SPOR - 15 Aralık 2017 Cuma 11:30

Feghouli: “Kendimi uzun vadede Galatasaray’da görüyorum"

A
A
A
Feghouli: “Kendimi uzun vadede Galatasaray’da görüyorum"

Galatasaray’ın Cezayirli futbolcusu Sofiane Feghouli, kendisini uzun vadede sarı-kırmızılı kulüpte gördüğünü söyledi.

Galatasaray’ın Cezayirli futbolcusu Sofiane Feghouli, kendisini uzun vadede sarı-kırmızılı kulüpte gördüğünü söyledi.


Galatasaray’ın başarılı orta sahası Sofiane Feghouli, Foot Mercato dergisine sarı-kırmızılılar ve kariyeri hakkında açıklamalarda bulundu. Premier Lig ekiplerinden West Ham United’da forma şansı bulamadığı için takımdan ayrıldığını söyleyen Feghouli, Hırvat teknik adam Slaven Bilic ile de sorunlar yaşadığını açıkladı. Bir futbolcunun kariyerinde İngiltere’de oynamanın önemli olduğunu aktaran 27 yaşındaki futbolcu, “Ancak antrenör ve kulübü iyi seçmek gerekiyor. Bana forma şansı vermelerine rağmen kötü performans sergilemem söz konusu değil. Oynamayı hak etmeme rağmen bana fırsat verilmedi” diye konuştu.



"Büyük bir kulübün içerisinde yer almaya ihtiyacım vardı"


Türkiye’de Belhanda, Nasri gibi kalitesini ispatlamış futbolcuların forma giydiğini belirten başarılı futbolcu, “Galatasaray’ın çok büyük bir kulüp olduğunu biliyordum. Türkiye ligi gelişmekte ve birçok futbolcunun ilgisini çeken bir lig” dedi.


Transfer döneminde sarı-kırmızılı yöneticilerin kendisiyle yakından ilgilendiğini söyleyen Cezayirli futbolcu, “Galatasaraylı futbolcu olduğunda herkes sana saygı gösteriyor. Seni motive ediyorlar ve cesaretlendiriyorlar. Ama sahada ciddi olunması gerekiyor. Çünkü senden en iyi performansı bekliyorlar. West Ham United’dan sonra yeni bir maceraya ihtiyacım vardı. Taraftarlarca sevilmeye ve büyük bir kulübün içerisinde yer almaya ihtiyacım vardı" ifadelerini kullandı.



“Fransa’daki haberlerde gösterilen Türkiye ile karşılaşmadım”


Türkiye ile ilgili düşüncelerini de aktaran Feghouli, “Çok şaşırdım. Burada gördüğümle Fransa’da haberlerde gösterilen Türkiye imajı aynı değil. İnsanların çok sıcak olduğu bir ülke burası. İstanbul’da istisnai bir yaşam kalitesi var. Ailem ve ben burada çok mutluyuz. Futbol sahasındaki performansımı da olumlu etkiliyor. Galatasaray’a gelmekle iyi bir seçim yaptım” değerlendirmesinde bulundu.



"Uzun vadede Galatasaray’da görüyorum"


Türkiye’nin Müslüman bir ülke olması ve insanların dinini sorgulamamasının Galatasaray’ı seçerken olumlu etkilediğini açıklayan yıldız futbolcu, "Daha önce birçok Fransız kulübünden teklif geldi ancak bir daha Fransa’da oynamayı düşünmüyorum. Kendimi yurt dışında iyi hissediyorum ve kendimi uzun vadede Galatasaray’da görüyorum” şeklinde konuştu.



“Türkiye’deki futbol atmosferi başka”


Feghouli, Galatasaray’ın Fransız golcüsü Bafetimbi Gomis ile takım arkadaşı olmaktan mutluluk duyduğunu söyledi. Cezayirli futbolcu, ayrıca Türkiye’deki futbol atmosferinin başka bir yerde olmadığını da ifade etti.

Bunlar Da İlginizi Çekebilir
İstanbul 16 bin kişinin kayıt yaptırdığı Türkiye İş Bankası 19. İstanbul Yarı Maratonu, 28 Nisan’da koşulacak Bu yıl 28 Nisan Pazar günü koşulacak olan Türkiye İş Bankası 19. İstanbul Yarı Maratonu için tanıtım toplantısı düzenlendi. Geçen yıl 12 bin kişinin kayıt yaptırdığı maratona bu sene 16 bin kişi kaydoldu. Ayrıca bu sene ilk defa 16 yaş ve üstü gençler de yarı maratonda koşacaklar. Türkiye İş Bankası 19. İstanbul Yarı Maratonu, bu yıl 28 Nisan Pazar günü koşulacak. Avrupa’da “Gold Label” kategorisinde yer alan dört yarı maratondan biri olan ve bu sene 100. kuruluş yıldönümünü kutlayan Türkiye İş Bankası’nın isim sponsorluğunda koşulacak olan İstanbul Yarı Maratonu’nun tanıtım toplantısı İBB Maltepe Kenan Onuk Atletizm Pisti’nde yapıldı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) iştiraki Spor İstanbul tarafından düzenlenen Türkiye İş Bankası 19. İstanbul Yarı Maratonu, 28 Nisan Pazar günü Tarihi Yarımada parkurunda koşulacak. “En Hızlı Yarı” sloganıyla start alacak maratona ise rekor başvuru oldu. Geçen yıl 12 bin kişi kayıt yaptırırken, sayı bu sene 16 bini buldu. Renay Onur: “Bu sene ilk defa 16 yaş ve üstü çocuklar gençler de yarı maraton koşuyor olacaklar” Spor İstanbul Genel Müdürü İ. Renay Onur, “28 Nisan’da Türkiye İş Bankası 19. Yarı Maratonu’nu yapacağız. Geçen yıl 100. yıl coşkusuyla koştuk. Bu yılda Türkiye’nin en köklü kurumlarından bir tanesi olan İş Bankası’nın 100. yılında hep beraber koşuyor olacağız. Bu sene rekor bir katılımla koşuluyor olacak. Geçen yıl 12 bin olan katılımcı sayısı bu sene 16 bine çıktı. Bu sene bir ilke daha imza attık. Bu sene ilk defa 16 yaş ve üstü çocuklar gençler de yarı maraton koşuyor olacaklar. Bu yaş sınırı daha önceden 18 idi. Maratonumuz Yenikapı’dan başlayıp Yenikapı’da bitecek 21 kilometre etabı. Bunu koşamam diyenlere 10 kilometre etabı olmak üzere iki kategori var. 72 farklı ülkeden katılımcıyı görüyor olacağız Eğer koşmuyorsanız kenarlardan izliyorsanız rengarenk keyifli bir katılım olacak. Bu yıl yarı maratonumuzda, maratonumuzda da olduğu gibi yine yardımseverlik koşusu yapılıyor. 34 farklı sivil toplum kuruluşları için koşan kişiler olacak. Yaklaşık bin 500 gönüllü koşucuyu izliyor olacağız. İstanbul Yarı Maratonunda yardımseverlik koşusu 2020’de başladı. Bugüne kadar 12 milyon TL bağış toplandı” dedi. Renay Onur, ilk 5’e giren kadın ve erkeklere eşit olmak üzere para ödülü verildiğini, ayrıca Türkiye’den katılan ve dereceye giren sporculara da para ödülü ve sponsorlardan çeşitli ödüllerin verileceğini açıkladı. Türkiye Atletizm Federasyonu Başkanı Fatih Çintimar da, “İş Bankası’nın sponsorluğu diğer bankaların da inşallah diğer maratonlara sponsorluğunu getirir. Çünkü dünyada atletizmin büyük organizasyonlarının destekçileri birer bankalardır. İstanbul Yarı Maratonumuz aynı zamanda kotaya katkı veriyor. Ama bayanlarda kota tamamen doldu, artık kota derecesi isteniyor. Onun için yarı maratonda kotaya puan verilemiyor ama erkeklerde 7 sporcumuz var, 7 sporcudan ikisi de bizim sporcumuz. İnşallah bu haftaki yarışmalardan sonra durumlarına göre buradaki yarışta da bizlerle birlikte olacaklar” diye konuştu. Sezgin Lüle: "Bankamızın 100. yılında böyle bir etkinliğe destek veriyor olmanın gururunu yaşıyoruz" Türkiye İş Bankası Genel Müdür Yardımcısı Sezgin Lüle, “Bu yıl yine Atatürk’ün vizyonuyla Cumhuriyetten bir yıl sonra kurulan Türkiye İş Bankası’nın 100. yılını kutluyoruz. Dolayısıyla bizim için Cumhuriyet’in 100. yılı sonrasında bankamızın 100. yılında böyle bir etkinliğe destek veriyor olmanın, bunu devam ettirmenin gururunu yaşıyoruz. Kuruluşundan bu yana aslında bankamız, Türkiye’nin ilk milli bankası olarak ülkenin ekonomisine, kalkınmasına, sürdürülebilir kalkınmayı sağlama konusunda aldığı inisiyatiflere toplumun refahının artması konusundaki hep ilk önceliği bu alanlar oldu” ifadelerini kullandı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreteri Can Akın Çağlar ise, “2019 yılına kadar İstanbul’da 51 olan spor tesisi sayımızı 5 yıllık süre içerisinde 74’e çıkardık. Önümüzdeki 5 yıl içerisinde de bu sayıyı ikiye katlamayı hedefliyoruz. Yani 5 yılda geçmişte yapılan tesisin yarısı kadar İstanbul’a tesis kazandırdığımızı memnuniyetle ifade etmek istiyorum. Ayrıca sadece geçen yıl İstanbul’daki tesislerimizde 3 milyona yakın İstanbullu yararlanmış. Bundan büyük bir memnuniyet duyuyoruz. Ama bu sayının yeterli olmadığını düşünüyoruz, açık alan spor noktası sayısını artırarak, bir bahanenin arkasına sığınmadan tüm İstanbulluları harekete, spor yapmaya, kentin doğasıyla güzellikleriyle buluşmaya davet etmek istiyoruz” şeklinde konuştu.
Antalya Antalya, Rusya-Ukrayna savaşı sebebiyle yaşanan ihracat kaybını doğu ülkeleriyle kapatmaya çalışıyor Türkiye’nin en önemli domates üretim merkezi Antalya’yı ihracatta Rusya-Ukrayna savaşı etkiledi. İhracatın yüzde 90’ını Ukrayna’ya yaptıklarını açıklayan ihracatçı Bülent Özdemir, kaybı Doğu Avrupa ülkeleriyle kapatmaya çalıştıklarını açıkladı. Yaş meyve ve sebze sektörü içinde geçtiğimiz Ocak ayında en fazla ihracatın domates ürünü ile yapıldığı Antalya’da, Rusya-Ukrayna savaşının yansıması ihracatı düşürdü. İhracatçı Bülent Özdemir, ihracatın olumsuz etkilenmemesi için çözüm arayışına girdiklerini belirterek, "Ramazan Bayramı öncesine kadar özellikle yurt dışındaki çalıştığımız ülkelerde özellikle hava durumundan kaynaklı ciddi bir talep vardı. Şu an çalıştığımız ülkelerde havanın sıcaklığı arttığı için her ülkenin üretimi pazarlara girmeye başladı. Bu nedenle tabii ki ihracatımız düşmeye başladı. Doğu Avrupa ülkeleri ile beraber Ukrayna ağırlıklı ihracat yapıyoruz. Rusya-Ukrayna arasındaki kriz, pazardaki satış oranını yüzde 70 düşürdü. Ukrayna nüfusu, 45-50 milyon civarındayken, son dönemlerde savaşın etkisiyle 25 milyon kişiye kadar geriledi. 25 milyon kişinin, savaş bölgesinde oldukları için tüketim gücü de zayıf. Biz de ihracatımızın yüzde 90’ını Ukrayna’ya yapıyorduk, günde 3-4 tır çıkış yapıyordu, şimdi günlük ihracat çıkışımız 1 tırı ancak buluyor. Savaşın etkisi bu" dedi. Bülent Özdemir, üretimde de sorun yaşandığına değinerek çiftçiye destek verilmesini talep etti. Özdemir, "Üretim maliyetleri yüksek olunca, dışarıdaki pazarlarla rekabet etme gücümüz sınırlı oluyor, rekabet etmekte sorun yaşıyoruz. Girdi maliyetleri yüksek olunca çiftçimiz de mutlu olamıyor. Çiftçiyi destekleme konusunda bir çalışma yapılırsa çok daha iyi olacağını düşünüyorum. Bütün dünyada yaşanan maddi sıkıntılar bizim ülkemizi de etkiliyor. Yurt dışından gelen ithal bitki koruma ürünleri, beraberinde petrol fiyatları, domatesin maliyetini yükseltiyor. Şu an ihracat fiyatları 20-22 TL bandında, piyasada 18 TL. Ürünün kalitesine göre fiyatlar artabiliyor ya da azalabiliyor. Tamamen kaliteye odaklı" ifadelerine yer verdi. Tüm dünyada kriz var Tüm dünya ülkelerinde ekonomik sıkıntılar yaşandığında dikkat çeken Bülent Özdemir, diğer ülkelerdeki krizlerin de ihracata zarar verdiğini açıkladı. Özdemir, şöyle devam etti: "Yılbaşından beri dikkatimi çeken bir şey var, yurtdışında iş yaptığımız insanların alım gücünün biraz düştüğünü görüyorum. Geçtiğimiz yıllarda günlük 5 tır ihracatımız varken, şimdi 1 tıra düştü. Tahminimce yurt dışındaki müşterilerimizin satın alma gücü ile ilgili. Her gün farklı bir ülkede sıkıntı olduğunu duyuyoruz, siyasi ya da ekonomik sorunlar var. Bu sıkıntılar, insanın alım gücünü düşürüyor." "Doğu Avrupa’ya ürün gönderiyoruz" Ukrayna’nın yerine Doğu Avrupa ülkeleriyle çalışmaya başladıklarının altını çizen Bülent Özdemir, sınır kapısındaki yoğunluk çözülmeden ihracatı gerçekleştirmenin zor olduğunu söyledi. Özdemir, "Ukrayna’nın yerine Doğu Avrupa ülkelerini koyduk, onların da en büyük sıkıntısı ulaşım. Özellikle yılbaşı öncesi ve sonrası ülkemizden çıkan araçlar, sınır kapısındaki yoğunluk nedeniyle, üç gün önce çıkış yapamadı. Üç gün de Bulgaristan’da analize takılıyoruz. Avrupa Birliği girişinde, bitki koruma laboratuvarları kontrollerini yapıyor. Üç gün de oradan kaybımız oluyor. Aracımız 6 gün içinde Bulgaristan’a giriş yapabiliyor. İhracat yaptığımız ülkeye ulaşması 10-12 günü buluyor. 10 gün sonra bizim gönderdiğimiz mal, 3 günde Avrupa’nın kendi ürettiği pazarlardan gelen mallarla rekabet edecek. Ürünlerin belli bir raf ömrü var, bu ömrü biz yılbaşından önce yollarda tükettik. Başka pazarları hedef aldık ama diğer pazarlardan mutlu olan bir ihracatçı göremedim" diye konuştu. Kapıkule Sınır Kapısı’ndan ayrı bir güzergah oluşturulmalı Bülent Özdemir, üretici maliyetlerinden önce ihracatçının en büyük sorununun, ulaşım problemi olduğunun altını çizerek, konuşmasını şu şekilde sonlandırdı: "En büyük sorun, bizim maliyetlerimizden önce yollarda kaybettiğimiz süre. Bir ürünün yüzde 1 fireyle yetişmesinden ziyade yüzde 50 çürüklerle karşılaştık. Tüm ihracatçılar aynı şeyden şikayetçi. Sınır kapılarındaki yoğunluğu biraz azaltabilirsek, 3-4 gün beklediğimiz süreyi bir güne indirebilirsek, kapılar açıldığında da mallarımızı temin edecek olan ülkeye 5-6 gün içinde ulaşabilirsek, tüm sıkıntıları aşarız. Kapıkule Sınır Kapısı’nda sağlam bir iyileştirme yapılması lazım, soğutucu cihazlı araçlara, yaş meyve sebze ve gıda taşıyan araçlara ayrı bir güzergah oluşturulması gerekiyor."
Karabük Asırlara meydan okuyan cami hem minaresinin eğikliği hem de fevkani tarzıyla dikkat çekiyor UNESCO Dünya Miras Listesinde yer alan Karabük’ün Safranbolu ilçesinde 1796 yılında yapılan İzzet Mehmet Paşa Camii hem minaresinin eğikliği hem de fevkani cami tarzıyla dikkat çekiyor. 1743’de Safranbolu’da dünyaya gelen, kapı hasekiliği, Darüssaade Ağası yazıcılığı, darphane eminliği, şah sultan kethüdalığı, şehremini, tersane eminliği, vezirlik rütbesiyle Hanya muhafızlığı, Diyarbakir beylerbeyiliği, iç il sancak beyliği, Bender Kalesi muhafızlığı, Cidde valiliği, Boğaz Hisarı muhafızlığı, Mısır valiliği, Anadolu beylerbeyiliği ve sadrazamlık yapan İzzet Mehmet Paşa, memleketine de birçok görkemli eser kazandırdı. O eserlerden biri de yaklaşık 228 yıl önce yapılan kendi adının yer aldığı İzzet Mehmet Paşa Camii’dir. 1796’da Tarihi Çarşı içinde İstanbul’daki Nuru Osmaniye Camii’nin adeta küçük bir modeli olarak bilinen caminin içindeki mihrabının üzerinde Padişah 3. Selim’in tuğrası bulunuyor. Tamamen kesme taştan yapılan 2.5 asırlık caminin Akçasu Kanyonu’nun derin bir vadi oluşturduğu noktaya inşa edilmesi nedeniyle de minaresinin rüzgara karşı dayanıklı olması için eğik yapıldığı tespit edildi. İhlas Haber Ajansı (İHA) muhabirine konuşan Tarihçi-Yazar Mehmet Kütükçüoğlu, Safranbolu’nun 1196 yılında Türkler tarafından fethedildikten sonra hızlı bir şekilde mimari ve kültürel olarak da İslamlaşma ve Türkleşme sürecini tamamladığını belirtti. 1796 yılında inşa edilen İzzet Mehmet Paşa Cami’nin mimarisi, süslemeleri ve tarihi ilçeye getirdiği fevkani cami tarzıyla oldukça dikkat çektiğini belirten Kütükçüoğlu, “Bu caminin Safranbolu’ya yapılmasını sağlayan kişi Safranbolulu İzzet Mehmet Paşa’dır. Safranbolu İzzet Mehmet Paşa, Mısır Valiliği yapmıştır. Tabii ki görev durumundaki başarılarından dolayı sadrazamlığa kadar yükselmiştir. Tabii sadrazamlığı esnasında daha öncesinde kendisinin yine mescidinin olduğu bölgeye büyük bir cami yaptırmıştı. Safranbolulular bu camiyi has tarla olarak bilinen bölgeye yaptırılacağını bilmekle birlikte tabii karşı çıkmışlar. Tarihi Çarşı bölgesinde cami istemişler. Sadrazam da hemşehrilerini kırmamış ve Tarih Çarşı bölgesine bu camiyi imar ettirmiştir. 1795 tarihinde su kemeriyle birlikte camiyi yaptırma faaliyetlerine başlamış ve saraydaki ağlardan Ebubekir Ağayı 5 bin kuruş para, mimarları, ustabaşları, kalfalarıyla birlikte buraya göndermiştir. Hızlı bir şekilde mimarinin bitmesi için de Kastamonu mütesellimine görev vermiş ve inşaatı hızlı bir şekilde tamamlanmıştır” dedi. "Yüzde 0.5 derecelik bir eğikliği mevcuttur” Asırlık caminin konumlandırıldığı yer hakkında bilgi veren Kütükçüoğlu, “Cami Akçasu’dan gelen kanyonun derin bir vadi oluşturduğu noktaya inşa edilmiştir. Caminin altında derin bir kanyona yapılmış köprüler vardır. Altından kuzey güney doğrultusunda kanyonun devam ettiği noktaya, kıble yönüne konumlandırılmıştır. Ancak minaresi ise sağ kısmı yine kanyonun derin olduğu bir kısma konumlandırılacaktır. Coğrafi olarak zor bir bölgeye. Kuzeyden gelen rüzgarların da dirençli olduğu bir noktada camiyi ve minaresini daha kuvvetli kılmak için ustabaşı minareyi yapmaya başlamış ancak rivayet odur ki cami minaresinin rüzgara karşı kuvvetli olması için biraz eğik yapıldığıdır. Bu bilgiyi kayda geçiren yerel araştırmacılarımızdan Ünsal Tunç Özgür’dür. Daha sonra Ahmet Can isimli bir harita mühendisimiz Safranbolu Kaymakamlığına bir rapor veriyor ve eğikliğini ölçüyor. Yüzde 0.5 derecelik bir eğikliği mevcuttur” diye konuştu. "İki asrı aşkın bir yaşına rağmen geçirdiği depremlere rağmen tahribatı neredeyse göremiyoruz" “İzzet Mehmet Paşa Cami önemli bir vakıf eseridir” diyen Kütükçüoğlu, “Kitabeleriyle, çeşmeleriyle, kubbesiyle, mimarisiyle boyama, bezemeleriyle birlikte 1809 yılında bir restorasyon geçiriyor. 1890-1900 ve en sonunda 1990 yılında çeşitli yenilemeler, restorasyonlar gerçekleşiyor. İki asrı aşkın bir yaşına rağmen gerçekten geçirdiği depremlere rağmen tahribatı neredeyse göremiyoruz. Sadece 1990 yılındaki restorasyonunda caminin minaresi özellikle incelenmiş. Bazı kesme taşlarında dikey noktada çatlaklar görülmüş ancak minarenin sağlığına, sağlamlığına zarar vermemiştir. Kesme taştan, geniş duvarlı bir şekilde inşa edilen camimiz İzzet Mehmet Paşa’nın belki de Safranbolu’ya armağan ettiği en büyük camilerden ve en değerli eserlerdendir” ifadelerini kullandı.
Denizli PAÜ, MGK Genel Sekreteri Seyfullah Hacımüftüoğlu’nu ağırladı Pamukkale Üniversitesi (PAÜ) tarafından düzenlenen söyleşi programının konuğu Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri Vali Seyfullah Hacımüftüoğlu oldu. Söyleşi programı öncesinde Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri Vali Seyfullah Hacımüftüoğlu, Rektör Prof. Dr. Ahmet Kutluhan tarafından makamında ağırlandı. İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Şehit Piyade Teğmen Bekir Can Kerek Konferans Salonu’nda düzenlenen söyleşi programı PAÜ Rektörü Prof. Dr. Ahmet Kutluhan tarafından yapılan açılış konuşması ile başladı. Rektör Prof. Dr. Ahmet Kutluhan, yaptığı konuşmada şunları kaydetti: “Bugün Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri Sayın Seyfullah Hacımüftüoğlu’nun söyleşisi ile İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi öğretim üyemiz Prof. Dr. Nigar Değirmenci’nin profesörlük cübbe giyme törenini gerçekleştireceğiz. Bu tören belki de üniversiteler tarihinde ilk defa öğrencilere açık şekilde yapılacak. Bizim genel teamülümüz, profesörlüğe hak kazanmış Hocalarımıza Yönetim Kurulu Üyelerimizin önünde cübbe giydiriyoruz ve onlara profesörlük unvanından sonra yapacağı bilimsel çalışmaların neler olacağını soruyor ve kayda alıyoruz. Sayın Büyüğümüzün önerisiyle bu törenin burada yapılması, öğrencilerimizin de görmesi çok önemli. Öğrencilerimiz de böylelikle profesörlük unvanına dair merak ettikleri soruların da cevaplarını görmüş olacak. Yönetim Kurulu Üyelerimize de burada oldukları için çok teşekkür ediyorum. Profesörlük, bilimsel kariyerin son basamağıdır. Ama bir bilim insanı, gerçekten bilim insanıysa, unvanların bir değerinin olmadığını, hayatı boyunca toplumun ve insanlığın problemlerine çözüm aramaya devam etmesi gerektiğini bilir. Öğrencilerimiz için profesörlük sürecinin nasıl gerçekleştiğini de açıklayayım: Profesörlükten önceki basamak doçentliktir. Doçentliği, Üniversitelerarası Kurul veriyor, kadrosunu ise biz veriyoruz. Doçentlikten sonra beş yıl geçmesi gerekiyor. Beş yıl geçtikten sonra Üniversitemizin, fakültemizin bilimsel akademik değerlendirme kriterlerini dolduran her profesör adayı, profesör olma hakkına sahip oluyor. Bunun kararını önce fakülte veriyor. Sonra Rektörlük olarak biz jüri oluşturuyoruz. Jüriler değerlendirme yapıyor. Rektörlük Yönetim Kurulu kararı neticesinde de atamayı gerçekleştiriyoruz. Ahilik sisteminin aşağı yukarı aynısıdır. Yani bir profesör, kendi fakültesinde kabul edilmiş, Üniversitenin en yüksek organında kabul edilmiş ve kendi alanındaki profesörler tarafından da refere edilmiş olarak bu unvanı alıyor. Dolayısıyla bu unvan gerçekten çok kıymetlidir. Nigar Hocamızı tekrar kutluyorum. İnşallah topluma, insanlığa ve ülkemizin tüm bilimsel hayatına büyük katkılar sağlayacağına inanıyorum. Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterimiz başta olmak üzere, katılımlarınız için çok teşekkür ediyorum.” Açılış konuşmasının ardından Pamukkale Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Nigar Değirmenci profesörlük cübbesini Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri Vali Seyfullah Hacımüftüoğlu ve Rektör Prof. Dr. Ahmet Kutluhan tarafından takdim edildi. Cübbe giyme töreninin ardından Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri Vali Seyfullah Hacımüftüoğlu ile bir söyleşi gerçekleştirildi. Hacımüftüoğlu ‘Türkiye Neden Hedeftir?’ başlıklı söyleşisine, Türkiye’nin hedef olduğu nedenleri, stratejik konumu ve önemi açısından, Anadolu’nun Asya ve Avrupa arasındaki köprü olması dışındaki kıymetli olmasındaki nedenin Doğu Roma’nın Ortodoks dünyası için merkezi ve kutsal olmasından kaynaklandığını ifade ederek başladı. Hacımüftüoğlu, konuşmasına şu şekilde devam etti: “Niçin bu terör örgütlerini Batılı ülkeler destekler? Çünkü bu örgütler proje örgütlerdir. Proje varsa bu terör örgütlerinin sahibi de vardır demektir. Bu sahipli örgütler Anadolu’da istikrarsızlığın temelini oluşturmaktadırlar. Çağdaş Haçlı seferleri bu örgütler üzerinden yapılmaktadır. Bir istikrarsızlık unsuru oluşuyor nedeni de şu: Doç. Dr. Uygur Kocabaşoğlu “Anadolu’daki Amerika” adlı kitabında 1820’de ilk misyonerleri İzmir’den limana indirerek başlayan harekete bağlar. Amerika’dan çıkıyorlar, geliyorlar Anadolu’yu Protestanlaştırma faaliyeti için. Özetle, bu misyonerler raporlarında diyorlar ki: Müslümanlardan Protestan olmaz. İkinci aşama, Rumlardan Protestan olmaz. Üçüncü aşama sadece Ermenilerden bir Protestanlık sinyali görüyorlar ve onlara çalışmaya başlıyorlar. Neticede bunun üzerinden yürüttükleri faaliyetlerde okullar ve hastaneler üzerinden Türkiye’de yapılanıyorlar. Osmanlı döneminde kamuya sadık bir toplum olan Ermeni kavmi, bir anda hain kavim haline dönüyor. Netice itibarıyla ayrılıkçı, bölücü, toprak istilacı bir kavim haline dönüyor. Bu çalışma bilesiniz ki, 1820’deki misyonerlerin gelişi ile başlamış bir harekettir. Şimdi Anadolu, hakikaten biraz inceleyince görüyoruz ki, Ortodoks dünya için son derece tehlikeli. Bu kadar kutsal bir coğrafya kendi açık sınırlarından işgal altındadır ve yeniden fetih edilmesi lazımdır. Bu konu için zayıflatıcı bir konuma getirmektir. Anadolu kutsiyeti dolayısıyla hedeftir. Batı böyle düşünürken bir yandan da mesela Rusya, Ortodoks Slav kavimlerini tek bir çatı altında yani Rus hâkimiyeti altında toplamayı amaç edinmiş, bu kavimlerin siyasal dayanışmasını sağlamaya yönelmiş olan hareket olan Panslavizm’in merkezidir. Onların hedefi de İstanbul’dur. İstanbul merkezli Slav ırkı öncülüğünde ve Ortodoks bir yapıdaki dünya hâkimiyeti teorisine mahkûm Panslavizm’dir. Bir milliyetçi Rus için İstanbul’un ismi aslında Çargrad’dır yani Çarın şehri. Anadolu, kutsiyeti nedeniyle hedeftir. Ortodoks dünya için en kutsal yerlerinden birisi de Denizli’dir. İnanç turizmini de bu bağlamda değerlendirmek gerekir. İnanç turizmine gelenler nedense Türkiye’deki yedi kiliseyi gezerler. Üçü İzmir’de, üçü Manisa’da, biri Denizli’dedir. Bu kiliseleri gezerler ama bizim camilerimizi, diğer tarihi yapılarımızı gezmezler. Kavgalar, gürültüler hep bunun üzerinedir. Şu anda Gazze’de gördüklerimiz de aşağı yukarı bu bağlamdadır yani ana düşünce burası bize vaat edilmiş topraktır, öyleyse biz bunu alalım. Nerede yazıyor? Tahrip edilmiş kutsal kitaplarında. Adam ona iman ediyor, gereğini yapıyor. Yaşadıklarımızın çoğu bu bahsettiğim argümanlar üzerine kuruludur.” Söyleşi programı, öğrencilerden gelen soruların yanıtlanması ve ardından Rektör Prof. Dr. Ahmet Kutluhan tarafından günün anısına Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri Vali Seyfullah Hacımüftüoğlu’na plaket ve hediye takdimi ile sona erdi.