bir daha böyle acılar yaşatmasın.“