GÜNDEM - 10 Temmuz 2020 Cuma 23:20

Cumhurbaşkanı Erdoğan: “Ayasofya’nın cami olması gecikmiş bir yeniden silkiniştir”

A
A
A
Cumhurbaşkanı Erdoğan: “Ayasofya’nın cami olması gecikmiş bir yeniden silkiniştir”

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “Ezanın aslına döndürülmesinden 70 yıl sonra Fatih’in emaneti Ayasofya’nın da cami olarak hizmete girmesi gecikmiş bir yeniden silkiniştir” dedi.

Millete Sesleniş konuşması yapan Cumhurbaşkanı Erdoğan, İstanbul’un fethi ve Ayasofya’nın cami haline dönüştürülmesi hadisesinin tarihin en şanlı sayfaları arasında yer aldığını belirterek, İstanbul’un fethi ve Fatih Sultan Mehmed Han’ın Ayasofya Camii’ne gidişini anlattı.

Ayasofya’nın kubbesine çıkan Fatih Sultan Mehmed Han’ın yapının harap görüntüsü karşısında Farsça “Perdedâri mîküned der kasr-ı Kayser ankebût. Bûm nevbet mîzened her kubbe-i Efrâsiyâb” dediğini belirten Erdoğan, bu sözlerin Türkçe “Örümcek Kayser’in sarayında perdedarlık ediyor, baykuş, Efrasiyab’ın burcunda nöbet tutuyor” geldiğini belirtti.

Fethin ardından 3 günlük çalışma ile ilk Cuma namazı için Ayasofya’nın ibadete hazır hale getirildiğini belirten Erdoğan, camiye giren Fatih’in tekbirler ve salavatlarla karşılandığını söyledi. Ayasofya’daki ilk cumanın hutbesini Fatih’in okuduğunu, namazı da hocası Akşemseddin hazretlerinin kıldırdığını belirten Erdoğan, asırlar boyunca yaşadığı depremler, yangınlar, yağmalar ve bakımsızlıktan dolayı harap vaziyette olan İstanbul’un fetih ile birlikte ayağa kaldırıldığını, bu sürecin sembolünün de Ayasofya olduğunu ifade etti. Erdoğan, “Ayasofya’ya milletimiz hep göz bebeği gibi bakmıştır. Öyle ki, ‘tanrının hikmeti’ anlamına gelen orijinal ismini değiştirmeye dahi teşebbüs etmemiştir. Görüldüğü gibi köhne bir devletin çöküntüsü altında yıkılmak üzere olan bu mabet, ecdadımız tarafından sadece camiye dönüştürülmekle kalmamış aynı zamanda ihya edilmiştir. Bunun için Ayasofya’nın her devirde bu milletin tüm fertlerinin gönlünde ayrı bir yeri olmuştur. Bizimde gençlik yıllarımızdan beri kalbimizde bir Ayasofya sevgisi vardır. Bu mabedi kültür hazinesi kimliğine halel getirmeden, vakfiyesine uygun şekilde yeniden ibadete açarak milletimize önemli bir hizmet verdiğimize inanıyoruz” diye konuştu.

Türk milletinin Ayasofya üzerindeki hakkının yaklaşık bin 500 yıl önce bu eseri ilk inşa edenlerden daha az olmadığını söyleyen Erdoğan, “Tam tersine, yaptığı katkılar ve güçlü sahiplenişi itibariyle milletimizin bugün insanlık tarihinin veya insanlık mirasının en önemli eserleri arasında gösterilen Ayasofya üzerindeki hakkı daha fazladır. İstanbul fetih ile beraber Müslüman, Hristiyan ve Musevilerin barış ve huzur içinde bir arada yaşadığı bir şehir haline gelmiştir. Tarih, fethettiğimiz her yerde refahı, güveni, huzuru ve hoşgörüyü hakim kılmak için verdiğimiz büyük mücadelelerin şahididir. Bugünde ülkemizin her köşesindeki camilerimiz yanında her inanca ait binlerce tarihi mabet vardır. Ayrıca cemaati olan her yerde kiliseler ve havralar faaliyet göstermektedir. Halen ülkemizde ibadete açık 435 kilise, sinagog ve havra bulunuyor. Başka coğrafyalarda benzerine rastlamayacağımız bu manzara bizim farklılıklarımızı zenginlik olarak gören anlayışımızın bir tezahürüdür. Buna rağmen millet olarak yakın tarihimizde dahi bunun tam tersi örneklerle karşılaşmaktan kurtulamadık. Osmanlı’nın çekilmek zorunda kaldığı Doğu Avrupa ve balkan coğrafyasında ecdadın asırlar boyunca inşa ettiği eserlerden pek azı hala ayaktadır. Bu kötü örneklerin hiç birini dikkate almıyor, kendi medeniyetimizin inşa ve ihya üzerine kurulu duruşunu kararlılıkla koruyoruz” şeklinde konuştu.

“Tek parti döneminde alınan bu karar tarihe ihanet olmanın yanında hukuka da aykırıydı”

Ayasofya tartışmalarının yaklaşık bir asırlık geçmişi olduğunu belirten Erdoğan, “Anadolu’nun ve İstanbul’un işgal yıllarında da Ayasofya’nın kiliseye çevrilmesi tartışmaları yaşanır. Bu niyetin ilk adımı olarak Ayasofya’nın tam teçhizatlı bir işgal birliği dayanır. Birliğin başındaki Fransız komutan, Ayasofya’da görevli Osmanlı subayına kendilerinin buraya yerleşeceklerini, bunun için Türk askerinin camiyi boşaltması gerektiğini bildirir. Askerleri ile birlikte Ayasofya’yı koruyan binbaşı Tevfik Bey, onlara şu cevabı verir: ‘Buraya giremezsiniz ve giremeyeceksiniz. Çünkü burası bizim mabedimizdir. Şayet cebren girmeye teşebbüs edecek olursanız, size ilk cevabı şu ağır makinalılar, sonra da caminin dört köşesine yerleştirdiğimiz tahrip kalıpları verecektir. Ayasofya’nın üzerinize yıkılmasını göze alabiliyorsanız buyurun girmeyi deneyin.”

Ayasofya’ya yabancı ilgisinin daha sonraki yıllarda da mozaik tamiri gibi bahanelerle sürdüğünü belirten Erdoğan, “Bu sırada tek parti dönemi hükümeti çıkardığı bir kararname ile camilerin birbirine uzaklığının en az 500 metre olması gerektiği kuralını getirerek Ayasofya’yı ibadete kapatır. Bir süre sonra da 1 Şubat 1935 tarihinde Ayasofya müze olarak ilan delip ziyarete açılır. İbadete kapalı bulunduğu yıllar boyunca ecdat yadigarı bu eser büyük bir tarih kıyımına maruz kalır. Caminin bitişiğindeki İstanbul’daki ilk Osmanlı üniversitesi olan ve Fatih tarafından inşa ettirilen Ayasofya medresesi sebepsiz yere yıkılarak ortadan kaldırılır. Ayasofya’nın zemininde bulunan nadide halılar kesilerek sağa sola dağıtılır. Antika şamdanlar eritilmek üzere dökümhaneye götürülür. Halen yerinde duran şaheser levhalar ise çok büyük oldukları için kapıdan çıkartılamaz ve mecburen depoya kaldırılır. Bu levhalar daha sonra Demokrat Parti döneminde yeniden yerine asılır. Ayasofya’nın uğradığı tahribat bunlarla sınırlı kalmaz. Cami olduğu devirlerden hiçbir eser kalmasın isteyenler az kalsın Ayasofya’nın minarelerini dahi yıktıracaklardı. Nitekim Sultan 2. Bayezid döneminde camiye çevrilen küçük Ayasofya’nın minaresi hukuki hiçbir dayanağı olmadan bir gecede yerle yeksan edildi. Sıranın Ayasofya’ya geldiğini tarihçi, gazeteci, müzeci İbrahim Hakkı Konyalı hemen bir rapor yazar. Merhum Konyalı’nın raporunda, ‘bu minareler kubbenin desteğidir, eğer minareler yıkılırsa Ayasofya’da yıkılır’ dendiği için mecburen yıkımdan vazgeçilir. Aynı dönemde ülkemizin dört bir yanında pek çok caminin, medresenin, ecdat yadigarı eserin başına benzer felaketler gelmiştir. Esasen tek başına veya tek parti döneminde alınan bu karar tarihe ihanet olmanın yanında hukuka da aykırıydı. Çünkü Ayasofya ne devletin ne de herhangi bir kurumun malı değil vakıf mülküdür. Fatih İstanbul’u fethettiğinde Roma İmparatoru unvanını almış ve dolayısıyla Bizans hanedanı üzerine kayıtlı bulunan tüm emlake sahip olmuştur. Bu hukuka istinaden Ayasofya da Fatih’in ve onun kurduğu vakfın üzerine tapulanmıştır. Cumhuriyet döneminde bu tapu senedinin yeni harflerle hazırlanmış resmi bir sureti de çıkartılarak hukuki statüsü tescillenmiştir. Ayasofya Fatih’in tapulu mülkü olmasaydı hukuken burayı vakfetme hakkı da bulunmazdı. Fatih Sultan Mehmed Han, Ayasofya’yı da içeren 1 Haziran 1453 tarihli yüzlerce sayfalık vakfiyesinin bir yerinde aynen şunları söylüyor: ‘Kim bu Ayasofya’yı camiye dönüştüren vakfiyemi değiştirir, bir maddesini tebdil eder, onu iptal veya tedile koşarsa, fasit veya fasık bir teville veya herhangi bir dalavereyle Ayasofya Camisi’nin vakıf hükmünü yürürlükten kaldırmaya kastederse, aslını değiştirir, füruuna itiraz eder ve bunları yapanlara yol gösterir yardım ederse, kanunsuz olarak onda tasarruf yapmaya kalkarlar, camilikten çıkarırlar ve sahte evrak düzenleyerek, mütevellilik hakkı gibi şeyler ister yahut onu kendi batıl defterlerine kaydeder veya yalandan kendi hesabına geçirirse huzurunuzda ifade ediyorum ki, en büyük haram işlemiş ve günahları kazanmış olur. Bu sebeple, bu vakfiyeyi kim değiştirirse; Allah’ın, Peygamber’in, meleklerin, bütün yöneticilerin ve dahi bütün Müslümanların ebediyen laneti onun ve onların üzerine olsun, azapları hafiflemesin onların, haşr gününde yüzlerine bakılmasın. Kim bunları işittikten sonra hala bu değiştirme işine devam ederse, günahı onu değiştirene ait olacaktır. Allah’ın azabı onlaradır. Allâh işitendir, bilendir.’ Bugün alınan karar aynı zamanda Fatih’in işte bu ağır bedduasından kurtulmamızı sağlamıştır. Gerçi aynı zihniyet bugün de bırakınız Ayasofya’nın hüznünü gidermeyi, İstanbul’un en gözde camisi Sultanahmet’i müzeye dönüştürmeyi teklif edebilmektedir. Bu zihniyet geçmişte Sultanahmet Cami’ni resim galerisi, Yıldız Sarayı’nı kumarhane, Ayasofya’yı caz kulübü olarak kullanmayı da düşünmüş, hatta bir kısmını gerçekleştirmişti. Her dönemde olduğu gibi günümüzde de bu bakış açısı çağdaşlık kisvesi altında çağ dışı bir anlayışın tezahürüdür. Vatikan’ın müze haline dönüştürerek ibadete kapatılmasını talep etmekle Ayasofya’nın müze olarak kalmasında ısrarcı olmak aynı mantığın ürünüdür. Bunun bir adım sonra insanlığın en eski mabedi olan Kabe’nin ve kadim mabet Mescid-i Aksa’nın da müzeye dönüştürülmesi isteğidir. Rabbim ülkemizi ve insanlığı bu zihniyetten ilelebet muhafaza eylesin. Rabbim bir daha bu milleti değerlerine düşmanlık edenlerle sınamasın” ifadelerini kullandı.

“Türkiye bir utançtan kurtulmuştur”

Yahya Kemal’in “Bir zaman hendeseden abide zannettimdi; Kubben altında bu cumhura bakarken şimdi, senelerden beri rüyada görüp özlediğim cedlerin mağfiret iklimine girmiş gibiyim” dizelerini okuyan Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Şairin cedlerin mağfiret iklimi olarak tarif ettiği bu mabet, maalesef uzunca bir süre ezan ve Kur’an sesinden mahrum kalmıştır. Önce 1980’de, ardından 1991’de Ayasofya’nın hünkar mahfili ibadete açılmışsa da ana yapısı itibariyle bu mabedin boynu hep bükük kalmaya devam etmiştir” dedi.

Necip Fazıl’ın “Türk’ün bu vatanda kalıp kalmayacağından şüphe edenler, Ayasofya’nın da açılıp açılmayacağından şüphe eder” sözlerini hatırlatan Erdoğan, “Gençliğimizde bir konferansı bununla ilgiliydi. Üstad’ın ‘Ayasofya açılmalıdır, Türk’ün kapalı bahtı ile beraber açılmalıdır’ çağrısına işte bugün cevap veriyoruz. Nazım Hikmet’in İstanbul’un fethini ve Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesini anlattığı şiiri de çok çarpıcıdır, ‘İslam’ın beklediği en şerefli gündür bu, Rum Konstantaniyyesi oldu Türk İstanbul’u, cihana karşı koyan bir ordunun sahibi, Türk’ün genç padişahı, bir gök yarılır gibi girdi Edirnekapı’dan kır atının üstünde, fethetti İstanbul’u sekiz hafta üç günde, o ne mutlu mübarek bir kuluymuş Allah’ın, belde-i tayyibei fetheden padişahın, Hak yerine getirdi en büyük niyazını, kıldı Ayasofya’da ikindi namazını.’ Bir başka tarihçi ve şair Nihal Atsız’a, ‘dünyaya bir daha gelseniz ne olmak isterdiniz?’ diye sorulduğunda cevabı, ‘Ayasofya’ya imam olmak isterdim’ olmuş. Dünya çapındaki tarihçimiz Halil İnalcık, ‘batı İstanbul’un fethini ve Ayasofya’yı hiç unutmadı’ derken aslında bize bu konunun siyaset üstü bir mesele olduğunu anlatmaya çalışıyordu. Edebiyatımızın zirve isimlerinden Peyami Safa ise, ‘Ayasofya’nın müze haline getirilmesi, Hristiyanlığın İstanbul üzerindeki emellerini bertaraf etmemiş, bilakis cesaretini artırmış, kışkırtmış ve azdırmıştır’ diyordu. Osman Yüksel Serdengeçti’nin idamla yargılanmasına sebep olan Ayasofya başlıklı yazısı şu satırlarla son bulur, ‘Ayasofya, ey muhteşem mabet, merak etme Fatih’in torunları bütün putları devirip seni camiye çevirecekler. Gözyaşları ile abdest alıp secdelere kapacaklar. Tehlil ve tekbir sedaları boş kubbelerini yeniden dolduracak, ikinci bir fetih olacak, ozanlar bunun destanını yapacak, ezanlar ilanını yapacak, sessiz ve öksüz minarelerden yükselen tekbir sesleri fezaları yeniden inletecek, şerefelerin yine Allah’ın ve Hazreti Muhammed’in şerefine ışıl ışıl yanacak. Bütün dünya Fatih dirildi sanacak, bu olacak Ayasofya, bu olacak, ikinci bir fetih, yeni bir bâ’su ba’del mevt, muhakkak bugünler yakın, belki yarın, belki yarından da yakın.’ Hamdolsun işte o yarınlara kavuştuk. Ayasofya’nın mahsunluğu konusundaki en çarpıcı şiirlerden biri de Arif Nihat Asya’ya aittir, ‘Ulu mabet, neye hicrana büründün böyle, Fatih’in devrini bir nebzecik olsun söyle. Beş vakit loşluğunda saf saftık, davetin vardı dün ezanlarda, seni ey mabedim utansınlar, kapayanlar da, açmayanlar da.’ Bugün Türkiye böyle bir utançtan kurtulmuştur. Bugün Ayasofya inşa edildiği tarihten itibaren defalarca şahit olduğu yeniden dirilişlerinden birini yaşıyor. Ayasofya’nın dirilişi Mescid-i Aksa’nın özgürlüğe kavuşmasının habercisidir, Ayasofya’nın dirilişi dünyanın dört bir yanındaki Müslümanların fetret devrinden çıkış iradesinin ayak sesleridir, Ayasofya’nın dirilişi sadece Müslümanların değil, onlarla birlikte tüm mazlumların, mağdurların, sömürülmüşlerin umut ateşinin yeniden alevlenişidir, Ayasofya’nın dirilişi Türk milleti, Müslümanlar ve tüm insanlık olarak dünyaya söyleyecek yeni sözlerimiz olduğunun ifadesidir, Ayasofya’nın dirilişi Bedir’den Malazgirt’e, Niğbolu’dan Çanakkale’ye kadar tarihimizin tüm atılım dönemlerini yeniden hatırlayışımızın adıdır, Ayasofya’nın dirilişi şehitlerimizin ve gazilerimizin emanetlerine gerekirse canımız pahasına sahip çıkma kararlılığımızın remzidir, Ayasofya’nın dirilişi Buhara’dan Endülüs’e kadar medeniyetimizin tüm sembol şehirlerine verdiğimiz bir gönül selamıdır, Ayasofya’nın dirilişi Alparslan’dan Fatih’e ve Abdülhamid’e kadar ecdadın tamamına vefamızın gereğidir, Ayasofya’nın dirilişi Fatih’in fetih ruhunu şadetme yanında Akşemseddin’in maneviyatını, Mimar Sinan’ın estetiğini ve zevkini de yeniden gönlümüzde canlandırmaktır, Ayasofya’nın dirilişi insanlığın özlemle beklediği, temeli adalet, vicdan, ahlak, tevhid ve kardeşlik olan medeniyet güneşimizin yeniden yükselişinin sembolüdür, Ayasofya’nın dirilişi bu mabedin kapılarındaki zincirler yanında topyekun gönüllerdeki ve ayaklardaki prangaların da kırılıp atılmasıdır. Ezanın aslına döndürülmesinden 70 yıl sonra Fatih’in emaneti Ayasofya’nın da cami olarak hizmete girmesi gecikmiş bir yeniden silkiniştir. Bu tablo İslam coğrafyasının dört bir yanındaki sembol değerlerimize yapılan hoyratça saldırılara verilmiş en güzel cevaptır. Türkiye son dönemde attığı her adımla artık zamanın ve mekanın nesnesi değil, öznesi olduğunu göstermektedir. Ayasofya’nın yeniden camiye dönmesini sağlayan yargı kararı ve Cumhurbaşkanlığı düzenlemesinin hayırlı olmasını diliyorum, Ayasofya’yı insanlığın ortak kültürel mirası vasfını koruyarak cami olarak ibadete açacağımızın altını çiziyorum. Rabbime hamd ediyorum, bizlere bu günü de nasip etti” dedi.

Derya Yetim

Bunlar Da İlginizi Çekebilir
Ankara Bakan Tekin, koltuğunu 12 yaşındaki Genç’e devretti Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, TBMM’nin açılışının 104’üncü yıl dönümü ile 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı dolayısıyla çeşitli okullardan gelen öğrencileri makamında kabul etti. Kendisini ziyarete gelen öğrencilerle bir süre görüşen Tekin, makamını temsili olarak İnönü Ortaokulu öğrencisi 12 yaşındaki Irmak Genç’e bıraktı. ‘ Bu anlamlı günde bakanlığımızı ziyaret ettiğiniz için bugünkü Milli Eğitim Bakanı olarak çok mutlu oldum’ diyen Genç, ‘Bu buluşmanın bizim için son derece anlamlı olduğunu bu koltukta oturunca daha iyi fark ettiğini milyonlarca çocuk ve gencin geleceği için çalışmak, birçok değişkeni göz önünde bulundurmayı, dengeleri gözeterek, adil ve yenilikçi olmayı gerektirdiğini söyledi. Deneyimin sadece bir anı olarak zihinlerde kalmayacağını söyleyen Genç, “Milletimiz için biz ne yapabiliriz sorusuyla yetişkin yaşlara gelene kadar bizi bekleyen güzel günler için umutla ve azimle çalışacağız. Sizi daha iyi anlamanın verdiği yakınlıkla şahsım ve tüm arkadaşlarım adına size teşekkür ederim. Değerli arkadaşlarım bugün Dünyanın en güzel ülkelerinden birinin varisleri olarak burada bulunmanın mutluluğunu yaşıyoruz. Bu makama geçtiğim andan beri Türkiye Cumhuriyeti’nin Milli Eğitim Bakanı olmanın bu sorumluluğu taşımanın heyecanını biraz da olsa anlama imkanı buldum. Elimden gelse ben de bütün çocukları, tüm arkadaşlarımı hemen en iyi standartlara kavuşturmak isterim. Burada nasıl çalışıldığını gördüm. Ve eğitim imkanlarının her geçen gün daha iyiye gideceğine inanıyorum” ifadelerini kullandı. Genç, bugünün 23 Nisan olduğunu ve bir çağırısı olduğunu Atatürk’ün bize armağan ettiği bu güzel günde tüm dünya çocuklarının sevincimize ortak olmaya ve birlikte dünyamızı daha sürdürülebilir, daha adil, daha mutlu bir yer yapmaya davet etti. Genç, bugün Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışının 104’üncü yılını kutlamanın onurunu ve mutluluğunu ülkemdeki her çocuk gibi doyasıya yaşadığını vurguladı. Çocuklara armağan edilen bu özel günde Gazze’de yaşananlar hakkında da birkaç cümle kurmak istediğini ifade eden Genç, “Gazze’deki arkadaşlarımızın acılı günlerinin son bulmasını diliyorum. Tüm dünya çocukları için barış diliyor ve hiçbir çocuğun böylesi acılar yaşamamasını temenni ediyorum. Miras olarak devraldığımız bu cennet vatanı daha da ileriye taşımak, emanetlerini korumak ve geliştirmek bizim görevimizdir. Bu görevi yerine getirirken birlik ve beraberlik içinde olmalı, birbirimizden güç almalıyız. Sevgili arkadaşlarım, ancak bu şekilde geleceğe umutla bakacağımızı hepimiz biliyoruz. Her 23 Nisan bastığımız toprağın kıymetini, onun için ödenmiş bedelleri daha iyi anlamamız, birlik ve beraberliğimizi pekiştirmemiz için bir fırsat olmalı. Milli iradenin her şeyin önünde olduğunun ifade edildiği bu anlamlı günde başta Cumhuriyetimizin ve Türkiye Büyük Millet Meclisimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere silah arkadaşlarını aziz şehit ve gazilerimizi minnetle anıyorum. Bana bir günlüğüne bu koltuğu emanet eden Sayın Bakanımıza çok teşekkür ederim. Okullarımız, öğretmenlerimiz ve bizler için yaptığınız her çalışmaya minnettarız. Son olarak en içten ve en yüksek sesimle söylemek isterim ki milli egemenliğin bu şanlı bayramı hepimize kutlu olsun” diye konuştu.
Hatay Bilim adamından korkutan açıklama, "Akdeniz iklimi sıcaklık artışlarıyla birlikte karasal iklime doğru ilerliyor" İskenderun Teknik Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Bölüm Başkanı Abdulla Sakallı, bu yıl sıcaklıkların geçtiğimiz yıllara oranla 4 ila 6 derece arttığını belirterek hava sıcaklıklarındaki artışlarla birlikte Akdeniz ikliminin karasal iklime doğru ilerlediğini söyledi. Doğu Akdeniz ve Hatay’da ilkbahar mevsimine girmesiyle sıcaklıklar artmaya başladı. Depremin vurduğu Hatay’da, gündüz saatleri adeta yaz mevsimini aratan sıcaklık varken gece saatlerinde kış mevsimini hissettiren hava durumu yaşanıyor. İskenderun Teknik Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Bölüm Başkanı Abdulla Sakallı, yaşanan hava değişimine ilişkin açıklamalarda bulundu. İskenderun Teknik Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Bölüm Başkanı Abdulla Sakallı, bu yıl yaklaşık 4 ila 6 derece arasında sıcaklık artışının olduğuna dikkat çekerek Akdeniz ikliminin yavaş yavaş karasal iklime doğru ilerlediğini dile getirdi. Ayrıca iklim değişikliğinin zaman geçtikçe daha da artacağını ifade eden Sakallı, hava kirliliğinin artması ve doğa tahribatına devam edilmesi iklim değişikliğini arttırdığını söyledi. “Yağış miktarında değişikliğin olmamasına rağmen bu yağışın düşme periyotların da çok büyük değişiklikler var” Yağış miktarının değişmemesine rağmen yağış periyodunun değiştiğine dikkat çeken Doç. Dr. Abdulla Sakallı, “Özellikle son 30 yılda sıcaklık artışı, diğer aylara göre ortalamanın bayağı üzerinde seyrediyor. Bu yıl yaklaşık 4 ila 6 derece arasında bir sıcaklık artışı gördük. Bu durum Akdeniz ikliminin yavaş yavaş karasal çölleşen bir iklime doğru ilerliyor. Çünkü bizim en büyük sıkıntımız yağış aralıklarının değişmesi ve yağış rejiminin değişmesidir. Bir yılda buraya düşen yağış miktarında, çok fazla değişiklik yok. Son 30 yılı incelediğimizde global su bütçesini modellediğimiz yayınımıza göre özellikle, İskenderun ve Akdeniz bölgesinde düşen yıllık yağış toplamında herhangi bir değişiklik yok. Bu değişikliğin olmamasına rağmen bu yağışın düşme periyotların da çok büyük değişiklikler var. Yağış periyotlarındaki değişim beraberinde güçlü kurak periyotları doğurmaktadır” dedi. “İklim değişikliğini etkileyen faktörler artarak devam ediyor” İklim değişikliğinin çeşitli etmenlere göre artığını belirten Doç. Dr. Abdulla Sakallı, “İklim değişikliğini etkileyen faktörler artarak devam ediyor. İskenderun ilçesindeki; hava kirliliği , doğanın tahribatı, taş ocaklarının faaliyet göstermesi ve buna benzer etmenlerle iklim değişikliğinin etkilerini daha da artırarak karşımıza çıkaracaktır” ifadelerini kullandı.