POLİTİKA - 08 Şubat 2020 Cumartesi 12:33

İletişim Başkanı Altun: 'Suriye’de ok yaydan çıkmıştır'

A
A
A
İletişim Başkanı Altun: 'Suriye’de ok yaydan çıkmıştır'

Bu yıl birincisi düzenlenen 'Türkiye-Suriye Medya Forumu'nda konuşan İletişim Başkanı Fahrettin Altun, "Suriye’de ok yaydan çıkmıştır. Biz Türkiye olarak haklının yanında olmayı sürdürecek, dünya üç maymunu oynasa bile doğruları dile getirmeye devam edeceğiz” dedi.

Ortadoğu Araştırmaları Merkezi (ORSAM), Harmoon Çağdaş Araştırmalar Merkezi ve Suriye TV işbirliğinde, ‘Daha iyi bir gelecek için ortak vizyon’ başlığı altında düzenlenen ‘1. Türkiye - Suriye Medya Forumu’ başladı. Beyoğlu’nda bir otelde düzenlenen forumun açılış programına İletişim Başkanı Fahrettin Altun ve çok sayıda gazeteci katıldı. 8-9 Şubat tarihleri arasında sürecek olan ve 6 oturumdan oluşacak foruma çeşitli kuruluşlardan 24 konuşmacı ve Türkiye ile Suriye’nin medya kuruluşlarından yaklaşık 100 gazeteci de tartışmacı konuşmacı olarak yer alacak. Türkiye ile Suriye medyası arasında işbirliğinin hedeflendiği forumda, Türkiye’nin Suriye meselesine bakış açısı, Türkiye’de faaliyet gösteren Suriye medyası, Suriyelilerin Türkiye ekonomisine etkisi gibi çeşitli konular konuşulacak.

“Yaşanan krizin sebebi rejimdir”

Programın açılışında konuşan İletişim Başkanı Altun, “Bugün baktığımızda Suriye krizine dair 3 farklı yaklaşımın bulunduğunu görüyoruz. Türkiye’nin de benimsediği birinci yaklaşıma göre yaşanan krizin sebebi rejimdir. Dolasıyla rejim devre dışı bırakılmadan kalıcı rejimin sağlanması mümkün değildir. İkinci bir yaklaşıma göre Suriye’de rejim değişikliği tali bir meseledir. Bu yaklaşımı savunacak olanlara sorarsanız en önemli konu Suriye kaynaklı terör tehditlerinin ortadan kaldırılmasıdır. Üçüncü yaklaşıma göre ise sorunun kaynağı rejime karşı ayaklanarak, insan gibi yaşamayı talep eden Suriye halkıdır” ifadelerini kullandı.

Altun, “Türkiye bugün de Suriye sorunun kaynağında Esad rejiminin olduğunu açık ve net bir şekilde savunmaktadır. 2011 yılından itibaren Suriye rejiminin gayri meşru iktidarını muhafaza etme gayretleri yüz binlerce masum insanın ölümüyle neticelenmiş, bu durum, Birleşmiş Milletlerin ifadesiyle 2. Dünya Savaşı’ndan beri yaşanan en büyük insani krize sebebiyet vermiştir. Bu süreçte en az 6 milyon Suriye vatandaşı canlarını kurtarmak ülkelerinden kaçmak zorunda kalmış. Milyonlarca insan göç kervanına katılarak, güvenli olduğunu düşündükleri yerlere sığınmıştır” diye konuştu.

Suriye krizinin olumsuz sonuçlarına değinen Altun, “Terör örgütlerinin gerek otorite boşluğundan faydalanarak, gerek şeytani aktörlerin kasıtlı ve bilinçli adımları gerekçesiyle bölgemize yerleşmeleri olmuştur. Terörle mücadelede uluslararası koordinasyonun ve evrensel kriterlerin yokluğu, küresel iktidar mücadelesinin terör örgütleri aracılığıyla Suriye sahasında sürdürülmesine 21. Yüzyılın en kahpe silahının yine masum insanlara doğrultulmasına neden olmuştur.

Yine bu süreçte ortaya çıkan DEAŞ terör örgütüyle birlikte, bir yandan terör tehdidi küresel bir boyut kazanmış, bit yandan dış güçler bölgemizi yeniden dizayn etme aracı için adeta bir fırsat yakalamışlardır. Ve son olarak terör, hem Suriye halkını hem de Türkiye başta olmak üzere bölge ülkelerini tehdit etmek için kullanılan bir araca dönüşmüştür. Terör üzerinden bölgemiz dizayn edilmeye, terör üzerinden bölge ülkeleri adeta terbiye edilmeye çalışılmıştır” dedi.

İletişim Başkanı Altun, “Tam da bu noktada özellikle vurgulamak isterim ki, PKK/YPG eliyle Türkiye’nin sınırlarında oluşturulmak istenen terör koridoru meşru Suriye muhalefetinin sırtına saplanmış bir hançer işlevi görmüştür bütün bu süreç boyunca. Geniş geniş topraklar, tek bir mermi dahi atılmadan terör örgütüne hediye edilmiştir. Biz elbette vatandaşlarımızı 40 yıldır hedef alan bu kanlı terör örgütünün nasıl her fırsatta rejimle olduğunu çok iyi biliyoruz.

Biz Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak bir yandan terörle mücadele ederken, bir yandan bölgemizi terörle mücadele kisvesi altında vekalet savaşlarının sahası haline getirmeye çalışanları da var gücümüzle sahadan uzaklaştırmaya, onlara engel olmaya çalışıyoruz. Bütün dünyanın gözleri önünde gerçekleştiği üzere devletimiz DEAŞ, PKK/YPG terör örgütleriyle mücadele etmek amacıyla sahaya muhalif unsurlarını koyan, ilk güç olmuştur. Bu kapsamda sırasıyla Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı, Barış Pınarı Harekatlarını icra ederek binlerce kilometrelik alanı terör örgütlerinden temizledik.

Gösterdiğimiz bu fedakarlık ve kararlılık sadece teröre karşı tavizsiz mücadelemizi, terörü kaynağında kurutma stratejimizi gözler önüne sermemiş, aynı zamanda vekalet savaşlarına bakışımızı da en açık şekilde ortaya koymuştur. Önümüzdeki dönemde hem sahada hem masada yani diplomatik arenada vekalet savaşlarının sonlandırılması için var gücümüzle çabalamaya devam edeceğiz” diye konuştu.

“İdlib’de yaşananları sineye çekmemiz asla mümkün değildir”

İdlib bölgesinde son günlerde yaşanan gelişmelere değinen Altun, “Sahada ne denli ciddi tehditlerle karşı karşıya olduğumuz gerçeğini bir kere daha karşımıza bütün çıplaklığıyla koymaktadır. Açıkça ifade etmek isterim ki İdlib’de yaşananları sineye çekmemiz asla mümkün değildir. Kahraman askerlerimize namlusunu doğrultan teröristlerin kökü nasıl kazındıysa, vatan evlatlarını şehit eden katillerden de bunun hesabı sorulacaktır. Bayrağımıza el uzatan Esad’ın, açık ve net bir şekilde ifade etmek istiyorum; gelecekteki yerin Suriye Başkanlık Sarayı değil, Lahey’deki Adalet Divanıdır” diye konuştu.

“Afrin’e girilmemesi çağrısı yapanlar Suriye’de ne işimiz olduğunu sormaktadır”

Altun, “Maalesef bugün Türkiye’nin bölgede ne işi olduğunu sorgulayanlar olduğunu üzülerek görüyoruz. Dün PKK/PYD-YPG terör örgütünün Türkiye’ye tehdit oluşturmadığını iddia edip, teröristlerin yuvalandığı Afrin şehir merkezine girilmemesi için çağrılar yapanlar, bugün Suriye’de ne işimiz olduğunu sormaktadır. Bu asla ve asla kabul edilemez. 15 Temmuz hain darbe girişimi öncesinde Suriye’de terörle mücadele operasyonlarını engelleyenlerle bugün “Suriye’de ne işimiz var” diyenler arasında hiçbir fark yoktur" şeklinde konuştu.

“Ülkemiz ile bölgemizin kaderinin ayrıştırılamayacağını çok iyi biliyoruz”

Sorunun cevabının açık olduğunu kaydeden Altun, “Türkiye olarak yalnızca kendi ulusal güvenliğimiz için değil, aynı zamanda bölgeye yönelik uzun vadeli şeytani kuşatma senaryolarını boşa çıkarmak için çalışıyoruz. Sınırımızda kurulmak istenen terör koridorunu Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı Harekâtları'yla niçin paramparça ettiysek bugün de aynı gerekçeyle İdlib’de bir oldu-bitti yaşanmasına engel olmak mecburiyetindeyiz. Sözde kantonları Güneydoğu illerimize taşıma, burada bir iç savaş ortamı oluşturma projesine neden karşı çıktıysak; terör örgütlerinin içten ve dıştan kuşatmasına karşı ikinci bir istiklal mücadelesini neden verdiysek yine aynı gerekçeyle Suriye’de olmak zorundayız. Yeni dünya düzeninde sahada olmayanın masada da olmayacağını iyi bildiğimiz için milletimizle Suriye halkının, ülkemiz ile bölgemizin kaderinin ayrıştırılamayacağını çok iyi biliyoruz “dedi.

“Avrupa’nın ne yapacağı merak konusu”

“İdlib bağlamında şu hususun da altını özellikle çizmek isterim” diyen Altun, “Kimse ama hiç kimse Avrupa’nın güvenliğinin Türkiye’den başladığı gerçeğini göz ardı etmemelidir. 1 milyon mültecinin Avrupa’ya gitmesinin nasıl bir siyasi depreme yol açtığını hep birlikte gördük. Bugün sadece İdlib bölgesinde 3 milyondan fazla insanın kısılıp kaldığını biliyoruz. Sınırımızın hemen ötesinde başlayan süreç hemen durdurulamazsa yeni ve daha büyük bir mülteci akını başlayacak; bu akın yoluna çıkan her şeyi önüne katarak Avrupa başkentlerine ulaşacaktır. Henüz 2016 yılında taahhüt ettiği 6 milyar euroyu ödemeyen, Türkiye’de bulunan 72 bin Suriyeli sığınmacıyı kabul etme sözünü tutmayan Avrupa’nın bugün ne yapacağı merak konusudur” şeklinde konuştu.

“682 gazeteci katledildi”

Gazeteciliğin dünyanın en tehlikeli meslekleri arasında yer aldığını söyleyen Altun, "'Savaşın ilk kurbanları daima gerçeklerdir' sözünün kökenlerinin Antik Yunan’a kadar dayanması oldukça manidardır. Bir başka deyişle, savaşla ilgili neredeyse her şeyin defalarca değiştiği binlerce yıl zarfında, bu ifadenin güncelliğini kaybetmemesi, üzerine düşünülmesi gereken bir durumdur. Bu söz, aynı zamanda gazeteciliğin neden dünyanın en tehlikeli meslekleri arasında yer aldığını da oldukça net bir biçimde izah etmektedir. Suriye krizinin bu konuda bir istisna olmadığını en iyi sizler biliyorsunuz. Suriye İnsan Hakları Ağına göre Mart 2011-Mayıs 2018 döneminde en az 682 gazeteci katledildi. Bugün bu sayının 700’ü aştığını değerlendiriyoruz” ifadelerini kullandı.

“Toplumun ve dünyanın haber alma hakkına saldırı yapıldı”

Altun, “Suriye’de işlenen gazeteci cinayetleri arasından en çok ses getireni muhtemelen Amerikalı savaş muhabiri James Foley’nin 2014’te DEAŞ terör örgütü tarafından infaz edilmesi olmuştur. Gazetecilerin görevlerini icra ettikleri sırada karşı karşıya kaldıkları tehditlerin boyutunu gözler önüne seren bu olay, aynı zamanda terörün gerçek yüzünü ortaya çıkarmıştır. Öte yandan verilere daha yakından baktığımızda ne görüyoruz, biliyor musunuz? Gördüğümüz şey çok ama çok çarpıcı. Suriye sahasında uluslararası toplumun gazetecilere yönelik en büyük tehdit olarak gördüğü DEAŞ terör örgütü 64 gazeteciyi, rejim güçleri ise 556 gazeteciyi katletmiştir. Basın mensuplarına yönelik Suriye kaynaklı tehditleri zaman zaman kendi topraklarımızda da hissettik. Türkiye’de mukim Suriyeli gazetecilere yönelik bir dizi suikast gerçekleştirildi. Aynı şekilde bazı Türk gazeteciler Suriye’de görev yaptıkları sırada kaçırıldı. Son olarak Barış Pınarı Harekâtı sırasında operasyonu takip eden Türk gazetecilere sınıra yakın bir noktada ateş açıldı. Bu saldırılar, yalnızca gazetecilere değil, toplumun ve dünyanın haber alma hakkına yapılmıştır” dedi.

“Dünyaya Suriye’yi unutturmuyorlar”

Basın emekçilerinin büyük bir sorumluluğa sahip olduğunu belirten Altun, “Öncelikle Suriye’de görev yapan basın mensupları, tüm insanlık adına yaşananlara şahit olarak, adalet davasına hizmet etmektedir. Sınırlarımızın hemen ötesinde savaş suçları işleyenlerin, etnik temizlik kampanyaları yürütenlerin, çocukları silah altına alanların ortak hedefi gazetecileri susturmak ve böylelikle kendilerini temize çekmektir. Nitekim yalan haberlerin, karalama kampanyalarının, itibar suikastlerinin tek panzehirinin hakikat olduğunu unutmamalıyız. Gazetecilerin bu kritik süreçte üstlendiği bir başka tarihi sorumluluk ise uluslararası kamuoyu nezdinde farkındalık oluşturmaktır. Suriye krizinin birçok ülkede ‘bayat haber’ olarak görüldüğü; çok acı olaylar yaşanmadığı sürece Suriye’de işlenen suçların artık gündem oluşturamadığı hepimizin malumudur. Bu itibarla basın mensuplarının, dünyaya Suriye’yi unutturmamak, Suriye halkını yalnızlığa ve çaresizliğe terk ettirmemek gibi ulvi bir görevi ifa ettiğini görüyoruz” diye konuştu.

“Suriyeli gazetecilere kapımız her zaman açık”

Altun, “Biz İletişim Başkanlığı olarak uluslararası standartlara uygun, objektif, tarafsız ve ilkeli yayıncılık yapan gerçek gazetecilerin her zaman yanındayız. Aynı zamanda toplumu dezenformasyon ve yalan haberden koruma görevimiz, sorumluluğumuz ve zorunluluğumuzun bilincindeyiz. Aynı şekilde Türkiye’de mesleğini icra eden Suriyeli gazetecilere kapımızın her zaman açık olduğunu bu vesileyle vurgulamak istiyorum. Nasıl savaşlar kahramanlar olmadan kazanılmıyorsa, bir kültürel direnişin de rol modeller olmadan başarıya ulaşması mümkün olamaz. Sahada tüm zorluklara göğüs geren, canları pahasına hakikati ortaya çıkarmaya çalışan gazeteciler, Suriye halkı için en güçlü rol modellerdir.”

“Doğruları dile getirmeye devam edeceğiz”

Son olarak Altun, “Sözlerimi noktalarken şu hususun altını bir kez daha çizmek istiyorum: Suriye’de ok yaydan çıkmıştır. Dokuz yıldır şiddete, işkencelere, teröre, açlığa dayanan bir halkın bu saatten sonra gayri meşru bir yönetimin emri altına gireceğine inanmak ancak hayalperestlikle veya cehaletle açıklanabilir. Komşumuzun yeniden barış ve istikrara kavuşmasının tek yolu, toprak bütünlüğü ve siyasi birlik temelinde tüm toplumsal kesimleri temsil edecek demokratik bir düzenin inşa edilmesidir. Bunun dışında yürünecek bir yol, izlenecek bir rota olmadığının en somut delili, yanı başımızda yaşanan krizin gittikçe derinleşmesidir. Biz Türkiye olarak haklının yanında olmayı sürdürecek; dünya üç maymunu oynasa bile doğruları dile getirmeye devam edeceğiz” diyerek sözlerini sonlandırdı.

Yunus Emre Şeker - İrem Demir

Bunlar Da İlginizi Çekebilir
İzmir Hamza Dağ: “Bıkmadan, usanmadan heyecanımı tüm İzmir’le paylaşacağım” Cumhur İttifakı İzmir Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Hamza Dağ, “‘Gelin projelerle tartışalım’ dedik. Onlar anlamıyorlar, başka işlerle uğraşıyorlar. Ancak ben bıkmadan, usanmadan, sokak sokak, meydan meydan projelerimi anlatmaya, heyecanımı tüm İzmir’le paylaşmaya devam edeceğim” dedi. AK Parti Genel Başkan Yardımcısı ve Cumhur İttifakı İzmir Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Hamza Dağ, Selçuk’ta düzenlenen mitinge katıldı. Dağ’a binlerce hemşehrisinin yanı sıra, AK Parti İzmir milletvekilleri Şebnem Bursalı ve Mehmet Muharrem Kasapoğlu, MHP İzmir Milletvekili Tamer Osmanağaoğlu, Cumhur İttifakı Selçuk Belediye Başkan Adayı Dahi Zeynel Bakıcı, MHP İzmir İl Başkanı Veysel Şahin, AK Parti Selçuk İlçe Başkanı Hakan Bayraklı ve MHP Selçuk İlçe Başkanı Nuri Yılmaz da eşlik etti. “İzmir kararını vermiştir” Hamza Dağ, 2 ayı aşkın süredir İzmir’in her yerinde hemşeriyle kucaklaştığını belirterek, “Ben, İzmir’imizde artık şunu net bir şekilde görüyorum. 31 Mart için İzmir kararını vermiştir. Bugün de görüyorum ki Selçuk kararını vermiş. Hemşehrim İzmir’in, Selçuk’un her sokağına hizmet istiyor, proje istiyor. İnşallah biz bu hizmetleri de projeleri de şehrimize kazandıracağız” ifadeleri kullandı. “Tek gündemimiz İzmir” Bugüne kadar hiç kimseyi ötekileştirmediğini vurgulayan Dağ, “Bundan sonra da ötekileştirmeyeceğiz. Hiç kimse bizim nezdimizde ayrımcılığa maruz kalmamıştır, kalmayacaktır. Kimse bildiği işin dışında başka bir iş yapmak zorunda kalmayacaktır. Belediye başkanına ne için oy verilir? ‘Eser üretsin, hizmet getirsin, yatırım yapsın, sorunları çözsün.’ Evet; bizim tek gündemimiz İzmir, mesaimizin tamamı bin 294 mahallemiz her sokağında, hanesinde geçecek. İzmir’de istişareyi, ortak aklı merkeze alacağız. İzmir’de tüm projelerimi beraber hazırladık, beraber hayata geçireceğiz. Sorunlara anlık değil sürdürülebilir çözümler üreteceğiz” diye konuştu. “Bıkmadan, usanmadan heyecanımı tüm İzmir’le paylaşacağım” Seçim çalışması süresince 4 önemli lansman yaptığını vurgulayan, Selçuk için yapacaklarına da değindi. Hamza Dağ, konuşmasında şu ifadeleri kullandı: “Gelin projelerle tartışalım’ dedik. Onlar anlamıyorlar, başka işlerle uğraşıyorlar. Ancak ben bıkmadan, usanmadan, sokak sokak, meydan meydan projelerim anlatmaya, heyecanımı tüm İzmir’le paylaşmaya devam edeceğim. İzmir’in, Selçuk’un tarihi dokusunu, kültürel mirasını, asırlara sari olan medeniyet birikimini koruyacağız. Selçuk tarımıyla, turizmiyle bereketli ilçelerimizdendir. Bizler de oluşturacağımız eser ve hizmet ekosistemiyle destek olarak parlayan bir yıldız olmasını sağlayacağız.” Miting, Selçuk Belediye meclis üyesi adaylarının tanıtımıyla sona erdi.
Edirne Edirne’de gastronomi yolculuğu başladı Edirne Valiliği, gastronomi turizminin gelişimine katkı sağlamak amacıyla Osmanlı Saray Mutfağı lezzetlerini kitaplaştırılarak gelecek nesillere aktarılacak. Edirne Valiliği tarafından “Topraktan Tabağa Edirne Yöresel Yemekleri Kitabı” tanıtımı iftar programı düzenlendi. Edirne’de valilik öncülüğünde önemli bir projeye imza atıldı. Proje çerçevesinde "Topraktan Tabağa Edirne Yöresel Yemekleri" kitabı oluşturulacak. İftariyelikler, ara sıcaklar, çorbalar, ana yemek, tatlı ve içecekler geçmiş lezzetlere göre sunumla hazırlandı. Tabaklar süslendi, masalar hazırlandı. Ezanın okunmasının ardından oruçlar açıldı. Yemeğin ardından ise duaya geçildi. Devecihan Kültür Merkezi’nde düzenlenen iftar menüsünde geçmişten günümüze gelen lezzetler arasında yer alan bademli terbiyeli tavuk çorbası, ballı gemici böreği, taş kebabı- sarımsaklı pilav, zerde ve ayva şerbeti yer aldı. Geçmişten günümüze gelen ve unutulmaya yüz tutmuş Rumeli, Balkanlar ve Osmanlı Saray Mutfağında yer alan lezzetlerin gelecek kuşaklara aktarılması ve tanıtılması için önemli bir proje çalışmasına imza atıldı. Proje çerçevesinde 87 farklı çeşidin yer alacağı bir kitap oluşturulacak. Edirne’nin kadim ve Osmanlı’ya başkentlik yapmış sultanlar şehri olduğunu söyleyen Vali Yunus Sezer, aynı zamanda balkanlardan gelen insanların yerleştiği ve kendi kültürlerini yaşattığı da bir şehir olduğuna değindi. "Hem Balkan hem de Osmanlı saray mutfağı lezzetleri yaşatılacak" Hem Balkan hem de Osmanlı saray mutfağının yaşatıldığı Edirne’de çok anlamlı bir ilke imza atıldığını söyleyen Vali Yunus Sezer, "Gelecek nesiller Edirne mutfağında neler var diye baktığı zaman ellerinde bir kitap ve kaynak olacak. Bizim somut varlıklarımızın yanı sıra kültürel zenginliklerimiz de çok önemli. Çok büyük emek var. Hem Rumeli hem de saray mutfağına ait 87 çeşit farklı lezzet var. Bunların bir kitapta buluşması çok önemli. Şeflerimiz kendi illeri için farklı bir şey yapmak istiyorlar. Yaklaşık 1 buçuk aydır çalışmalar devam ediyor" dedi. Gastronomi anlamında çok önemli faaliyetler yürütmüş parmakla gösterilen iller olduğunu söyleyen Vali Sezer, "Biz büyük bir hazine üzerinde duruyoruz. Ama kendimizi anlatmakta zorluk çekiyoruz. Bizim bir tava ciğerimiz, bir de ciğer sarmamız var. Dışarıdan insanlara sorduğumuzda neyimiz var diye ’Bir gelip ciğerinizi yeriz’ diyorlar. Bu güzel bir şey aslında. Ama bunun yanına ne koyabiliriz? Bunun üzerinde çalışıp Rumeli Saray ve Osmanlı mutfağını günümüzle uyarlayıp nasıl yaşatabiliriz bunun peşindeyiz" şeklinde konuştu. "Edirne’nin parlayan yıldız olmasını istiyoruz" Edirne’nin her konuda balkanların ve Türkiye’nin parlayan bir yıldızı olmasını istediklerini belirten Vali Sezer, "Bunu da sanayide, ticarette, turizmde, gastronomide eğitimde aktivitelerle birlikte başarmamız lazım. İçinde saray ve Rumeli mutfağının da olduğu birkaç yemeği ve menüyü tava ciğerin yanına ekleyebilirsek zenginleştirebiliriz" ifadelerine yer verdi. Festivallerin yanı sıra marka aday olabilecek lezzetleri de sunabilecekleri bir yerin olmasının çok önem taşıdığını belirten Vali Sezer, "Bunu başarırsak herkes restoranında alternatif bir ürün sunmak isteyecek. Bunu da hazırlanan projelerle hayata geçireceğiz. Valilik olarak bunu yapıp özel sektöre devrederiz. Buna biz öncü oluruz" diye konuştu. "3 hedefe inşallah hep birlikte ulaşacağız" Önlerinde 3 hedef olduğunu ve buna şeflerle birlikte ulaşacaklarını belirten Vali Sezer, birincisinin bu kitabı hazırlamak ve basıp yayınlamak, ikincisinin gastronomi festivalleri düzenlemek üçüncüsünün de bu markalaştırılan yemeklerin daimi sunulacağı tarihi bir yer yapmak olduğunu ifade etti. "Edirne gastronomide de büyük zenginliğine sahip" Edirne’nin tarihi ve kültürel mirasının yanı sıra gastronomi anlamında da büyük zenginliğe sahip olduğunu söyleyen İl Kültür ve Turizm Müdürü Kemal Soytürk, düzenlenen iftarda saray, Rumeli ve Balkan mutfağından lezzetlerin yer aldığı bir menü hazırladıklarını aktardı. İftar programına, Vali Sezer ve eşi Canan Sezer, Vali Yardımcıları Erdoğan Beypınar ve Eyyüp Batuhan Ciğerci ile eşleri, İl Kültür ve Turizm Müdürü Kemal Soytürk, şefler, gastronomi yazarları ve basın mensupları katıldı. Devecihan Kültür Merkezi’nde gerçekleştirilen iftar programı toplu fotoğraf çekiminin ardından sona erdi.