’Karşılıksız çek’te hapis cezasının kaldırılması halinde; çeke olan güvenle birlikte ticari hayatın istikrarının da olumsuz etkileneceğini düşünen hukukçular, Türkiye’de cebri icranın etkinliğini zayıflatan düzenlemeler yapıldığı görüşünü savundu.
5941 sayılı Çek Kanunu’nda ’karşılıksız çek’ ile ilgili olarak öngörülen hapis cezasının kaldırılmasına yönelik sürdürülen çalışmalar, hukukçuları da harekete geçirdi. Nizam Hukukçular Derneği ile Genç Hukukçular Derneği Adana şubelerince ortaklaşa düzenlenen çalıştaşta konu tüm yönleriyle masaya yatırıldı. 3 gün süren çalıştayda ortaya çıkan sonuçlarsa hazırlanan bir bildiriyle kamuoyuyla paylaşıldı.
“CEBRİ İCRANIN ETKİNLİĞİNİ ZAYIFLATAN DÜZENLEMELER YAPILIYOR”
Nakit paradan sonra en güvenilir, en yaygın ve en fonksiyoner ödeme aracının çek olduğuna dikkat çekilen bildiride; çekin bu özelliğinin devamının sağlanması için mevzuatta çeke adeta ’özel zırh’ giydirildiği yorumu yapıldı. Türkiye’de mütemadiyen cebri icranın etkinliğini zayıflatan düzenlemelerin yapıldığı eleştirisi yöneltilen bildiride, şu ifadelere yer verildi; “Sosyal devlet, iyi niyetli mağdurların gerçekçi mağduriyetlerini elbette önlemek zorunda. Ancak hukuk devleti de alacaklıların, alacaklarına kavuşmalarını temin etmek mecburiyetinde. Tahsil edilemeyen her alacağın, alacaklıyı da borçlu/mağdur ve hatta müflis durumuna düşürdüğü/düşürebileceği dikkate alınmalı.”
“DÜZENLEME ’ADALET MÜLKÜN TEMELİDİR’ ANLAŞINI ZEDELER”
Ceza uygulamasının kaldırılmasının, sesi gür çıkan borçlunun kurtarılması ve fakat alacağını tahsil edemeyen alacaklının mağduriyetiyle baş başa bırakılmasının yanında eşitlik ve teşebbüs hürriyeti ile de çelişen bir durum olduğu savunulan bildiride; karşılıksız çıkan çeklerin bedelinin ortalama sadece yüzde 5’nin kar olduğu; gerisinin alacaklı hanesine zarar olarak yazıldığının da unutulmaması gerektiği vurgulandı. Her gözyaşının bir mağduriyet belirtisi olmadığı kaydedilen açıklamada; “Alacak borç ilişkilerinde çok azı gerçek mağdur olan borçlular sebebiyle geneli kapsayacak düzenlemelerin yapılması ’adalet mülkün temelidir’ anlayışını zedeleyeceğini düşünüyoruz. Alacağını tahsil edemeyen ve bu sebeple ekonomisi sarsılan tacirlerin hukuk dışı yolları da kullanılabilir tercihler arasında görebilecekleri ve kamu düzeninin bozulacağı da kaygıyla değerlendirilmiştir” ifadesine yer verildi.
“HUKUK DEVLETİ ESNETİLMEMELİ SOSYAL DEVLET GÜÇLENDİRİLMELİ”
Gerçek mağdurların mağduriyetinin, hukuk devletini esneterek değil, sosyal devletin etkinleştirilerek sağlanmasının, ticari ve sosyal hayatın istikrarı açısından olumlu olacağına dikkat çekilirken, cebri icra hukuk yollarının etkinliği ve caydırıcılığının arttırılması, bunun yanında iyi niyetli borçluların mağduriyetini azaltacak sosyal ve ekonomik destekler değerlendirilmesi önerisi gündeme getirildi.
Yaşanan sorunun çözümünün de paylaşıldığı bildiride; “Her bir çekin umut ve hatta dayanak olarak görülerek alış-veriş yapıldığı ticari hayatta; bankaların çek defteri verirken titiz davranmadıkları ve fakat kredi verirken olabildiğince titiz davrandıkları herkesin malumu. Tıpkı kredi kartında olduğu gibi; alacaklıları, borçluları ve ticari hayattaki dengeyi korumak için bankaların çek defteri verirken daha dikkatli olmalarını mecbur kılacak seviyede bankaların, çekten kısmen veya tamamen sorumlu olabilecekleri kişinin ya da şirketin gelirine göre belirlenmiş bedeldeki çek defterlerinin verilmesi ve sair etkili çözümlerin tartışılmasının faydalı olacaktır” yorumuna yer verildi.
“YAPILMAK İSTENEN DÜZENLEMELER BİZİ KAYGILANDIRIYOR”
Bildiride şu görüşlere yer verildi; “Karşılıksız çek ceza yargılamasında, sanığın kötü niyetli olmadığını savunma sebebi olarak kullanabileceği ve mahkemelerin bu savunmayı açıklığa kavuşturmasını sağlayacak düzenlemeler yapılabileceği görüşü bazı üyelerimiz tarafından olumlu bulunmuştur. Bildirideki hususların çalışan, didinen, çocuklarının rızkını mal varlığını ticaretine yatıran, emek harcayan, yanında işçi çalıştıran küçük veya büyük esnaf, tacir, iş adamı, sanayici ve bütün ticaret erbabının birbiri arasındaki hukuki süreçlerde bazen borçlu ve bazen de alacaklı vekilliği yapmış hukukçular olarak değerlendirildiğini ve toplumumuzun konunun niteliğini bilen kahir ekseriyetinin bu kaygılarımızı paylaştıklarını hatırlatıyoruz.”