GÜNDEM - 12 Temmuz 2019 Cuma 08:21

Turizm Ajansında TÜRSAB yok

A
A
A
Turizm Ajansında TÜRSAB yok

TBMM’de kabul edilen kanunla Türkiye Turizm Tanıtım ve Geliştirme Ajansı kurulacak. Ancak, ülke turizm faaliyetlerinin yüzde 80’ini yürüten TÜRSAB, Ajans yönetiminde temsil edilmeyecek. TÜRSAB Başkanı Bağlıkaya, kanunun Cumhurbaşkanı tarafından yeniden değerlendirilmesini talep ediyor.

Meclis’te önceki gece kabul edilen kanunla Türkiye’nin turizm hedeflerine ulaşması amacıyla imkân ve fırsatların dünyada tanıtılması, turizm potansiyelinin tüm yönleriyle ülke ekonomisine kazandırılması, turizm yatırımlarının ülke ekonomisindeki payının ve hizmet kalitesinin arttırılması için Türkiye Turizm Tanıtım ve Geliştirme Ajansı kurulması karara bağlandı.

Kanunun içerik özeti bu. Biraz muğlak ama şimdiye dek tek tek STK’ların ya da bazı devlet kurumlarının birbirinden bağımsız olarak yarım yamalak yürüttüğü faaliyetlerin tek elde toplanması anlamına geliyor bu. Ve kesinlikle çok olumlu bir gelişme.

Bu kurumun icra ve yönetim kurulları olacak. Başkanlığını da Turizm ve Kültür Bakanı yürütecek.
YÖNETİM KURULUNDA, Kültür ve Turizm Bakanlığı Tanıtma Genel Müdürlüğünden sorumlu Bakan Yardımcısı, Tanıtma Genel Müdürü, THY Yönetim Kurulu Başkanı, Devlet Hava Meydanları İşletmesi Genel Müdürlüğü tarafından işletilenler hariç olmak üzere havalimanı ve terminal işletmelerini temsilen en yüksek cirosu olan ilk iki işletme arasından her üç yılda bir sırayla görevlendirecek birer kişi, bakanlıktan turizm işletmesi belgeli tüm tesislerin bulundukları coğrafi bölge bazında temsilini sağlamak üzere Marmara ve Akdeniz bölgelerinden ikişer üye, Ege, Karadeniz, İç Anadolu, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinden birer üye ile seyahat acentesi işletme belgesi sahiplerinin ilgili mevzuatı uyarınca kendi aralarında yapacakları seçimle belirlenecek bir kişi olmak üzere, toplam 15 üyeden oluşacak.
Ajansın yürütme organı olan İCRA KURULU; Tanıtma Genel Müdürlüğünden sorumlu Bakan Yardımcısının başkanlığında, Tanıtma Genel Müdürü, bakanlıktan turizm işletmesi belgeli tesislerden Marmara, Akdeniz ve Ege bölgelerini temsil eden Yönetim Kurulu üyeleri arasından bakan tarafından seçilen üç üye olmak üzere toplam beş üyeden oluşacak.

Buraya kadar olan bilgiler ışığında dikkati çekmeyen bir nokta var. O da Türkiye’deki turizm faaliyetlerinin yüzde 80’ini yürüten, kanunla kurulmuş ve kısa adı TÜRSAB olan Türkiye Seyahat Acenteleri Birliği bu kurullarda yok. Tamamen by-pass edilmiş durumda. TÜRSAB, sadece danışma kurulunda yer alacak. O da TOBB (Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği), Türkiye Otelciler Federasyonu, Türkiye Otelciler Birliği temsilcileriyle dönüşümlü olarak...

“TURİZMİN BÜYÜK BÖLÜMÜ ÜZERİMİZDEN DÖNÜYOR”
TÜRSAB Başkanı Firuz Bağlıkaya ile konuştum. Çok kırgın ve bu kanunun Cumhurbaşkanı tarafından yeniden değerlendirilmesini talep ediyor.
Firuz Bağlıkaya kurumsal olarak yasa çıkmadan evvel çalışmalar yaptıklarını, diğer derneklerle birlikte geçen hafta tüm partilerin grup başkan vekilleriyle bunu paylaştıklarını belirterek özellikle kendisinin AK Parti grup başkan vekillerini ziyaret edip yasa tasarısındaki eksiklikleri anlattığını ifade etti.
Aslında kendi seyahat acentesi nedeniyle TÜRSAB’ın üyesi olan Turizm ve Kültür Bakanı Mehmet Ersoy ile görüşememiş Firuz Bağlıkaya. Bağlıkaya, yasada sadece kendilerinin değil yine yasayla kurulmuş Rehberler Derneği’nin de bulunmadığını ifade ediyor.
Firuz Bağlıkaya sorularıma şöyle cevaplar verdi:
Neden TÜRSAB bu kadar önemli?
Turizmin bir konaklama ayağı var, bir ulaşım ve bir de pazarlama ayağı var. Biz pazarlama ayağındayız TÜRSAB olarak. İstediğiniz otelin muhasebesine bakın, faturalarının yüzde 80’i seyahat acentelerine ve tur operatörlerinedir. Fuarlara gidin bakın, tur operatörleri ağırlıklıdır. Konaklama yerleri de katılır ama onlar tanıtım amaçlıdır, direkt satış amaçlı değildir. Ağırlık olarak tur operatörleri ve seyahat acenteleri satış yapma amaçlıdır fuarlarda. Dolayısıyla turisti esas getiren mekanizmanın pazarlama mekanizmasının bu oluşumun içinde yer alması doğal olandır.
Sayın Bakan’ın firması da sizin üyeniz, sizi muhatap almıyor mu?
Kendisiyle konuştuk ama bilmiyorum. Biz kendisinin Bakanlık’ta neler yaşadığını bilemiyoruz. Bu konuda değerlendirme yapamamam.
Herhâlde kendine göre sebepleri var. Ama bu bizim kabul etmediğimiz sebepler.
Nedir o kabul etmediğiniz sebepler?
Yani Sayın Bakan “Eğer bu karar alma mekanizmalarında siz olursanız herkes böyle bir talepte bulunur” diyor.
Ama siz herkes değilsiniz.
Biz de aynını söylüyoruz “Biz herkes değiliz” diyoruz. Biz kanunla kurulmuşuz. Türkiye’deki turizmin büyük bir bölümü bizim üzerimizden dönüyor. Öyle olsa herkes yasayla kurulurdu. Seyahat acenteleri arasından bir temsilci alınacakmış. Hangi temsilciyi alacaklar? Seçimle gelecek. E biz zaten seçimle geliyoruz ve tüm seyahat acentelerini temsil ediyoruz. Kongreden sonra yani bir kongre daha yapıp bu yönetim kuruluna bir yönetici seçimi mi yapalım? Bir de icrada yokuz. Seçilmiş bir teşkilatın başkanı değil de bir başkası bilmediğimiz bir yöntemle seçilecek icra kuruluna. Ne sebeple bilemiyorum.

“ÖNCE BİZ OLMALIYIZ”
Kanunla yapılmak isteyen ne?

Bizim amaçladığımız kanun teklifinde ağırlıklı olan kısım Türkiye’nin tanıtımı ve ülkemizin algısıyla ilgili bir tanıtıma yönelikti. Gerçekten de bir takım lobilerin ve grupların yönetilmesi mevcut yasalarla mümkün değil. Lobi faaliyetlerinde bulunulması gerekiyor. Bunlar için çok yüksek ücretli ve çok yüksek bütçeli kadrolar gerekiyor. Ülke turizmi için Türkiye’nin pazarlaması ve algı yönetiminin tek merkezden ve güçlü biçimde yapılması gerek. Türkiye’nin en büyük acente kuruluşu TÜRSAB bunun içinde yer almıyorsa bu eksik olacaktır. Daha da iddialı konuşuyoruz. Önce biz olmalıyız, daha sonra başkaları olmalı. Çünkü bu bizi ilgilendiren bir şey. Zaten hâlihazırda yaptığımız bir şey. Zaten bunu Avrupa’da biz yapıyoruz. Bakanlığın bütçelerine bakın bu tanıtım konusundaki bütçelerine. Son derece mütevazıdır, kısıtlıdır. Hâlbuki gidin bakın tur operatörlerine orada milyonlarca avro para harcıyorlar. Gazete ilanları var, televizyon ilanları.
Hepsinden önemlisi de Türkiye ile ilgili negatif haberlerin çıkmasının önlenmesi var bu işin içinde. En önemlisi bu. Bir haber çıktıktan sonra siz onu ne kadar toparlarsanız toparlayın, geçmiş olsun haber alıp başını gitmiştir. Dolayısıyla basın yayınla kanaat önderleriyle odaklarla iyi ilişkiler yapılmalı ve bu tek merkezden büyük bütçeyle yapılmalı. Türkiye’ye yönelik kara propagandaya karşı çıkmak için bu oluşum gerekliydi ve doğru bir girişimdi ama bizim olmayışımız büyük eksiklik.
Yani diyorsunuz ki öyle şeyler yapılmalı ki bu tür haberlerin altının boş olduğu konusu Avrupalılarda bir kanaat olarak oluşmalı.
Aslında çıkmaması lazım. Bizim rakiplerimizle ilgili çıkmıyor. Türkiye’de olan olayların iki misli Yunanistan’da oluyor, Yunanistan’la ilgili kötü haber çıkmıyor. İspanya ile ilgili çıkmıyor. Bizde hemen çıkıyor, hatta abartılarak çıkıyor. Çünkü yurt dışında faaliyet gösteren büyük turizm şirketlerinin Yunanistan’da yatırımları var, Türkiye’de yok. Onlar kendi yatırımlarını korumak istiyor. Dolayısıyla onlar kendi yatırımlarının olduğu ülkelerle ilgili mümkün olduğunca negatif haber yapmamak istiyorlar. Bizim ülkemizde böyle bağları olmadığından hemen küçük bir şey abartılarak ortaya çıkıyor.
Yabancı yatırımcıların o zaman Türkiye’ye yatırım yapması gerekiyor.
Yabancı yatırımcılar bu işin sigortası. Diğer ülkelerdeki kadar burada risklerinin olması gerekir.
Peki, sormak isterim ne kadardır Türkiye’de yabancı yatırımcı?
Vallahi kendi mülkü olan yabancı yatırımcı çok az hakikaten. Yok gibi bir şey. Bir Hilton var sahibi Hilton değil. Four Seasons var mesela sahibi Türk. Club Med diyelim. Kendi işletmesini gelir kendi yapar misal. Bunun gibi resort markalar olması gerekir. Sadece TUİ’nin Türkiye’de kiraladığı oteller var. Ama ülkemizde 4-5 adet otel varsa İspanya’da 150 tane var.

Bunlar Da İlginizi Çekebilir
Hakkari Hakkari’de vatandaşlar çinko ve kurşun madenine karşı eylem başlattı Hakkari’nin Kavaklı köyünde 2007’den beri devam eden maden çalışma faaliyetlerine karşı köy sakinleri eylem başlattı.Hakkari il merkezine 50 kilometre mesafede bulunan ve bölgedeki çatışmalı süreçten kaynaklı 1995 yılında boşaltılan Kavaklı köyü halkı, 2007 yılında Karakaya Maden ile Sedex Resources Maden şirketlerinin başlattığı çinko ve kurşun madeni çalışmalarını durdurmak amacıyla Hakkari, Van ve Yüksekova’da yaşayan yüz kişilik bir grupla maden sahasına giderek eylem başlattı.Şine Köprüsü’nde nöbet tutan askerlerden izin alarak maden sahasının olduğu vadiye yürüyen grup, maden galerilerinin olduğu bölgede basın açıklaması yaptı. Maden şirketi sahipleriyle görüşmek isteyen köylüler, jandarmanın kontrolünde firma yetkililerinden iki kişi ile görüşme yaptı. Köylüler, taleplerinin kabul edilmemesi üzerine nöbet eylemi başlattı. İlk nöbeti köy sakinlerinden oluşan 40 kişilik grup tuttu.“Maden çalışmaları derhal durdurulmalı”Kavaklı köyü halk adına açıklamayı okuyan Salih Kurt, yapılan maden çalışmalarından dolayı mağdur olduklarını söyledi. Kurt, “Köyümüzün mera alanlarında bulunan maden ocağı 18 yıldır çevreye ve köylülerin yaşam alanlarına ciddi zararlar vermektedir. Maden çalışmaları nedeniyle topraklarımız kirlendi ve verimliliğini kaybetti. Su kaynaklarımız zehirlendi ve içilmez hale geldi. Hava kirliliği arttı ve solunum problemlerine yol açtı. Hayvanlarımızın otlanma alanları tahrip edildi. Köyümüzün doğal güzelliği bozuldu. Bu sorunlara rağmen maden çalışmaları durdurulmak yerine aralıksız devam etmektedir. Köylüler olarak defalarca yetkilere başvurmamıza rağmen sorunumuza çözüm bulunamadı. Artık dayanacak gücümüz kalmadı. Köyümüzün ve gelecek nesillerin haklarını korumak için maden çalışmalarının derhal durdurulmasını talep ediyoruz. Köy halkı olarak Kavaklı köyü mera alanlarında bulunan maden ocağının faaliyeti derhal durdurulsun. Maden ocağının çevreye verdiği zararlar tazmin edilsin. Köylülerin yaşam alanları eski hale getirilerek maden faaliyetinin bıraktığı tahribat ortadan kaldırsın. Bölgede yeniden ağaçlandırma yapılsın” ifadelerini kullandı.Köylüler, maden ocağı önünde dönüşümlü nöbet eylemi başlatırken, jandarma da bölgede önlemlerini arttırdı.
Bitlis Ahlat’ta Filistin için yürüyüş düzenlendi Bitlis’in Ahlat ilçesinde sivil toplum kuruluşları öncülüğünde Gazze’deki saldırı ve ablukanın sonlanması, Filistin’in özgürlüğü için yürüyüş ve basın açıklaması düzenlendi. Bitlis Filistin Dayanışma Platformu öncülüğünde düzenlenen yürüyüşe yüzlerce kişi Filistin bayrakları ve çeşitli dövizlerle katıldı. İlçenin Akkoyunlu Camii önünde başlayan yürüyüşte sloganlar atılarak 15 Temmuz Çeşmesine geçildi. Burada ortak basın açıklamasını okuyan Bitlis Filistin Dayanışma Platformu Sözcüsü Emrullah Erkan, Gazze’yi unutmadıklarını ve hiçbir zaman unutmayacaklarını söyledi. Siyonist İsrail’in yaptığı soykırımı lanetlemek, Filistinlilerin yanlarında olduklarını göstermek için alanlarda olduklarını söyleyen Erkan, “Kendi yolunda cihat edenlere izzet, yolundan yüz çevirenlere zillet elbisesi giydiren Allah’a hamdolsun. Tarih boyunca haddini aşmış nice tağutları helak eden, yeryüzünün mustazaflarına özgürlük ve salih kullarına yeryüzünün verasetini vaat eden Eabbimize hamdolsun. Gazze’deki soykırım ve bütün yoksunluklara rağmen şanlı direniş 6. ayını da geride bıraktı. Altı Gün Savaşlarında bölgenin en güçlü ülkelerini dize getiren İsrail, neredeyse yirmi yıldır abluka altında tuttuğu Gazze direnişine karşı hiçbir askeri başarı elde edemedi. İnsanlık, tarih boyunca gördüğü en büyük zulümlerden birine şahitlik ediyor. Apartheid rejimi işgalci İsrail; kadın, çocuk, yaşlı ve sivil ayırt etmeksizin Gazze’de soykırım suçu işliyor. Yaşanan bu işgal ve soykırım, vicdan sahibi yürekleri kanatıyor, başta bölgemiz ve Ortadoğu olmak üzere tüm dünyanın huzuruna kast ediyor. Gazze’de şu anda on binlerce insan, yeterli gıdaya ve suya ulaşamıyor. Evet, ne yazık ki on binlerce insan 2024 yılında dünyanın gözleri önünde açlık ve susuzluk sebebiyle ölüm tehlikesiyle karşı karşıya kalmış durumda. Gazze; direnişiyle, şehadetleriyle ders vermeye, uyandırmaya, diriltmeye devam ediyor. İslam dünyası ise anlamıyor. Nitekim, Filistinli imam Mahmut Hasanat, hutbeye çıkarak; ’30 bin şehidin, 70 bin yaralının, 100 bin sakatın, 2 milyon evsiz ve aç susuzun uyandırmadığı, bir şey anlatmadığı bir ümmete ben buradan konuşsam ne olur konuşmasam ne olur, kamet getirin de namazımızı kılalım’ dedi ve hutbeden indi. İnsanlık için feveran, ümmet için sitem olan bu haykırışı çok iyi anlıyoruz” dedi.
Gümüşhane Gümüşhane’de son 10 günde kene vakalarında artış yaşanıyor Gümüşhane’de ilkbaharın gelmesiyle birlikte Kırım Kongo Kanamalı Ateşi (KKKA) Hastalığı vakalarında artış başladı. Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı Dr. Ahmet Furkan Kurt, Gümüşhane’nin de içinde bulunduğu Kelkit Vadisinin en riskli bölge olduğunu belirterek son 10 günde vaka artışları yaşandığını söyledi. Türkiye’de ilkbahar mevsiminin etkisini göstermesiyle birlikte Kırım Kongo Kanamalı Ateşi (KKKA) Hastalığı vakaları görülmeye başladı. Yılın ilk vakasının görüldüğü Gümüşhane’de ise vakalar artmaya devam ediyor. Son olarak kentte A.S. ve H.S. isimli karı koca da KKKA hastalığı teşhisiyle tedavi altına alındı. Son günlerdeki vaka artışları ile ilgili açıklamalarda bulunan Gümüşhane Devlet Hastanesi Başhekim Yardımcısı Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı Dr. Ahmet Furkan Kurt, Gümüşhane’nin de içinde yer aldığı Kelkit Vadisinin en riskli bölge olduğunu belirterek bu bölgede yaşayan insanların daha dikkatli olmaları gerektiği uyarısında bulundu. “Şu anda 3 hastaya kesin tanı koyduk” İlkbaharın gelmesiyle birlikte son 10 günde vakalarda büyük artış olduğunu söyleyen Uzm. Dr. Kurt, “Hastanemize çok fazla kene sonrası başvuru olmakta ama şu ana kadar tanısını koyduğumuz 3 tane vakamız oldu. 1 tane hastamız tedavisini olup taburcu edildi, 1 hastamız hala yatıyor, 1 hastamızı da Trabzon’a sevk ettik ve durumunun iyi olduğunu öğrendik. Kırım Kongo Kanamalı Ateşi hastalığı keneler yoluyla bulaşmakta ve bu keneler daha çok Kelkit vadisi yani Kelkit Çayı’nın aktığı 256 kilometrelik bir hat üzerinde yoğun. Bu hat üzerinde Tokat, Sivas, Erzincan, Giresun ve Gümüşhane bulunuyor. Kenelerin aktifleştiği dönemler ilkbahar ve yaz ayları olduğu için son 10 gündür vakalarda resmen patlama var. Çok fazla başvuru oluyor hastanemize ama şu an 3 tane hastaya kesin tanı koyduk. Hastalar genellikle ateş, baş, kas ve eklem ağrısı şikâyetleri yani sanki bir üst solunum yolu enfeksiyonu gibi bulantı, kusma ve ishal şikâyetleriyle başvuruyorlar. Hastalar daha geç başvurursa bu şikâyetler kanamalarla seyredip, hastalar kaybedilebiliyor” dedi. “Gümüşhane en riskli noktalardan birisi, vatandaşlar daha çok dikkat etmeli” KKKA hastalığının kanıtlanmış bir tedavisi olmadığının altını çizen Dr. Kurt, “Bu hastalığın kanıtlanmış bir tedavisi yok. Biz destek tedavileri yapıyoruz. En önemli yol ise korunma yöntemleri. Bölgemiz de bu noktada yoğun olduğu için vatandaşların bilinçli olması gerekiyor. Riskli bölgelerde vatandaşlarımızın pantolon paçalarını çoraplarının içine koymalılar, açık renkli giyişiler giymeleri gerekiyor keneyi fark edebilmek için. Bu riskli yerlerden ayrılma durumunda hem kendilerini hem de çocuklarını kene var mı diye kontrol etmeleri gerekiyor. Kene ile karşılaşma durumunda ise eğer sağlık kuruluşuna başvurma zaman alacaksa bunun çıkarılması lazım. Çıplak elle dokunmamak kaydıyla, bir bez, bir eldiven, naylon bir poşetle kenenin vücuda tutunduğu en yakın yerden tutulup çıkarılması lazım. Kene çıkarıldıktan sonra da 10 gün boyunca hastalık belirtilerini takip ederek bunun gerçekleşmesi durumunda en yakın sağlık kuruluşuna başvurulması gerekiyor. Kenenin üzerinde sigara söndürmek, kolonya dökmek, deterjan dökmek, yakmak kenenin kusup taşıdığı mikrobu daha fazla boşaltmasını sağlayacağından yapılmaması gereken şeyler. Keneyi hafife almadan tedbirli olmamız gerekiyor. Gümüşhane bu hastalık için en riskli bölgelerden birisi olduğu için burada yaşayan vatandaşların ilkbahar ve yaz mevsimlerinde çok dikkatli olması gerekiyor” diye konuştu.