GENEL - 20 Temmuz 2018 Cuma 15:32

Üniversite ‘mor patates’ geliştirdi

A
A
A
Üniversite ‘mor patates’ geliştirdi

Niğde Ömer Halisdemir Üniversitesi Ayhan Şahenk Tarım Bilimleri ve Teknolojileri Fakültesi Dekanı Prof.

Niğde Ömer Halisdemir Üniversitesi Ayhan Şahenk Tarım Bilimleri ve Teknolojileri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mehmet Emin Çalışkan, mor patates geliştirdiklerini ve yakın bir zamanda farklı renklerdeki çeşitlerinde üretim izni almayı hedeflediklerini söyledi.


Ayhan Şahenk Tarım Bilimleri ve Teknolojileri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mehmet Emin Çalışkan, yaptığı açıklamada mor patates geliştirdiklerini belirtti. Mor patatesin diğer patateslere göre antioksidan oranının yüksek olduğunu ifade eden Çalışkan, kırmızı, pembe gibi farklı renklerde patates geliştirme çalışmalarının da devam ettiğini söyledi. Çalışkan, "Niğde Ömer Halisdemir Üniversitesi Ayhan Şahenk Tarım Bilimleri ve Teknolojileri Fakültesi olarak patates ıslahı konusunda çok yoğun ve kapsamlı çalışmalar yapıyoruz. Çok sayıda lisansüstü öğrencimiz burada yüksek lisans ve doktora tezi yürütüyorlar. Biz patateste özellikle kurağa toleranslı, yüksek sıcağa toleranslı, sanayilik kullanıma uygun yerli çeşitleri geliştirmeye çalışıyoruz. Her yıl yaklaşık 100 bin tane yeni melez bitki elde ediyoruz. Daha sonra bu elde ettiğimiz melez tohumları burada küçük saksılara ekerek, onlardan yumru üretimi yapıp ıslah sürecini başlatıyoruz. Bu süreç yaklaşık 12 yıl süren bir süreç. Son yıllarda popüler olan özellikle fonksiyonel ve sağlıklı gıdaların gittikçe daha popüler olduğu günümüzde biz de patateste bu anlamda bir fark yaratma amacıyla çalışmaya başladık renkli patates ıslahıyla, çeşit ıslahı konusunda. Bu anlamda da ilk ürünlerimiz olan özel sektörle birlikte geliştirdiğimiz mor etli çeşidimizi geçen yıl tescil amacıyla Tarım Orman Bakanlığına başvurusunu yaptık ve ilk değerlendirme sonucunda da çeşidimize bakanlık tarafından üretim izni verildi ve çeşidimizin ismi ‘ilk mor’ olarak bakanlık kayıtlarına geçti. Bu Türkiye’deki ilk mor renkli çeşidi geliştirdiğimizi de aslında öne çıkarmak, vurgulamak amacıyla da böyle bir isim koyduk. Gerçekten dünyanın çeşitli ülkelerinde kırmızı, mor et rengine sahip patateslerin geliştirildiğini görüyoruz. Türkiye’de ise ilk defa özel sektörle birlikte fakültemizin yapmış olduğu çalışma sonucunda böyle bir çeşit geliştirilmiş oldu. Bu nedenle de ismini ilk mor koyduk. Bunun dışında kırmızı, pembe gibi değişik renklerde patates konusunda çalışmalarımız devam ediyor. Çok yakın bir zaman içerisinde de farklı renklerdeki çeşitlerinde tescil başvurusunu yaparak üretim izni almayı hedefliyoruz’’ dedi.



"Daha sağlıklı bir gıda üretimini hedefliyoruz"


Renkli patateslerin çok daha sağlıklı olduğunu ifade eden Prof. Dr. Mehmet Emin Çalışkan, lezzet farkının çok olmadığını da söyledi. Çalışkan, "Aynı türe ait bitkiler bunlar. Sadece renk açısından farklı, bu da doğal olarak patatesin anavatanı Peru’da patates yaklaşık 10 bin yıldır yetiştiriliyor ve çok farklı genetik kaynaklar var. Çok zengin bir genetik çeşitliliğine sahip Peru, Ant Dağları. Burada bulunan renkli patatesleri getirerek normal herhangi bir suni müdahale yapmadan klasik ıslah yöntemleri dediğimiz melezleme ıslahıyla bu renkli çeşitleri diğer ticari çeşitlerle melezleyerek bu şekilde renkli et rengine sahip çeşitleri geliştiriyoruz. Bunların en büyük özelliği antioksidanlar açısından çok zengin olması. Karotenoidler (biyolojik pigment) açısından zengin olması. Biliyorsunuz bu renkler ve antioksidan maddeler ve karotenoidler tarafından kazandırılıyor. Yüksek antioksidan içermesi nedeniyle insan sağlığı açısından olumlu etkileri artık herkes tarafından biliniyor. Patateste de bu şekilde renkli patatesler geliştirilerek daha sağlıklı bir gıda üretimini hedefliyoruz’’ şeklinde konuştu.


Çalışkan, "Lezzet farkı bu biraz tabii, damak tadıyla da alakalı ama patatesten çok farklı bir tat yok açıkcası. Yine patates tadı var ama aromada renkten kaynaklanan bir farklılaşma var normal patatesten ama kesinlikle rahatsız edici bir renk değil. Zaten bunun tüketimi de, kullanımı da dünyada gittikçe yaygınlaşmakta. Sağlık açısından çok daha sağlıklı bir patates çeşidi’’ dedi.

Bunlar Da İlginizi Çekebilir
Adana Yusuf Şimşek; "Tek isteğim polis ya da asker olmak ancak, okumak yerine tarlada çalışıyorum" Tarım işçilerinin çocukları okumak yerine anne ve babaları gibi tarlada çalışmak zorunda kalıyor. Bu çocuklardan 14 Yaşındaki Yusuf Şimşek, okuyup polis ya da asker olmak istediğini söyledi. Uçsuz bucaksız tarım arazilerine sahip Adana’ya her sene binlerce işçi başka kentlerden geliyor ve tarıma istihdam sağlıyor. Şanlıurfa’dan Adana’ya gelerek tarım sektöründe çalışan tarım işçileri, okul çağındaki çocuklarıyla birlikte yaz kış demeden tarlalarda hasat yapıyor. Tarlalarda kurdukları çadırlarda barınan ve tarım sektörüne ciddi şekilde katkı sağlayan Şanlıurfalı tarım işçileri, çocukları da okula gitmek yerine tarlada çalışıyor. Tarlalarda aileleriyle birlikte çalışan çocuklar ise okumak istediklerini ve hayalleri olduğunu söyledi. "Okusam asker ya da polis olurdum" Ailesiyle birlikte tarlada çalışan çocuklardan Yusuf Şimşek (14), "Okula gitmiyorum. 5 yıl önce okulu bıraktım. Yazmayı biliyorum, okumayı bilmiyorum. Günlük 50-60 lira kazanıyorum. Yaşım büyüdükçe para artacak. Ailecek burada çalışıyoruz. Küçük kardeşim var 4 yaşında. O da okula gitmiyor ama ben büyüyünce okula gidip onu okutacağım. Soğan bitince portakala gideceğiz sonra karpuza gideceğiz. Nerede iş varsa oraya gideceğiz. Okusam ya asker ya polis olurdum. Şimdi tarım işçisi oldum" dedi. "Çocuklar okuma gitmek istiyor" Tarım işçilerinin elçisi Gülçin Hanter, “Çocuklar okula gitmiyorlar. Biz bunun mücadelesini veriyoruz. Çocukları aileler kendileriyle birlikte süründürüp getiriyor. Bu çocuğu çadırda bıraksa suya girer sonrada boğulur. Bizim Çukurova bir iş alanıdır. Çukurova’da tarım işçileri için barınma alanları istiyoruz. Eğitim alanı olsun ve çocukları güvenle bırakabilelim istiyoruz. Bu aileler 4-5 ay daha kalacaklar. Çocuklar okuma gitmek istiyor” ifadelerini kullandı. 9 çocuğuyla birlikte tarlaya çalışmaya gelen Eyüp Yörük, “Çocuklarımla birlikte burada çalışıyoruz. Biz Şanlıurfa’dan buraya geldik. Biz tatildeyiz şuanda. Çadırda kalıyoruz. Çocuklar okula gitmiyor. Göndermek istiyoruz ama gönderemiyoruz. 8 tane çocuğum var gitmiyorlar okula” diye konuştu.
Çanakkale Çanakkale Kara Savaşları’nda broşürle propaganda savaşı Çanakkale Kara Savaşları’nda çetin mücadeleler yaşanırken, her iki taraf bir yandan da broşürlerle propaganda savaşı verdi. Öğretim Üyesi Dr. Mithat Atabay, "Savaş sırasında özellikle İngilizlerin Osmanlı askerlerine din vurgusu yaparak asıl Müslümanlığı kendilerinin koruduğunu, kendilerinin Müslümanlığın gelişmesi için çaba sarf ettiklerini belirten broşürler attıkları görülmektedir. Özellikle Osmanlı askerlerine eğer teslim olurlarsa çok iyi bir şekilde yaşayacakları, iyi beslenecekleri konusunda propagandalar yapıldığı görülmektedir. Hatta uçaktan atılan propaganda metinlerinde şişman bir İngiliz askeri ile zayıf Osmanlı askerini çizilmiş şekilde gösteren broşürlerle karşı karşıya kalıyoruz" dedi. 109 yıl önce dünya harp tarihine ‘son centilmenler savaşı’ olarak geçen Çanakkale Kara Savaşları’nda Türk ve İngiliz askerleri silahlı mücadelenin yanında propaganda savaşıyla da karşı karşıya kaldı. Savaş sırasında her iki tarafta da sayısız propaganda broşürleri ve yöntemleri kullanıldı. Gelibolu Yarımadası’ndaki şiddetli Çanakkale Kara Savaşları sırasında Türkçe ve İngilizce metinlerin yer aldığı propaganda broşürleri siperlere hem uçaklardan hem de gönüllü askerler tarafından atıldı. Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) İnsani ve Toplum Bilimleri Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Mithat Atabay, Çanakkale Kara Savaşları’nda propaganda savaşının askerlere etkilerini anlattı. Çanakkale’de Kara Savaşları’nın 25 Nisan 1915 tarihinde başladığını belirten Öğretim Üyesi Dr. Mithat Atabay, "Burada özellikle Anzakların buraya gelmesi ile ilgili olarak daha hemen savaş başlar başlamaz İngiltere Krallığı, Avustralya ve Yeni Zelanda’dan asker almaya karar verdi. Oraya gönderdiği emirnameler çerçevesinde oradaki gençleri askere çağırdı. Bu askere çağırma sırasında özellikle o gençlerin Avrupa’ya gidecekleri ve Avrupa’yı görecekleri, orada yaşayacaklarına da dem vuruldu. Pek çok insan oralar ıssız olduğu için ve oradaki yaşamdan kurtulmak için savaşa gönüllü olarak yazıldılar ve hatta orada tarımsal alanda çalışacak insan konusunda büyük zafiyet çekildi. Anzaklar Mısır’a geldiler, orada eğitim yapmaya başladılar. Bu eğitim sırasında özellikle Doğu’nun ve Osmanlı Cihan Devleti’nin elinde bulunan Şam, Bağdat, Kudüs, İstanbul gibi şehirlerin Doğu’nun gizemli şehirleri olduğu, oradaki yaşam biçimlerinin çok farklı olduğuna vurgu yapılarak, onları cezbedecek şekilde propaganda yapıldığı görülmektedir. 25 Nisan tarihinde Kara Savaşları’nın başlaması ile birlikte Anzak askerleri özellikle ilk önce Mondros‘a geldiler, oradan da Gelibolu Yarımadası‘na sevk edildi. İşte o zaman savaşın gerçek yüzüyle tanışmış oldular. 25 Nisan tarihinde savaşın birinci günü Anzak askerleri çetin bir direnişle karşı karşıya kaldılar. Ve savaş sırasında özellikle propaganda çok dikkat çekici oldu. Bu propaganda içerisinde özellikle cepheye gönderilen dergiler, mecmualar, gazeteler propagandada bir araç olarak kullanılmıştır. Ayrıca savaş sırasında özellikle İngilizlerin Osmanlı askerlerine din vurgusu yaparak asıl Müslümanlığı kendilerinin koruduğunu, kendilerinin Müslümanlığın gelişmesi için çaba sarf ettiklerini belirten broşürler attıkları görülmektedir. Özellikle Osmanlı askerlerine eğer teslim olurlarsa çok iyi bir şekilde yaşayacakları, iyi beslenecekleri konusunda propagandalar yapıldığı görülmektedir. Hatta uçaktan atılan propaganda metinlerinde şişman bir İngiliz askeri ile zayıf Osmanlı askerini çizilmiş şekilde gösteren broşürlerle karşı karşıya kalıyoruz. Türk askerlerinin mesela 2 Mayıs tarihinde yaptıkları taarruz sırasında ceplerinde fındık, fıstık, kuru üzüm gibi kendilerinin aç kalmadığını, hatta bu kadar güzel yiyecekler yediklerini gösteren gıdaları da ceplerine sokarak taarruz yaptıkları görülmektedir” dedi. Çanakkale Savaşları’nda özellikle siper savaşları olduğu dönemde başka askerlerin Türk dilini kullandığını ifade eden Atabay, şöyle devam etti: “Özellikle Ermeni askerlerinden yararlanıldığı görülmektedir. Türkçe’yi kullanarak Türklere seslendikleri, hatta ezan okudukları ve ezan okunuyor diyerek ortaya çıkan Türk askerini özellikle şehit ettikleri görülmektedir. Buna karşılık da Türk askerleri çeşitli hücumlar yaparak özellikle bu propagandayı ortadan kaldırmaya çaba sarf ettiler. Ayrıca o dönemde çıkan çeşitli gazeteler ve broşürler vasıtasıyla da bu propagandaya büyük önem verildiği ve resmi tebliğler yayınlayarak savaş meydanındaki gerçek olayla halkın bilgilendirmesi konusundaki metinler arasında büyük farklılıklar görüldüğü anlaşılmaktadır. Bu metinler içerisinde Sarıkamış yenilgisi sonrasında ve Erzurum’un düşman işgaline geçmesi konusunda yayınlanan bir tebliğde, Enver Paşa Osmanlı askerinin Erzurum’un doğusundan Erzurum’un batısına geçtiğini belirterek, yeni bir savunma kurulduğunu ifade etmektedir. Halbuki bunun Türkçe karşılığı Erzurum düştü demektir. O yüzden halkı yanıltıcı bilgilerin de yer aldığı bu propaganda sırasında görülmektedir.”