EKONOMİ - 12 Temmuz 2019 Cuma 18:06

Diyarbakır-IKBY dış ticaret çalıştayı düzenlendi

A
A
A
Diyarbakır-IKBY dış ticaret çalıştayı düzenlendi

Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası (DTSO) ve Diyarbakır Organize Sanayi Bölge (OSB) Müdürlüğü işbirliğiyle Diyarbakır-IKBY dış ticaret çalıştayı düzenlendi.

Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası (DTSO) ve Diyarbakır Organize Sanayi Bölge (OSB) Müdürlüğü işbirliğiyle Diyarbakır-IKBY dış ticaret çalıştayı düzenlendi.


Bir otelde düzenlenen çalıştaya DTSO Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Kaya, Organize Sanayi Bölgesi (OSB) Yönetim Kurulu Başkanı Aziz Odabaşı, Erbil Ticari Ataşesi Zihni Tuğrul, Erbil Gümrük Ataşesi Ersoy Cete, GAİB Koordinatör Başkanı Fikret Kileci, İpekyolu Gümrük ve Dış Ticaret Bölge Müdürü Yalçın Özden, Habur Gümrük Müdürü Ali Gökdemir, Eximbank Bölge Müdürü Metin Çelik ve çok sayıda iş insanı katıldı. Çalıştayda açılış konuşmasını yapan DTSO Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Kaya, sıkıntıların büyük ölçüde azaldığını kaydederek Diyarbakır’ın yıllık ihracatının yaklaşık 200 milyon lira olduğunu belirtti. Kaya, "Bazı şirketlerin çeşitli nedenlerle ihracatını Mersin ve İstanbul başta olmak üzere diğer illerden yapıyor. Diyarbakır ve çevre illerden yapılan ihracatın yüzde 65’inin Irak’a gerçekleştirildi. Geçen yıl Irak’a ihracatta özellikle sınır kapısında sıkıntılar yaşanıyordu. İpekyolu Gümrük Bölge Müdürlüğü yetkililerinin yoğun çabası sayesinde sıkıntılar büyük ölçüde azaldı" dedi.



"Irak’ın en çok ithal ettiği kalemlerde payımız çok düşük"


Erbil Ticari Ataşesi Zihni Tuğrul ise, Irak’ın en çok ithal ettiği kalemlerde paylarının çok düşük olduğunu kaydetti. Tuğrul, “Irak’ın Türkiye ihracatı için büyük önem taşıyor, Irak’ta yaşanan siyasi istikrar ve çatışmaların bu ülkeye ihracatı etkiledi. Irak ekonomisinin petrole dayalı, petrol fiyatının yükseldiği dönemde ithalatta artıyor. Irak’ın günlük 4,5 milyon varil petrol üretimi yapıyor, Irak’ın IMF programı uygulaması nedeniyle bazı sıkıntılar yaşadı. Irak şubat ayından itibaren tek gümrük uygulamasına geçti. Irak’ın güneyine gidecek ürünlerde çifte verginin kalkması ihracatımızın artacağı yönünde sevindirdi ancak öyle olmadı. Gümrükler yükseldi, yerli üretim bahanesiyle bazı ürünlerin ithalatına yüksek vergiler getirildi. Irak ile bir ticaret anlaşması yapılması için Bakanlığımız ön çalışma yapıyor. Özellikle en büyük ihracat kalemimiz olan mücevherat. Bu kapsamda altın sektörü çok önemli. Dubai’de vergilerin yükseltilmesinden dolayı oradaki tüccarların Türkiye’ye geldiğini biliyoruz. Bunun avantajını ele geçirebiliriz" diye konuştu.


Çalışta daha sonra basına kapalı şekilde devam etti.

Bunlar Da İlginizi Çekebilir
Karabük Asırlara meydan okuyan cami hem minaresinin eğikliği hem de fevkani tarzıyla dikkat çekiyor UNESCO Dünya Miras Listesinde yer alan Karabük’ün Safranbolu ilçesinde 1796 yılında yapılan İzzet Mehmet Paşa Camii hem minaresinin eğikliği hem de fevkani cami tarzıyla dikkat çekiyor. 1743’de Safranbolu’da dünyaya gelen, kapı hasekiliği, Darüssaade Ağası yazıcılığı, darphane eminliği, şah sultan kethüdalığı, şehremini, tersane eminliği, vezirlik rütbesiyle Hanya muhafızlığı, Diyarbakir beylerbeyiliği, iç il sancak beyliği, Bender Kalesi muhafızlığı, Cidde valiliği, Boğaz Hisarı muhafızlığı, Mısır valiliği, Anadolu beylerbeyiliği ve sadrazamlık yapan İzzet Mehmet Paşa, memleketine de birçok görkemli eser kazandırdı. O eserlerden biri de yaklaşık 228 yıl önce yapılan kendi adının yer aldığı İzzet Mehmet Paşa Camii’dir. 1796’da Tarihi Çarşı içinde İstanbul’daki Nuru Osmaniye Camii’nin adeta küçük bir modeli olarak bilinen caminin içindeki mihrabının üzerinde Padişah 3. Selim’in tuğrası bulunuyor. Tamamen kesme taştan yapılan 2.5 asırlık caminin Akçasu Kanyonu’nun derin bir vadi oluşturduğu noktaya inşa edilmesi nedeniyle de minaresinin rüzgara karşı dayanıklı olması için eğik yapıldığı tespit edildi. İhlas Haber Ajansı (İHA) muhabirine konuşan Tarihçi-Yazar Mehmet Kütükçüoğlu, Safranbolu’nun 1196 yılında Türkler tarafından fethedildikten sonra hızlı bir şekilde mimari ve kültürel olarak da İslamlaşma ve Türkleşme sürecini tamamladığını belirtti. 1796 yılında inşa edilen İzzet Mehmet Paşa Cami’nin mimarisi, süslemeleri ve tarihi ilçeye getirdiği fevkani cami tarzıyla oldukça dikkat çektiğini belirten Kütükçüoğlu, “Bu caminin Safranbolu’ya yapılmasını sağlayan kişi Safranbolulu İzzet Mehmet Paşa’dır. Safranbolu İzzet Mehmet Paşa, Mısır Valiliği yapmıştır. Tabii ki görev durumundaki başarılarından dolayı sadrazamlığa kadar yükselmiştir. Tabii sadrazamlığı esnasında daha öncesinde kendisinin yine mescidinin olduğu bölgeye büyük bir cami yaptırmıştı. Safranbolulular bu camiyi has tarla olarak bilinen bölgeye yaptırılacağını bilmekle birlikte tabii karşı çıkmışlar. Tarihi Çarşı bölgesinde cami istemişler. Sadrazam da hemşehrilerini kırmamış ve Tarih Çarşı bölgesine bu camiyi imar ettirmiştir. 1795 tarihinde su kemeriyle birlikte camiyi yaptırma faaliyetlerine başlamış ve saraydaki ağlardan Ebubekir Ağayı 5 bin kuruş para, mimarları, ustabaşları, kalfalarıyla birlikte buraya göndermiştir. Hızlı bir şekilde mimarinin bitmesi için de Kastamonu mütesellimine görev vermiş ve inşaatı hızlı bir şekilde tamamlanmıştır” dedi. "Yüzde 0.5 derecelik bir eğikliği mevcuttur” Asırlık caminin konumlandırıldığı yer hakkında bilgi veren Kütükçüoğlu, “Cami Akçasu’dan gelen kanyonun derin bir vadi oluşturduğu noktaya inşa edilmiştir. Caminin altında derin bir kanyona yapılmış köprüler vardır. Altından kuzey güney doğrultusunda kanyonun devam ettiği noktaya, kıble yönüne konumlandırılmıştır. Ancak minaresi ise sağ kısmı yine kanyonun derin olduğu bir kısma konumlandırılacaktır. Coğrafi olarak zor bir bölgeye. Kuzeyden gelen rüzgarların da dirençli olduğu bir noktada camiyi ve minaresini daha kuvvetli kılmak için ustabaşı minareyi yapmaya başlamış ancak rivayet odur ki cami minaresinin rüzgara karşı kuvvetli olması için biraz eğik yapıldığıdır. Bu bilgiyi kayda geçiren yerel araştırmacılarımızdan Ünsal Tunç Özgür’dür. Daha sonra Ahmet Can isimli bir harita mühendisimiz Safranbolu Kaymakamlığına bir rapor veriyor ve eğikliğini ölçüyor. Yüzde 0.5 derecelik bir eğikliği mevcuttur” diye konuştu. "İki asrı aşkın bir yaşına rağmen geçirdiği depremlere rağmen tahribatı neredeyse göremiyoruz" “İzzet Mehmet Paşa Cami önemli bir vakıf eseridir” diyen Kütükçüoğlu, “Kitabeleriyle, çeşmeleriyle, kubbesiyle, mimarisiyle boyama, bezemeleriyle birlikte 1809 yılında bir restorasyon geçiriyor. 1890-1900 ve en sonunda 1990 yılında çeşitli yenilemeler, restorasyonlar gerçekleşiyor. İki asrı aşkın bir yaşına rağmen gerçekten geçirdiği depremlere rağmen tahribatı neredeyse göremiyoruz. Sadece 1990 yılındaki restorasyonunda caminin minaresi özellikle incelenmiş. Bazı kesme taşlarında dikey noktada çatlaklar görülmüş ancak minarenin sağlığına, sağlamlığına zarar vermemiştir. Kesme taştan, geniş duvarlı bir şekilde inşa edilen camimiz İzzet Mehmet Paşa’nın belki de Safranbolu’ya armağan ettiği en büyük camilerden ve en değerli eserlerdendir” ifadelerini kullandı.
Denizli PAÜ, MGK Genel Sekreteri Seyfullah Hacımüftüoğlu’nu ağırladı Pamukkale Üniversitesi (PAÜ) tarafından düzenlenen söyleşi programının konuğu Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri Vali Seyfullah Hacımüftüoğlu oldu. Söyleşi programı öncesinde Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri Vali Seyfullah Hacımüftüoğlu, Rektör Prof. Dr. Ahmet Kutluhan tarafından makamında ağırlandı. İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Şehit Piyade Teğmen Bekir Can Kerek Konferans Salonu’nda düzenlenen söyleşi programı PAÜ Rektörü Prof. Dr. Ahmet Kutluhan tarafından yapılan açılış konuşması ile başladı. Rektör Prof. Dr. Ahmet Kutluhan, yaptığı konuşmada şunları kaydetti: “Bugün Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri Sayın Seyfullah Hacımüftüoğlu’nun söyleşisi ile İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi öğretim üyemiz Prof. Dr. Nigar Değirmenci’nin profesörlük cübbe giyme törenini gerçekleştireceğiz. Bu tören belki de üniversiteler tarihinde ilk defa öğrencilere açık şekilde yapılacak. Bizim genel teamülümüz, profesörlüğe hak kazanmış Hocalarımıza Yönetim Kurulu Üyelerimizin önünde cübbe giydiriyoruz ve onlara profesörlük unvanından sonra yapacağı bilimsel çalışmaların neler olacağını soruyor ve kayda alıyoruz. Sayın Büyüğümüzün önerisiyle bu törenin burada yapılması, öğrencilerimizin de görmesi çok önemli. Öğrencilerimiz de böylelikle profesörlük unvanına dair merak ettikleri soruların da cevaplarını görmüş olacak. Yönetim Kurulu Üyelerimize de burada oldukları için çok teşekkür ediyorum. Profesörlük, bilimsel kariyerin son basamağıdır. Ama bir bilim insanı, gerçekten bilim insanıysa, unvanların bir değerinin olmadığını, hayatı boyunca toplumun ve insanlığın problemlerine çözüm aramaya devam etmesi gerektiğini bilir. Öğrencilerimiz için profesörlük sürecinin nasıl gerçekleştiğini de açıklayayım: Profesörlükten önceki basamak doçentliktir. Doçentliği, Üniversitelerarası Kurul veriyor, kadrosunu ise biz veriyoruz. Doçentlikten sonra beş yıl geçmesi gerekiyor. Beş yıl geçtikten sonra Üniversitemizin, fakültemizin bilimsel akademik değerlendirme kriterlerini dolduran her profesör adayı, profesör olma hakkına sahip oluyor. Bunun kararını önce fakülte veriyor. Sonra Rektörlük olarak biz jüri oluşturuyoruz. Jüriler değerlendirme yapıyor. Rektörlük Yönetim Kurulu kararı neticesinde de atamayı gerçekleştiriyoruz. Ahilik sisteminin aşağı yukarı aynısıdır. Yani bir profesör, kendi fakültesinde kabul edilmiş, Üniversitenin en yüksek organında kabul edilmiş ve kendi alanındaki profesörler tarafından da refere edilmiş olarak bu unvanı alıyor. Dolayısıyla bu unvan gerçekten çok kıymetlidir. Nigar Hocamızı tekrar kutluyorum. İnşallah topluma, insanlığa ve ülkemizin tüm bilimsel hayatına büyük katkılar sağlayacağına inanıyorum. Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterimiz başta olmak üzere, katılımlarınız için çok teşekkür ediyorum.” Açılış konuşmasının ardından Pamukkale Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Nigar Değirmenci profesörlük cübbesini Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri Vali Seyfullah Hacımüftüoğlu ve Rektör Prof. Dr. Ahmet Kutluhan tarafından takdim edildi. Cübbe giyme töreninin ardından Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri Vali Seyfullah Hacımüftüoğlu ile bir söyleşi gerçekleştirildi. Hacımüftüoğlu ‘Türkiye Neden Hedeftir?’ başlıklı söyleşisine, Türkiye’nin hedef olduğu nedenleri, stratejik konumu ve önemi açısından, Anadolu’nun Asya ve Avrupa arasındaki köprü olması dışındaki kıymetli olmasındaki nedenin Doğu Roma’nın Ortodoks dünyası için merkezi ve kutsal olmasından kaynaklandığını ifade ederek başladı. Hacımüftüoğlu, konuşmasına şu şekilde devam etti: “Niçin bu terör örgütlerini Batılı ülkeler destekler? Çünkü bu örgütler proje örgütlerdir. Proje varsa bu terör örgütlerinin sahibi de vardır demektir. Bu sahipli örgütler Anadolu’da istikrarsızlığın temelini oluşturmaktadırlar. Çağdaş Haçlı seferleri bu örgütler üzerinden yapılmaktadır. Bir istikrarsızlık unsuru oluşuyor nedeni de şu: Doç. Dr. Uygur Kocabaşoğlu “Anadolu’daki Amerika” adlı kitabında 1820’de ilk misyonerleri İzmir’den limana indirerek başlayan harekete bağlar. Amerika’dan çıkıyorlar, geliyorlar Anadolu’yu Protestanlaştırma faaliyeti için. Özetle, bu misyonerler raporlarında diyorlar ki: Müslümanlardan Protestan olmaz. İkinci aşama, Rumlardan Protestan olmaz. Üçüncü aşama sadece Ermenilerden bir Protestanlık sinyali görüyorlar ve onlara çalışmaya başlıyorlar. Neticede bunun üzerinden yürüttükleri faaliyetlerde okullar ve hastaneler üzerinden Türkiye’de yapılanıyorlar. Osmanlı döneminde kamuya sadık bir toplum olan Ermeni kavmi, bir anda hain kavim haline dönüyor. Netice itibarıyla ayrılıkçı, bölücü, toprak istilacı bir kavim haline dönüyor. Bu çalışma bilesiniz ki, 1820’deki misyonerlerin gelişi ile başlamış bir harekettir. Şimdi Anadolu, hakikaten biraz inceleyince görüyoruz ki, Ortodoks dünya için son derece tehlikeli. Bu kadar kutsal bir coğrafya kendi açık sınırlarından işgal altındadır ve yeniden fetih edilmesi lazımdır. Bu konu için zayıflatıcı bir konuma getirmektir. Anadolu kutsiyeti dolayısıyla hedeftir. Batı böyle düşünürken bir yandan da mesela Rusya, Ortodoks Slav kavimlerini tek bir çatı altında yani Rus hâkimiyeti altında toplamayı amaç edinmiş, bu kavimlerin siyasal dayanışmasını sağlamaya yönelmiş olan hareket olan Panslavizm’in merkezidir. Onların hedefi de İstanbul’dur. İstanbul merkezli Slav ırkı öncülüğünde ve Ortodoks bir yapıdaki dünya hâkimiyeti teorisine mahkûm Panslavizm’dir. Bir milliyetçi Rus için İstanbul’un ismi aslında Çargrad’dır yani Çarın şehri. Anadolu, kutsiyeti nedeniyle hedeftir. Ortodoks dünya için en kutsal yerlerinden birisi de Denizli’dir. İnanç turizmini de bu bağlamda değerlendirmek gerekir. İnanç turizmine gelenler nedense Türkiye’deki yedi kiliseyi gezerler. Üçü İzmir’de, üçü Manisa’da, biri Denizli’dedir. Bu kiliseleri gezerler ama bizim camilerimizi, diğer tarihi yapılarımızı gezmezler. Kavgalar, gürültüler hep bunun üzerinedir. Şu anda Gazze’de gördüklerimiz de aşağı yukarı bu bağlamdadır yani ana düşünce burası bize vaat edilmiş topraktır, öyleyse biz bunu alalım. Nerede yazıyor? Tahrip edilmiş kutsal kitaplarında. Adam ona iman ediyor, gereğini yapıyor. Yaşadıklarımızın çoğu bu bahsettiğim argümanlar üzerine kuruludur.” Söyleşi programı, öğrencilerden gelen soruların yanıtlanması ve ardından Rektör Prof. Dr. Ahmet Kutluhan tarafından günün anısına Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri Vali Seyfullah Hacımüftüoğlu’na plaket ve hediye takdimi ile sona erdi.