SAĞLIK - 18 Temmuz 2018 Çarşamba 10:30

“Tükürükten prostat kanseri testi biyopsiyi düzene koyar”

A
A
A
“Tükürükten prostat kanseri testi biyopsiyi düzene koyar”

“Tükürükten prostat kanseri testi” uygulamasını değerlendiren Prof. Dr. Semih Ayan, “Bu tip testler yüzde 100 sonuç vermese de, şüpheli durumlarda biyopsi yapılması kararını verirken işimizi kolaylaştıracaktır” dedi.

Londra’da yer alan Kanser Araştırmaları Enstitüsü’ndeki (ICR) bir grup uzmanın başlattığı ve henüz deneme aşamasında olan “tükürük testi aracılığıyla prostat kanseri tespiti” uygulamasını yorumlayan İstanbul Aydın Üniversitesi (İAÜ) Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi ve İAÜ VM MedicalPark Hastanesi Üroloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Semih Ayan, bu tip testlerin kesin teşhis aracı olmadığını, ancak genetik açıdan risk faktörü yüksek hastaların tespitinde büyük kolaylık sağlayacağını söyledi. Prof. Dr. Ayan, “Bu durum da bizler açısından biyopsi yapma gerekliliğine karar vermede kolaylık sağlar. Bu test sayesinde kanser riski düşük hastada biyopsi uygulamasını erteleme, ya da riski yüksek hastada biyopsiyi erkenleştirme olanağımız yükselir” dedi.

“Bu test genetik yatkınlığı ölçüyor, teşhis için biyopsi temel yöntem”

Söz konusu uygulamanın prostat kanserine olan genetik yatkınlığı artıran bir grup genetik analizi kapsadığını ifade eden Prof. Dr. Ayan, “Hangi organ kanseri olursa olsun kesin teşhis için, doku örneğinin elde edilerek patolojik değerlendirmeye alınması gerekir. Prostat kanserinden şüphe ettiğimizde anüsten sokulan ince bir ultrason cihazı eşliğinde iğne ile teşhis amaçlı parçacıklar alıyoruz. Bu işlem bölgesel uyuşturma, sakinleştiriciler ve ağrı kesiciler verilerek hasta için kolaylaştırılmaya çalışılsa da nihayetinde invazif bir girişim. Şu anda bizi bunu yapmaya, yani prostattan biyopsi ile parça almaya yönelten faktörler PSA dediğimiz kanda prostat ile ilgili bir testin yükselmiş olması ve fizik muayene bulgularımız. Son 2 yıl içinde buna prostatın MR ile görüntülemesini de ekleyerek biyopsi yapma kararını vermeye çalışıyoruz. Ancak kan testindeki yükselme her hastamız için prostat kanseri riskini net olarak ortaya koyamıyor. Bu gibi şüpheli durumlarda tükürük testiyle hastanın genetik olarak prostat kanserine yatkınlığı isabetli bir şekilde belirlenebilir. Ayrıca bazı genetik faktörlerin eşlik ettiği prostat kanserlerinin daha saldırgan seyrettiği ve hızlı ilerleyebileceği de önceden bilinebilir ve tedavi protokollerinde buna uygun değişiklikler yapmak da mümkün olabilir” dedi.

“Türkiye’ye gelmesi zaman alır”

Yöntemin rutin olarak kullanıma girmediğini ve Türkiye’ye gelmesinin henüz söz konusu olmadığını söyleyen Ayan, “Bu gibi testlerin güvenlik analizlerinin tamamlanması oldukça uzun zaman alıyor. Bu testin, önümüzdeki yıl tamamlanması beklenen 5 bin hastanın dâhil edileceği bir çalışmanın sonucu ile analiz süreci tamamlanacak. Şu anda prostat kanseri teşhisinde onaylanmış olarak kullanılan test, kandan ölçümünü yaptığımız PSA seviyesidir ” diye konuştu.

“Her 9 erkekten 1’i prostat kanseri olacak”

Prostat kanserinin erkek hastalarda cilt kanserinden sonra en sık görülen ikinci kanser türü olduğuna da dikkat çeken Prof. Dr. Ayan açıklamasında, “Araştırmalara göre her 9 erkekten biri, ömrü boyunca prostat kanserine yakalanıyor. Söz gelimi 300 milyon nüfuslu ABD’de 2018 yılı içinde prostat kanseri teşhisi konacak erkek hasta sayısı 165 bin olarak tahmin ediliyor. Yine 2018 yılı itibarıyla ABD'de prostat kanserinden yaşamını yitireceği tahmin edilen birey sayısı da 29 bin olarak belirtiliyor” ifadelerine yer verdi. Prostat kanserinde genetiğin son derece büyük öneminin olduğunu ifade eden Prof. Dr. Ayan, “Bir ailede baba veya kardeşte prostat kanseri hastalığı varsa aynı ailedeki erkeklerde daha sonraları gelen kuşaklarda prostat kanserine yakalanma riski normal topluma göre 2, 5-3 kat artıyor. Aynı ailede birden fazla erkekten bu kanser varsa 3-4 kat kadar artıyor. Bunun insanlara en az can yakıcı yolla önceden bir tarama testi olarak sunuluyor olması çok büyük bir avantaj olacak” diyerek sözlerini tamamladı
 

Bunlar Da İlginizi Çekebilir
Bolu Bolu’da 7. Uluslararası Koru Gebelik Doğum Lohusalık Kongresi düzenlendi Bolu’da "7. Uluslararası Koru Gebelik Doğum Lohusalık Kongresi" düzenlendi. Prof. Dr. Aydan Biri ve Prof. Dr. Fatma Deniz Sayıner modern doğum hekimliği ve ebelik hizmetleri açısından önemli bilgileri katılımcılara aktardı. Bolu Koru Otel’de geleneksel hale gelen Uluslararası Koru Gebelik Doğum Lohusalık Kongresi’nin 7’ncisi düzenlendi. Kongre’nin oluşturulmasında büyük payda sahibi olan Prof. Dr. Aydan Biri ve Prof. Dr. Deniz Sayıner’in öncülüğünde bir araya gelen doğum hekimlerinin yanı sıra perinatoloji uzmanları, ebeler, hemşireler, yenidoğan hekimleri ve doğuma katkı sağlayan birçok branş uzmanı da kongrede yerini aldı. Kongrede Türkiye’de ve dünyada modern doğum hekimliği ve ebelik hizmetleri açısından önemli bilgiler, araştırma sonuçları ve deneyimlerin paylaşıldığı bilimsel oturumlar yapıldı. 3 gün sürecek olan kongrede, doğuma yönelik kurslar ve bilgilendirme toplantıları yapılacak. “Doğum konusu birçok konuya göre az ilgi görüyor” Türkiye’de sadece doğumun ele alındığı en büyük bilimsel toplantı olma özelliğini taşıyan 7. Uluslararası Bolu Koru Gebelik, Doğum ve Lohusalık Kongresi’nin başkanlığını yürüten Prof. Dr. Aydan Biri, “Bu 7’ncisi olmakla birlikte en çok heyecan duyduğum kongre oldu. Her geçen yıl birbirini tekrar etmemek adına zaten çok geniş ve sonsuz olan bu kongrede bir kez daha sizinle olmaktan çok büyük keyif duyuyorum. Konumuz doğum ve içerisinde çok fazla bileşen var. Doğumsal birleşim ya da bir bebeği ilgilendiren bir süreç, toplumun esası temeli ve koruyucu sağlık bakımı. Kongrede çok fazla insanı bir araya getiriyoruz. Ama çok da zor oluyor bu kongreler. Daha önce de söylediğim bir şey var ana işimiz olan doğum, özellikle kadın doğum hekimlerinin polikliniklerinin yüzde 80’i doğum, ancak buna rağmen birçok konuya göre çok daha az ilgi görüyor. Bu yıl ben çok çünkü bu konu doğrultusunda doktor arkadaşlarımızın da ana konumuzun doğum olduğuna dair inancı arttı. Her ne kadar hala akademisyen arkadaşlarımızın ‘Doğum da moda oldu’ demesine rağmen mesleğe bakışımızın çarptırıldığı bir dönemdeyiz” dedi. “Bilginin olmadığı yerde güçten bahsedilemez” Bilimsel çalışmaların ışığında kendini yenileyen ebelere ihtiyaç olduğunu söyleyen Prof. Dr. Deniz Sayıner, “Eğitim bizim vazgeçilmezimiz olmalı. Çünkü en büyük güç bilgi gücüdür. Bilginin olmadığı yerde güçten bahsedilemez. Hiçbir silah, hiçbir teknoloji bilginin karşısında duramaz. O nedenle sürekli bilimsel çalışmaların ışığında kendini yenileyen ebelerin yetişmesine ve ebelere ihtiyaç duyduğumuzu söylemem lazım. Ve tabii ki böyle bir ebeliği dizayn etmek için de birlik olmaya ihtiyaç vardır. Kurucu üyelerinden biri olmaktan onur duyduğum, gerçekten birlikte yürümekten gurur duyduğum yol arkadaşlarımın olduğu Anadolu Ebeler Derneği. Bu dernekle birlikte örgütlenmek, mesleğine sahip çıkmak mesleki örgütün içinde olmak son derece önemli” diye konuştu.