GÜNDEM - 10 Aralık 2018 Pazartesi 16:48

STK’lardan Suriye zindanlarındaki kadın ve çocuklar için çağrı!

A
A
A
STK’lardan Suriye zindanlarındaki kadın ve çocuklar için çağrı!

Türkiye genelinde aktif faaliyet gösteren 10 Sivil Toplum Kuruluşu, 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü dolayısıyla Suriye hapishanelerindeki kadınların ve çocukların kurtarılması için “Son Kadın ve Çocuk Özgür Oluncaya Dek” sloganıyla Türkiye ve dünya kamuoyuna bir çağrı yaptı. Çağrıda, hapishanelerde şiddete maruz bırakılan kadın ve çocukların bir an önce serbest bırakılması talep edildi.

İHH İnsani Yardım Vakfı, İnsan Hakları ve Adalet Hareketi (İHAK), Uluslararası Mülteci Hakları Derneği (UMHD), İnsan Hakları ve Mazlumlar İçin Dayanışma Derneği (MAZLUMDER), Özgür Düşünce ve Eğitim Hakları Derneği (ÖZGÜRDER), Yeryüzü Çocukları Derneği, Uluslararası Hukukçular Birliği (UHUB), Yeryüzü Adalet ve İnsan Hakları Derneği (YAİDER) ve Hukukçular Derneği’nin ortaklaşa gerçekleştirdiği basın açıklamasına ünlü oyuncu Gamze Özçelik ve çok sayıda katılımcı da destek verdi.

Yapılan basın toplantısında, Mart 2011’den 2017 sonuna kadar tespit edilebilen tutuklu kadın sayısının 13 bin 581 olduğu, Suriye rejim güçleri tarafından halen hapishanelerde tutulan kadın sayısının ise 6 bin 736 olduğu açıklandı. Hapishanelerde tutulan kadınların ve çocukların, yıllardır şiddet gördüğü, cinsel saldırıya ve tecavüze uğradığı, işkenceyle öldürüldüğüne vurgu yapıldı. 

Toplantıda, uluslararası anlaşmalara göre kadınların ve çocukların savaşlarda asla pazarlık konusu yapılmaması gerektiğine dikkat çekildi. Toplantıda ayrıca Suriye ve Bosna-Hersek’te savaş zamanı hapishanelere atılan ve kötü muamelelere uğrayan kadınlar da yaşadıkları acıları ve verdikleri mücadeleyi dile getirdiler.

STK’lardan Suriye zindanlarındaki kadın ve çocuklar için çağrı!

Basın toplantısında İHH İnsani Yardım Vakfı adına konuşan Genel Başkan Bülent Yıldırım, “Savaşlarda kadın ve çocukların asla pazarlık konusu yapılmamalıdır. Bu kadınların dramlarına dikkat çekmek için daha önce dünyanın her yanından 10 bin kadın bir araya geldi ve bir vicdan konvoyu ve hareketi gerçekleştirdi. Bu konu Astana’da gündeme geldi. Herkese büyük görev düşüyor. İslam dünyasında çatışma kurgulanıyor. Bu durumu halklara ve devletlere iyi anlatmalıyız. Bu acıları ve çatışmaları vicdan sahibi insanlar olarak hep beraber durdurmalıyız. Bu konu Astana ve Cenevre’de bir numaralı konu olmalıdır. Vicdan sahibi tüm herkese sesleniyoruz. Bu kadınların ve çocukların durumunu gündeme getirmek için herkes çalışmalı ve gayret göstermelidir. Önümüzdeki Ocak ayında bu konuyu dünya gündemine taşımak için büyük çaba göstereceğiz. Bu konuyu kim çözerse çözsün herkese büyük görev düşüyor. Buradan Suriye rejimine de bir çağrı yapıyoruz. Suriye’deki tüm hapishanelere gözlemci olarak gitmek istiyoruz. Hapishaneler uluslararası kurumların gözlemine ve denetimine açık hale getirilsin. Aynı durum Doğu Türkistan’da yaşayanlar için de geçerli. Hangi yüzyılda yaşıyoruz? Hitler’in Yahudilere yaptığını şu an kimsenin kimseye yapmaya hakkı yok. Bu konuda Müslüman ülkeler Çin’in bu durumuna hep beraber karşı koymalıdır. Buradaki kamplar gündeme getirilmelidir. Suriye hapishanelerindeki kadınların ve çocukların çektiği acılar bütün Müslümanların ayıbıdır. Bu ayıbı ortadan kaldırmak için herkese büyük görev düşüyor” diye konuştu.

Toplantıda konuşan İHAK Genel Başkanı Av. Cihad Gökdemir ise 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü dolayısıyla bir araya geldiklerini ve Suriyeli kadın ve çocukların sesini herkese duyurmak istediklerini belirtti. Toplantıda, STK’lar adına basın açıklamasını Gökdemir okudu ve Suriye’de yaşanan acılara dikkat çekti.

MAZLUMDER adına açıklama yapan Genel Başkan Ramazan Beyhan, “İlan edilen Dünya İnsan Hakları Günü 70 yıldır gündemden düşmedi. Birleşmiş Milletlerde kabul edilen bugün, ne yazık ki sadece batılı insanlar içindir ve onların çıkarlarını koruyor. Suriye’de yaşanan kötü durum son bulmadı. İşkence devam ediyor ve ölümler sürüyor. Bu konu uluslararası alanda çok gündeme gelemiyor. Bu konuda çok fazla çalışma yapılması gerekiyor. Suriye’de insanlık, kültür ve sanat dahil olmak üzere her şey yok edildi. Herkes bu sorunun çözümü için çaba göstermelidir.” dedi.

STK’lardan Suriye zindanlarındaki kadın ve çocuklar için çağrı!

Programda ayrıca Bosnalı ve Suriyeli kadınlar savaş döneminde esir oldukları dönemde yaşadıkları acıları basın mensuplarıyla paylaştı. Hapishane sürecinde kadınların yaşadıkları işkence, acı ve tecavüz olaylarını anlatırken yaşadıkları acı yüzlerinden okundu.

Programa ünlü oyuncu Gamze Özçelik de destek verdi. Özçelik, katılımcı herkese teşekkür ederek dünyanın her yerinde Filistin’de, Arakan’da, Doğu Türkistan’da bu acıların her gün yaşandığına dikkat çekerek herkese bu konunun çözümü için çaba gösterme çağrısında bulundu. 

Suriye Hapishanelerindeki Kadınlar ve Çocukların Çığlıklarına Ses Verin!

Suriye’de 8 senedir devam eden savaşta resmi rakamlara göre 20 bini çocuk olmak üzere 450 binden fazla insan öldü; 150 bin kişiden haber alınamıyor. On binlerce insanın da hapishanelerde işkence gördüğü tahmin ediliyor. Hapishanelerde binlerce kadın ve çocuk olduğu biliniyor. Ancak bu sayıların tespit edilemeyen vakalarla beraber çok daha fazla olduğu kabul ediliyor.

Suriye’yle ilgili faaliyet gösteren uluslararası STK’lar, BM 73. Genel Kurul toplantısında, “Suriye'deki savaşın başlamasından bu yana 210 bin kişinin tutuklandığı, 85 bin kişinin kaybolduğu ve 14 bin kişinin hapishanelerde işkence gördüğünü” bildirmişlerdir. Uluslararası raporlarda hapiste binlerce insanın öldürüldüğü belirtiliyor.

STK’lardan Suriye zindanlarındaki kadın ve çocuklar için çağrı!

Suriye insan hakları kuruluşlarının son verilerine göre Mart 2011’den 2017 sonuna kadar Suriye’de tutuklu kadın sayısı, daha önce hapishanelere girmiş-çıkmış ve halen tutuklu bulunan kadınlarla birlikte 13.581’dir. Halen hapishanelerde olan kadın tutuklu sayısı ise 6.736’dır. Tutuklu kadınlardan 6.319’u yetişkin, 417’si ise çocuktur. 55 kadın gördüğü işkenceden dolayı hayatını kaybetmiştir. Ancak bu rakamlar tespit edilebilen kişileri ifade etmektedir. Bazı kaynaklar halen Suriye’de farklı istihbarat merkezleri ve cezaevlerinde 16 bin kadın ve çocuğun tutulduğunu rapor etmektedir.

Suriye İnsan Hakları Ağı’nın (SNHR) kayıt altına alınan tutuklamalardan derlediği bilgilere göre ise çatışan taraflara ait gözaltı merkezlerinde en az 8 bin 633 kadın tutuluyor ve akıbetleri meçhul. Suriye İnsan Hakları Ağı’na (SNHR) göre cezaevlerinde tutulan 8 bin 663 kadının en az 7 bin 9’u Esed rejimine ait cezaevlerinde yargılanmaksızın alıkonuluyor. 2011 yılından bu yana rejim hapishanelerinde tutuklu bulunmuş ve halen tutuklu olan yaklaşık 14 bin kadının gözaltı ve tutuklanmadan daha öte, yaşadığı en büyük mağduriyetlerin başında cinsel içerikli şiddet ve tecavüz vakaları gelmektedir. Suriye rejiminin güvenlik güçleri, istihbarat birimleri ve rejime bağlı militanlar, kadın tutuklulara karşı cinsel içerikli şiddeti ve tecavüzü bir savaş ve sorgu silahı olarak kullanmaktadır. Kadınlara yönelik bu tür uygulamalar, rejim güçlerinin elinde muhalif kadınları sindirmek veya eşleri üzerinden çatışmaya yön vermek amacıyla askerî-siyasi stratejinin bir parçası haline getirilmiştir.

SNHR verileri, rejim güçlerinin gözaltı merkezlerindeki en az 864 kadına ve 18 yaş altındaki en az 432 kız çocuğuna yönelik 7 bin 699 tecavüz vakasına karıştığını bildiriyor. Ancak gerçekte tutuklu ve tecavüz edilen kadın sayısının bu rakamların çok üzerinde olduğu biliniyor. Bunun nedeni tutuklamaların çoğunun kayıt altına alınmadan gerçekleştirilmesi ve tecavüz mağduru kadınların sessiz kalmak zorunda bırakılması.

Yaşadıkları zulmü aktaran bu kadınların anlattıklarından kadınların erkeklerle aynı hapishanelere konulduklarını, küçücük hücrelerde 30 kadın birlikte tutulduklarını, bazılarının yanında yaşı iki bile olmayan çocuklarının bulunduğunu, sorguları sırasında rejim görevlerinin istedikleri cevapları vermeyen kadınların ya tecavüzle tehdit edildiğini ya başka bir kadına tecavüz edilmesinin seyrettirildiğini ya da kendisinin tecavüze maruz kaldığını, bazı vakalarda da bir kadının birden fazla kere bu menfur olayı yaşamak zorunda bırakıldığını öğreniyoruz. Bu süreçlerde bazı kadınların hamilelik ve büyük travmalar yaşadığı raporlara yansıyor.

Birleşmiş Milletler Güvenlik Kurulu (BMGK) 19 Haziran 2008 tarihinde yayımladığı 1820 sayılı kararda; “savaşın hâkim olduğu coğrafyalarda kadınlara ve kız çocuklarına karşı uygulanan cinsel içerikli şiddeti savaş suçu, insanlığa karşı işlenmiş bir suç ya da soykırıma temel teşkil eden bir davranış” şeklinde tanımlamıştır. BMGK’nın aynı oturumunda cinsel istismar, “bir halk ya da etnik grubun sivil üyelerini aşağılamak, onlar üzerinde hâkimiyet kurmak, korku oluşturmak ve neticede onları yerlerinden etmek amacıyla kullanılması” sebebiyle bir “savaş aracı” olarak tanımlanmıştır.

Ayrıca savaş zamanlarında sivillerin korunmasına yönelik imzalanan Cenevre Sözleşmeleri’ne göre kadınlar ve çocukların namusları koruma altına alınmıştır. Anlaşmanın 27. maddesine göre, “kadınlar namuslarına taarruz, bilhassa ırzlarına tecavüz, fuhşa ve her türlü cinsel hareketlere maruz kalmaktan korunacaktır” denmektedir.

Her ne kadar bu kararlar Suriye Savaşı’ndan çok önce alınmış olsa da uluslararası kamuoyu bugüne kadar ne Suriyeli kadınları ve çocukları insanlık onurunu ayaklar altına alan bu savaş aracından koruyabilmiş ne de bu suçu işleyenleri cezalandırabilmiştir.

Son yüzyıl içerisinde iki dünya savaşı da dahil olmak üzere yaşanan hiçbir savaşta Suriye’deki kadar uzun süreli kadın ve çocuk esareti yaşanmamıştır.

Suriye’de savaşın ve sebep olduğu problemlerin çözümü için uluslararası toplantıların arttığı son aylarda, “hapishanelerdeki kadın-çocuk tutuklu ve mahkumların serbest bırakılması” meselesinin en ivedi çözülmesi gereken konu olduğunu hatırlatıyoruz. “Kadınlar ve çocuklar savaşların malzemesi olamaz, pazarlık konusu yapılamaz ve silah olarak kullanılamaz.”

Bu noktada uluslararası toplantıların aktörlerinden olan Rusya ve İran’a da büyük sorumluluklar düşmektedir. Bu ülkeler Suriye’de cezaevlerinde tutulan kadın ve çocukların pazarlık konusu yapılmadan serbest bırakılması için harekete geçmelidir. Suriye’de yaşanan savaş bittikten sonra bu konuda sorumluluğu olan herkes uluslararası anlaşmalarla güvence altına alınan sivillere ve özellikle kadın ve çocuklara yönelik savaş suçları için adaletin karşısına çıkmaktan kaçamayacaktır.

Bizler, Suriye hapishanelerinde 8 yıldır işkence gören, taciz edilen ve tecavüze uğrayan kadın ve çocukların bir an önce kurtarılması için vicdan sahibi herkese çağrı yapıyoruz.
Kadınların ve çocukların acılarının bitmesi, özgürlüklerine kavuşmaları ve yeniden hayata kazandırılmaları için tüm Türkiye ve dünya kamuoyuna çağrıda bulunuyoruz.

Kadınlar ve çocuklar savaşların malzemesi olamaz, pazarlık konusu yapılamaz ve silah olarak kullanılamaz!

Bu kadınların ve çocukların çığlıklarına ses verin!

HAPİSHANEDEN ÇIKABİLEN BAZI KADINLARIN ŞAHİTLİKLERİ…

UM MUHAMMED / DOĞU GUTA

2012’de sabah saatlerinde işe giderken rejim güçleri tarafından bir arabaya bindirilerek gözaltı merkezine götürüldüm ve orada darp edildim. 3 kez sorgulandıktan sonra 7 kadın tutuklu ile aynı odaya konuldum ve bu sırada başörtümü zorla çıkarttılar. Herkesin gözü önünde tecavüze uğradım. İçerideki herkesin maruz kaldığı işkenceler yüzlerinden okunuyordu. Oraya onurunuzla girersiniz ama onurunuzla çıkamazsınız. Kadınlara defalarca tecavüz ve işkence ediliyordu. O sesler hala kulağımda ve beynimde. Unutamıyorum.

MARYAM / HAMA
24 Yaşında 4 çocuk annesiyim. Hapishanelerde yaşadığımız işkencenin sınırı yok. Bana tecavüz eden komutana ‘Allah için yapma’ derdim. ‘Allah yoktur’ derdi. ‘Peygamber için’ derdim. ‘O izinde’ derdi. ‘Kim daha tatlı? Özgür Suriye Ordusundakiler mi, biz mi?’ diye iğrenç sorular sorarlardı. Şu ana kadar sesimizi duyurmak için çalıştık. İnsan hakları örgütlerine gittik, devlet başkanlarına seslendik. Ama nafile. Sesimizi duyan olmadı.

EMİRA TAYYAR
2013’de Suriye hapishanelerinde işkenceye maruz kaldım ve hâlâ yaşadıklarımın etkisinden kurtulamadım. Cesetlerin üzerine basarak geçiyorduk. Daha sonra cesetleri köpeklere veriyorlardı. Çıplak olarak asıp, canlı canlı tırnaklarımızı söküyorlardı. Cesetleri kıyma makinasına attıklarını biliyorum. Yıkanamadığımız için bit ve uyuz çok vardı. İşkencenin her çeşidini yaptılar bana. Oğlumu idam ettiler. 2011’den beri kocam işkence altında ve ondan hala haber yok. Şimdi bize yapılandan daha fazla işkence ve tecavüz var. Yatınca kafamıza buz gibi su damlatırlardı. Beynimize işlerdi o damlacıklar. Hâlâ su sesi duyunca işkenceyi hatırlıyorum.

MAJD IZZET AL-CHOURBAJI
Şam’da 2013’te içeri alındım. Nedeni ise Sahra Hastanesi’nin yerini söylemek ve barış yanlısı gösterilere katılmaktı. Ardından eşim ve 3 çocuğum da içeri alındı. Eşimi en son bir başka hapishaneye nakledilirken gördüm. Yüzü, gözü her tarafı kanlar içindeydi. Ben hapisten çıktıktan 6 ay sonra eşim de hapishanede gördüğü işkenceler sonucu hayatını kaybetti. Sonra cesedini bile bulamadık. Bana sadece üzerinden çıkan eşyaları geri verdiler. Yaklaşık 7 ay Suriye zindanlarında kaldım. İnsanları ellerinden asarak demir sopalar ile dövüyorlardı. En son kaldığım yerde 20 metrekarelik alanda 20 kişi tutuluyorduk. Günlerce uyku görmedik. Birçok kişi ayakta duruyor, diğerleri uyuyabiliyordu. 24 saatte ancak 3 kere tuvalet izni veriliyordu. Çoğu zaman insanlar hacetlerini üzerlerine yapıyorlardı. Birçok kadının doğan bebeği hapiste ölüyordu. İnsanlara akıl almaz psikolojik şiddet uygulanıyordu. Günlerce, saatlerce gördüğümüz işkenceler oldu. Açlık grevi yaparak yargıya gönderildim. Bu şekilde çıkmış oldum.

11
İsmim 11, bu bana hapishanede verdikleri isimdi. Ben Esed’in koruduğunu iddia ettiği azınlıklardan birine mensubum. Belki de azınlık olup da Esed taraftarı olmamak benim ikinci suçumdu. O yüzden abluka altındaki bölgelere tıbbi malzeme, yardım ve bebekler için süt yolluyordum. Bu en az 20 yıl hapiste kalmak ve müebbet yemek için yeterli bir suçtu. Hapishaneden çıkalı bir sene olmasına rağmen hala etkisinden kurtulamadım. Fiziksel olarak buradayım ama psikolojik olarak hala oradayım. Hastane dedikleri insan mezbahalarında gördüğüm gençlerle birlikteyim hala. Şehit edildikleri ve bedenleri parçalandığı zamanlardan beri. Veya ölümü bekleyen ve en şişmanı 35 kilodan fazla olmayan gençlerle birlikte. Hala orada hasta olduğunu söylemeye cesaret edemediği için ölen kızın yanındayım. Ben hala 5 yıl boyunca annesi, kardeşi ve büyükannesi ile hapsedilen çocuklarla birlikte oradayım. Sadece ailesinden birisi rejimin yanında değil de diğer tarafta olmayı seçti diye hapsedilen. Üç yaşındayken gözaltına alınan ve beş yıldır hapishanede olan bir çocuk. Ondan ne bekleyebilirsiniz? Sesimin mümkün olduğu kadar çok insana ulaşmasını istiyorum. Orada şehirlerin altında şehirler olduğunu, mezbahlar olduğunu bilmeleri gerek. Orada en büyük ve güzel düşleri ölüm olan insanlar var. Bu caninin işlediği suçlara ve sadistliğine son vermenizi istiyorum.

SAYHA EL-BARUDAYI / HAMA
İki çocuk annesiyim. Eşimle Beyrut’a giderken yoldaki bir kontrol noktasında gözaltına alındım. Başörtümü çıkarmayı reddettiğim için ilk etapta işkence gördüm. Herkesin gözü önünde tecavüze maruz kaldım. 55 yaşındaki bir kadına dahi tecavüz edildi. 9. Sınıfta bir kız çocuğu vardı. Ona odadaki herkesin gözü önünde 6 kişi tecavüz etti. Gecelerimiz ayrı bir cehennem gibi geçiyordu. Askıya asıyorlardı bizi. Bayılınca askıdan indirip yerdeki suya elektrik vererek tekrar ayıltıyorlardı. Her sabah işkence, akşamında tecavüz. Kimse bizi duymadı. Gece saat 12’den sonra neler olurdu bir bilseniz. Komutan Süleyman, en güzel kızları seçip odasına getirtirdi. Ofisinde 2 oda vardı. Arka oda tecavüz odasıydı. Tecavüze uğrayan bir kız hamile kaldı. Hamileyken de tecavüze uğruyordu. 6. Ayında doğum yaptı. Çocuğunu önünde kurşun sıkarak öldürdüler. O kız aklını oynattı. Şimdi ailesi onu iple bağlıyor. Cezaevlerindeki insanlar sadece açlıktan kemikleri çıkmış, dövülmekten yaşlanmış, hareket eden cesetler gibiydiler. Sadece ölüm ve ceset kokusu alıyordum. Odalar hep ölüm kokuyordu.

MARIYA / ŞAM
Rejim askerleri muhaliflere yardım ettiği gerekçesi ile kız kardeşimi almaya gelmişti. Onlara kardeşimi teslim etmediğim için beni de attılar. 100 gün hapiste kaldık. Konuşmayınca işkenceye başladılar. Her bir gün yüz sene gibi geldi. Bazen aynı hücrede bazen de tek hücreye attılar bizi. Kız kardeşimle birlikte çok işkence ettiler bana. Kırbaçlarla vurduklarında korkup büzülüyordum. Ona tecavüz ederken bana, bana ederken de ona izletiyorlardı. Beni havaya atıp yere bıraktılar bir gün ve hem belim hem de ayağım kırıldı. On üç gün bilinç kaybı yaşadım. Uyandığımda kız kardeşimi kanlar içinde gördüm. Ona da aynı şeyleri yaptıklarını anladım. Kız kardeşime işkence yaparlarken bana yardım etmem için yalvarıyordu, ama ben hiçbir şey yapamıyordum. Günlerce yemek vermedikleri oluyordu, verdiklerindeyse pilav veya makarnayı suda ıslatıyorlardı, içi böcek dolu oluyordu. Bize niye böyle yemek veriyorsunuz dediğimizde, gıda olsun diye verdiklerini ve bunları yemek zorunda olduğumuzu söylüyorlardı. Kara böcekleri dahi yedik. Sonunda kardeşim de ben de hapisten çıktık ama yaşadıklarımızdan sonra birbirimizin yüzüne bakacak halimiz kalmadı. Birlikte yaşayamaz olduk. Kardeşim bir Avrupa ülkesine gitti. Ben de Türkiye’ye geldim.

MARIYA / HAMA
Evli ve 3 çocuk annesiyim. 3 Ağustos 2012’de evime düzenlenen baskın sonucunda tutuklandım. Bana işkenceleri üç gün aralıksız ve şiddetli bir şekilde devam etti. Nitekim bu sorgulama öğleden sonra ikide başlayıp akşam sekize kadar sürüyordu. Her gün tutuklu kadınlardan ikisi Yarbay Süleyman Cuma’nın ofisine götürülüyordu. Bu ofis, uyku için iki yatak ve tuvalet, içi alkollü içeceklerle dolu bir dondurucu ile donatılmıştı. Tutuklamanın dördüncü günü; küfür ve darb ile sorgulamanın sona ermesinden sonra akşam saat dokuz sularında benim gibi tutuklu olan genç kızlardan biriyle birlikte Yarbay Süleyman’ın ofisine götürüldüm. Yarbay Süleyman ve arkadaşları tarafından bize dönüşümlü bir şekilde tecavüz silsilesi başladı. Yarbay Süleyman, bu gençlere yönelerek küfürler ve aşağılayıcı, kaba ifadeler kullanıyordu. Alaycı bir şekilde; “İşte istediğiniz özgürlüğü size veriyoruz köpekler” diyerek alçakça yaptığı fiiline döndü. Bana ve diğer genç kızlara yaptığı bu çirkin fiil 24 gün boyunca devam etti. Aynı zamanda bu süre, benim bu şubedeki tüm tutukluluk süremdir. Hama’daki özgür ordudan bir tabur ve şubenin görevlileri arasındaki mübadele anlaşması esnasında serbest bırakıldım. Bana olanları ömrüm boyunca unutmam mümkün değil. Ne olursa olsun, hakkımı onlardan alacağım.
 

Bunlar Da İlginizi Çekebilir
Antalya Mide ülserine karşı doğal probiyotik arı ekmeği tavsiyesi Gıda Yüksek Mühendisi Dr. Aslı Elif Tanuğur Samancı, sağlık faydaları bilimsel çalışmalarla ortaya koyulan arı ekmeğinin, mide ülserinin önlenmesi ve tedavisinde potansiyel faydalar sunabilecek doğal bir arı ürünü olduğu belirtti. BEE’O Propolis Ar-Ge Merkezi’nde analizleri yapılmış olan Anadolu arı ekmeğinin mide ülseri üzerine karşı olumlu etkilerini gösteren bilimsel çalışma, 2023 yılı Kasım ayında Türk Fizyolojik Bilimler Derneği tarafından Sakarya Üniversitesi’nde düzenlenen 48. Ulusal Fizyoloji Kongresi’nde poster olarak sunuldu. BEE’O Propolis Kurucusu ve Genel Müdürü Gıda Yüksek Mühendisi Dr. Aslı Elif Tanuğur Samancı, “Ülkemizde yapılan bilimsel çalışmada, arı ekmeğinin mide ülseri üzerine antiinflamatuvar ve antioksidan etkileri araştırılmıştır. Araştırma iki ana gruba ayrılan ratlar üzerinde gerçekleştirilmiştir. Bir grup rata, ülser oluşmadan 10 gün önce ve ülser oluştuktan sonra 3 gün boyunca arı ekmeği takviye edildi, diğer grup ise aynı dönemlerde sadece serum fizyolojik tuzlu su aldı. Diğer grupta ise ülser oluşmadan önce herhangi bir takviye yapılmadı, bu gruplar yalnızca ülser oluştuktan sonra 10 gün boyunca arı ekmeği veya serum fizyolojik aldılar. Araştırmacılar, ülserin şiddeti, inflamasyon ve oksidatif stres zarflarını çeşitli yollarla ölçtüler. Araştırmanın verileri; arı ekmeği takviyesi alan ratlarda, kontrol gruplarına göre mide ülseri şiddeti, myeloperoksidaz aktivitesi ve inflamatuvar sitokin seviyelerinin (TNF-, IFN-, IL-1, IL-6, IL-8) anlamlı düzeyde düşük olduğu tespit edilmiştir. Ayrıca, oksidatif stresle ilişkili zarflarda azalma gözlenmiştir. Sonuçlar, arı ekmeğinin mide ülserinin önlenmesi ve tedavisinde antioksidan ve antiinflamatuar etkileri sayesinde potansiyel bir fayda sağlayabilecek doğal bir arı ürünü olabileceğini göstermektedir” dedi. Arı ekmeği, diğer adıyla perga, kovanda arılar tarafından polenin daha uzun süre saklanabilmesi amacıyla üretiliyor. Doğal bir arı ürünü olan arı ekmeğinin yaklaşık yüzde 20-35 protein, yüzde 3 lipit, yüzde 24-35 karbonhidrat ve yüzde 3 vitamin ve mineral içeriğine sahip olduğu belirtiliyor.
Denizli Kriket Türkiye Şampiyonası Denizli’de başlıyor Gelişmekte Olan Spor Branşları Federasyonu faaliyet takviminde yer alan Kriket T-20 Büyük Erkekler Türkiye Şampiyonası 22-26 Nisan tarihleri arasında Denizli’de yapılacak. Müsabakaları, Şirinköy ve Akvadi Spor Tesisleri’nde gerçekleşecek şampiyonada 8 ilden 13 takım mücadele edecek. Kriket sporunda Denizli önemli bir organizasyona daha ev sahipliği yapacak. Geçtiğimiz yıl Kriket U19 ve Büyükler Türkiye Şampiyonası’nda olduğu gibi bu yıl da Kriket T-20 Büyük Erkekler Türkiye Şampiyonası yine Denizli’de gerçekleşecek. 22-26 Nisan tarihleri arasında aynı zaman diliminde iki ayrı sahada Şirinköy ve Akvadi Spor Tesislerinde gerçekleşecek olan şampiyonada 13 takımdan 182 sporcu mücadele edecek. Kriket, temelde tıpkı futbol gibi 11 kişinin karşılıklı oynadığı bir spor dalıdır. İngilizlerin icat ettiği bir oyun olan kriket, sopa ve top yardımıyla, 20 metre uzunluğunda bir alanda oynanıyor. Oval bir sahada karşı karşıya gelen oyunculardan, sahanın bir ucunda yer alan atıcı topu sahanın öbür ucunda bulunan vurucuya fırlatır. Amaç topu vurucunun arkasında bulunan ve Wicket denen kale benzeri düzeneğe değdirmektir. Kriket T-20 Büyük Erkekler Türkiye Şampiyonası için hazırlıklar devam ediyor. Gelişmekte Olan Spor Branşları Federasyonu ile Gençlik Spor İl Müdürlüğü organizasyonunda yapılacak şampiyona için takımlar gelmeye başladı. Geçtiğimiz yıl Denizli’nin ev sahipliğinden memnun olan ve güzel anılarla ayrılan sporcular, bu yıl yeniden Denizli’de Türkiye şampiyonu olabilmek için sahaya çıkacak. Gelişmekte olan spor branşlarına önem verdiklerini söyleyen Gençlik ve Spor İl Müdürü Ömer İlman, dostluğun ve rekabetin bir arada yaşanacağı güzel bir şampiyona olmasını diledi.
Bursa (Özel) “Hazır giyim ve tekstilde Türkiye’nin rakibi Avrupa ülkeleridir” Türkiye’nin katma değeri yüksek ürünlerle marka olarak dünya liderliğine oynayabilecek durumda olduğunu belirten Demirtaş Organize Sanayi Bölgesi Sanayici ve İş İnsanları Derneği (DOSABSİAD) Yönetim Kurulu Başkanı Nilüfer Çevikel, “Hazır giyim ve tekstilde bizim rakibimiz Orta Doğru veya 3’üncü dünya ülkeleri değil, Avrupa’dır” diye konuştu. Türkiye İhracatçılar Meclisi tarafından açıklanan son ihracat verilerine göre hazır giyim ve konfeksiyon sektörü mart ayı ihracatını 1 milyar 618 milyon 456 bin dolarla tamamladı. Ocak-Mart döneminde kaydedilen değer ise, 4 milyar 539 milyon 463 dolar. Sektör, bu rakamla geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 12,5’lik bir düşüş yaşadı. Ancak, Türkiye’den alımları azaltan Avrupalı sektör temsilcilerinin Türkiye’ye yeniden ‘yeşil ışık’ yakması, 2024 rakamları için sektöre umut verdi. “Türkiye’nin artık ucuz değil, katma değeri yüksek marka üretmemiz gerekiyor” Hazır giyimdeki ivmenin yükseldiğini yakından takip ettiklerini belirten DOSABSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Nilüfer Çevikel, “Ancak son dönemde, bilhassa tekstildeki spekülasyonlara çok fazla takılmamak gerektiğini düşünüyorum. Bizim derdimiz aslında, 3’üncü dünya ülkeleriyle değil, daha önceden de gündeme getirdiğimiz gibi, bizim acil bir şekilde artık markalaşmamız gerekiyor. Çünkü, Türkiye artık ucuz arazinin, ucuz işçiliğin ve devletin sübvanse ettiği enerji maliyetlerinin ve ham maddenin bulunduğu bir ülke değildir” şeklinde konuştu. “Rakibimiz Avrupa ülkeleri” Başkan Çevikel konuşmasını şöyle sürdürdü; “Bizim rakibimiz Avrupa ülkeleridir. Dolayısıyla böyle ortamda biz çok üretip çok kazanmak değil, aslında daha yenilikçi, daha teknolojik ve daha nitelikli ürünler üretip katma değeri yüksek ürünlerle marka olarak dünya liderliğine oynayabilecek durumdayız. Bugün tekstilin Mısır, Türkmenistan veya başka ülkelere taşınması konusu 10 sene sonrada konuşulacak. Bu ülkelerin yerini başka ülkeler alacaktır. Çünkü bu ticaretin bir gereğidir. Siz nerede ucuz ürün buluyorsanız, oradan alırsınız. Ancak Türkiye sanayi devrimini tamamlamaya yakın bir ülke olarak hedefi çok daha ileride olmalıdır. Bizim önümüzdeki en önemli süreç markalaşmadır. Hazır giyimde de elbette sektörün yukarı yönlü ivme kazanması çok normal olarak algılıyorum. Çünkü Türk sanayisi hem Avrupa’nın hem de diğer kıtaların gözbebeğidir.” “Hedefimiz, dünya markalarına ürün üretmek değil, dünya markası olmak” Bursa’nın kumaş üretiminde öncü olduğunu ifade eden Başkan Çevikel, “Bursa, Türkiye’nin tekstil ve kumaşta kalbi olduğu gibi, dünya içinde önemli bir bölgedir. Çünkü bu bölge, her kalitede ürünü, yenilikçi ve katma değeri yüksek ürünleri üretebiliyor. Bu düşüncede Bursa, hem Türkiye’ye hem de diğer ülkelere örnek olmuştur. Ben önümüzdeki dönemde, yakın zamanda inanıyorum ki, Türkiye’den ciddi markalar çıkacaktır. Ucuz üretim istediği yere kaysın. Doğu veya 3’üncü dünya ülkelerine kaysın. Bizim ilgilendiğimiz nokta, dünyanın en iyi markalarına artık ürün üretmek istemiyoruz. Hedefimiz, dünya markası olmaktır. Dünyadaki üreticilere, bizim ürünleri yaptırmak istiyoruz. Bu çerçevede, Türk tekstil sektörünün şuanda bir dönüm noktasında olduğunu düşünüyorum” şeklinde konuştu.