GENEL - 25 Temmuz 2017 Salı 13:33

Elibol: "Fırat Kalkanı 4 yıl gecikti"

A
A
A
Elibol: "Fırat Kalkanı 4 yıl gecikti"

İhlas Medya Ankara Grup Başkanı Nuri Elibol, 15 Temmuz sarsıntısının fay hatlarına dair Ankara güvenlik, askerî ve diplomasi bürokrasisi ile yaptığı görüşmeler ışığında edindiği ilginç bilgileri Türkiye Gazetesi’nde paylaştı.

İhlas Medya Ankara Grup Başkanı Nuri Elibol, 15 Temmuz sarsıntısının fay hatlarına dair Ankara güvenlik, askerî ve diplomasi bürokrasisi ile yaptığı görüşmeler ışığında edindiği ilginç bilgileri Türkiye Gazetesi’nde paylaştı.


Elibol’un "Fırat kalkanı 4 yıl geçikti" başlıklı yazısının tamamı ise şöyle:


"Siz değerli okuyucularım için 15 Temmuz sarsıntısının fay hatlarına dair Ankara güvenlik, askerî ve diplomasi bürokrasisi ile yaptığım görüşmeler ışığında edindiğim ilginç bilgileri paylaşmaya bugün de devam ediyorum.


En çok merak edilen ve sorgulanan konuların bir tanesi güvenlik birimleri arasında istihbarat paylaşımı imkânı olup olmadığı, yönetmelikte bu paylaşıma dair bir engel bulunup bulunmadığıydı. Daha açık bir ifade ile söylersek MİT, TSK ve emniyet teşkilatının personeline yönelik istihbari faaliyetler yürütebiliyor muydu? Son dönemde bu konu üzerine çok ciddi tartışmalar yapılageldi. Şahsım da sizler için bu konu hakkında birçok kez, geçmiş tecrübelerimin de ışığında, yazılar yazdım. Kaynaklarım, Başbakanlık’ta askeri ve emniyet personeli hakkında MİT’in istihbari faaliyetler yürütmesine cevaz verecek bir taslak üzerinde çalışıldığını ve iznin çıkması durumunda sistem açığının giderilmesine yönelik bir boşluğun daha doldurulacağını belirtiyor.



Dışarıda faaller


Diplomasi ve güvenlik bürokrasisindeki kaynaklarım, FETÖ’nün Türkiye sınırları içinde belinin kırıldığının altını önemle çizerken bir noktaya özellikle dikkat çekiyorlar; “FETÖ yapılanması dışarıda lobi faaliyetlerine devam ediyor. Bu hain yapı iki konudan beslenmek arzusunda. Uluslararası bir karışıklığın çıkması ve Türkiye karşıtı uluslararası bir söylemin geliştirilmesinden istifade etmenin yollarının arayışı içinde. İkinci nokta ise, Türkiye’nin siyasi, ekonomik bir kriz ile baş başa kalması ve bir iç karışıklık ortamının oluşmasından medet umuyorlar.” Kaynaklarım, FETÖ’nün beklentilerinin mutlak suretle boşa çıkacağını önemle belirtiyorlar.


FETÖ’nün dışarıdaki unsurlarının medet umduğu konuların yanında, içeride yani hali hazırda yakalanıp derdest edilmiş örgüt üyelerine de çeşitli yollardan haberler gönderdiklerinden bilgileri olduğuna işaret eden kaynaklar, “İçerideki teröristlerin moralini yüksek tutmanın derdinler. FETÖ’de oyun bitmez” değerlendirmesini yapıyor.



İhbarlar değerlendiriliyor


Emniyet, asker ve MİT’e her gün yüzlerce istihbarat bilgisinin aktığını belirten kaynaklar, gelen bilgilerin bazen asılsız çıkabildiğini ama her hâlükârda gelen her istihbaratın kendi içindeki çark sisteminden geçtikten sonra raporlandığını ve ilgili muhataplarına iletildiğini önemle altını çiziyor.



Üzerine düşeni yaptı


15 Temmuz hain darbe girişimi sonrasında en çok tartışılan konu belki de bu oldu. FETÖ kendi hainlerin korumaya almak için algılar üzerinden süreci yönetirken bu soru da çok tartışıldı. İşin aslı şu. Yukarıda da belirttiğim gibi her gün yüzlerce istihbarat geliyor. Gelen istihbarat aslında FETÖ krizinin ilk çıkış tarihi sayılan 7 Şubat 2012’de olduğu gibi doğrudan MİT Müsteşarı Hakan Fidan’a yönelik, asker içindeki bir grubun kalkışma yapacağı yönündeydi. Kaynaklarım konuyla ilgili şu değerlendirmede bulunuyor: “Bu meselede MİT Müsteşarı üzerine düşeni yapmış. Kendimizi MİT’in yerine koyalım. Her zaman olduğu gibi bir kişi geliyor bir ihbarda bulunuyor. Kendisiyle birlikte iki kişinin yer alacağı bir operasyonla, gece MİT Müsteşarı’na yönelik bir kaçırma girişimi olacağını ihbar ediyor. MİT’in ilgili birimleri bu ihbarı hızlı bir şekilde istihbarat çarkından geçiriyor. İhbarda kaçırma operasyonunun Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na bağlı Kara Havacılık Okulu’ndan kalkacak helikopterle yapılacağı bildirilirken, muhattap Genelkurmay Başkanlığı olduğu için saat 16.20’de MİT, bu ihbarın doğru olup olmadığının araştırılması için 2. Başkan düzeyinde Genelkurmay’a bilgi veriyor. Genelkurmay da hemen tetkike başlıyor. Genelkurmay tetkiki neticelendirip MİT’e ‘bu ihbar doğru ya da asılsızdır’ demeden, ihbarın kaynağı, muhatabı, doğruluğu ya da yanlışlığı teyit edilmeden MİT’in, sadece Müsteşarın kaçırılmasına yönelik bir ihbar konusunda Başbakan’a bilgi vermesini beklemek ne kadar doğru olur?”



Doğruluğu kesinleşmeden


Kaynaklarım, Hakan Fidan’ın olayın kendisine intikalinden hemen sonra Genelkurmay Karargahı’na bilgi verdiği ve Genelkurmay İkinci Başkanı ile durumu paylaşıldığını söylüyor. Konunun araştırılmasının istendiği belirtilerek, teyid çalışmalarına destek vermek üzere MİT Müsteşar Yardımcısı da Genel Kurmay Karargahına gönderiliyor. Şimdi soru şu: MİT Müsteşarı Hakan Fidan, şahsına yönelik bir ihbar almış, TSK ile paylaşmış ve konunun doğruluğu ile ilgili dönüş alamamışken, henüz kendisine ulaşmamış cevaplar varken Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Başbakan Binali Yıldırım’ı nasıl bilgilendirebilirdi?


Sizlerin de hatırlayacağı gibi, Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar, Kara Kuvvetleri Komutanı Salih Zeki Çolak’ı Fidan’a yönelik kalkışmanın merkezi olarak ihbar edilen Kara Havacılık Komutanlığı’na kontrol için göndermiş, Çolak olağanüstü bir durum olmadığı bilgisi ile kendisine dönüş yapmıştı. Çolak’ın Komutanlıktan ayrılmasından yarım saat sonra hainler darbeye kalkışmıştı. Görüştüğüm kaynaklar, MİT’in gelen istihbaratı ilgili kurum konumundaki TSK ile paylaştığının ve sonraki sürecin Genelkurmay üzerinden devam ettirildiğine vurgu yapıyor...



Farklı bir kalkışma


Maalesef ülkemizin darbeler tarihi demokratik bir ülkeye utanç verecek kadar zengin. Darbelere iştirak eden Genelkurmay başkanlarının hepsi iktidar heveslisiydi. Ancak 15 Temmuz hain kalkışması kendisinden önceki darbelerden farklılık arz ediyor. Zira bugüne kadarki darbeler asker içindeki cuntacı bir yapı tarafından koordine edilmişti. 15 Temmuz hain darbe girişimiyse doğrudan, asker olmayan, din adamı kisvesi altındaki bir sapkının emir komuta zinciri içinde ve onun maşası olan Adil Öksüz’ün asker içindeki FETÖ’cülere verdiği talimatlarla hayata geçirilmişti. Bu noktadan hareketle, askeri kaynaklarım, Genelkurmay Başkanı Hulûsi Akar Paşa, Genelkurmay İkinci Başkanı ve Kara Kuvvetleri Komutanının krizi çözmeye çalıştıkları anda kendisine gelen ihbar sonrasında Karargâh’a giden Hakan Fidan’ın bizzat o anda, aynı mekânda olduğunu ifade ediyor. Basit bir ifade ile makus darbeler tarihine göre darbeyi gerçekleştirmesi umulan komuta kademesi, MİT müsteşarının yanında sakince sorunu çözmeye çalışırken Fidan’ın da işkillenmesini gerektirecek bir durum gelişmemiş, zira Fidan’a yönelik operasyon ihbarı teyid edilememişti. Şahsen bunu normal karşılıyorum.



İkinci bir girişim


15 Temmuz hain kalkışmasının başarısızlıkla sonuçlanmasından bu yana medyada, kamuoyunda, dost sohbetlerinde de dahi sordukları önemli bir soru bu. Güvenlik kaynaklarım, 17-25 Aralık kalkışmasından buyana FETÖ’nün tüm boyutlarının tespit edildiği görüşünde. Ancak kaynaklarımın ilginç saptamaları ve uyarılar da var. İlki, 17-25 Aralık sonrası FETÖ’nün TSK içinde çok etkileyici ve belirleyici bir rol aldıkları yönünde. Zira FETÖ mensuplarının TSK ile Hükûmet ve sivil otoritenin ilişkilerini bozmaya yönelik girişimleri dikkati çekiyor. Hükûmetin TSK’dan talepleri, beklentileri bu süreçten sonra hep sabote edilmiş. Ayak diretilmiş... Bir çok konuda engellemelerle karşı karşıya kalınmış. Hulusi Akar Paşa’dan önceki dönemlere yönelik ciddi eleştiriler var. FETÖ’cülerin çok baskın oldukları ve komuta kademesini ciddi şekilde etkiledikleri görülüyor. Bu konudaki en somut veriler ise Kuzey Irak ve Suriye konuları ile karşımıza çıkıyor.



Fırat Kalkanı gecikti


Kaynaklarım, “Suriye’ye yönelik Fırat Kalkanı operasyonu, 2012-2013’de icra edilmesi planlanan ve icra edilmesi beklenen bir operasyondu. Ancak TSK’dan gelen olumsuz raporlar, engellemeler Fırat Kalkanı’nı bugüne kadar sarkıttı. Oysa o gün operasyon icra edilseydi bugün PKK/PYD Fırat’ın doğusunu hayal dahi edemezdi. Ve sonrasındaki süreçte bu kadar ciddi bir rol alamazdı” değerlendirmesinde bulundu. Bu tablodan anlıyoruz ki Hulûsi Akar Paşa’dan önceki dönemde Karargah FETÖ’ye karşı pasif kalmış.



PYD, FETÖ’nün eseri


Kaynaklarım, FETÖ’nün güvenlik birimlerindeki unsurlarının, çözüm süreci boyunca PKK’nın Doğu ve Güneydoğu illerimizdeki sokak çatışmalarının yaşandığı merkezlere silah ve mühimmat taşımasına göz yumduğunu belirtiyor. Ayrıca, Suriye ve Irak sınır hattında PKK ve DEAŞ’ın sınır hattından geçişine sessiz kalarak büyük bir ihanet içinde olduklarını da vurguluyor. 15 Temmuz sonrası süreçte sınır sınırlarımızı ve ülkemizin namusunu korumakla görevli askeri birliklerdeki bir çok üst rütbelerde görev yapan askerin FETÖ’den tutuklanmasını da buna örnek olarak gösteriyorlar."



Elibol, "Tsunami sonrası 15 Temmuz analizi" başlıklı yazısında ise şu bilgilere yer vermişti:


"Güvenlik kaynaklarından edindiğim bilgiye göre, Emniyet içindeki 4 bin polis imamı tespit edildi ve teşkilattaki FETÖ’cüler tamamen temizlendi. TSK’da ise hücre tipi çalıştıkları için süreç güçlükle ilerliyor.


15 Temmuz hain darbe girişiminin başarısızlıkla sonuçlanmasının ardından medya ve akademi çevrelerinde yaptığımız tüm analizler ve yorumlar büyük ölçüde ‘o gece’ yaşananlarla sınırlı kaldı. O gece yaşananlar artık bağımsız Türk mahkemelerinin kontrolünde. Kuşkusuz iktidarı ele geçirmeye çalışan FETÖ’nün, AK Parti hükûmeti döneminde yaptıkları mutlaka iyi analiz edilmeli. Cumhurbaşkanımızın önderliğinde devlet, halk ve özel sektörün katkıları ile başlatılan 15 Temmuz özel anma çalışmalarını yakından takip ettim. Gazete olarak biz de çok anlamlı bir çalışma gerçekleştirdik. Darbe girişiminin üzerinden bir yıl geçmiş olmasına rağmen bazı soruların cevapları kafamızda şimdilerde daha net bir şekilde oturmaya başladı. Geride bıraktığımız hafta aklımda kalan diğer sorulara cevap aramak üzere Ankara’da güvenlik, askerî ve diplomasi bürokrasisinin kapılarını bir bir çaldım. Edindiğim bilgileri ve izlenimleri bu köşede siz değerli okuyucularımla paylaşmak isterim. Zira paylaşacağım veriler, AK Parti iktidarının yakın geçmişinde olup bitenlere ve eğer gerçekleşmiş olsaydı, 15 Temmuz darbe girişiminin dönüşeceği işgal sürecine ışık tutuyor.


Öncelikle 15 Temmuz hain darbe girişimi sonrası güvenlik bürokrasimizin tüm kilit kadroları hainlerin deşifre olması ve bu hainlerden kurtulmanın rahatlığı ile daha bir özgüvenle hareket ediyorlar. Bürokratlarımızın olayları okuma süreçleri de bu anlamda daha objektif bir hâl almış durumda.



Almanya’nın amacı Türkiye’yi tökezletmek


Özellikle 15 Temmuz’dan bu yana Almanya ile yaşadığımız gerilim, Merkel hükûmetinin ve BND’nin bilinçli ve kontrollü olarak krize sürüklemek istedikleri bir durum olduğu diplomatik kaynaklarım tarafından ifade ediliyor. Zira Sayın Cumhurbaşkanı ve Türkiye aleyhtarlığının ve son 7 aydan bu yana aktif bir şekilde doğrudan MİT’in hedef alınmasını ‘sistemli bir durum’ hâline dönüştüğünü değerlendiren kaynaklarım, "Her gün aynı merkezler üzerinden haber servisi yapılıyor" tespitinde bulunuyor. Öyle ki, bu algı operasyonlarının aynı kalemler, yani Almanya’daki spesifik medya kurumları ve temsilcileri tarafından yaptırıldığını belirtiyorlar.


Bilindiği gibi Almanya Şansölyesi Angela Merkel, dış politika merkezli mesajlar ve hamlelerle iç kamuoyunu konsolide etmeyi başaran bir siyasetçi. Ancak Merkel’in Hamburg’daki G-20 zirvesinde Trump, Putin ve Sayın Erdoğan’ın gerisinde kalması, ilk kez ona pahalıya patladı. Şansölye’nin hâlihazırda Erdoğan karşıtlığı ile oy toplama derdinde olduğu anlaşılıyor. Ankara’daki genel kanı Merkel hükûmetinin eylül ayındaki seçimlere kadar krizi tırmandırmaya devam edeceği yönünde. Ancak sonrası için Ankara bürokrasisi, çok derin kırgınlıklar ve güvensizlikler nedeniyle Almanya’ya karşı mesafenin korunacağının altını çiziyor. Alman siyasetçilerin çıkışı, Eylül’deki Almanya seçimlerine endeksli. Alman devlet aklı ise Orta Doğu’da; Kafkasya’da, Balkanlar’da ve nihayet Afrika’da yeni Türkiye’yi kendisi için önemli bir rakip olarak görmeye başladı. Alman devlet aklı bu yeni ekonomik ve siyasi rakibi durdurmaya, tökezletmeye ve zayıflatmaya çalışıyor. Türkiye’nin içine kapanıp kendi derdiyle ve kendi hinterlandıyla uğraşmasını temin edecek girişimlerde bulunuyor.



BND güvenilmez partner


MİT, Almanya’daki FETÖ üyelerine ilişkin bazı verileri Alman istihbarat teşkilatı ile paylaşmış ve bunları talep etmişti. Bunun üzerine Alman istihbarat servisi BND bu bilgileri medya üzerinden tartıştırtmıştı. Diplomasi bürokrasisi bunu bilinçli bir tercih olarak değerlendiriyor. Ancak BND’nin takındığı bu tavrın kurumu dünyadaki diğer muhatapları nezdinde de güvenilmez kıldığını ifade eden kaynaklarım "BND’ye güven sarsılmıştır" yorumu yapıyorlar.



Büyükada baskınını polis yaptı


Almanya ile yaşadığımız son krizde "İnsan Hakları Örgütleri" maskesi ile Türkiye’de faaliyet gösteren kurumların İstanbul’un nezih ve sakin adası Büyük Ada’da gerçekleştirilen bir toplantı. Bu konu polise gelen bir ihbar ile başlıyor. Toplantı salonuna gidildiğinde ve yapılan aramalarda çıkan dokümanlar inceleniyor. Güvenlik bürokrasisindeki kaynaklarım ile yaptığım görüşmelerde, önemle üzerinde durdukları iki nokta var: Öncelikle, toplantı salonunda tercümanlık yapan şahsın beyanları var ve bence bu beyanlar dikkatle incelenmeli. Diğeri ise, olayla ilgili bir gizli tanık ifadesi bulunuyor ve bu gizli tanık içerideki her şeyi açık bir şekilde ortaya koyuyor.


Burada Alman siyasilere ve dünya insan hakları örgütlerine seslenmek isterim. Bu tarz baskı mekanizmalarını harekete geçirerek, Türk ve dünya kamuoyunu yönlendirmekten vazgeçin. Bunun yerine bağımsız Türk mahkemelerinin konuyu rahatça araştırmasını bekleyip görelim. Açıkçası gerek uluslararası kamuoyu nezdinde, gerekse uluslararası hukukun geçişkenliği içerisinde STK maskesi altında faaliyet gösteren yapıların ifşa edilmesi, dikkatli incelenmesi gerektiği kanaatindeyim.



Emniyet FETÖ’den temizlendi mi?


Eminim herkesin cevabını merak ettiği en önemli konu "Türk güvenlik birimleri içerisine sızmış, hâlâ devam eden bir FETÖ tehlikesi var mı?" sorusu olacak. Güvenlik bürokrasisi FETÖ ile en etkin şekilde mücadele edildiğini özenle ifade ediyorlar. Hâlihazırda FETÖ operasyonlarına dair idari ve hukuki sürecin devam ettiğini ifade eden kaynaklarım, FETÖ şebekesi içinde yer alan tüm isimlerin idari yolla devlet mekanizması dışına çıkarıldığını ve tespit edildikçe idari sürecin devam ettirildiğini ifade ediyorlar.


Hukuki sürece gelince, suça bulaşmış, suç işlemiş, ByLock dâhil olmak üzere belirlenen suç kriterlerini taşıyan FETÖ mensupları hakkında hukuki süreçlerin işletildiğini belirten kaynaklarım, toplumun tamamını ilgilendiren ve toplum güvenliği için hepimizin güvende olduğunu hissetmesi gereken kurum konumundaki Emniyet Teşkilatı’ndan FETÖ’nün temizlendiğini belirtiyor.


Kaynaklarım, Emniyet içinde FETÖ’nün tamamen çökertildiğini, bu suç örgütünün ele geçirilen bilgileri ve arşivlerden elde edilen bilgilerle 4 bin polis imamının tespit edildiği ve hukuki sürecin başlatıldığını belirtiyor. Öyle ki FETÖ’nün kurum içinde fişlediği 273 bin polis memuruna dair bilgiler de artık devletin elinde.



Sıra TSK VE Jandarmada


FETÖ’nün emniyet içinde hareket etme kabiliyetinin sıfırlandığını ifade eden güvenlik bürokrasisindeki kaynaklarım, Jandarma ve TSK içinde hâlen FETÖ taramalarının devam ettiğini belirtiyor.


15 Temmuz sonrası diğer kamu kurumlarında olduğu gibi TSK ve Jandarma içindeki FETÖ’cülerin sindiği görülüyor. Komuta kademesinden ziyade daha orta rütbelerdeki FETÖ’cülerin hâlen TSK içinde olduğu görüşü hâkim. Zira binbaşı-teğmen arası rütbelerde hâlâ bu yapıların olduğu düşünülüyor. Ancak kaynaklarım, asker içinde geçmişte olduğu gibi hücre tipi çalıştıkları için tespit edilmelerinin güçlüklerini de dile getiriyor.


Kaynaklarım, FETÖ ile mücadelenin sadece geçmişe dönük fiziki ve hazırlanan raporlar doğrultusunda değil aynı zamanda devletin sahip olduğu dijital istihbarat yöntemleri ve elektronik takip sistemleri ile de devam ettiğini belirtiyor. Bu aynı zamanda, devletin dijital dünya koşullarını da dikkate alarak çalışmalarını sürdürdüğünü ortaya koyuyor ki ülkemiz adına sevindirici bir tablo olduğunu itiraf etmeliyim.



Bylock’ta tespitler devam ediyor


ByLock ya da e-posta üzerinden yapılan haberleşmelerin tamamı ortaya çıkarılacak. Bu konuda devletin yoğun ve titiz bir çalışması devam ediyor. 15 Temmuz hain darbe girişimi öncesinde MİT’in tespit ettiği, içerik ve verilerine ulaştığı ByLock programı ile ilgili çok şey yazıldı çizildi. Güvenlik bürokrasisi şu ana kadar ByLock kullanıcılarının tüm verilerine ulaşıldığını belirtirken gerçek kullanıcılarla ilgili sürecin savcılıklar ve mahkemelerce yürütüldüğünü ifade ediyorlar. Ancak kaynaklarıma göre, gerçek kullanıcıların dışında başkalarının adına alınan hat kullanıcıları ve kurumsal hatlar üzerinden yapılan ByLock girişlerine dair incelemeleri devam ediyor. Daha net bir dille söylemek gerekirse ByLock’a dair incelemeler devam ediyor."

Bunlar Da İlginizi Çekebilir
İstanbul Bakan Ersoy, Yunan mevkidaşı ile "Romeo ve Juliet" oyununu izledi Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy ile Yunanistan Kültür Bakanı Lina Mendoni, William Shakespeare’in unutulmaz eseri "Romeo ve Juliet" oyununun Atatürk Kültür Merkezi’ndeki (AKM) gösteriminde bir araya geldi. Oyun, Türkiye’den Devlet Tiyatroları ve Yunanistan’dan Atina Konser Salonu Megaron ve Yorgos Lykiardopoulos kültürel organizasyonu Lykofos ortak projesiyle Ege’nin her iki yakasında tiyatro severlerle buluşuyor. Yunanistan ve Türkiye’den sanat kurumları ile sanatçıları bir araya getiren proje, iki ulus arasında köprü kurmayı hedefliyor. Dün İstanbul’da ilk gösterimi yapılan ve 28 Nisan’a kadar sahnelenmeye devam edecek esere ilişkin AKM’de gerçekleştirilen basın toplantısında Bakan Mehmet Ersoy, Bakan Lina Mendoni ile verimli bir görüşme gerçekleştirdiklerini ve değerlendirmelerde bulunduklarını söyledi. Basın toplantısında konuşan Bakan Ersoy, "Bugün değerli mevkidaşım, Yunanistan Kültür Bakanı Sayın Lina Mendoni ve beraberindeki heyeti misafir ettik. Verimli bir görüşme gerçekleştirdik; değerlendirmelerde bulunduk. Şimdi ise çok güzel bir sanat birlikteliği vesilesiyle buradayız. Devlet Tiyatrolarımız ile Pire Belediye Tiyatrosunun ortak bir proje çerçevesinde sahneye koyduğu Romeo ve Juliet oyununun İstanbul galasını izleyeceğiz” dedi. "Sanatın evrenselliği insanlık için daima ortak bir çatı olmuş; en güzel, en anlamlı birlikteliklere ev sahipliği yapmıştır" diyen Ersoy, sözlerine şöyle devam etti: “Bizler de buna sahip çıkmanın, katkı ve değer sunmanın gayretindeyiz. İnanıyorum ki bu proje sadece bir başlangıç olacak, önümüzdeki dönemlerde sanatın diğer alanlarına da yayılacaktır. Romeo ve Juliet, Shakespeare’in eşsiz kaleminden çıkmış ölümsüz bir klasik. Bizler ise bu eseri, sanatçılarımızın kendi kültürel ve tarihsel geçmişlerinden ilham alarak yeniden yorumladıkları bir temsille sahneye taşıyoruz. Oyundaki aileler kendi aralarında anadillerinde konuşurken bir araya geldiklerinde, bildikleri tek ortak dil olan İngilizce ile iletişim kuracaklar. Bu yaklaşım, farklı dillerin ve kültürlerin etkileşimiyle insan doğasının derinliklerine inerek evrensel duyguları keşfetmeyi amaçlamaktadır. Esere günümüz dünyasından açılan bu çağdaş bakış açısı ve yeni yorum vesilesiyle Türkiye ve Yunanistan’ın köklü kültürel mirasını da bir araya getirmiş ve iki ülke arasında derinleşen kültürel diyaloğu sembolize etmiş olacağız. Provalar 18 Şubat’ta, Yunanistan’da başlamıştı. Yönetmen Lefteris Giovanidis’in rejisiyle sahneye taşınan eser, Türkiye’de sanatseverlerle buluşmasının ardından Mayıs ayında, Atina’da perdelerini açacak ve iki ülkede toplamda 13 temsil gerçekleştirilecek. Ayrıca 17-27 Mayıs 2024 tarihleri arasında, Antalya’da düzenlenecek olan 14’üncü ‘Devlet Tiyatroları Antalya Uluslararası Tiyatro Festivali’nde yer almasını da planlıyoruz. Yine yaz aylarında ve önümüzdeki tiyatro sezonunda Türkiye’nin ve Yunanistan’ın farklı şehirlerinde sahnelenmesi, Avrupa’daki prestijli tiyatro festivallerine katılımı söz konusu olacak. Türkiye ve Yunanistan arasındaki kültürel ilişkilerin geliştirilerek daha ileri boyuta taşınması adına bundan sonra da Yunanistan’ın ilgili kurum ve kuruluşlarıyla eşgüdüm ve iş birliği içerisinde çalışmaktan memnuniyet duyacağımızı ifade etmek isterim. Sayın Bakan’a, Pire Belediye Tiyatrosunun ve Devlet Tiyatrolarımızın çok değerli sanatçılarına ve Sayın Lefteris Giovanidisi’in şahsında, sahne arkasında bu esere emek veren bütün ekibe teşekkür ediyorum. Sanatseverleri bu özgün ve özel temsili izlemeye davet ediyor, hepinize saygılar sunuyorum” dedi. Yunanistan Kültür Bakanı Lina Mendoni ise eserin sahneye konulma sürecinden bahsederek, Türk- Yunan ilişkileri bakımından oyunun İstanbul’da izleyicilerle buluşmasından dolayı mutluluk duyduklarını ifade etti. Romeo ve Juliet’in en güzel aşk hikayesi, aynı zamanda da bir drama olduğunu belirten Mendoni, "Bu oyun bir başlangıç olabilir. İki toplumun kültürel bağlarımızı daha da yüksek hale getirebiliriz. Sadece devlet düzeyinde değil, özel kuruluşlar arasında da ortak projelerin ve ikili işbirliklerinin olduğunu öğrenmekten mutluluk duyuyoruz. Yakın zamanda sizleri Atina’ya 16 Mayıs’ta sahnelenecek oyuna da bekliyorum. Eminim oyun, Atina’da da çok iyi karşılanacak" diye konuştu. Bakan Ersoy ve Mendoni, ortak basın toplantısının ardından AKM Tiyatro Salonu’nda sahne alan "Romeo ve Juliet" oyununu birlikte takip etti.