GENEL - 15 Ocak 2019 Salı 13:36

Hatay’da 200 bin dönüm alan sular altında

A
A
A
Hatay’da 200 bin dönüm alan sular altında

Antakya ve Kumlu Ziraat Odası Başkanı Bayar Eker, Hatay’da son haftalarda etkili olan aşırı yağışlar nedeniyle Amik Ovası’nde 170-200 bin dönüm alanın sular altında kaldığını söyledi.

Antakya ve Kumlu Ziraat Odası Başkanı Bayar Eker, Hatay’da son haftalarda etkili olan aşırı yağışlar nedeniyle Amik Ovası’nde 170-200 bin dönüm alanın sular altında kaldığını söyledi.


Eker, yaptığı açıklamada, Amik Ovası ve sular altında kalan diğer tarım arazilerinde henüz hasar tespiti yapılamadığını belirterek, "Amik Ovası yoğun yağışlar nedeniyle her geçen gün daha da tehlike altına girmiştir. Amik Ovası’nın tamamı sular altında. Çiftçilerin yıllık üretim dediğimiz buğday, soğan, havuç gibi ürünlerinde büyük kayıplar var. Şu an için hasar tespiti yapmak mümkün değil. Ne zaman sular çekilirse, bunlar daha detaylı ortaya çıkacaktır. Şu anki tabloya göre zarar her geçen gün daha artmakta. 170 bin - 200 bin dönüm arasında tarım arazisinin sular altında kaldığı görülüyor. Bu geniş bir alanı kaplıyor. Eski Amik Gölü dediğimiz yerin dışında Kumlu ve Kırıkhan’da da bazı yerler su altında. Aşağıoba dediğimiz mahalle ve havaalanı çevresindeki çiftçilerimizin mahsul alma şansı kalmadı” dedi.



"Fiyatlar yükselecek"


Üretiminin azaldığı sürece fiyatların yükseleceğine dikkat çeken Eker, “İç piyasaya ve tüketiciye ürün az olduğu sürece olumsuz yansıyacak. Örnek olarak havucu dışarıdan getirdiğimiz zaman yol maliyeti olacak ve ister istemez tüketici fiyat konusunda sıkıntı yaşayacak, yani yükselecek. Soğanda da aynı sıkıntıyı yaşayacağız, bazı yerlerde soğanlar hasar görmüş durumda, onda da fiyat artışı olur. Üretim azaldığı sürece vatandaşın cebine biraz daha yansır” diye konuştu.


Tek gayelerinin başta Hatay Valisi Rahmi Doğan olmak üzere yetkililerin konuyla biraz daha fazla ilgilenerek, çiftçinin bir an önce mağduriyetinin giderilmesi olduğunu kaydeden Eker, çiftçilerin ekim alanlarının dışında yerleşim yerlerinin de zarar gördüğünü hükümet yetkililerinin en kısa zamanda çare bulacağını ümit ettiğini sözlerine ekledi.

Bunlar Da İlginizi Çekebilir
Gaziantep Otizm spektrum bozukluğunda dünden bugüne etkinliği HKÜ’de gerçekleştirildi Hasan Kalyoncu Üniversitesi (HKÜ) Eğitim Fakültesi, Özel Eğitim Bölümü, Özel Eğitim Uygulama ve Araştırma Merkezi (ÖZEUAM), Engelsiz Öğrenci Birimi ve Özel Eğitim Öğrenci Topluluğu iş birliği ile Otizm Farkındalık Ayı’na yönelik olarak, “Otizm Spektrum Bozukluğunda Dünden Bugüne Etkinliği” gerçekleştirdi. HKÜ Hukuk Amfi’de düzenlenen ve moderatörlüğünü Özel Eğitim Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Latife Özaydın’ın yaptığı ve Burdur Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Özel Eğitim Bölümü Başkanı Prof. Dr. Ümit Şahbaz, HKÜ Özel Eğitim Bölümü Başkanı Dr. Öğr. Üyesi Emine Erden ve HKÜ Özel Eğitim Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Öğr. Üyesi Merih Toker’in konuşmacı olarak katıldığı programa; HKÜ Eğitim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Şener Büyüköztürk, öğretim üyeleri ve öğrenciler katıldı. Otizmli çocuklara yönelik davranış değiştirme süreçlerinden, zihin kuramı ve dil gelişimi üzerine çalışmalara kadar geniş bir yelpazede bilgi sunulan etkinlikte; Burdur Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Özel Eğitim Bölümü Bölüm Başkanı Prof. Dr. Ümit Şahbaz “Otizm Spektrumu Bozukluğu Olan Çocuklarda Davranış Değiştirme Süreci”, HKÜ Özel Eğitim Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Öğr. Üyesi Merih Toker “Otizm Spektrum Bozukluğu Olan Çocuklarda Zihin Kuramı, Yürütücü İşlevler ve Dil” ve HKÜ Özel Eğitim Bölümü Bölüm Başkanı Dr. Öğr. Üyesi Emine Erden ise “Otizmli Küçük Çocuklarda Ebeveyn Aracılı Müdahaleler” konulu sunumlarını gerçekleştirdiler. Programın sonunda; Burdur Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Özel Eğitim Bölümü Başkanı Prof. Dr. Ümit Şahbaz’a hediyesini HKÜ Eğitim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Şener Büyüköztürk takdim etti.
İstanbul Hemofilide gen tedavisi Türkiye Hemofili Derneği Başkanı Prof. Dr. Bülent Zülfikar, hemofili de güncel tedavi yöntemleri hakkında bilgi verdi. Zülfikar, ‘‘Hemofilide teşhis ne kadar erken koyulursa tedavi o kadar erken başlar. Gen tedavisi 2010 yılından beri başarılı sonuçlar elde edilen bir tedavi yöntemi. Türkiye’de klinik çalışmalar kapsamında gen tedavisi uygulananların sayısı 40 civarındadır” dedi. 17 Nisan Dünya Hemofili Günü nedeniyle hemofili hastalığı hakkında kamuoyunda farkındalık oluşturmak amacıyla başlayan etkinlikler sürüyor. Yine bu kapsamda alanında uzman hekimler de farkındalık çalışmalarını destekleyen, hastalığı gündeme taşıyan açıklamalarda bulunuyor. Halk arasında kanın pıhtılaşmaması olarak bilinen hemofili, hastaların yaşam kalitesini olumsuz olarak etkiliyor. Genetik geçişli kalıtsal kanama bozukluğu olan hemofili için güncel tedavi yöntemler arasına giren gen tedavisi hastalara umut oluyor. Bu kapsamda güncel tedavi yöntemleriyle ilgili açıklamalarda bulunan Türkiye Hemofili Derneği Başkanı Prof. Dr. Bülent Zülfikar, gen tedavisiyle ilgili çalışmaların uzun süredir yapıldığını, 2010 yılında beri de başarılı sonuçlar elde edildiğini, ülkemizde de farklı merkezlerde klinik çalışmalar kapsamında 40 kadar hastanın bu tedaviden faydalandığını söyledi. Hemofilinin genetik bir hastalık olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Zülfikar, “Hemofili ve benzeri genetik hastalıklarda şifaya ulaşmayı sağlayacak olan tedavilerden biri olan gen tedavisi eksik olan geni aracı bir virüs kullanarak vücuda vermek ile başlamaktadır. Virüsün karaciğere yerleşerek buradaki hücrelerde sürekli olarak vücutta eksik olan faktörü (protein tabiatında madde) kodlamasıyla plazmada sürekli olarak yeterli düzeyde faktör bulunabilmektedir. Öte yandan tüm kalıtsal kanama bozukluklarında teşhis ne kadar erken koyulursa tedavi o kadar erken başlar ve hastalar hastalığın verebileceği hasarlardan korunmuş olurlar. Bunu sağlamak için de yeni tedavi yöntemlerinin geliştirilmesi için büyük çabalar var” dedi. Prof. Dr. Zülfikar, sözlerine şöyle devam etti: ‘‘Vücudumuzda kanamayı önleyen sistemlerimiz vardır. Kanda pıhtılaşmayı sağlayan maddelerden birinin eksikliği sonucu kanamaların tekrarlaması sorunlarından biri de Hemofili hastalığıdır. Olguların yaklaşık üçte birinde (1/3) anne karnındaki bebekte mutasyon olmasıyla da kalıtsal pıhtılaşma bozukluğu görülebiliyor. Hastalık genetik olarak geçtiği için şikayetler doğuştan itibaren başlıyor. Nitekim doğum sonrası kesilen göbek bağındaki kanamanın durmaması, tarama testleri için bebeklerden kan alınan yerlerde kanamanın devam etmesi, kol ve bacaklarda görülen morluklar gibi belirtiler hemofili habercisidir.” “Hemofili hastalığı da taşıyıcılığı da ömür boyunca varlığını korumaktadır” Hemofilinin çok yaygın bir hastalık olmadığını aktaran Prof. Dr. Zülfikar, “Hemofili ve tüm kalıtsal kanama bozukluklarını nadir hastalık olarak tanımlıyoruz. Türkiye’de taşıyıcılar ile birlikte toplam sayı 80 bin civarındadır. Kayıtlı Hemofili A ve Hemofili B hastası 10 bin kişi kadardır. Maalesef başta hafif tipler olmak üzere henüz tanısı koyulmamış olanlar da vardır. Bunları kliniklere getirmemiz, sağlık ve sosyo-psikolojik sorunlarını çözmemiz lazımdır. Bunun içinde 17 Nisan Dünya Hemofili Günü gibi farkındalık çalışmaları çok önemlidir. Bu çabalar sadece tanı koyulmayan hastaların kliniklere getirilmesine öncülük etmekle kalmaz, bilinen hastalarında daha iyi tedavi olanaklarına ulaşmasını sağlayabilir” şeklinde konuştu. “Hastalığı iyi tanımak üstesinden gelmek için avantaj sağlar” Hemofilinin sosyal ve psikolojik olarak da yaşam kalitesini olumsuz etkilediğini belirten Prof. Dr. Zülfikar, “Bu kişilerde ömür boyunca kanama korkusu olmakta, bu da onların hayat kalitelerini düşürmektedir. Çok şükür tedavi için kullanılacak ilaçlar var. Yüksek teknoloji ürünü olan bu ilaçların maliyeti yüksekçedir. Kişinin, ailesinin hastalıkla uğraşırken bu maliyetleri karşılayamama durumu olabilir ve bunun psikolojik etkisi hastaya ciddi rahatsızlıklar verebilmektedir. Kanamalar esnasında hayati riskin yanı sıra yaşanan ağrılar da yaşam kalitesini olumsuz olarak etkileyebilir. Şüphesiz hastalığı iyi tanımak, üstesinden gelmek için avantaj sağlar” diye konuştu. Prof. Dr. Zülfikar sözlerini şöyle sonlandırdı: “Hastalığın tedavisi ülkemizde ve dünyanın büyük çoğunluğunda damardan eksik olan maddenin hastaya verilmesiyle yapılıyor. Kanama olduğunda en az 2-3 gün 8-12 saat arayla sürekli damardan iğne tedavisi ile mevcut ilaçların yapılması gerekiyor. Arzu edilen ve doğru olan bu kişilerde hiç kanama olmamasıdır. Bunun içinde koruma amaçlı haftada 2 kere iğne yapılaması gerekir. Senede 104 kere iğneyi yapabilmek, hele damarları belirgin olmayan çocuklara bunu yapabilmek hiç de kolay değil. Nitekim bu sorunları aşmak için yeni geliştirilen ve daha uzun aralıklarla derialtına uygulanan tedavilerin (ilaçların) sosyal güvenlik şemsiyesi altında hızla kullanıma girmesi, gen tedavi olanaklarına kavuşulması yıllardır hastalarımızla beraber yaşayan Türkiye Hemofili Derneğinin de öncelikle hedeflerindendir.”