GÜNDEM - 14 Şubat 2017 Salı 12:22

Terörle mücadelede 'akademi' dönemi

A
A
A
Terörle mücadelede 'akademi' dönemi

Terörle mücadele için bir araya gelen eski MİT mensupları, emniyet görevlileri, özel harekatçılar ve mevcut görevini sürdüren bazı akademisyenler, 'Terörle Mücadele Akademisi' projesini hazırlayarak mücadelede yeni bir dönemin fitilini ateşledi.

Akademi üyeleri, çalışmaları kapsamında tecrübelerini asker, polis ve vatandaşlara aktarmak için çeşitli girişimlerde bulunarak, topyekun mücadeleye katkı sağlamayı hedefliyor.

Terörle mücadelede her gün yeni yeni projeler ortaya çıkarken, mücadelenin kalitesinin arttırılması, bilimsel yöntemlerle etkinliğinin geliştirilmesini isteyen Adli Bilimciler Derneği Başkanı ve Adli Tıp Uzmanı Prof. Dr. Hamit Hancı ve arkadaşları, sıra dışı bir proje hazırladı. Terörle Mücadele Akademisi adı altında bir proje üzerinde çalışan Hancı ve arkadaşları, eski Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) mensupları, emniyet görevlileri, asker ve aralarında akademisyenlerinde olduğu farklı meslek gruplarından kişileri bir araya getirdi. Terörle mücadele konusunda farklı bir konseptin çalışmasını hazırlayan kişilerin, özelikle görevdeki asker ve polislere eğitimler vererek mücadelenin her alanda sağlanması için çalışmalar yürüteceği belirtildi. 

Terörle topyekun mücadele temel amaç 

Farklı meslek gruplarının bir araya gelmesiyle oluşturulan Terörle Mücadele Akademisinin üyeleri, Türkiye’nin çeşitli illerinde de konferanslar ve eğitimler de vererek, vatandaşların da bilgi sahibi olmasını sağlayacak. İç ve dış politikaların oluşturulmasında ülke menfaatlerinin korunmasını temel hedef olarak seçen Hancı ve arkadaşları, terörle her alanda topyekun mücadele ederek terör örgütlerine karşı yeni stratejilerde belirleyecek. 

Eski MİT’çi terörle mücadelede yeni dönemi anlattı 

Emekli MİT mensubu olan ve şuanda Dünya Dedektifler Birliği Türkiye Temsilciliği (WAD)’ni yürüten Mesut Öztürk, sıra dışı projeyi İhlas Haber Ajansı (İHA) ile paylaştı. Öztürk, terörle mücadele konusunda akademinin önemine dikkat çekerek, eğitimlere değindi. Öztürk, “Bizim vereceğimiz eğitim, bu insanların göreve başladıktan sonra dünya üzerinde gelişmiş teknolojik yazılım, tasarım her neyse terörle mücadeleye karşı koyulacak veya terörle ilgili uğraştıkları grupların yeni bir strateji geliştirmesi gibi bütün konular anlatılacak. Örneğin; uyuşturucuyla terörün bağımlılığını bizim çocukların arasında hala bilmeyenler var. Uyuşturucuyla terörü ayrı ayrı değerlendirmeye çalışan insanlar var. Aslında uyuşturucuyla terör bir birlerine bağlıdır. Bugün bir oto hırsızlığından bahsediyoruz, Lice’de çıkıyor arabalar. Terörizm devletin karşısında, bizim gibi azimli bir Türk milletini karşısında yol arıyor, çıkış yolu arıyor; kaçacak yer arıyor. Bunun haricinde bize nasıl zarar vereceğini araştırıyor. O yüzden taktik değiştiriyor” dedi. 

Hangi meslek grupları var? 

Öztürk, Terörle Mücadele Akademisinde farklı meslek gruplardan kişiler olduğunu, bu insanların yıllarca terörle mücadele ettiğini dile getirerek, “Bizim gibi Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT)’nda, Milli istihbaratın içinde görev yapmış kişiler olsun, gerek özel harekatta, gerek siyasi terörle mücadele şube müdürlüklerinde görev yapmış; kaçakçılık ve narkotik şube müdürlüklerinde görev yapmış bir sürü usta arkadaşlarımız var. Yeri geliyor abilerimiz var, yeri geliyor arkadaşlarımız, kardeşlerimiz var. Jandarmadan da ele alın kara kuvvetleri, Özel Harp Dairesinden de ele alın, bir sürü beraber alanlarda çalıştığımız bu insanların tecrübelerini de terörle mücadele akademisi içerisinde bilhassa muhattaplarına anlatabilmek istiyoruz” şeklinde konuştu. 

“Bombanın üstüne benim çevik kuvvetteki arkadaşım koşmayacak” 

Mesleğe yeni başlayan güvenlik güçlerinin deneyim ve tecrübelerinin artırılması hususuna dikkat çeken eski MİT mensubu, “Bir çevirme yerine geliyoruz üç kişi görev yaparken, elbette dinlenme hakları var dinleniyorlar; ama bir bakıyorsunuz ki çoğu 10-15 kişilik grup bir arada. Allah göstermesin bir terörist bunların üstüne saldırabilir. O zaman zayiatımız daha çok olur. Mesela İstanbul Beşiktaş'taki o parkta olan hadisede görüyorsunuz, 7-8 tane çevik kuvvet arkadaşımızı, kardeşimizi toprağa verdik bir deneyimsizliğin yüzünden. İşte bu tür deneyimlerimizi arttırdığımız da canlı bombanın üstüne benim çevik kuvvetteki arkadaşım koşmayacak” diye aktardı. 

"İstihbarat zafiyeti yok" 

Vatandaşlara yönelikte eğitimlerin verileceğini anlatan Mesut Öztürk, şöyle devam etti:

“Vatandaşlara dönük olarak da projelerimiz var. Bu tür konularda çocuklarının uyuşturucu kullanmasından tutun, aile içi şiddete karşı bir takım konferanslarımız olacak. Uzman kişiler tarafından verilecek. Neler yapması gerektiğini öğrenecek. Örneğin; bir şüpheli paketle karşılaştığında ne tür davranışta bulunacak, şüpheli bir şahıs gördüğünde nasıl davranacak, veya şüpheli bir araç bomba yüklü ihbar ettiğimiz bir araç olduğu zaman nerelere başvuracağını bilecek. Türkiye'de bazılarının daha doğrusu bahsettiği gibi bir istihbarat zafiyeti yok. Sadece kanun ve kararname yolunda eksiğimiz var bizim. Bugün bu insanı canlı bomba diye, canlı bomba şüphelisi diye arananlar listesine koymaya kalkarsanız savcılık diyor ki bana delil getirin. Delil getirmeniz için bu adamın bu tür bir işi yapması gerekir; yani üzerinde bombayla yakalamanız lazım, üzerinde bombayla yakaladıktan sonra arama emrine gerek yok. Bu tür kararnameleri de işte bu terörle mücadele akademisi kapsamında değerlendirip hukuka uygun mu, değil mi veya insan haklarına uygun mu değil mi bu ortaya çıkar ve gerekli kanun çıkarıcı mercilere de bir danışmanlık hizmeti gibi bir hizmetimiz olacak.” 

Bunlar Da İlginizi Çekebilir
Ankara Büro Memur-Sen Genel Başkanı Yazgan: “Sözler tutulsun, mülakat kaldırılsın” Büro Memur-Sen Genel Başkanı Yusuf Yazgan, kamuya personel alımlarında mülakat yapılmasına ilişkin, “Sözler tutulsun, mülakat kaldırılsın” dedi. Büro Memur-Sen Genel Başkanı Yusuf Yazgan, kaldırılacağı açıklanan ancak uygulanmaya devam edilen sözlü sınavların (mülakat) devlet memuru olacaklar ile mevcut kamu görevlilerinin görevde yükselme ve unvan değişikliği sınavlarında can yakmaya, emekleri zayi etmeye devam ettiğini söyledi. Yazgan, bir an önce mülakatların kaldırılarak, adayların girdikleri yazılı sınav sonucuna göre atamalarının yapılması gerektiğini dile getirdi. Mülakatın emeklerin zayi olmasına ve idareye karşı güvenin azalmasına sebep olduğunu ifade eden Yazgan, “Ülkemizin kritik bir süreçten geçerken ihtiyaç duyduğu, süreç sonrası uygulamadan kaldırılacağı açıklanarak uygulamaya konulan mülakat sisteminin halen kaldırılmamasının yol açtığı hak kayıpları ve huzursuzluk her geçen gün daha da artıyor. Kamuya atama bekleyen memur adayları ile mevcut kamu görevlileri, bir an önce mülakat sisteminden vazgeçilmesini ve insanların bilgiye dayalı sınavlarda aldıkları puana göre değerlendirmelerin yapılmasını istiyor” ifadelerini kullandı. Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından yapılan görevde yükselme sınavından örnek veren Yazgan, 62 kişinin yazılı sınavda 85 ve üzeri puan almasına karşın mülakatta düşük puan alarak atanamadığını belirtti. Yusuf Yazgan, “Yazılı sınavda 98.72 puan alan adaylar, mülakatta 64, 65, 55 puan verilerek eleniyor ve atanması gerçekleşmiyor. İki sınav arasında bu kadar farkın olması, liyakat beklentisi içindeki insanlarda hayal kırıklığına yol açıyor. Demek ki bu iki sınavdan birisinde sorun var. Bu sorunu, bu şaibeyi kaldırmak için yapılması gereken tek şey mülakatı kaldırmak, bilgiye dayalı yazılı sınav sonucuna göre atamaları gerçekleştirmek” şeklinde konuştu.
Samsun Geleceğin hemşireleri beyaz üniformalarına kavuştu Ondokuz Mayıs Üniversitesi (OMÜ) Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Bölümünün yeni öğrencileri, düzenlenen 4’üncü Üniforma Giyme Töreni’yle meslekleriyle özdeşleşen beyaz üniformalarını giyerek hemşireliğe ilk adımı attı. Hemşirelik Bölümü Hemşirelik Esasları Ana Bilim Dalı tarafından OMÜ Atatürk Kongre Kültür Merkezi’nde gerçekleştirilen 4’üncü Üniforma Giyme Töreni’nde geleceğin hemşirelerinin heyecanına; Rektör Yardımcısı ve Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Murat Terzi, Dekan Yardımcısı Doç. Dr. Afitap Özdelikara, Hemşirelik Bölüm Başkanı Prof. Dr. İlknur Aydın Avcı, Hemşirelik Bölüm Başkan Yardımcıları Doç. Dr. Oya Sevcan Orak ve Dr. Öğr. Üyesi Figen Çavuşoğlu, Hemşirelik Bölümü akademisyenleri ve aileleri tanık oldu. Prof. Dr. Terzi: “öğrencilerimiz, akredite olan bir bölümden mezun oluyorlar” Açılış konuşmalarıyla başlayan törende ilk olarak söz alan OMÜ Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Murat Terzi, Hemşirelik Bölümünün üniversitede akredite olan sayılı bölümlerden biri olduğunu vurgulayarak, “Bugün üniforma giyecek olan öğrencilerimiz zamanın nasıl geçtiğini anlamadan 4. sınıfa geçecek ve ardından mezuniyetlerinde hep beraber olacağız. 2024 yılı itibarıyla 1. sınıfa başlayan öğrencilerimizin ailelerinde de ayrı bir heyecan var. Göreceksiniz ki öğrencilerimiz, 3 sene sonra hocalarımızın vermiş olduğu bilgiye hâkim, bakım becerileri gelişmiş, hasta ve hasta yakınlarıyla empati kurabilecek düzeyde mezun olacaklar. Hemşirelik Bölümü hocalarımızın ne kadar özverili çalıştıklarına şahidim. Hocalarımız başarılı çalışmalarının yanı sıra, Üniversitemizin akreditasyona ulaşmış nadir bölümlerinden birini inşa etti. Bu başarı, öğrencilerimizin eğitimlerinde de yansımaktadır. OMÜ Hemşirelik Bölümünde öğrenim gören öğrencilerimiz, akredite olan bir bölümden mezun oluyorlar. Bütün hocalarımıza verdikleri emeklerden dolayı teşekkür ediyor ve öğrencilerimize başarılar diliyorum” dedi. Prof. Dr. Avcı: “Öğrencilerimizi en iyi şekilde yetiştirme gayretindeyiz” Hemşireliğin insana dokunan bir meslek olduğunu belirten Hemşirelik Bölüm Başkanı Prof. Dr. İlknur Aydın Avcı, “Üniforma aidiyet ve sahiplenme demektir. Öğrencilerimiz de bugün hemşirelik mesleğinin bir ferdi olmak için ilk üniformalarını giymenin coşkusunu yaşayacaklar. Hemşirelik Bölümümüz, Türkiye’nin en öncü ve kaliteyi yakalamış bölümlerinden biri konumunda. Eğitimdeki kalitemizi tescillendirerek bugün öğrencilerimizi en iyi şekilde yetiştirme gayretindeyiz. Güçlü eğitim kadromuz kendini her gün geliştirmekte ve çağın gerekliliklerine uygun bir şekilde öğrencilerimizi yetiştirmekte. Bununla birlikte Üniversitemizin tüm imkânları öğrencilerimize sunuluyor. Mezunlarımız hem ülkemizde hem de ülkemiz dışındaki birçok alanda iş bulabilme ve en iyi şekilde çalışabilme fırsatlarını yakalamakta. OMÜ Hemşirelik Bölümü Üniforma Giyme Töreni, aynı zamanda öğrencilere verilen değerin bir simgesi olarak Türkiye’deki ilk örneklerdendir. Türkiye’ye örnek olmanın gururunu sizlerle paylaşıyorum” diye konuştu. Hemşire üniformasının yüzyıllar içerisinde bir ikon ve sembole dönüştüğüne işaret eden Hemşirelik Bölümü Dr. Öğr. Üyesi Seval Ağaçdiken Alkan, “Hemşire olmayan birine ‘Hemşireyi tarif et’ dediğinizde ilk tanımlayacağı, doğrudan üniformadır. Aynı şekilde biz bu soruyu birinci sınıflar aramıza katıldığında doğrudan soruyoruz. Onlar, doğrudan üniformayı tarif ederek ve sonrasında rollerinin ve sorumluluklarının bilinciyle aramıza katılıyorlar. Bugün 2024 yılı 1. sınıf öğrencileri için konuşmak gerekirse son 10 aydır yoğun bir emekle üniformalarını bir kimlikle bütünleştirerek aramıza katılmaya hazır şekilde şu anda burada bekliyorlar” şeklinde konuştu. 73 birinci sınıf öğrencisine hemşirelik meşalesi aktarıldı Konuşmalarının ardından törende hazır bulunan Hemşirelik Bölümü 73 birinci sınıf öğrencisine hemşirelik meşalesinin aktarılması ritüeli gerçekleştirildi. Ritüelde geleceğin hemşireleri, modern hemşireliğin dünyadaki ve ülkemizdeki öncüleri olan Florence Nightingale ve Safiye Hüseyin Elbi’yi canlandıran meslektaşlarından mesleğe başlangıç ışığını almak üzere sahneye çıktı. Törenin son bölümünde günün anlamını ifade eden resmî anı olarak üniforma giyiş belgeleri, öğrencilere öğretim elemanları tarafından takdim edildi. Hemşirelik Bölümünün 4’üncü Üniforma Giyme Töreni, hatıra fotoğrafı çekimiyle sona erdi.
Diyarbakır Ermenilerin 1915’te çıkardığı olaylarda Diyarbakır’da 120 civarında yönetici tutuklandı Sözde Ermeni Soykırımı iddialarına açıklık getiren tarihçi Prof. Dr. Oktay Bozan, “24 Nisan tarihinde bir karar alınmış olunuyor. Bu kararda, Ermeni komitelerinin kapatılması, buradaki kişilerin tutuklanması ve bu kişiler hakkında gerekli tahkikatın yapılması istenmiş oluyor. 24 Nisan 1915’teki Osmanlı Devleti’nin aldığı bu karar üzerine Taşnak, Hınçak gibi cemiyetlerin kapatıldığını ve yetkilerinin tutuklandığını görüyoruz. Bu kapsamda Diyarbakır’da da 120 civarında yönetici tutuklanmış” dedi. 24 Nisan 1915 tarihi, bundan 109 yıl önce yaşanmış olan Ermeni tehcir hadisesi, öncesindeki birtakım kararlar, sözde Ermeni Soykırımı olarak adlandırıldığını anlatan Prof. Dr. Oktay Bozan, Osmanlı Devleti’nin bir imparatorluk olduğunu, imparatorluk bünyesinde çok sayıda etnik ve dini unsurların olduğunu dile getirdi. Rumlardan sonra en fazla dini unsurun olduğu kesimin Ermeniler olduğunu aktaran Bozan, Ermeniler ile Müslümanlar arasında ırklarından, dinlerinden veya mezheplerinden dolayı gerek Osmanlı coğrafyasında gerekse Diyarbekir bölgesinde herhangi bir çatışmaya tanık olunmadığını kaydetti. Bunun çok önemli bir şey olduğuna değinen Bozan, şöyle konuştu: “Bu nedenler Avrupalı bazı tarihçiler, Ermenileri Hristiyan Türkler gibi tanımlar. Birçok şeyleri Müslümanlara benzediğinden, sadık olduklarından dolayı böyle ifade eder. Nitekim Osmanlı kayıtlarında Ermeniler için ‘Tebaa-i Sadıka’, sadık topluluk ifadesi kullanılmıştır. 19. yüzyıl büyük gelişmelere sahne oldu. Fransız İhtilali’nin getirdiği milliyetçi akımlar, İngiltere, Fransa gibi sömürge yarışına giren devletlerin sömürge arayışları ve bunun yanı sıra milliyetçi akımı sanayi inkılabıyla beraber toplumların gelişmesi, Osmanlı Devleti bünyesindeki toplulukların istismar edilmesi. Akabinde o süreçte Ruslar sıcak denizlere inme, İngiltere’nin ise Uzak Doğu’ya giden yolları güvence atlına alma gibi gerekçelerle Osmanlı ülkesinde yaşayan gayrimüslimleri istismar etmeye başladılar.” “1890’lı yıllarda yaklaşık 40 yerde Ermenilerin isyan ettiğini görüyoruz” Bununda başında Ermenilerin gelmekte olduğunu belirten Bozan, konuşmasını şöyle sürdürdü: “Rusya’nın, İngiltere’nin, Fransa’nın ve büyük devletlerin büyük bir payının olduğunu görüyoruz. Bu devletlerin destekledikleri Ermeni komitacıları, aydınları, bu devletlerin sırtını sıvazladıkları buradaki konsolosluklar, politize olan din adamları gibi birçok sosyal sebepten dolayı artık 19 yüzyılın sonlarında iki toplum arasında ciddi problemler yaşanıyor. 1890’lı yıllarda yaklaşık 40 yerde Ermenilerin isyan ettiğini görüyoruz. Diyarbakır’da 1 Kasım 1895 yılında cuma namazı esnasında 8 camiye saldırı düzenlenmiş, saldırının akabinde yangın çıkmış, 878 dükkan, atölye, depo bölge ekonomisinin can damarı olan birimler yanmış, o gün Diyarbakır’da cuma namazı kılınmamış, kanlı bir cuma yaşanmıştır. Dolayısıyla 19 yüzyılda büyük beklenti içerisinde Ermeniler, büyük devletlerin onlara yardım edeceğini ve bu yardımlar neticesinde bir Ermenistan Devleti kurulacağına inanıyorlar. Aslında demografik olarak bakıldığı zaman bu coğrafyada total nüfusun sadece yüzde 20’sini oluşturmaktadır.” Birinci dünya harbi başladığı zaman Osmanlı Devleti, Almanya ve Avusturya-Macaristan’la beraber müttefik olarak bir savaşa girdiğini aktaran Bozan, “Karşıda Ruslar, İngilizler, Fransızlar var. Ermeniler, Osmanlı Devleti’nin savaşa girmesini bir fırsata çevirmeye çalıştıklarını görüyoruz. Nitekim savaşın hemen başında Taşnak Cemiyeti’nin yapmış olduğu bir toplantıda Osmanlı Devleti’nin bu savaşı kaybetmesi için büyük bir çaba harcayacaklarını, Osmanlı ordusunu Ruslarla Ermeni komiteleri arasına, iki ateş arasına bırakacakları ve içeride ihtilal planları yaparak devleti burada çökertmeye ve Ermenistan Devleti’ni kurmaya çalıştıklarını bunu kayıtlarıyla görmek mümkündür. Osmanlı Devleti, birinci dünya savaşına girdiği zaman hele hele Sarıkamış hezimeti yaşandıktan sonra önce Van, Muş, Bitlis gibi yerlerde elden çıkınca Ermenler, bunun vermiş olduğu özgüven ile Rusların destek ve teşvikiyle, İngilizlerin desteğiyle beraber çok pervasız bir şekilde Müslümanlara yönelik baskıya, katliama girişmişlerdir” dedi. "24 Nisan 1915’teki Osmanlı Devleti’nin aldığı karar üzerine Taşnak, Hınçak gibi cemiyetlerin kapatıldığını ve yetkililerinin tutuklandığını görüyoruz" Osmanlı ordusunda Ermenilerin bir kısmı Rusların tarafına geçtiğini, bir kısmı cepheyi terk ederek askeri konvoyları vurmaya başladığını, bir kısmının ise Müslüman köylerini basarak orada katliamlar yapmaya başladığını dile getiren Dr. Bozan, “Dolayısıyla bütün bunlar üzerine 24 Nisan tarihinde bir karar alınmış olunuyor. Bu kararda, Ermeni komitelerinin kapatılması, buradaki kişilerin tutuklanması ve bu kişiler hakkında gerekli tahkikatın yapılması istenmiş oluyor. 24 Nisan 1915’teki Osmanlı Devleti’nin aldığı bu karar üzerine Taşnak, Hınçak gibi cemiyetlerin kapatıldığını ve yetkililerinin tutuklandığını görüyoruz. Bu kapsamda Diyarbakır’da da 120 civarında yönetici tutuklanmış. Bu arada cephede olması gerekirken firar ederek cephe gerisine gelen Ermeni firariler tespit edilmeye çalışılmıştır” diye konuştu. Diyarbakır Sur içerisinde konuşlanmış bin tane firari Ermeni tespit edildiğini belirten Bozan, “Bu bin tane firari Ermeni, Sur içerisinde dam taburu kurmuştur. Bu dam taburu öyle olmuştur ki, Müslümanlar artık sokaklarda gezemez, hale gelmiş, herkese haraç kesen, devlete meydan okuyan bir tehdit unsuru haline geldiğini görüyoruz. Alınmış olan bu karalar, daha sonra tehcirle sonuçlanacaktır. Tehcirinde gayesi şudur; cephe gerisini güvenceye almak. Ermenilerin ihtilal planlarının boşa çıkarılması amacıyla bir tehcir kararı alınmış. O tarihten itibaren Diyarbakır’da yapılan aramalarda çok sayıda patlayıcı, silah, bomba ve yaralayıcı malzemenin bulunduğunu görüyoruz” şeklinde konuştu.
Erzurum Ortaokul öğrencileri araştırma projeleri yarışmalarında ödüller sahiplerini buldu Erzurum Teknik Üniversitesi (ETÜ) ev sahipliğinde düzenlenen 18. TÜBİTAK Ortaokul Öğrencileri Araştırma Projeleri Erzurum Bölge Yarışmaları Finali’nde kazanan projeler belli oldu. Gençlerin takım halinde çalışmalarını, toplumsal ve kültürel değerlerimizi korumalarını, bilimsel etik kurallarını göz ardı etmemelerini, hayal gücü, mühendislik, problem çözme ve entelektüel becerilerini geliştirmelerini sağlamak amacıyla 18.’si düzenlenen TÜBİTAK Ortaokul Öğrencileri Araştırma Projeleri Yarışması’nın Erzurum Bölge Finalinde dereceye giren öğrenciler için ödül töreni düzenlendi. Atatürk Üniversitesi Nene Hatun Kültür Merkezi’nde düzenlenen törene ETÜ Rektör Vekili Prof. Dr. Ceren Sultan Elmalı, Erzurum Vali Yardımcısı İlyas Öztürk, Atatürk Üniversitesi Rektör Yardımcısı Mustafa Sözbilir, Erzurum İl Milli Eğitim Müdürü Yakup Yıldız, TÜBİTAK Proje Yarışmaları Erzurum Bölge Koordinatörü Prof. Dr. İrfan Kaymaz, TÜBİTAK temsilcileri, akademisyenler, öğretmenler ve çok sayıda öğrenci katıldı. Programda konuşan TÜBİTAK Proje Yarışmaları Erzurum Bölge Koordinatörü Kaymaz, yarışmaya katılan tüm öğrencilerin bilimin ve merakın peşinde olduğunu belirterek: “Bu 3 günde edindiğiniz kazanımların hayatınızın bundan sonraki kısmında size çok önemli yetenekler kattığını fark edeceksiniz. Bilim yolculuğuna ortaokul sıralarında başlamak pek çok büyük bilim insanının hayat hikayesinde karşımıza çıkar. Isaac Newton sizin yaşlarınızdayken yer çekimi yasalarını keşfetmeye başlamıştı. Bu merak onu tarih boyunca unutulmaz keşiflere yönlendirdi. Yine Fatih Sultan Mehmet daha çocuk yaşlardayken İstanbul’u fethetmenin hayaliyle yaşıyor ve bu büyük hayali gerçekleştirmek için çalışıyordu. Sizlerin de tıpkı onlar gibi hayallerinizin peşinden koşarak ülkemizin aydınlık geleceğine çok önemli izler bırakacağına olan inancımız tamdır. İşte bu anlamda TÜBİTAK bu hayalinizi gerçekleştirmenize yardımcı olmak için 18 yıldır bu yarışmaları düzenliyor. Bu ve benzeri yarışmalar Türkiye’nin bilim ve teknoloji alanındaki ilerlemesinde çok önemli bir misyonu yerine getiriyorlar. Çünkü ülkemizin bu yolculuktaki en büyük ihtiyacı yüksek teknolojiye sahip laboratuvarlar, geniş araştırma bütçeleri veya büyük binalar değildir. Bunlar yapılabilir, inşa edilebilir, elde edebilir şeylerdir. Asıl zor olan şey bilimsel merakla dolu, araştırmayı seven, keşfetme isteğiyle konuların peşinde koşan gençlerdir. Yani sizlersiniz. O nedenle bu salonu dolduran siz değerli gençler bu ülkenin geleceğinin en değerli kaynaklarısınız. Ortaokul sıralarında sahip olduğumuz bilimsel merakımız ve projelerinizle ülkemizin bilim ve teknoloji alanındaki ilerlemesine önemli katkılar sunacağınıza canı gönülden inanıyorum. Her birinizi ayrı ayrı tebrik ediyor ve başarılarınızın devamını diliyorum” diye konuştu. Konuşmaların ardından devam eden programda Biyoloji, Coğrafya, Değerler Eğitimi, Fizik, Kimya, Matematik, Tarih, Teknolojik Tasarım, Türkçe ve Yazılım alanları olmak üzere 10 alanda jüri üyeleri tarafından seçilen projeler açıklandı ve ödüller takdim edildi.
İzmir Memur-Sen Genel Başkanı’na maaş sorusu: “Cumhurbaşkanı maaşından kaç kat fazla maaş alıyorsunuz?” Anayasa Mahkemesinin (AYM) verdiği karar üzerinden Memur-Sen’i eleştiren Demokratik Sağlık-Sen Genel Başkanı Togan Demircan, “Kendilerine hak olarak görerek 345 lira toplu sözleşme ikramiyesini dillerine pelesenk yaparak, çalışma bakanlığı önünde yatıp kalkmalarına ve daha bu zamana kadar hezimetle sonuçlanan hiç bir toplu sözleşme mutabakatı için talep etmedikleri ek protokol ile yeniden Anayasa Mahkemesinin başta eşitlik ilkesi olmak üzere uluslararası antlaşmalara, 4688 sayılı yasaya aykırı bularak iptal ettiği yüzde 2 baraj uygulamasını yeniden hayata geçirme çabalarını esefle kınıyorum” dedi. Anayasa Mahkemesi (AYM), kamu görevlilerinin toplu sözleşme ikramiyesinden faydalanabilmesi için ‘yüzde 2 barajını aşan sendikalara üye olma’ şartı getiren düzenlemeyi iptal etmişti. Demokratik Sağlık-Sen Genel Başkanı Togan Demircan da yetkili sendika olan Memur-Sen’den gelen açıklamalara tepki gösterdi. “Gözlerini para hırsı bürümüş” diyen Demircan, tek dertlerinin aidat sendikacılığı olduğunu defaten ortaya koyan, gerek Danıştay gerekse Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilen, yürürlükten kaldırılan sözde kazanımlar için harcadıkları enerjiyi de hayretle izliyorum” diye konuştu. Demircan, geçim sıkıntısından dolayı yuvaların dağıldığı, babaların eşlerini ve çocuklarını öldürüp sonra da kafalarına silah dayadıkları bir dönemde bulunulduğuna değinerek “Yetkili sendikanın temsilcilerinin Anayasa Mahkemesi kararına rağmen “kendilerine hak olarak görerek” 345 lira toplu sözleşme ikramiyesini dillerine pelesenk yaparak, çalışma bakanlığı önünde yatıp kalkmalarına ve daha hazini bu zamana kadar hezimetle sonuçlanan hiç bir toplu sözleşme mutabakatı için talep etmedikleri ek protokol ile yeniden Anayasa Mahkemesinin başta eşitlik ilkesi olmak üzere uluslar arası antlaşmalara, 4688 sayılı yasaya aykırı bularak iptal ettiği yüzde 2 baraj uygulamasını yeniden hayata geçirme çabalarını esefle kınıyorum” cümlelerini aktardı. “Gözlerini para hırsı bürümüş” Memur-Sen’in Anayasa Mahkemesi iptal kararını hileyle aşmaya çalıştığını vurgulayan Demircan, şunları kaydetti: “Memurun hakkı yenildi kazanımı elinden alındı diyor. Vallahi bu bir kazanım değil, vallahi memurun hakkı Anayasa Mahkemesi kararı ile teslim edildi. Keşke bu sözde ikramiyeyi tamamen kaldırsaydı, sendika üyeleri aidatlarını kendileri ödeseydi, doğrusu budur. Gözlerini para hırsı bürümüş, memurun kayıplarının umursanmadığı, sadece belli bir kesimi kapsayacak şekilde düzenlenen ancak diğer tarafta üç milyon memurun kaybına yol açan bir maddenin iptali neredeyse akıllarını başlarından almış.” “Şımarık tavırlarla sanki bu ülkenin bir parçası değillermiş gibi asli görevlerinin dışında her konuda fikirleri ve girişimleri olan bu zatların taleplerinin, özellikle Hazine ve Maliye Bakanlığının “tasarruf tedbirleri” kapsamında karşılık bulmayacağını düşünüyoruz” diyen Demircan, “Memur-Sen Genel Başkanı Ali Yalçın’a tepkisini sürdürdü. “Birkaç aylık gelirimizi sizlere gönderebiliriz” Demircan, “Gündemlerinde yoksulluk sınırının altında ücret alan kamu görevlilerinin olması gerekirken dayanışma aidatı, toplu sözleşme ikramiyesi gibi akla ve izana aykırı talepleri ile nereye varmak istediklerini açıkçası kestiremiyorum. Yani bir sendika temsilcisinin talebini önce kendisinin makul ve kabul edilebilir bulması gerekir sonra karşı taraf ile paylaşması gerekir. Mali açıdan çok zor durumdaysanız, geliriniz maaş ve huzur haklarınıza yetmiyorsa, birkaç aylık gelirimizi sizlere gönderebiliriz. Yeter ki siz şaşalı yaşamınızdan bir şey kaybetmeyin. Kamuoyunun sizler ve il temsilcilerinizin ne kadar aylık aldığını merak ettiklerini ve sizlerden bir bordro paylaşımı yapmanızı beklediklerini hatırlatmış olalım” şeklinde konuştu. “Memur gramla et alırken siz beş çeşit ürünü tüketebiliyor musunuz?” Memur-Sen Genel Başkanı Yalçın’a maaş üzerinden de eleştirilerde bulunan Demircan, şu sözlere yer verdi: “Sahi Cumhurbaşkanı maaşından kaç kat fazla maaş alıyorsunuz? Temsil ettiğiniz üyenizden yirmi kat fazla maaş aldığınız söyleniyor, bu nasıl bir duygu? Memur evine gramla et, peynir alırken siz beş çeşit et ve süt ürününü gönül rahatlığı ile alıp tüketebiliyor musunuz? Hiç haber izlemiyor musunuz? Daha dün üyeniz olan emekli memurların hali içinizi acıtmıyor mu? Sendikal çalışmalarınızda geçim sıkıntısına yönelik tek bir eleştiri almıyor musunuz? Herkesin bir eli yağda, bir eli balda mı? Yoksa tüm üyeleriniz sizin işlettiğiniz marketlerden alışveriş yapıp, otelinizde mi ikamet ediyor, iş yerine sizin ticari taksilerinizle mi gidip geliyor? Size sendikanın asli görevleri neler bunları öğreteceğiz. Beş yıl da enflasyon farkının bir zam olmadığını öğrettik, bunu da öğreteceğiz.” “Memurun yakasından düşün” Demircan, şöyle devam etti: “Yeter artık, açlık sınırının üzerinde, yoksulluk sınırının altında hesap uzmanı yaptığınız, fiyat etiketlerine bakarak her şeyi gramla almak durumunda kalan memurun yakasından düşün. Muhtaç hale getirdiğiniz memurun haline bakın, utanın ve bir talebiniz olacaksa önce seyyanen zamdan başlayın, en düşük memur maaşının en az seksen bin lira olması için çaba sarf edin. ‘Tok açın halinden anlamaz’ atasözünü boşa çıkarın. Ez cümle talepleriniz yüzünüzü ağartsın, kızartmasın.”