SAĞLIK
Aman dikkat: 200’ün üzerinde hastalığın taşıyıcısı olabilirler 29 Mayıs 2024 Çarşamba - 10:07:39 Sıcak havalarda insanların kabusu olan ve kan emerek beslenen keneler, kalıcı sağlık sorunlarına, hatta ölüme bile sebep olabiliyor. Kocaeli Veteriner Hekimler Oda Başkanı Mehmet Bostancı, kenelerin 200’ün üzerinde hastalığın taşıyıcısı olduğunu ifade ederek, bu parazitlerle mücadelede ilaçlama ve açık renkli kıyafet giyiminin önemli rol oynadığına dikkat çekti. Özellikle sıcak havalarda doğada sıklıkla karşılaşan keneler, insan sağlığı için ciddi tehdit oluşturabiliyor. Kenelerin neden olduğu hastalıklar zamanında teşhis ve tedavi edilmediğinde kalıcı sağlık sorunlarına, hatta ölüme bile sebep olabiliyor. Kocaeli Veteriner Hekimler Oda Başkanı Mehmet Bostancı, yaz aylarına girilmesiyle vatandaşları kenelere ve sebep oldukları hastalıklara karşı uyardı. "Keneler daha çok yüksek rakımlı ve nemin düşük olduğu bölgelerde görülür" Kenelerin, hayatlarını devam ettirebilmek için kan emmek zorunda kalan eklem bacaklılar olduğunu söyleyen Bostancı, "Keneler daha çok yüksek rakımlı (800 metre üzerinde) ve düşük nemin olduğu bölgelerde görülebilmektedir. Kırım Kongo Kanamalı Ateşi (KKKA) virüsünü taşıyan keneler yüksek rakımda ve düşük neme sahip yerlerinde yaşarlar" dedi. "200’ün üzerinde hastalığın taşıyıcısı olabilirler" Kenelerin birçok hastalık yayabileceğine dikkat çeken Bostancı, "Kenelerin tüm dünyada 200’den fazla hastalığı naklettikleri bilinmektedir. Bunların başında ise Kırım Kongo Kanamalı Ateşi hastalığı gelebilmektedir. Keneler emme esnasında tükürük yoluyla virüsü kana karışabilmektedir. Vatandaşlarımızın özellikle bu dönemlerde ilkbaharın sonu ve yaz aylarında popülasyonun yoğun olduğu dönemde meraya, piknik alanlarına ya da park ve bahçelere gittiklerinde açık renkli elbise giyinmeleri, çorapları paçalarına kadar çekmeleri, elbiselerine repellent uygulamaları ve aktivite sonrası tüm vücutlarını kene yönünden kontrol etmelilerdir" dedi. "Kopartmayın, ezmeyin" Kene tutunmasında yapılabilecek en önemli davranışın en yakın sağlık kuruluşuna başvurmak olduğunu kaydeden Mehmet Bostancı, "Kene ile karşılaşıldığında vatandaşlarımızın en yakın sağlık kuruluşuna müracaat etmeleri gerekir. Keneyi hiçbir şekilde kendi imkanlarıyla çıkartmamaları, kopartmamaları ve ezmemeleri gerekir ki keneler hastalığı yaymasınlar" diye konuştu. Mehmet Bostancı, keneye karşı alınabilecek önlemler hakkında da bilgiler vererek, "Meraların sürülmesi, tarlaların biçilmesi, otların kurutulması ve sökülmesi gibi kene popülasyonunu önleyici fiziksel önlemlerin yanı sıra kimyasal mücadelede yapılmalıdır. En etkili yöntemlerden biri olarak bilinen hayvanların üzerinde veya çevresinde bulunan kenelerin akarasidler tarafından yok edilmesidir. Ancak geniş çaplı bir çevre mücadelesinin ekolojik dengeye zarar vereceği, insan da dahil birçok canlı türünün sağlığını olumsuz etkileyeceği unutulmamalıdır" ifadelerini kullandı.
29 Mayıs 2024 Çarşamba - 09:42 Bağışıklığı düzenleyici ilaçlarla MS hastalığının ilerleyişini yavaşlatmak mümkün Eskişehir Fizyomer Terapia Estetica Denta Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Tıp Merkezi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı Dr. Berrin Akpınar, Multiple Skleroz (MS) hastalığı için ilaçların yanı sıra hidroterapi ve ozon yöntemini kullandıklarını belirterek, “Biz MS hastalarına düzenli bir yaşantıyı ve rehabilitasyonlarına düzenli olarak devam etmelerini tavsiye ediyoruz” dedi. MS hakkında bilgi paylaşan Dr. Berrin Akpınar, hastalığın kişinin bağışıklık sistemindeki bozukluk sonucu hem beyinde hem de omurilikte çok sayıda plaklarla ortaya çıkan bir rahatsızlık olduğunu söyledi. Hastalığın ataklar halinde seyrettiğini ve son zamanlarda dünyada yaklaşık 3 milyon kişiyi etkilediğini ifade eden Akpınar, hastalarda en sık görme problemleriyle karşılaşıldığını belirtti. Dr. Akpınar, çift görme, işitme, konuşma bozuklukları, vücudun belirli kesimlerinde belirli derecelerde uyuşma, karıncalanmalar, kas güçsüzlükleri, kaslarda sertlikler, idrar kaçırma, hastaların dengelerinin ve yürüyüşlerinin bozulması gibi problemlerle karşılaşılabildiğini dile getirerek, nöroloji uzmanlarının hastalığın tanısını koyduktan sonra tedaviye bağışıklık sistemini düzenleyici ilaçlarla başladıklarını, bu sayede atakları önlemenin, sıklığını azaltmanın ve ilerleyici gidişatı yavaşlatmanın mümkün olduğunu aktardı. “Kasları güçlendirici egzersiz programları ile elektrik stimülasyonları kullanılabilir” Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı Dr. Berrin Akpınar, ilaçlara rağmen hastalarda bazı fonksiyon kayıplarının gelişebileceğini ve bu durumda rehabilitasyonun devreye gireceğinden bahsederek, “Hastalar bu fonksiyon kayıplarını en aza indirmek için mevcut vücudundaki fonksiyonla nasıl daha iyi hareket edebilir? Nasıl daha az diğer insanlara bağımlı şekilde yaşayabilir veya yaşam kalitesini nasıl arttırabilir? Rehabilitasyon ile biz hastalarımıza bunu öğretiriz. Burada tabii ki kişiye özel rehabilitasyon programları ön plana çıkar. Neden? Çünkü her hastalık her hastayı farklı derecelerde, farklı şekilde etkileyebilir. Rehabilitasyon sürecinde neleri yapıyoruz? Öncelikle nörolojik rehabilitasyonun olmazsa olmazı belirli egzersizlerdir. Hastanın neye ihtiyacı varsa ona göre hareket ederiz. Eklem hareketlerinde kısıtlılığı ya da kontraktürleri mi var? Bunun için eklem hareket açıklığı ve germe egzersizleri uygulanabilir. Eğer ki kaslarında güçsüzlük varsa, kasları güçlendirici özel egzersiz programları yanında elektrik stimülasyonları da kullanılabilir. Bunun yanında eğer ki dengesi bozuksa hem dengeyi arttırıcı özel egzersizler hem de sanal gerçeklik tedavileriyle hastalarımızı destekleyebiliriz” sözlerini kullandı. “Hidroterapi kasları güzel şekilde gevşetmemizi sağlar” Hastalarda istemsiz kas kasılmaları ve spastisite olabileceğini, bunun için de özel germe egzersizleri ile botulinum toksin enjeksiyonları yapılabileceğine değinen Dr. Akpınar, “Bu kasları gevşetmektedir. Hidroterapi de yine kasları suyun gevşetici özelliğinden faydalanarak güzel şekilde gevşetmemize imkan sağlar. Ancak burada sözünü ettiğimiz hidroterapi sıcak su tedavileri değil, normal egzersiz havuzlarında birebir fizyoterapist eşliğinde yapılan egzersizlerdir. Çünkü MS hastaları sıcak termal suların, kaplıcaların ve hamamların atakları tetikleyebileceğini bilirler. Dolayısıyla bunları önermiyoruz” şeklinde konuştu. “Ozon tedavisi atakların sıklığını azaltmada olumlu sonuç veriyor” Hastaların postürleri ve duruşları bozulduysa bu konuda da egzersizlerine destek verilebileceğine vurgu yapan Berrin Akpınar, konuşmasına şöyle devam etti: "İdrar kaçırma gerçekten ciddi bir sorun olabilir ve MS’li hastalarda pelvik taban kaslarını güçlendirici egzersizlerin yanında manyetik alan stimülasyonlarıyla idrar taşırmalarının önüne geçmek mümkündür. Son yıllarda oldukça popüler olan ozon tedavisi de yine hem atakların sıklığını azaltmada hem de MS rahatsızlığının merkezi sinir sisteminde, omurilikte ve beyinde meydana getirdiği hasarların tamiratında olumlu sonuçlar verebilmektedir. Biz genellikle MS hastalarına düzenli bir yaşantıyı öneririz. Her zaman için uykularını düzenli almalarını, dengeli beslenmelerini, alkolden ve sigaradan uzak durmalarını, stresli bir yaşantılarının olmamasını, çok aşırı yorucu işlerle çalışmamalarını ve üzüntü, kaygı ile depresyondan uzak durmalarını öneririz. Bir de tabii ki mutlaka rehabilitasyonlarına düzenli olarak devam etmelerini tavsiye ederiz.”
Zayıflamak isteyenlere sağlıklı tavsiyeler
28 Mayıs 2024 Salı - 10:44 Zayıflamak isteyenlere sağlıklı tavsiyeler Beslenme ve Diyet Uzmanı Uz. Diyetisyen Veysel Ciğerli, yaz mevsimin gelmesiyle zayıflama sürecine giren kişilerin yaptığı hatalara değindi. Türkiye’de sağlıklı beslenme alışkanlıklarının azalması ile birlikte obezite ve aşırı zayıflığa bağlı hastalıklar da hızla yaygınlaşıyor. İdeal kilosuna kavuşmak isteyen kişiler için beslenme ve diyet uzmanları eşliğinde uygulanacak doğru ve sağlıklı diyet programları büyük önem taşıyor. Yaz mevsimin gelmesiyle zayıflama sürecine giren kişilerin yaptığı hatalara da değinerek hangi besinlerin tüketilmesi gerektiğini belirten Medicana Bursa Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Uz. Diyetisyen Veysel Ciğerli, Lifli gıdaların daha uzun süre tok tuttuğunu söyledi. Midenin ne yenilirse yenilsin 4 saat içinde boşaldığına dikkat çeken Medicana Bursa Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Uzman Diyetisyen Veysel Ciğerli, "Bir sonraki öğününüzde fazla yemeyi engellemek için 2-2,5 saatte bir beslenmenizde fayda vardır. Kan şekerinin dengelenmesi için ’3 ana, 3 ara öğün’ şeklinde beslenme kuralına uymak gerekmektedir. Düzenli kahvaltı edinme alışkanlığının sağlıklı bir hayat için şarttır. Metabolizma uyandıktan hemen sonra kahvaltı yapınca metabolizma hızlanmaya başlayacaktır. Aksi takdirde kahvaltı yapmadan öğle yemeğine kadar aç kalınırsa yavaşlamış metabolizma hızı ile birlikte diğer öğünümüzde daha fazla yemek kaçınılmaz olacağından kilo almakta beklenen bir sonuç olacaktır. Sabahın erken saatlerinde dengeli bir kahvaltı ile güne başlamak metabolizmamızın hızlanmasını sağlayarak daha rahat kilo vermemize yardımcı olacaktır" diye konuştu. "Sadece bir kase çorba diye kendinizi kandıramazsınız" Zayıflamak için yemek tabaklarının ve çorba kaselerinin küçültülmesi tavsiyesinde bulunan Beslenme ve Diyet Uzmanı Ciğerli, şöyle devam etti: "Böylece "sadece 1 kase çorba" diye kendinizi kandırmazsınız. Psikolojik olarak o tabaktaki yemekleriniz bittiği zaman kendinizi doymuş hissedersiniz. Bir diğer önemli nokta da ekmek tüketimidir. Ekmek ve yerine geçen tahıl ürünleri yemeden zayıflamak söz konusu olduğunda ne yazık ki işin sağlık boyutundan hiç bahsedilmiyor. Bu denli bilinçsizce yapılan öneriler bireylerde birçok hastalığın artışına sebep olabiliyor. Tam tahıllı ekmek içeren diyet, lif oranı yüksek olduğundan dolayı acıkmayı geciktirir ve uzun süre tok kalmanıza yardımcı olur. Karbonhidrat kaynağı bir besin olan ekmeğin sindirimi ağızda başlar ve çok kısa sürede beyne tokluk sinyallerini iletir. Öğününüze 1 parça ekmeği çiğneyerek başlayın. Böylece daha kontrollü bir öğün geçirerek tokluk hissi sağlamış olacaksınız. Ayrıca tam tahıl ekmeği B12 vitamini hariç bütün B grubu vitaminlerinin temel kaynağıdır." Lifli besinler tüketilmeli Liflerin sadece bitkisel kökenli besinlerde bulunduğumu belirten Uz. Dyt. Ciğerli,"Lifler sindirim sisteminden parçalanmadan geçmektedir. Bu da kişinin uzun süre tok kalmasını sağlayarak daha az yemek yenmesini sağlamaktadır. Lifler, kandaki kötü kolesterolün düşürülmesine yardımcı olup, sindirim sisteminin daha aktif çalışmasını sağlamaktadır. Ayrıca lifli besinler kabızlığın geçmesini, hemoroid problemlerinin giderilmesini, vücudun şeker seviyesinin dengelenmesini sağlar, aynı zamanda kalp sağlığını koruma açısından da önem arz etmektedir. Yapılan araştırmalar lifli besin tüketenlerin, tüketmeyenlere göre daha fazla kilo verdiklerini ortaya koymuştur" dedi. Uz. Dyt. Ciğerli lif içeren yiyecekleri de buğday kepeği, kepekli çavdar unu, arpa unu, yulaf, kuru erik, armut, narenciye ürünleri, elma, muz, fasulye, nohut, sarı ve yeşil mercimek, yeşil yapraklı sebzeler, karnabahar, lahana, brokoli, yeşil fasulye, salatalık, kereviz, soğan, domates, biber, patlıcan ve havuç olarak sıraladı. Uz. Dyt. Ciğerli, sağlıklı bir zayıflama için paketli olarak satılan hazır gıdalardan da uzak durulması gerektiğini ifade etti. Bu ürünlere gıdanın dayanıklılığını artırmak için katkı maddeleri, gıda boyaları ve kimyasal içeren yiyecekler konulduğuna dikkat çeken Uz. Dyt. Ciğerli, "Evde yapılmayan, organik olmayan ve marketlerden alınan hemen hemen tüm paketli ürünler hazır gıdalar sınıfına girmektedir. Hazır gıdaları daha az tüketmek için domates salçası, biber salçası, turşu ve tarhana gibi bütün bir yıl tüketilebilecek besinleri evde yapabilirsiniz. Hazır bulyonları kullanmak yerine et, tavuk ve balık sularını evde hazırlamak, yemeğinize daha az katkı maddesinin girmesini sağlar" şeklinde konuştu. "Su tüketimi arttırılmalıdır" "Tatlı krizlerinizde tercihinizi meyve ve kuru meyvelerden yana kullanın" diyen Uz. Dyt. Veysel Ciğerli, sözlerini şöyle tamamladı: "Tatlı ve şeker tüketimini azaltmak veya ortadan kaldırmak için mutlaka diyete doğal şeker içeren kuru meyveler, taze meyveler, meyveli yoğurtlar eklenmelidir. Bu besinleri ara öğün olarak tüketebilirsiniz. Artan sıcak havaların etkisiyle terleme sonucu sıvı kaybı artacağından su tüketimi arttırılmalıdır. Su, metabolizmanın hızlanmasına katkı sağlar, böbreklerdeki toksik maddelerin atımına yardımcı olur. Su içmek için susamayı beklemeyiniz. Ortalama yetişkin bir insanın 2-2,5 litre su tüketmesi, her mevsim ve yaş için önerilir. Metabolizmayı hızlandıran en temel faktör fiziksel aktivitenin arttırılmasıdır. Günlük hayatta yakın mesafelere araba ile gitmek yerine yürüyüşü tercih etmek, asansör kullanmak yerine merdivenleri kullanmak gibi fiziksel aktivitelerle ya da dans etmek gibi eğlenceli aktivitelerle hem kendinizi daha iyi hissedebilir hem de daha sağlıklı bir vücuda sahip olabilirsiniz. Düzenli uyku ile kilo kaybınızın ve diyete olan uyumunuzun direk ilişkili olduğunu unutmayın. Düzenli uyku zihinsel gelişim ve dinlenmeyi olumlu yönde etkileyerek metabolizma hızının artmasına yardımcı olur."
Yaz aylarında  tuzlu ayran, bol su, sebze ve meyve tüketilmeli
28 Mayıs 2024 Salı - 10:40 Yaz aylarında tuzlu ayran, bol su, sebze ve meyve tüketilmeli Alanya Belediyesi Diyetisyeni Merve Kodal, yaz aylarında vatandaşların beslenmelerine dikkat etmeleri konusunda uyarılarda bulundu. Kodal, “Bu dönemde beslenme düzeninde yapılacak bazı değişiklikler, sağlık problemlerinin azalmasında ve önlenmesinde etkili olacaktır" dedi. Alanya Belediyesi Diyetisyeni Merve Kodal, vatandaşların yaz aylarında beslenmeleri konusunda dikkat etmeleri gereken hususlar hakkında bir açıklama yaptı. Diyetisyen Merve Kodal, yaşamın her döneminde olduğu gibi yeterli ve dengeli beslenmenin yaz döneminde de oldukça önem arz ettiğine değindi. Yaz aylarının başlamasıyla birlikte artan hava sıcaklıklarının çeşitli sağlık problemlerini beraberinde getirdiğini kaydeden Diyetisyen Kodal, “Bu aylarda sıcaklık ile nem artışına bağlı olarak vücut ısısı artmakta ve metabolizma yeni duruma uyum sağlamaya çalışmaktadır. Sıcaklıktan dolayı aşırı terleme sonucu vücuttan terle birlikte sodyum, potasyum gibi mineraller de atıldığından, halsizlik, nabız zayıflığı, yorgunluk ve dolaşım bozukluğu belirtileri görülebilir” dedi. Tuzlu ayran, bol su, sebze ve meyve tüketilmeli Vücuttaki sodyum kaybını önlemek için tuzlu ayran, potasyum kaybı için bol sebze ve meyve, sıvı kaybı için de günlük 10-12 bardak su tüketilmesi gerektiğine dikkat çeken Merve Kodal, "Serinlemek için asitli veya gazlı içecekler yerine süt, ayran, taze sıkılmış meyve suları tercih edilmelidir. Yaz sıcaklığından en çok etkilenenler; çocuklar, hamileler, yaşlılar, kalp ve şeker hastalığı olan bireylerdir. Bundan dolayı bu gruptaki kişiler yaz aylarında beslenmelerine daha çok dikkat etmelidirler. Sıcak havalarda besinlerin bozulma riski artmakta ve besin kaynaklı zehirlenmelere sıkça rastlanmaktadır. Bu yüzden dışarıda ve açıkta satılan yiyeceklerin tüketiminden kaçınılmalı, çabuk bozulan potansiyel riskli besinler (et, yumurta, süt, balık vb.) açıkta bekletilmemeli, besinlerin hazırlanması ve pişirilmesi aşamalarında hijyen kurallarına özen gösterilmelidir” dedi. Pişirme yöntemleri önemli Yaz aylarında tüketilen yağlı ve hamurlu yiyeceklerin aşırı sıcaklarda vücutta yorgunluğa ve baş ağrısına neden olduğunu vurgulayan Kodal açıklamasında, "Bu nedenle özellikle sıcak yaz günlerinde, ağır hamur işleri, hamur tatlıları ve kızartmalar gibi yiyeceklerden uzak durulmalıdır. Pişirme yöntemi olarak kızartma yerine ızgara, buğulama, haşlama veya fırında pişirme yöntemleri tercih edilmelidir. Genel olarak baktığımızda; yaz aylarında ortaya çıkan sağlık problemlerinde beslenme özellikle önem taşımaktadır. Bu dönemde beslenme düzeninde yapılacak bazı değişiklikler, sağlık problemlerinin azalmasında ve önlenmesinde etkili olacaktır” ifadelerine yer verdi.
Doç. Dr. Ahmet Özşimşek: "Yoga eğitiminin, MS hastalarının üzerinde solunum fonksiyon kapasitelerini geliştirdiğini ispatladık"
28 Mayıs 2024 Salı - 10:37 Doç. Dr. Ahmet Özşimşek: "Yoga eğitiminin, MS hastalarının üzerinde solunum fonksiyon kapasitelerini geliştirdiğini ispatladık" Alanya Alaaddin Keykubat Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ahmet Özşimşek ve Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hüsnü Efendi, 29 Mayıs Dünya MS Günü hakkında açıklamalarda bulundu. 427 MS hastasına 2 ay süreyle yoga eğitimi verdiğini açıklayan Doç. Dr. Ahmet Özşimşek, "Yoga eğitiminin, MS hastalarının üzerinde solunum fonksiyon kapasitelerini geliştirdiğini ve hastaların daha rahat, daha verimli nefes alabildiklerini ispatladık" dedi. Prof. Dr. Hüsnü Efendi ise MS hastalığının ortaya çıkış teorileri arasında psikolojik stres olduğuna dikkat çekerek, "Multipl skleroz tedavisi olmayan bir hastalık değildir. Gelişen yeni yöntemlerle MS hastalığının ilerlemesini yavaşlatan tedaviler mevcuttur" dedi. Beyin ve omuriliği oluşturan sinirlerin ve merkezi sinir sistemine ait bir hastalık olan multipl skleroz (MS) hastalığının tedavisi ile ilgili Türkiye’de çalışmalar tüm hızıyla devam ediyor. Bu kapsamda Alanya Alaaddin Keykubat Üniversitesi (ALKÜ) bilim insanlarının da yer aldığı Türkiye’de 24 üniversite ve 45 bilim insanıyla birlikte 427 MS hastasının üzerinde yoga yöntemi kullanılarak, yeni bir tedavi yaklaşımı denendi. Dünyada yapılmış ilk ülke çalışması olan ve 427 hastayla 2 ay boyunca yapılan bilimsel çalışmalar neticesinde yoganın MS hastalığı üzerinde olumlu sonuçları kanıtlandı. "Yoganın MS hastalarının üzerindeki faydasını dünya üzerinde ispatladık" MS hastalıklarının tedavisi araştırmalarında çalışma grubu içinde yer alan Alanya Eğitim ve Araştırma Hastanesinde görevli Alanya Alaaddin Keykubat Üniversitesi (ALKÜ) Tıp Fakültesi Nöroloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ahmet Özşimşek aynı zamanda Hindistan’da aldığı eğitimle yoga eğitmeni olup, yapılan bilimsel çalışmanın önemine değinerek şunları söyledi: "Multipl skleroz (MS) beyin ve omuriliği oluşturan sinirlerin otoimmün olaylarla etkilendiği merkezi sinir sistemine ait bir hastalıktır. Ülkemizde 24 üniversite ve 45 hocamızla beraber 427 MS hastamızın üzerinde yeni bir tedavi yaklaşımına baktık. MS’in tedavisinde, medikal tedavilerinin yanında yoga eğitimlerini; MS çalışan ve MS hastalarını takip eden bir hekim olarak MS hastalarımıza haftada 2 gün olmak üzere 2 aylık bir yoga eğitimi verdim. Hastalarımızın bu süre zarfında bilinç, duygu durum ve solunum fonksiyon kapasitelerine bakarak değerlendirdik. Sonuçlar çok yüz güldürücü oldu." Yoga eğitimi almanın; hastaların bilinç durumunda, karar verme becerilerinde, unutkanlığın azalması gibi semptomlarda etkili olduğunu hesapladıklarını belirten Doç. Dr. Ahmet Özşimşek, şu şekilde devam etti: "Başka yaptığımız çalışmada yoga eğitiminin, MS hastalarının üzerinde solunum fonksiyon kapasitelerini geliştirdiğini (akciğer kapasitelerini) ve hastaların daha rahat, daha verimli nefes alabildiklerini ispatladık. Yaptığımız bu bilimsel çalışma ile yoganın MS hastalarının üzerindeki faydasını dünya üzerinde ispatlamış olduk." "Dünya üzerinde ilk ülke çalışması" Dünyada yapılmış ilk ülke çalışması olan ve tüm ülkeyi kapsayan bu çalışmanın; MS semptomunu iyileştirebileceğini ve stres azaltma, kaygı yönetimi ve genel refah için yeni beceriler edinmenin bir yolunu sunabileceğini belirten Doç. Dr. Ahmet Özşimşek, "13. Klinik Nöroimmünoloji Sempozyumu’nda tüm nöroloji hekimlerine bir sunum gerçekleştirerek bu verileri kendileriyle paylaştık. Alanya’dan 50, Türkiye’den 377 hastamızı aldığımız bu çalışma kapsamında projemiz devam edecektir. MS hastalarımızın kliniğimize başvurması halinde yeni yoga çalışmalarımız hastanemizde devam edecektir" ifadelerine yer verdi. Prof. Dr. Hüsnü Efendi: "Kadınlarda daha sık görülüyor" Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hüsnü Efendi ise multipl skleroz’u (MS) sıklıkla genç erişkinlerde görülen, merkezi sinir sistemini (beyin ve omurilik) etkileyen bulgularla seyreden, myelin denilen sinir hücresi kılıfı ve sinir hücrelerinde hasar oluşturan bir hastalık olarak tanımladı. MS hastalığının beyin ve omuriliği etkilediği için çok farklı nörolojik belirtilere yol açabileceğine dikkat çeken Prof. Dr. Hüsnü Efendi, "MS hastalarının çoğunda ataklar ve düzelmelerle, küçük bir grupta ise sürekli olarak ilerleyici belirtilerle seyretmektedir. Ataklar sonrası belirtiler özellikle başlangıç döneminde büyük ölçüde düzelme gösterse de ilerleyen yıllarda bazı belirtiler kalıcı hale gelebilir. Ataklar genellikle saatler içinde ortaya çıkan, 24 saatten uzun süren, ateşin ve enfeksiyonun eşlik etmediği yeni nörolojik belirtilerdir. MS’e bağlı yakınmalar ’MS atağı’ sırasında ortaya çıkıp daha sonra iyileşebileceği gibi bir kısmı uzun dönemde kalıcı olabilmektedir. MS, görme bulanıklığı, çift görme, görüntünün kayması gibi görme bozuklukları, bir kolda bacakta ya da her iki bacakta güçsüzlük, yürümede dengesizlik, bir veya iki elde titreme, uyuşma, idrar kaçırma ya da yapamama gibi belirtilerle kendini gösterebilir" diye konuştu. Kadınlarda daha sık görülüyor Multipl sklerozun genelde 20-40 yaşları arasında başladığını ve kadınlarda daha sık görülen bir hastalık olduğunu ifade eden Prof. Dr. Hüsnü Efendi, hastalığın alevlenme ve düzelmelerle seyrine devam ettiğini açıkladı. Prof. Dr. Efendi, şu şekilde devam etti: "Bazı hastalarda başlangıçtan itibaren, bazılarında ise hastalık başlangıcından yıllar sonra ilerleyici nörolojik bulgular ortaya çıkabilir. MS birçok hastalığı taklit edebilir ve bu nedenle ayırıcı tanı birçok farklı incelemeyi gerektirebilir. Tanıda ve ayırıcı tanıda MRG (manyetik rezonans görüntüleme) ve beyin omurilik sıvısının (BOS) incelenmesi yararlı yöntemlerdir. Hastalığın nedeni tam olarak bilinmemekle birlikte multipl skleroz ve immunoloji alanındaki bilimsel araştırmalar ’multipl skleroz’un ortaya çıkış nedeni, oluş mekanizmaları, tanısı ve tedavisi konusunda her geçen gün daha yeni bilimsel verilere ulaşmamızı sağlamaktadır. MS hastalığında temel neden vücudun immun sisteminin kendi yapı ve hücrelerine saldırı yapmasıdır. Genetik yatkınlık dışında MS hastalığının ortaya çıkışında enfeksiyonlar, D vitamini düşüklüğü, sigara gibi çevresel faktörler tetikleyici olabilir. Özelikle sigaranın hastalığın ortaya çıkışında, hastalık seyrinde ve tedavi yanıtında olumsuz etkisini gösteren kanıtlar giderek artmaktadır. D vitamini eksikliği de benzer özellikler nedeniyle önemlidir." "MS çaresiz bir hastalık değil" MS hastalığı ile ilgili yaygın bilinen yanlışların hasta ve hasta yakınlarının hayat konforlarını etkilediğini vurgulayan Prof. Dr. Hüsnü Efendi, MS’e dair düzeltilmesi gereken yanlışları şu şekilde açıkladı: "Multipl skleroz bulaşıcı bir hastalık değildir. Ailesel yatkınlık bazı hastalarda tanımlansa da yalnızca genetik geçişli bir hastalık olduğunu söyleyemeyiz. MS çocuk sahibi olmayı engellemez. Multipl skleroz öldürücü bir hastalık değildir. Hastalığın ortaya çıkış teorileri arasında çevresel faktörler başlığında psikolojik stres var. Multipl skleroz tedavisi olmayan bir hastalık değildir. Gelişen yeni yöntemlerle MS hastalığının ilerlemesini yavaşlatan tedaviler mevcuttur. MS hastaları toplumun diğer bireyleri gibi çalışıp, üreterek, aile kurarak olağan hayatlarına devam edebilmektedir." "MS tedavisinde başarı, iyi bir ekip çalışmasına bağlı" Multipl skleroz hastalığında tedavi seçeneklerinin arttığının altını çizen Prof. Dr. Hüsnü Efendi, konuşmasını şu şekilde tamamladı: "Tedaviler ne kadar gelişse de etkin sonuç alabilmek için hasta ve nöroloji uzmanı arasında sıkı bir iş birliği vazgeçilmezdir. Bununla birlikte sosyal, ailesel ve toplumsal destekler de tedavi başarısına önemli katkı vermektedir. Dünyada 1993 yılından önce MS hastalığının ilerlemesini yavaşlatan onaylanmış bir tedavi bulunmazken günümüzde MS tanısı ve tedavisi ilgili yeni ve önemli gelişmeler yaşanıyor. Erken tanı ve uygulanan doğru tedavi yöntemleri kullanıldığında hastaların çoğu normal hayatına devam edebiliyor. Yapılan araştırmalar ve yeni bilimsel gelişmeler ışığında artık MS çaresizlik ve ümitsizliğe yol açan, tedavisi olmayan bir hastalık olmaktan çıkmıştır."
Fetal ultrasonun etkin kullanımı anne ve bebek için hayati öneme sahip
28 Mayıs 2024 Salı - 10:35 Fetal ultrasonun etkin kullanımı anne ve bebek için hayati öneme sahip Doç. Dr. Mehmet Murat Işıkalan, fetal ultrason kurslarının gebelik sürecinde anne ve bebek sağlığının izlenmesi ve korunması açısından hayati öneme sahip olduğunu söyledi. Başkent Üniversitesi Adana Dr. Turgut Noyan Uygulama ve Araştırma Merkezi Seyhan Hastanesi Toplantı Salonunda “İkinci Trimester Temel Fetal Ultrason Kursu” gerçekleşti. Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı’nda Perinatoloji Bilim Dalı Uzmanı Doç. Dr. Mehmet Murat Işıkalan, Doç Dr. Erhan Şimşek ve Uzm. Dr. Sonay Öztaş, fetal ultrasonla ilgili bilgilendirme yaptı. Düzenlenen kursla ilgili bilgi veren Doç. Dr. Mehmet Murat Işıkalan, “Fetal ultrason kursları, gebelik sürecinde anne ve bebek sağlığının izlenmesi ve korunması açısından hayati öneme sahiptir. Eğitmen hocalarımızla birlikte, yirmi uzman doktora, üç ultrason cihazıyla, dört gebe üzerinde, gebeliğin ayrıntılı ultrasonuyla ilgili eğitim vermek amacıyla bu kursu organize ettik. Eğitimimizin içeriği gebelik sürecinde bebeklerin gelişimini izlemek ve potansiyel sağlık sorunlarını erken teşhis etmek amacıyla yapılan ultrason incelemelerini içermektedir. Bu kurslar sayesinde, sağlık profesyonelleri güncel bilgi ve becerilere sahip olarak, gebelik sürecinin her aşamasında en iyi sağlık hizmetini sunabilirler. Anne ve bebek sağlığının korunması, toplum sağlığının temel taşlarından biridir ve bu doğrultuda yapılan her eğitim, geleceğe yapılan bir yatırımdır’’ dedi.
Son gün çay, kahve ve enerji içeceklerinden uzak durun nefes egzersizleri yapın
28 Mayıs 2024 Salı - 10:23 Son gün çay, kahve ve enerji içeceklerinden uzak durun nefes egzersizleri yapın 4 milyonu aşkın öğrencinin katılacağı LGS ve YKS maratonları Haziran ayı itibarıyla başlıyor. Lise ve üniversite sınavları için yoğun bir hazırlık döneminin sonuna yaklaşan öğrenciler ve aileleri için heyecan artıyor. Bu heyecan ve kontrol edilemeyen stres, öğrencilerde sınav kaygısına yol açarken; mide bulantısı, çarpıntı, titreme ve karın ağrısı gibi fiziksel semptomlara neden olabiliyor. Psikolog İlayda Kutevu, öğrencilerde yaygın olarak görülen sınav kaygısını yönetmek ve potansiyel performansı ortaya koymak için dikkat edilmesi gerekenleri anlattı. Sınav kaygısı; bir sınav öncesinde, sırasında veya sonrasında yaşanan yoğun stres ve endişe durumudur. Bu yoğun kaygı hali, öğrencinin sınav performansını olumsuz etkilemektedir. Sınav kaygısı, genellikle sınavın sonuçları hakkında duyulan endişe ve kişinin kendisinden beklentileriyle ilişkilidir. Medicana Çamlıca Hastanesi’nden Uzman Klinik Psikolog İlayda Kutevu, “Sınav kaygısı öğrencinin bildiklerini sınav esnasında etkili bir biçimde kullanamamasına ve buna bağlı olarak başarının düşmesine yol açan yoğun kaygı hali olarak tanımlanmaktadır. Kişi genellikle huzursuzluk, endişe, tedirginlik, sıkıntı, başarısızlık korkusu, çalışma isteksizliği yaşar ve kişiden kişiye değişiklik gösteren fiziksel semptomlarla bu durum açığa çıkar. Mide bulantısı, kalp çarpıntısı, titreme, ağız kuruluğu, iç sıkıntısı, terleme, uyku düzeninde bozukluklar, karın ağrıları eşlik eder. Ayrıca dikkat ve konsantrasyonda bozulma, kendine güvende azalma, yetersiz ve değersiz görme de kaygı durumunun sık görülen belirtileri arasındadır” şeklinde bilgi verdi. Hata yapma korkusu, yetersizlik hissi ve özgüven eksikliği Kişinin çevresindekilerinin veya bireysel olarak kişinin kendisinden beklenti içinde olmasının sınav kaygısını tetikleyebileceğini belirten Uzm. Klinik Psikolog İlayda Kutevu, “Öğrenci, sınava çalışsa da çalışmasa da genel olarak bir başarısızlık korkusu yaşamaktadır.‘Çok çalıştım ama yapamadım, başarısız oldum’ cümlesi çok sık kullanılmaktadır. Çünkü kişi tüm potansiyelini verememekte ve sınava tam anlamıyla odaklanamamaktadır. Özellikle mükemmeliyetçi kişilerde yoğun kaygı durumu yaşanabilir. Her birey farklı sebeplerle sınav kaygısı yaşayabilmektedir. Zaman yönetimi eksikliği, daha önce benzer konuda tecrübe edilen başarısızlıklar, hata yapma korkusu, yetersizlik hissi, negatif düşünceler, düşük özsaygı ve kendine güven yetersizliği gibi faktörler durum özelinde tetikleyici rol oynamaktadır. Bu noktada kişiye özgü bir değerlendirme yaparak uygun yöntemlerle kaygıyla mücadele edilmesi gerekmektedir” diye konuştu. İçsel diyaloglarla kaygıyı yönetin Sınav kaygısıyla başa çıkmanın metotlarına değinen Uzm. Klinik Psikolog İlayda Kutevu, şu bilgileri verdi: “Sınava planlı, programlı ve zamana yayarak çalışmak oldukça önemli. Zaman zaman ufak tekrarlar yaparak hafızayı kuvvetlendirmek kaygı düzeyini azaltacaktır. Sınavdan önce iyi bir uyku uyumak ve dinlenmek aynı zamanda beslenme düzenine dikkat etmek yine önem arz eden hususlar arasında. Son gün özellikle öğleden sonra çay, kahve, enerji içeceği gibi uyku düzenini etkileyecek içecek tüketiminden kaçınılmalıdır. Son gece gaz yapan yiyeceklerden, soğuk yenen meyvelerden ve dondurmadan da uzak durmak gerekir. En sık yapılan hatalardan biri de sınavdan önceki gece erken yatmaya çalışmaktır. Stresle beraber erken uyumaya çalışmak uykuya dalmayı daha da zorlaştırır. Bunun dışında sınav anına kadar ders çalışmak da önerilmemektedir. Genellikle en geç sınavdan 2-3 saat önce ders çalışmayı bırakmak gerekir. Son gün kişiyi eğlendirecek aktivitelerde bulunmak iyi gelecektir. Aileyle veya arkadaşlarla evde film izlemek, kitap okumak, bulmaca çözmek, resim çizmek iyi fikirler arasında sayılabilir. İzlenecek film ve okunacak kitaplar gerilim, korku ve dram türünde olmamalı daha çok macera, aksiyon tarzı seçimler yapılmalıdır. Yine son gün akşam uzun sürmeyecek hafif tempoda yürüyüş yapmak stresi azaltmaya ve akşam daha rahat uyumaya yardımcı olacaktır. Sınav kaygısıyla baş etme yöntemleri arasında nefes alma egzersizleri de sıklıkla önerilmektedir. Ayrıca kişinin kendi kendine ‘elimden geleni yapacağım, mükemmel olmak zorunda değilim, dünyanın sonu değil, iyi çalıştım bu sınavı geçebilirim’ gibi olumlu bir içsel diyalog gerçekleştirmesi önemli adımlar arasında sayılmaktadır.” Çocuğu sınava stresli olmayan bir aile üyesi götürmeli Son olarak sınav kaygısı ile başa çıkmada ebeveynlerin üzerine düşen sorumlulukların da olduğunu söyleyen Medicana Çamlıca Hastanesi’nden Uzman Klinik Psikolog İlayda Kutevu, “Aileler her durumda olumlu geri bildirimde bulunmalılar. Çocuklarını asla başkalarıyla kıyaslamamalı, empati yapmalı ve onların heyecanlarını anlayabildiklerini hissettirmelidirler. Sonuç ne olursa olsun onları desteklediklerini söylemeleri oldukça önemlidir. Bazen ebeveynler çocuklardan daha heyecanlı ve kaygılı olabilmektedir. Bu süreçte kaygılarını çocukla paylaşması uygun olmayacaktır. Eğer ebeveynlerin de çocukları için yönetemedikleri bir kaygılılık hali mevcutsa, sınava giderken çocuğa eşlik etmemelidirler. Kişiyi heyecanlandırıp endişelendirerek strese sokmayan aile bireylerinin sınav günü refakatçi olmasına özen gösterilmelidir” bilgilendirmelerinde bulundu.
Güneşten kaçınırken gözlerinizden olmayın
28 Mayıs 2024 Salı - 10:15 Güneşten kaçınırken gözlerinizden olmayın Yaz mevsiminin sıcak ve parlak günlerinde güneş gözlüğü takmak, göz sağlığımızı korumak için önemli bir adım olduğunu ifade eden Op. Dr. Önder Aslan, “Ancak doğru güneş gözlüğü seçimi yapmazsanız, gözlerinizi korumak yerine çeşitli göz hastalıklarına davetiye çıkarabilirsiniz. Göz sağlığınızı korumak ve yazın tadını güvenle çıkarabilmek için güneş gözlüğü seçerken dikkat etmeniz gerekiyor”dedi. “Göz sağlığınız için neden güneş gözlüğü kullanmalısınız” BHT CLINIC İstanbul Tema Hastanesi’nden Göz Sağlığı ve Hastalıkları Op. Dr. Önder Aslan, “Güneş ışınları, UV (ultraviyole) ışınlar olarak bilinen zararlı bileşenler içerir. Bu ışınlar, cildiniz kadar gözleriniz için de tehlikelidir. Uzun süre UV ışınlarına maruz kalmak, gözlerde çeşitli sağlık sorunlarına yol açabilir: Katarakt: UV ışınları, göz merceğinin bulanıklaşmasına neden olarak katarakt gelişimine katkıda bulunur. Makula Dejenerasyonu: Retina bölgesindeki hücrelerin hasar görmesiyle meydana gelen bu hastalık, merkezi görme kaybına yol açar. Katarakt ve makuladenenerasyonu gibi hastalık göz beyazında oluşan ve korneaya doğru ilerleyen et dokusudur Pterjium: Bu durum, görme bozukluklarına ve rahatsızlığa neden olabilir. Fotokeratit: Gözün ön yüzeyinde meydana gelen bir tür güneş yanığıdır ve kısa süreli ancak şiddetli ağrıya neden olabilir” diye açıkladı. “Doğru güneş gözlüğü seçimi için dikkat Edilmesi Gerekenler” Gözlerinizi zararlı UV ışınlarından korumak için yüzde 100 UV koruması sunan gözlükler tercih edilmelisinin altını çizen Aslan, “UV koruması olmayan gözlükler, gözlerde katarakt, makula dejenerasyonu ve pterjium gibi ciddi göz hastalıklarına yol açabilir. Bu nedenle, güneş gözlüğü alırken UV400 etiketine sahip olduğundan emin olun. Polarize gözlük camları, yüzeylerden yansıyan zararlı parlamaları azaltarak daha net ve konforlu bir görüş sağlar. Polarize gözlük camları kullanarak göz yorgunluğunu azaltabilir ve katarakt gibi ışık hassasiyetine bağlı göz hastalıklarının riskini minimize edebilirsiniz” dedi. Aslan, “Gözlük camı rengi, ışığın nasıl filtrelendiğini ve gözlerinize nasıl ulaştığını etkiler. Gri gözlük camırenkleri doğal bir şekilde görmenizi sağlarken, kahverengi ve kehribar renkli gözlük kontrastı artırarak gözlerinizi fazla ışıktan korur. Yanlış gözlük camı rengi seçimi göz yorgunluğuna ve uzun vadede göz sağlığı sorunlarına yol açabilir. Sarı ve turuncu gözlük camları ise düşük ışık şartlarında daha iyi görüş sağlar ve genellikle spor aktivitelerinde tercih edilir. Ucuz ve kalitesiz güneş gözlükleri, yeterli UV koruması sunmayabilir ve göz sağlığınızı tehdit edebilir. Güvenilir markaları tercih ederek, hem gözlerinizi zararlı ışınlardan koruyabilir hem de uzun ömürlü bir kullanım sağlayabilirsiniz. Sağlıksız güneş gözlükleri uzun vadede katarakt, makula dejenerasyonu ve diğer göz hastalıklarına yol açabilir” ifadelerini kullandı. Gözlük seçerken yüz şeklinize uygun modeller tercih etmenin, gözlüklerin yüzünüze tam oturmasını ve gözlerinizi tamamen korumasın da bahseden Aslan, “Oval yüzler genellikle her tür gözlük modelini taşıyabilirken, yuvarlak yüzler köşeli modelleri tercih edebilir. Kare yüzler için ise yuvarlak veya oval modeller daha uygun olabilir. İyi oturmayan gözlükler, yanlardan gelen UV ışınlarına karşı tam koruma sağlayamaz. Gözlüklerinizi uzun süre kullanacağınız için rahat ve dayanıklı çerçeveleri tercih etmek önemlidir. Çerçevelerin burun ve kulaklarınızı rahatsız etmediğinden emin olun. Ayrıca, esnek ve hafif malzemelerden yapılmış çerçeveler, konforu artıracaktır. Rahatsız çerçeveler uzun vadede göz yorgunluğuna ve göz çevresinde tahrişe yol açabilir” diyerek konuşmasını sonlandırdı.
“Hamilelik yogası hem anne hem de bebek için faydalı”
28 Mayıs 2024 Salı - 10:02 “Hamilelik yogası hem anne hem de bebek için faydalı” Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Opr. Dr. Gamze Keleş, hamilelik yogasının hem anne hem de bebek için faydalı olduğunu söyledi. Liv Hospital Samsun Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği’nden Opr. Dr. Gamze Keleş, hamile yogası ve faydaları hakkında bilgilendirmelerde bulundu. Yoga hareketlerinin hamileliğin daha huzurlu geçmesi ve doğumun daha rahat olabilmesi için hamile kadının bedenini bu yeni duruma hazırladığını ifade eden Opr. Dr. Keleş, “Hamile yogası, bebeğe giden kan akımını artırarak onun daha iyi beslenmesini sağlar. Yapılan nefes çalışmaları hem annenin hem bebeğin daha iyi oksijenlenmesini ve yaşam enerjisi ile dolmalarını sağlar” dedi. “Bebeğe giden kan akımını artırabilir” Yoga hareketlerinin hamileliğin daha huzurlu geçmesi ve doğumun daha rahat olabilmesi için hamile kadının bedenini bu yeni duruma hazırladığına dikkat çeken Opr. Dr. Gamze Keleş, “Hamile yogası, bebeğe giden kan akımını artırarak onun daha iyi beslenmesini sağlar. Yapılan nefes çalışmaları hem annenin hem bebeğin daha iyi oksijenlenmesini ve yaşam enerjisi ile dolmalarını sağlar. Yoga hamile kadına, doğum öncesi dönemde yoga duruşlarından yararlanmalarını ve ayrıca fiziksel bir uygulamadan daha sakin ve iç gözlemsel bir uygulamaya geçmelerini öğretir” diye konuştu. “Amaç vücutta bebek için yer açmak” Son üç aylık dönemde annenin vücudundaki yer çok azaldığı için, yoga öğretisinin amacının vücutta bebek için yer açmak olduğunu söyleyen Opr. Dr. Keleş, “Bu sebeple vücutta küçülme hissi oluşturan hareketler yerine açıklık hissi meydana getiren hareketlere odaklanılır çünkü anne vücudunu tam anlamıyla açmaya hazırlanmaktadır. Yoga sırasında anneye vücudundaki dayanıklılık ve kuvveti keşfetmesinde yardım edilir. Hamile yogasının anne ve bebeğe faydası çoktur. Bunlar; büyüyen bebekle annenin değişen vücuda esneklik kazandırmak, ağrısız, krampsız bir bedene sahip olmasının sağlamak, egzersizlerle annenin kan dolaşımını artırarak bebeğin daha iyi beslenmesini ve gelişmesini sağlamak, nefes farkındalığıyla bebeğe ve annenin kendisine daha çok oksijen taşımak, derin gevşeme ile ruhsal olarak rahatlamak ve tüm kasların dinlenmesini sağlamak, meditasyonlar sayesinde bebekle annenin duygusal bağını kuvvetlendirmek, korku ve endişeleri gidermektir” şeklinde konuştu. “Riskli bir durum yoksa hamileliğin ilk haftalarında başlanabilir” Yogaya hangi hafta başlanması gerektiğine de değinen Keleş, şu bilgileri verdi: “Riskli bir gebelik durumu yoksa, hamileliğin ilk haftalarında hamile yogasına başlanabilir. Doğum sonrasında ise hamilelik sırasında yoga yapan kadının buna devam etmesi ve yogayı yaşamının devamında da kullanması için bir yol izlenebilir. Doğumdan 40 gün sonra karının alt kısımlarını zorlamadan duruşlara ve nefes çalışmalarına başlanabilir. Hastanemiz bebek dostu bir sağlık kurumudur ve anne bebek sağlığı ile ilgili her detayı önemsemektedir. Bu yüzden gebelerimize hamile yogası dersi verilmektedir. İsteyen tüm gebeler katılabilmektedir.”
Kanserden kaybettiği göğsü karın dokusuyla onarıldı
28 Mayıs 2024 Salı - 09:58 Kanserden kaybettiği göğsü karın dokusuyla onarıldı Gaziantep’te ikamet eden Ümran Teylan, geçirdiği meme kanserinin ardından kaybettiği sağ göğsüne Gaziantep Şehir Hastanesi’nde kendi karın bölgesinden alınan dokunun göğüs bölgesine nakli ile sağlığına kavuştu. Ümran Teylan, 2019 yılında yakalandığı meme kanseri sonrasında sağ göğsünü kaybetti. Radyoterapi ve kemoterapi tedavilerinin ardından sağlığına kavuşan Teylan, kaybettiği sağ göğsünün onarılması için Gaziantep Şehir Hastanesi’ne geldi. Plastik Cerrahı Opr. Dr. Serkan Tokgönül ile tedaviye başlayan Ümran Teylan için karın bölgesinden alınan doku ile meme onarımı yapılmasına karar verildi. Gerçekleştirilen rekonstrüktif ameliyatı ile Ümran Teylan’ın karın bölgesinden alınan doku kaybettiği sağ göğsüne nakil edilerek meme onarımı yapıldı. Dr. Tokgönül, ameliyatın spesifik bir operasyon olduğunu ve bölgede Gaziantep Şehir Hastanesinde yaptıklarını söyledi. "Hastamız hem göğsüne kavuştu hem de vücut germe estetiği oldu" Dr. Tokgönül, yapılan operasyonda alınan karın dokusunun onarılacak göğse nakil edildiğini ve bu operasyonda vücutta herhangi bir iz bırakılmadığını söyledi. Bu nakil işlemi ile hastanın hem göğsüne kavuştuğunu hem de karından alınan sarkık derinin çekilmesiyle vücut germe estetiğinin de yapılmış olduğunu söyleyen Dr. Tokgönül, “Hastamız meme kanseri sonrası mastektomi ameliyatı oldu. Radyoterapi ve kemoterapi sonrasında hastamız polikliniğimize başvurdu. Bizden memenin yeniden şekillendirilmesini istedi. Biz de hastanın karın dokusundan dokuyu damarlarıyla birlikte alıp hastanın göğüs dokusuna nakil ettik. Bu yaptığımız ameliyat serbest doku nakli diye geçer. Karın dokusundan alınan yağ ve cilt ayrı bir şekilde damarıyla hastanın izi olmaksızın aynı izden girilerek hastanın göğüs dokusunda var olan damarlara nakil işlemi ile yapılır. Bu operasyonla aslında aynı zamanda hastanın sarkık karın dokusu alındığı için karın germe estetik operasyonu da olmuş oldu. Buradan aldığımız parçayı da hastamızın göğsüne nakil ettik. Şu anda sağ göğsünü yaptık. Bu ameliyat sağ ve sol göğsü eşitleme şeklinde birkaç aşamalı olabiliyor. İlerleyen dönemlerde bunu da yapacağız. Bu operasyon bölgemizde nadir yapılan bir ameliyat türüdür. Hastanemizde de bu operasyon ilk oldu” şeklinde konuştu. Ümran Teylan, kendi karın dokusundan alınan deri ile kaybettiği göğsünün onarılmasından dolayı mutlu olduğunu ve şu anda eski göğsüne yakın bir göğsünün olduğunu söyledi. Tedavi sürecini değerlendiren Teylan, “2019 yılında kanser teşhisim konuldu. Göğüs kanseri olduğumu öğrendikten sonra tedavide nasıl ilerleyeceğimi araştırdım. Göğüs koruma ve göğüsün tamamen alınacağı yönteminden bahsedildi. Ben ikinci tercihte bulundum ve sağ göğsüm alındı. Işın tedavisi ve kemoterapileri gördüm. İki yıl dinlenme sürecinin ardından yeniden göğüs yapılması için tedavi olmak istedim. Gaziantep Şehir Hastanesine geldim. Kendi karın dokumdan göğüs yapılabileceğini söyleyince çok mutlu oldum. Ameliyat çok başarılı geçti. Protez ve doku ameliyatı tercihi yapabilirdim. Doktorumuzun tavsiyesi ile doku naklini seçtik ve kendi karın dokumdan alınan doku ile gerçeğe yakın bir göğse kavuştum” diye konuştu.
Uzmanı, kistik fibrozis hastalığında erken tanının önemine dikkat çekti
28 Mayıs 2024 Salı - 09:46 Uzmanı, kistik fibrozis hastalığında erken tanının önemine dikkat çekti Diyarbakır’da, Gazi Yaşargil Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde Çocuk Göğüs Hastalıkları Yan Dal Uzmanı Dr. Özge Meral, "Kistik fibrozis, genetik geçişli bir hastalıktır. Dünya çapında ve ülkemizde de oldukça sık karşılaştığımız bir durum. Bizim için en önemli nokta ne kadar erken tanı koyabilirsek o kadar gelişecek olan akciğer hasarının önüne geçebiliyoruz" dedi. Çocuk Göğüs Hastalıkları Yan Dal Uzmanı Dr. Özge Meral, Kistik fibrozis hastalığının dünya çapında ve ülkemizde oldukça sık karşılaşılan bir hastalık olduğunu söyledi. Kistik fibrozis, genetik geçişli bir hastalık olduğunu belirten Dr. Meral, dünya çapında ve Türkiye’de de oldukça sık karşılaşılan bir durum olduğunu ifade etti. "Bizim için en önemli nokta ne kadar erken tanı koyabilirsek o kadar gelişecek olan akciğer hasarının önüne geçebiliyoruz" diyen Dr. Meral, "Bu nedenle de zaten 2015 yılından itibaren topuk taramayla Sağlık Bakanlığımız tarafından yeni doğan bebekler taranmakta. Biz de daha çok taramada pozitif gelmiş olan hastalara sonraki aşamada değerlendirme ve tanı koyma kısmında devreye giriyoruz” dedi. Kistik fibrozis hastalığının en sık akciğer tutulumu yapmakla birlikte mide-bağırsak sistemi ve pek çok sistemleri de tutabilen bir hastalık olduğunun altını çizen Meral, “Biz hastalara ne kadar erken tanı koyarsak bu hastalığın hem ilerlemesinin önüne geçmiş oluyoruz. Takibimizde olan hastaların da uygun şekilde tetkiklerini yaparak koruyucu önlemler alıp en ufak bir enfeksiyon durumunda erken müdahale ederek akciğer hasarının da önüne geçmiş oluyoruz” ifadelerine yer verdi. Hastaların belirli aralıklarla mutlaka takiplerinin yapılması, uygun şekilde örneklemelerin alınmasının çok önemli olduğunu dile getiren Meral, “Bu aşamada belirli aralıklarla görüntüleme yapıyoruz. Hastaların örneklemelerini alıyoruz. Burada bizim için önemli olan hastaların balgam tahlillerini yapabilmek. Bu tahliller neticesinde enfeksiyonlar olabilir. Bu hasta grubunun en önemli sorunu zaten dirençli enfeksiyonlar olmasıdır. Bu dirençli enfeksiyonlar için erken dönemde tedaviye başladığımız zaman daha da direnç kazanmasının önüne geçmiş oluyoruz. Bu nedenle bu hastaların belirli aralıklarla mutlaka takiplerinin yapılması, uygun şekilde örneklemelerin alınması önemlidir. Biz de zaten hastanemizde bu hastalarımızın takibi için ayrı bir oda ve birim oluşturduk” diye konuştu.
Sessiz tehlike hipertansiyona dikkat çekmek için Güllüce köyünde etkinlik yapıldı
28 Mayıs 2024 Salı - 08:10 Sessiz tehlike hipertansiyona dikkat çekmek için Güllüce köyünde etkinlik yapıldı Erzincan Binali Yıldırım Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Bölümü 2. sınıf öğrencileri "Dünya Hipertansiyon Günü" etkinlikleri çerçevesinde hipertansiyona dikkat çekmek için Güllüce köyünde etkinlik gerçekleştirdi. Dünya Hipertansiyon Günü’ne yönelik İç Hastalıkları ve Hemşirelik Bakımı dersi kapsamında Dr. Öğretim Üyesi Safiye Yanmış Hemşirelik Bölümü 2. sınıf öğrencileri ile Güllüce Köyü’nde hipertansiyona yönelik farkındalık oluşturmak amaçlı köy halkına bilgilendirme yaptı. Kurulan Stant kapsamında hipertansiyona dikkat çekmek için öğrenciler tarafından hazırlanan bilgilendirme broşürleri ve magnet dağıtıldı. Ardından kan basıncı ölçümü yapıldı. “Günlük tuz alımı 5 gramın altına düşürülmeli” Etkinlikte konu ile ilgili bilgilendirmede bulunan, Sağlık Bilimleri Fakültesi Dr. Öğretim Üyesi Safiye Yanmış; Dünya genelinde 1,3 milyar hipertansiyon hastalığına sahip birey olup, her yıl yaklaşık 11 milyon kişi (30-70 yaş) hipertansiyon nedeniyle hayatını kaybetmektedir. Tuz, kan basıncını artıran başlıca faktörlerden biridir. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), tuz alımının günlük yaklaşık bir çay kaşığı (5 gramdan daha az) olmasını önermektedir. Günlük tuz alımı 5 gramın altına düşürüldüğünde, dünya çapında kalp krizine bağlı yıllık ölüm sayısı yaklaşık 2,5 milyon azalacaktır” dedi. “Hareketli yaşam tarzı benimsenmeli” Hipertansiyondan korunmada yapılabilecek uygulamalar ile ilgili bili veren Yanmış; Tütün kullanımı, Alkol kullanımı bırakılmalı, İdeal vücut ağırlığı korunmalı (Fazla kilolu/obez ise kilo vermeli), Hareketli yaşam tarzı benimsenmeli, Stresten mümkün olduğunca uzak durulmalı, Sağlıklı beslenmeye özen gösterilmeli, Tuz kullanımı azaltılmalı ve özellikle düzenli olarak sağlık kontrollerinin yapılmasına vurgu yaptı. Güllüce köyü muhtarı ve köy hemşiresi Meryem Ateş’in de katıldığı stant halk tarafından ilgi gördü.
Uzmanından uyarı: “Fazla kilolularda diz kireçlenmesi riski yüksek”
27 Mayıs 2024 Pazartesi - 16:47 Uzmanından uyarı: “Fazla kilolularda diz kireçlenmesi riski yüksek” Diz kireçlenmesinde risk altında olan bireylere dikkat çeken Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Op. Dr. Hakan Dur, “Genellikle 50 yaş sonrası diz kireçlenmesi görülme sıklığı artar. Ancak geçirilmiş travma öyküsü olan, altta yatan romatizmal rahatsızlığı olan ve aşırı kilolu olan hastalarda daha erken yaşlarda görülebilir” dedi. Medical Park Ankara Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Op. Dr. Hakan Dur, diz kireçlenmesi hakkında açıklamalarda bulundu. Diz kireçlenmesinin tanımını yapan Op. Dr. Dur, “Diz eklemini örten kıkırdak yapının zaman içerisinde yıpranmasıyla kendini gösteren kemik yapıların birbirine sürtünmesine, bunun sonucu olarak ağrı ve hareket kısıtlılığına neden olan bir rahatsızlıktır” diye konuştu. “Genetik faktörler etkili olabilir” Diz kireçlenmesinin nedenlerine değinen Dur, “Diz kireçlenmesinin sebebi tam olarak bilinmemekle birlikte, geçirilmiş travmaların, anatomik bozuklukların, yaşın, romatizmal rahatsızlıkların, aşırı kilonun ve genetik faktörlerin etkisi olduğu savunulmaktadır. Bu etkenler nedeniyle zamanla eklem yüzeyindeki kıkırdak aşınmaya başlar” açıklamasında bulundu. Dur, ağrı, hareket kısıtlılığı ve bacaklarda şekil bozukluğu gibi durumların görülebilecek belirtiler olduğunu dile getirerek, ağrıların hareketle birlikte artış gösterebileceğini kaydetti. “MR tetkiki ile tanı konur” Tanı konma sürecini anlatan Op. Dr. Dur, şu bilgileri paylaştı: “Hekimin hasta muayenesi sırasında eklem hareketlerinin kısıtlı olması, ağrısının olması teşhiste yardımcıdır. Muayene sonrasında basarak çekilen iki yönlü diz grafisi ve gerekirse MR tetkiki ile tanı konur.” “50 yaş üstü risk altında” 50 yaş üstü bireylerin risk altında olduğunu söyleyen Dur, “Genellikle 50 yaş sonrası hastalığın görülme sıklığı artar. Ancak geçirilmiş travma öyküsü olan, altta yatan romatizmal rahatsızlığı olan ve aşırı kilolu olan hastalarda daha erken yaşlarda görülebilir” ifadelerini kullandı. “Korunma yolları” Diz kireçlenmesine yönelik korunma yöntemlerinden de bahseden Dur, “Kilodan uzak durmak, uzun süre diz üzerinde veya çömelerek iş yapmamak, diz çevresi kasları güçlendirici egzersizler yapmak, altta yatan romatizmal rahatsızlıkların tedavisi korunmada önemlidir” dedi. “Düzenli egzersizler yapılabilir” Diz kireçlenmesine iyi gelen yöntemlere dikkati çeken Op. Dr. Dur, “Öncelikli olarak oluşmasını önleyen korunma önlemlerine dikkat etmek gerekir. Bunun dışında, ağrıların yatışması için doktorun önermiş olduğu ağrı kesici ilaçlar, sıcak uygulama faydalıdır. Düzenli egzersizler ve bacak kaslarını güçlendirme rahatsızlığın ilerlemesini yavaşlatır. Glukozaminler ve kolajen takviyelerinin de hastalığın ilerlemesini yavaşlattığına dair yayınlar mevcuttur” ifadelerine yer verdi. “Kilo verilmesi önemli” Tedavi yollarını aktaran Op. Dr. Dur, gözlerine şöyle devam etti: “Tedavi prensipleri hastalığın evresine göre değişir. Erken dönem kireçlenmede kilo verilmesi ve egzersizler, ağrı kontrolü için fizik tedavi protokolleri ve ağrı kesiciler kullanılmaktadır. Yine erken dönem ve orta dönem kireçlenmelerde ek olarak PRP, kök hücre ve eksozom tedavileri etkilidir. İleri evre kireçlenmede ise tedavi daha çok cerrahi protokolleri içerir (yüksek tibial osteotomi veya total diz artroplastisi ameliyatları buna örnek verilebilir.”