GENEL - 22 Ocak 2017 Pazar 13:17

(Özel Haber) Akademisyenler yeni müfredatı değerlendirdi

A
A
A
(Özel Haber) Akademisyenler yeni müfredatı değerlendirdi

Kayseri Erciyes Üniversitesi, Niğde Ömer Halisdemir Üniversitesi ve Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Eğitim Fakültesinden akademisyenler yeni müfredatı değerlendirdi.
Kayseri Erciyes Üniversitesi Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ergün Öztürk, Milli Eğitim Bakanlığınca kamuoyunun görüşüne sunulan ilkokul ve ortaokul müfredatı hakkında İhlas Haber Ajansı’na (İHA) değerlendirmelerde bulundu. 2017 yılı askıdaki müfredat çalışmasının en son 2015 yılında değişikliğe uğratılan müfredat ile karşılaştırıldığında ciddi yenilikler getirmediğini belirten Doç. Dr. Ergün Öztürk, “Yakın zamandaki reform hareketlerine baktığımızda en ciddi değişikliği 2005 yılındaki müfredatın getirdiğini görüyoruz. Ancak askıdaki müfredat çalışması, ne 2009 ne de özellikle 2015 yılındaki çalışmaya göre ciddi değişiklikler getirmiyor. Eğitimde reform hareketi yapıyorsanız neden bu harekete ihtiyaç duyduğunuzu ifade etmeniz gerekiyor. Yani 2015’teki programda şu tür problemler var, bu problemlerden dolayı öğrencilerimiz geride kalıyor, bu yüzden biz onların yerine şu eğitim felsefesinden, şu akımdan ve saireden hareketle şunları değiştirdik demeniz gerekiyor. Yoksa bunun adını bir ‘yenilik hareketi’ olarak ifade edebilir misiniz bilemiyorum?” dedi.

“Kazanımlar azaltılmış ama belirsizlikler korunmuş”
Yeni müfredatta en bariz değişikliğin kazanımların sayısının azaltılması olduğunu belirten Doç. Dr. Ergün Öztürk, bunun yanı sıra 2015 müfredatındaki bazı belirsizliklerin de korunduğunu ifade etti. Doç. Dr. Öztürk, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Askıdaki programa baktığınız zaman burada kimle çalışılmış, iş yükleri nelerdir gibi bilgileri göremediğimiz için kafamızda ister istemez bazı soru işaretleri oluşuyor. Bu soru işaretlerinden ilki şu; ilkokul çocuğu diye tanımladığımız 1-4’üncü sınıf öğrencileri ile 5-8’incisi sınıf arasındaki öğrencilerin gelişimleri aynı değildir. Bunu tek bir komisyondan çıkarmanız demek öğrencinin gelişim özelliklerini dikkate almamak anlamına geliyor. En azından burada okul öncesi eğitimden başlayarak ilkokul 4’üncü sınıfa kadar kısmı bir komisyonun yapması, 5 ve 8i diğer komisyonun yapması gerekirdi. Bunun dışında ‘eleştirel, yansıtıcı ve yenilikçi düşünen, milli, manevi ve evrensel değerlere duyarlı bireyler yetiştirilmesi amaçlanmakta’ şeklinde bir ifade var. 2005 programında bu ifadenin içinde ‘yaratıcı düşünen’ ibaresi de vardı. Burada o kaldırılmış ve ‘yenilikçi düşünen’ diye verilmiş. Yenilikçi düşünme genelde bilginin paylaşılması anlamına geliyor, yenilikçi düşünen bireyler zaten yaratıcı bir ürün ortaya koyabilir. ‘Yaratıcı düşünen bireyler’ ibaresini müfredattan çıkarmakla ne elde edildi anlamıyorum.”

“Öğretmen kılavuz kitapları ile ilgili netlik yok”
Öğretmen kılavuz kitapları ile ilgili bir belirsizlik olduğunu da söyleyen Doç. Dr. Öztürk, “Askıdaki programda ‘öğretmen kılavuz kitapları’ bir başlık olarak yok. Yani yeni yapılan ders kitaplarında öğretmenlere kılavuz kitap çıkacak mı, çıkmayacak mı bir belirsizlik var. Beklenti çıkmaması yönünde. Çünkü kılavuz kitaplar öğretmenleri yönlendiriyor. Öğretmenlerin yaratıcılığı, sınıfın gerçekleri, okulun gerçekleri, okulun imkanları hep göz ardı ediliyor. Dolayısıyla kılavuz kitapta belirtilen etkinlikler ve açıklamaları öğretmenin gerçek çevresi ile ilişkilendirmesi mümkün değil ve öğretmenin kendisi o kitapta yok. O zaman öğretmenin gerçek anlamda aktif olduğu, öğrenci merkezli, öğretmenin yaratıcılığını ortaya koyabilecek, sınıfın gerçeklerini, okulun ve çevrenin gerçeklerini yansıtabilecek türden bir yapılanma olması daha önemli” dedi.

“İlkokul 1 ve 4 arasında dilbilgisi kazanımı yok”
“2017’deki programda dilbilgisi adı altında 1-4 aralığında hiçbir kazanım yok” diyen Doç. Dr. Öztürk, “Çocuk ilkokulda virgülü öğrensin, biz bunun için özel bir ders vermiyoruz ki. Virgül yazı açısından da, anlam açısından da önemli. Ama olumlu olan şu; 2015’teki programda da aynısı vardı, metin üzerinden dilbilgisine geçilmesi amaçlanmış” ifadelerini kullandı.

“Okuma alışkanlığına dair kazanım yok”
Yeni müfredatta okuma alışkanlığı ile ilgili bir kazanım olmadığını da belirten
Öztürk, “Okuma çok önemli ama okuma alışkanlığı ile ilgili bir tane kazanım yok. Söz varlığını nasıl geliştireceksiniz çocuğun? İnsanların dünyayı, çevreyi algılaması sahip olduğu kelimelerle mümkün. İnsanlar sahip olduğu kelime sayısı kadar dünyayı algılar” dedi.

“Programdan ziyade öğretmen nitelikleri önemli”
Program ya da müfredatın başarılı yazmasından ziyade öğretmen niteliklerinin önemli olduğunu vurgulayan Doç. Dr. Ergün Öztürk, “Aslında programınız ne kadar güzel olursa olsun, teknolojik imkanlarınız ne kadar iyi olursa olsun -ki Türkiye Fatih Projesi ile birçok ülkede bile gerçekleştirilemeyen çok ciddi yatırımlar yaptı- şunu unutmamak gerekiyor ki bu programları uygulayacak kişiler öğretmenler. Dolayısıyla bizim öğretmen yeterliliklerimizi çok iyi bir şekilde ortaya koymamız gerekiyor. Öğretmen yeterlilikleri ve niteliklerimizi ciddi anlamda ele almamız, radikal bir değişim ve dönüşüme girmemiz gerekiyor” diye konuştu.

“Türkiye uluslararası sınavlarda başarılı değil”
Türk milli eğitiminde Cumhuriyet’in ilanından bu yana standardı olan bir program geliştirilemediğinin de altını çizen Doç. Dr. Ergün Öztürk, “Yani ilkokuldan mezun olan bir çocuğun en azından Türkçe olarak şu kadar kelimeyi ifade edebileceğini, şu özelliklere sahip olabileceğini söyleyemiyorsunuz. Diğer derslerde de bu standartlar yok. Dolayısıyla bu standartların geliştirilmesi gerekiyor. Uluslararası alanda değerlendirme sınavlarına baktığınız zaman Türkiye’nin durumunun pek de iç açıcı olmadığı görülmekte. Aslında herkes bu ülkenin insanları için, geleceğimize yatırım yapmak için uğraşıyor ama buna biraz daha kafa yorarak ele almamızda fayda var” ifadelerini kullandı.

Doç. Dr. Emre Ünal: "Müfredatın güncellenmesi şart"
Niğde Ömer Halisdemir Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dekan Yardımcısı Doç. Dr. Emre Ünal da, Milli Eğitim Bakanlığınca bir yıldır hazırlıkları süren tüm öğretim kademelerindeki 51 zorunlu derse ait yeni müfredat taslak programının "http://mufredat.meb.gov.tr" adresinden kamuoyunun görüşüne sunulduğunu ve yeni müfredat için internet sitesi üzerinden 10 Şubat’a kadar görüş bildirilebileceğini hatırlattı. Ülkemizin gelişimine ışık tuttuğuna inandıklarını belirten Doç. Dr. Ünal, yeni müfredatın taslak olduğunu ve halk tarafından verilen önerilere açık olduğunu belirterek, 15 Temmuz gibi kötü olayların yaşanmaması adına bu konuların müfredata alınmasının çok önemli olduğunu aktardı. Ünal, “Bunun için sosyal medyada da kampanyalar başlatıldı. ‘Yarın için bugün’ isimli sosyal medyada hashtag açıldı. Sosyal medya üzerinden herkes fikrini yazıyor. Bakanlığımızın bunu dikkate alacağını düşünüyorum. Milli Eğitim Bakanlığımızın yapmış olduğu çalışmanın oldukça önemli olduğunu düşünüyorum. Programın kazanımlarının belirleyicilerinden bir tanesi de halk, toplum. Dolayısıyla toplumda eksik görülen gelişmeleri de yazarak bildirerek yansıtılmalıdır. Teknolojide meydana gelen gelişmeler eğitimde de çok önemli. Biz 21. yüzyıl inşasında koyduğumuz hedeflerimiz var, Türkiye’nin 2023 hedefleri var. 2071 hedeflerimiz var. 1900’lerde olan olumsuz hadisenin programlarda yer almasını ben önemli görüyorum. Niye çünkü biz gelecek kuşaklara bunu anlatmak durumundayız. Hangi yanlışlar var, bunların düzeltilmesi için neler yapılması gerekiyor. Toplumun hafızasında bunların yer alması gerekiyor. Bu gibi güncel gelişmelerin programın içine dahil edilmesi bence çok önemli fayda sağlar’’ dedi.

“Müfredatın güncellenmesi şart”
Müfredatın 4-5 yılda bir güncellenmesi gerektiğinin altını çizen Ünal, açıklamasına şöyle devam etti:
‘‘Programların çok sık değiştiği eleştirileri yer alıyor. Ben bunların 4-5 yılda bir zaten değişmesi gerektiğini düşünüyorum. Dolayısıyla güncelleme şart. Bizim eğitim sistemimizi 4*3 sistemi. Her dört yılda bir mezunları değerlendirip programda yenileme şart. Bu dört yılda tabi sadece mezunlara bakarak değil hem toplum, hem birey hem de yapılan genel değişikliklerin içinde bulunduğu bir güncellemenin sisteme yansıması gerekiyor. Yoksa biz 21. yüzyılda gelecekte önemli yerlerde olacak toplumumuzu oluşturacak gençlerimizin eğitimlerini de eksik bırakmış oluruz. Bu hataların, eksikliklerin giderilmesi için şimdiden bazı adımların atılması gerekiyor. Bu adımlar için en önemli nokta nedir, tabi ki eğitim.”
Ortaya konulan müfredatın taslak müfredat olduğunu ifade eden Ünal, ‘‘Şimdi ortaya konan müfredat taslak müfredat. Kesin olacak bir şey yok. Milli Eğitim Bakanlığı belli bir sürece kadar programda yer alan bilgiler için tüm eğitim kadroların görüşünü istiyor. Tüm paydaşların görüşleri alınıyor. Kim bunlar, birey olabilir, basın olabilir, sivil toplum olabilir, eğitim sendikaları olabilir, veliler olabilir, öğrenciler de olabilir. Bunlar daha kapsamlı düşünülebilir. Herkesin görüşü alındıktan sonra taslağın son şeklini alması bence çok önemli. Son dönemle gelişen güncel olayların programlar içinde yer almasıyla öğrencilerimizin bugünleri gelecekte de unutmamasını sağlayacak. Çünkü çok önemli badireler atlattık. Cumhuriyet tarihinde yaşanan en önemli badireleri gençlerimizin zamanla unutmaması için hatırlaması, öğrenmesi gerekiyor. Bilime önem vermeliyiz. Biz neye bakacağız 4 ya da 5 yıl sonra bakacağız, ne oldu neyi değiştirdik, niye değiştirmek istedik. Eksik taraflarımızı görüp aksaklıkları ilgili birimlere iletmek çok önemlidir. Bu bir program deşikliği değildir gözden geçirmedir, elbette aksaklıkları gözden geçireceğiz” şeklinde konuştu.

Doç. Dr. Dilci: "Ortaya konan müfredatın toplumun tüm kesimini kucaklayacak olması oldukça önemli”
Sivas Cumhuriyet Üniversitesi (CÜ) Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Tuncay Dilci de, müfredat değişikliği ile ilgili olarak müfredatta değerler konusunun merkeze alınmasının oldukça önemli olduğunu, devlet eliyle inanç ve değerlerin aktarılmasının doğru bir karar olduğunu söyledi. Doç. Dr. Tuncay Dilci, yapılan değişiklikleri olumlu karşıladıklarını belirterek, "Müfredat ile ilgili çok detaylı içeriğinde ne var bilemiyoruz ancak müfredatın oldukça olumlu yönlerini gözlemledik. Bu da bu zamana kadar ihmal edilmiş olan değerler konusunu merkeze alması veya çocuk kimliğinin oluşması için benlik ve topluma karşı aidiyet duygularının bir müfredat etrafında toplanarak resmi bir şekilde verilmesi amaçlanmıştır. Doğru bir yaklaşımdır. Burada bazı konular az verildi, çok verildi gibi söylemler var ancak biz bunların detayını bilememekle beraber yakın zamanda tarihsel yazılım olarak çocukların zihnine yazılacak olan darbe girişimi, 28 Şubat süreci gibi konuları farklı açıdan ele alıp çocuklara aktarma ve bu anlamda medya okur yazarlığının dile getirilmesi de olabilir. Yine bu ortaya konan müfredatın toplumun tüm kesimini kucaklayacak olması oldukça önemli, bu konuya önem verdiklerini görüyoruz" dedi.

"Evrimin müfredattan çıkarılması doğru bir karar"
Post pozitivizm ya da post modernimiz denilen bir dönemde yaşandığını ifade eden Dilci, "Artık bilimi de buna göre gerçekleştirmek lazım. Bilimin gözle görünmeyen kısımlarını da ele almak gerekir. Bu yönüyle de doğru bir yaklaşım olduğunu düşünüyorum. Pozitivizmin ortaya koyabileceği yaklaşımlarda para psikolojinin de ele alınması ve insanların düşünsel dimağına hitap edebilecek bir takım zihinsel yazılım kodlarına hitap edebilecek program çerçevelerinin dikkatlice ve hassas noktada ele alınması gerektiğini düşünüyorum. Program genel anlamıyla müfredat içeriği olarak bu hedefleri doğru ve sağlıklı bir şekilde gerçekleştirilebilirse içerik olarak güzel. Tabi ki ufak tefek düzeltmeler yapılabilir. Keskin söylemlerden biraz kaçınmak gerekir. Toplumsal barış adına bu söylemler özellikle inanç ritüelleri, biçimleri şeklinde değil bir davranış ve bakış açısıdır. İnanç dediğimiz zaman din orijinli olarak büyük ve kapsamlı bir kavramdır. Dolasıyla inanç biçimi değil de tutum ve davranış sorunu olarak görünen bazı düşünceleri dolasıyla evrim konusu müfredattan çıkarılmış. Evrim bir din ve inanç biçimi değildir. Dolasıyla tutum, davranış ve bakış açısını paradigmayı ifade eder. Evrim bir teoridir. Teori de kuramsallaşmamış, yasalaşmamış olduğu için bir bilimmiş gibi müfredatta olması doğru değildir. Bu anlamda ben evrim konusunun müfredattan çıkarılmasını doğru buluyorum. Başka türlü mecralarda tartışılabilir, konuşulabilir" diye konuştu.
Müfredatın ufak tefek eksiklikleri olsa da doğru bir yaklaşım olduğunu aktaran Dilci, "İnşallah muvaffak olur ülkemiz için, vatanımız için hayırlı, uğurlu olur. Burada asıl Türk kültürünün, Türk dinamizminin bakış açısının İslami geleneklerimizle bütünleşmiş olması ve bunu yansıtması, ki her ülke kendi yetiştireceği çocuklara aktarmaktadır. Bir Hristiyan da başka bir ülkede kendi milli ahlak anlayışını, kültürünü, inançlarını aktarma durumundadır. O halde bizim de inanç ve değerlerimizi sağlık bir şekilde devlet eliyle aktarmamız kadar doğal bir şey yoktur. Bu da çok önemlidir. Yapılan değişiklikleri olumlu buluyorum. Doğru olduğuna inancım tamdır" şeklinde konuştu.
Bunlar Da İlginizi Çekebilir
İstanbul Sıcaklıklar artıyor, astım hastaları dikkat Yurdun büyük bölümünde baharın gelişiyle birlikte hava sıcaklıkları da artış göstermeye başladı. Sıcaklık artışına bağlı olarak lodosun hakim olduğu bölgelerse astım hastalarını olumsuz etkilendiğini söyleyen Medicana Sağlık Grubu Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Hacer Ofluoğlu, astım hastaları için uyarılarda bulundu. Lodosun etkili olduğu dönemlerde havanın insan sağlığı üzerindeki etkisi de değişiyor. Hava sıcaklığının artmasının, nem oranının ise azalmasının astım hastalarını olumsuz etkilediğini belirten Medicana Çamlıca Hastanesi Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Hacer Ofluoğlu, ataklar halinde ortaya çıkan bir hastalık olan astımın görülmesinde mevsimsel özelliklerin de etkili olduğunu söyledi. Astımın ilkbahar ayları içerisinde bulunduğumuz bu günlerde ani atak şikayetlerini artırdığını ve özellikle bu hastalarda durumun daha kritik sonuçlar doğurduğunu ifade eden Uzm. Dr. Hacer Ofluoğlu, hastaların yaşadığı sıkıntıları şu şekilde açıkladı: “Alınan havayı hava keseciklerine ileten soluk borusunun daralması sonucu ortaya çıkan astım, ataklar halinde kendini gösterir. Hastaların doktora başvurma nedeni genellikle nefes darlığı, kuru öksürük krizleri, nefes alıp verme sırasında ıslık sesine benzer bir ses duyulması ve göğüste sıkışma hissidir. Atak olmayan zamanlarda ise astımın herhangi bir belirtisi görülmez. Özellikle alerjik reaksiyonlara bağlı astımın teşhisi için akciğer grafisi ve solunum fonksiyon testi sonuçlarından yararlanılmaktadır. Bununla birlikte eğer doktorunuz gerekli görüyorsa teşhis için alerji testlerine de başvurabilmektedir.” Sabah saatlerinde pencereler açık tutulmamalı Genetik faktörlerin yanı sıra çevresel faktörlerin de hastalığın ortaya çıkmasında etkili olması mevsimsel geçiş dönemlerindeki şikayetleri artırdığını belirten Dr. Hacer Ofluoğlu, “Özellikle polen alerjisi olanların böyle havalarda kendilerini daha iyi korumaları gerekmektedir. Polenlerin yoğun olduğu saatlerde dışarı çıkmamalı ve açık havada spor yapılmamalıdır. Dışarıdan gelindiğinde burun ve gözler suyla yıkanarak yapışan polenler uzaklaştırılabilir. Saçlardan dökülecek olan polenleri solumamak için mümkünse her gece saçlar yıkanmalıdır. Sabah saatlerinde pencereler açılmamalı, ev öğleden sonra havalandırılmalıdır. Polen mevsiminde çamaşırların evin içinde kurutulmasını tavsiye ediyoruz. Otomobil ile seyahat ederken camlar kapalı tutulmalı ve aracın polen filtresi her ilkbaharda değiştirilmelidir” dedi. Düzenli tedavilerle astım kontrol altına alınabilir Astımın günümüzde tedavi ile kontrol altına alınabilen bir hastalık olduğunu belirten Uzm. Dr. Hacer Ofluoğlu, düzenli ilaç kullanımı ve hekim kontrolünün tedavide önemli bir faktör olduğunu söylüyor. Astımın temelde bir hava yolu hastalığı olması nedeniyle kullanılan ilaçların birçoğunun inhalasyon ile verildiğini ifade eden Dr. Ofluoğlu, tedavi sürecini şu şekilde açıkladı: “İlaç doğrudan hasta olan bölgeye yani hava yollarına gönderilir. Böylece çok düşük dozlarda bile yarar elde edilirken yan etkiler en aza indirilmiş olur. Astımda ilaç tedavisinin mantığına göre hastaların şikayetlerini tamamen giderebilecek en az ilaç dozu ayarlanmaya çalışılır. Tipik olarak hastalar ilk tedavi başladıktan sonra 1-3 ay içerisinde ve daha sonra her 6 ayda bir değerlendirilmeli, hastanın genel durumuna göre gerekirse bu değerlendirmeler daha sık yapılmalıdır.” Ülkedeki toz bulutu etkisinden korunun Türkiye’de birçok şehirde toz taşınımı nedeniyle hava kalitesinde yaşanan düşüşler de kişilerin sağlığını olumsuz yönde etkiliyor. Özellikle astım hastalarının sağlığını negatif yönde etkileyecek çöl tozu etkisinin bu hafta sonuna kadar sürdürmesi beklenirken Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Hacer Ofluoğlu; atmosferin hava kalitesini etkileyen kum ve toz fırtınasından etkilenmemek için astım hastalarının mümkünse bu günlerde dışarı çıkmamaları, evlerde pencereleri uzun süre açık bırakmamaları, dışarıda bulunulması gereken hallerde ise maske kullanmaları uyarısında bulundu.
Erzincan Büyükbaş hayvanlar kenelere karşı ilaçlanıyor Erzincan Tarım ve Orman İl Müdürlüğüne bağlı Hayvan Sağlığı, Yetiştiriciliği ve Su Ürünleri Şube Müdürlüğü ekipleri ahırlarda büyükbaş hayvanlarda kenelere karşı ilaçlama çalışmalarını sürdürüyor. Erzincan İl ve İlçe Tarım ve Orman Müdürlüğü ekipleri Kırım Kongo Kanamalı Ateşi (KKKA) hastalığına sebep olan kenelerle mücadele çerçevesinde il ve ilçelerde büyükbaş hayvanları ilaçlama çalışmalarını sürdürüyor. Kenelerden insanlara bulaşan KKKA hastalığına karşı devam eden ilaçlama çalışmaları ile hayvanlar üzerinde bulunan keneler etkisiz hale getirilerek hastalığı insanlara bulaştırmasının önlenmesi isteniyor. KKKA hastalığının, keneler tarafından taşınan bir virüsle oluşan ateş, halsizlik, iştahsızlık, kas ağrısı, baş ağrısı, bulantı, kusma, ishal ve ağır vakalarda kanama gibi semptomlar ile seyrederek ölümlere neden olabilen zoonotik (hayvanlardan insanlara bulaşan) karakterli bir enfeksiyon hastalığı olması nedeniyle bölgede büyük öneme sahip. Türkiye’de 2002 yılından itibaren görülmeye başlayan ve önemli bir halk sağlığı sorunu haline gelen Kırım Kongo Kanamalı Ateşi hastalığına neden olan kenelere karşı il genelinde tüm büyükbaş hayvanların tamamına yakını ilaçlandı. Erzincan İl Tarım ve Orman Müdürlüğü’nde görevli veteriner hekimler, teknikerler ve teknisyenler tarafından uygulanan ilaçlama vatandaşı memnun ederken geri kalan hayvanların ilaçlanma çalışmalarının ise Kurban Bayramı öncesinde bitmesi hedefleniyor. Erzincan İl Tarım ve Orman Müdürlüğü Hayvan Sağlığı Yetiştiriciliği ve Su Ürünleri Şube Müdürü Veteriner Hekim Yunus Koç ilaçlama çalışmalarında sona gelindiğini belirterek, “Bahar aylarının gelmesiyle birlikte, yetiştiricilerimiz hayvanlarını otlağa çıkarmaya başladı. Otlağa çıkan hayvanlarda kene yapışması görülmekte. Bu kenelere karşı ilaçlamak için Tarım ve Orman İl Müdürlüğü olarak ilimizde ki büyükbaş hayvanların tamamına yakınına ilaçlama çalışması yapmış bulunmaktayız. Kalan kısmını ise Kurban Bayramı öncesi tamamlamayı planlamaktayız. Ayrıca, yetiştiricilerimize kenelere karşı bilgilendirme çalışması yaparak kişisel tedbirlerin alınması konusunda uyarılarda bulunmaktayız” dedi. Akyazı Mahallesinde hayvan yetiştiriciliği ile uğraşan Ahmet Kılıç, her sene Tarım ve Orman Bakanlığından gelen ilaçları kullandıklarını söyleyerek ekiplere teşekkür etti. Bir başka büyükbaş hayvan yetiştiricisi Şahin Kılıç ise, “Yaz mevsiminin yaklaşmasından dolayı özellikle meralara hayvanlarımızı çıkarıyoruz. Meralarda da kene oldukça fazla bulunmaktadır. Özellikle Tarım ve Orman İl Müdürlüğü ekiplerinin getirdikleri kene ilaçlarını kullanarak bunlara önlem almaya çalışıyoruz. Özellikle hayvanların meme kısımlarında çok oluyor. Bizler de kendimiz kenelerden korunmak için çizme giyiniyoruz, açık renk elbise giyiniyoruz” ifadelerini kullandı.
Adana Ermeni katliamı izleri 104 yıldır duruyor Adana’da Ermeniler tarafından 1920 yılında Camili köyü basılarak 500 Türk’ün katledilmesinin izleri bir çiftlikte hala dün gibi duruyor. Ermeni Diasporası 24 Nisan’ı "sözde Ermeni soykırımı" diye ilan etse de Adana’nın bir çok yerinde Ermenilerin yaptığı katliamların izleri görünüyor. Bunlardan biri de Yüreğir ilçesine bağlı Camili Mahallesinde 1920 yılında meydana geldi. Kayseri’den Adana’ya doğru inen sayıları yaklaşık bin Ermeni silahlı komitacılar, 15 Haziran 1920 yılında Adana’nın Camili köyüne saldırdı. Kadın, çocuk, yaşlı demeden herkesi kurşuna dizen silahlı Ermeniler, son kale olan Camili çiftliğinde katliam yaptı. Kapıları, duvarları ve çiftliğin ortasında yer alan tulumbayı kurşun yağmuruna tutan silahlı Ermenilerin kurşun izleri hala çiftliğin kapı ve duvarlarında yer alıyor. 19. yüzyılda yapılan ve hala ayakta olan bu tarihi çiftlik Ermeni mezaliminin izlerini taşımaya devam ediyor. “Kadın, çocuk ve hayvanları yukarıda ki mağaralara saklamışlar” Tarihi Camili Çiftliğinde yaşayan Abdullah Özdemir, o dönem de köyün yaşadığı olayları anlatırken şu ifadelere yer verdi; “Ermeniler 1920 yılında Kilikya bölgesi, yani bu bölgede topladıkları insanları buraya, Camili çiftliğine yığmışlar. Kaçan kadın, çocuk ve hayvanlar yukarıda ki mağaralara saklanırken erkekler çiftliğin içerisinde kalmışlar. Bazı bilgilere göre katledilen Türk sayısının 500’ü aşkın olduğu söyleniyor. Silahlı Ermenilerin bıraktığı mermi izleri hala kapı ve içeride yer alan Osmanlı armasında kendini gösteriyor. Türkler gelen Ermeniler tahılları yağmalamasın diye çiftliğin içerisinde kuyularda tahıllarını saklamışlar. Geçmişte burada çok büyük bir katliam yapılmış”. “1920 yılında Ermeni çeteleri katliam yapmıştır” Ermeni çetelerin Kayseri’den aşağıya inerek ne var ne yok her yerde katliam yaptıklarını ifade eden Özdemir, 1920 yılında çor çocuk demeden silahlı Ermeni çeteleri Kayseri’den bu tarafa doğru ne var ne yok toplayıp, buldukları yerde katliam yaparak buralara kadar gelmişlerdir” dedi