GENEL - 26 Mart 2012 Pazartesi 13:28

AİLE HEKİMLERİ GELECEK KAYGISI İÇİNDE

A
A
A
AİLE HEKİMLERİ GELECEK KAYGISI İÇİNDE

Mersin Aile Hekimleri Derneği Başkanı Dr. Gürbüz Şen, aile hekimlerinin artık kamu personeli değil, Sağlık Bakanlığı`nın bir nevi taşeronu durumuna geldiğini belirterek, çok ciddi gelecek kaygısı içinde olduklarını söyledi.
Mersin Aile Hekimleri Derneği Başkanı Dr. Şen, aile hekimlerinin bundan böyle Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) ile sözleşme imzalamasının gündemde olduğunu, bunun da kazanılmış birçok hakkın kaybedilmesi anlamına geldiğini ifade ederek, yaşadıkları kaygıları anlattı. Bugün aile hekimlerinin çok ciddi gelecek kaygısı taşıdığına dikkat çeken Şen, Sağlık Bakanlığı`nın açıkladığına ve Maliye Bakanlığı`nın da teyit ettiğine göre, aile hekimlerinin kamu personeli değil, diğer kamu personeli olduğuna işaret etti.
Bunun, Sağlık Bakanlığı`nın özel hizmet giderlerinden hizmet satın aldığı kurumlar anlamına geldiğini kaydeden Şen, sözlerine şöyle devam etti: "Yani Sağlık Bakanlığı`nın bir nevi taşeronlarıyız ve statümüz de ona göre belirlenmiş durumda. Birinci basamak sağlık hizmetlerinin kamu sağlığı hizmeti olması gerektiğini ve sağlığın en temel insan hakkı olduğunu düşünerek böyle bir şeye karşı elimizden geldiği kadar direnç göstermeye çalışıyoruz. Bunun doğru olmadığını düşünüyoruz. Serbest piyasa ekonomisi
koşullarında geliştirilebilecek bir birinci basamak sağlık hizmetini çok fazla onaylamıyoruz."
Aile hekimlerinin mevcut durumda 2-3 yıllık sözleşme imzaladıklarını ve kazanılmış hakları olduğunu anlatan Şen, sözlerini şöyle sürdürdü: "Öğrendiğimiz kadarıyla bundan sonra SGK ile sözleşmeler imzalanacak ve bu kazanılmış haklarımızın birçoğunu kaybetmiş olacak gibi görünüyoruz. 663 sayılı Kanun Hükmünde Kararname sonrası aile sağlığı merkezleri Türkiye Halk Sağlığı Kurumu`na devredildi. Biz bağlı kuruluşlar olan halk sağlığı kurumlarına olmayan özlük haklarımızla bağlandık şimdilik. Bu da şu demek;
artık Sağlık Bakanlığı`na bağlı Mersin Devlet Hastanesi veya 112 gibi bir kurumda çalışmak istediğimiz zaman Sağlık Bakanlığı`ndan muvafakat almamız gerekecek"
AİLE HEKİMLERİ ÖZLÜK HAKLARINI TERK ETMEK DURUMUNDA BIRAKILDI
Bunda hekimlerin de suçu olduğunu düşündüğünü dile getiren Şen, Türkiye`de gerçekten çok zor koşullarda hekimlik yaptıklarını, bin 500-bin 700 lira maaşla tam gün çalışmak durumunda kaldıklarını vurguladı. Bunun bir hekim için hiç de kolay olmadığını belirten Şen, sözlerini şöyle sürdürdü: "Tabi bunun önüne geçmek ve bir nevi sağlıkta özelleştirmeye doğru geçebilmek için ne yapmalısınız? Parayı önce çok vereceksiniz ki, hakları olan kişiler vazgeçecekler. Türkiye`de de bu oldu, önce para çok verildi aile
hekimlerine, 3-4 yıl gerçekten çok para verdiler, ondan sonra cari gider yardımı adı altında verilen paraları bir nevi kısmaya başladı bakanlık. Şu an A sınıfı bir aile sağlığı merkezinde bir hekim 4,5-5 bin lira civarında para almaktadır. Türkiye koşullarında hekimlerin o parayı hak ettiklerine inanıyorum ama bu para için ne yaptı hekim? Özlük haklarını terk etmek durumunda bırakıldı. Diyelim ki, biz bugün sözleşme imzaladık, yarın SGK`ya sözleşme imzalarsak oldu ya bir trafik kazası geçirdim, başıma bir iş
geldi artık meslek hayatımı devam ettiremeyeceğim, sözleşmem süresince paramı alırım, sözleşmem bitti mi açıktayım"
PARAN VARSA SAОLIОIN VARA DOОRU GİDİYORUZ
Türkiye`de sağlığın özel hizmet alanına doğru kaymaya başladığına da dikkat çeken Dr. Şen, bu konudaki endişelerini aktardı. Sağlıkta koruyucu sağlık hizmeti veren birinci basamakta kamunun elinin sağlığın üzerinde olması gerektiğine vurgu yapan Şen, sözlerine şöyle devam etti: "Ama denetleme anlamında değil, bir takım hizmetleri kamu olarak vermek zorundayız. Birçok ülkede buna doğru gidiş var. Örneğin ABD`de sağlık ciddi anlamda sıkıntı içerisinde, çünkü özel sağlık hizmeti verilmekte orada, finansmanı
da özel sağlık kuruluşlarından sağlanmakta. Paranız varsa sağlığınız var, paranız yoksa sağlığınız yok. Türkiye`de de gidişat öyle gibi. Üzülüyorum"
Aile sağlığı merkezlerinin a,b,c,d,e şeklinde sınıflandırılmasını da eleştiren Gürbüz Şen, insanın hayatını kurtaran defibrilatör denilen aletin sadece a ve b sınıfı için mecburi olmasını örnek göstererek, şunları söyledi: "Yani vatandaş kalp krizi geçireceği zaman gideceği aile sağlığı merkezinin sınıfına mı bakacak? Odanız 14 metrekare ise a sınıfısınız, 10 metrekare ise sınıflandırmaya giremiyorsunuz. Böyle bir kalite anlayışı sağlıkta mümkün değil, bu olmaz. Yani artık bakanlık birinci basamak için
`ya kardeşim şu sağlık benim üzerimden gitsin, ben sadece denetleyici ve izleyici konumunda olayım` diyor. Başlangıçta hizmet alan kişiler açısından sorun yok ama ilerleyen zamanlarda o da sorun yaşayacak. Bugün biz burada muayene ücreti almıyoruz, SGK reçete bedeli alıyor. Artık 3 +1 liraya geçildi kutu başı. Bir süre sonra bunlar artacak, şimdi tahlilleri bedava yapıyoruz, bir süre sonra SGK, `olur mu kardeşim, ne demek bedava fark` ödeyin diyecek. Yavaş yavaş sağlıkta bir piyasa ekonomisine gidiş
görünüyor."
EN BÜYÜK SORUNUMUZ GELECEK KAYGIMIZ
Aile hekimleri olarak en büyük sorunlarının gelecek ve güvenlik kaygısı olduğunu anlatan Dr. Şen, ikinci büyük sorunlarının da piyasa ekonomisi koşullarında yeşerecek bir birinci basamak sağlık hizmeti olduğunu bildirdi. "Bunun olmamasını istiyoruz" diyen Şen, aile hekimliği evrensel ilkelerinde herkese eşit, ulaşılabilir hizmet vermenin bir zorunluluk olduğunu ve hiçbir yerinde para olmadığını söyledi. "Hiçbir yerinde para olmayan evrensel ilkelere sahip bir aile hekiminin serbest piyasa koşullarında
yeşeren bir hizmet veriyor olması üzüntü verici" diyen Şen, aile hekimlerinin isteklerini de şöyle aktardı: "Biz bize hak ettiğimiz ücreti versinler, biz tam gün çalışalım ve bize ekstra verdikleri gibi gösterilen paraları da onlara verelim. Biz diyoruz ki, her tarafta aile sağlığı merkezleri a sınıfı olsun, bakanlık cari gider yardımlarını bizden alsın, istemiyoruz. `Aile hekimine cari gider yardımı 7 bin lira para veriyoruz` diyorlar, yok öyle bir şey. Oturduğunuz sandalyenin, masanın, işyerinin
kirasını ödüyorum, çalıştırdığım personelin parasını ödüyorum, o yetmiyormuş gibi personelin yüzde 18 KDV`sini ödüyorum, stopaj ödüyorum. Ödüyorum da ödüyorum. Artı Maliye Bakanlığı`nın tebliğlerini takip etmek zorunda kalıyorum. Bir sürü işletme ile ilgili işleri öğrenmek durumunda kalıyorum, bilgisayar öğreniyorum. Yani yapmış olduğumuz işleri sıraladığımız zaman hekimlik bunun içerisinde çok geri noktalarda kalıyor. `Tıbbiyeden her şey çıkar arada sırada doktor çıkar` şakası artık gerçek gibi algılandı
ki, bunlar her şeyi yapar mantığıyla her şeyi üstümüze yıkıyorlar. Ayrıca, yüklü miktarlarda aşı tazmin cezaları ödüyor aile hekimleri. Doğru değil bu, bunun ortadan kaldırılması gerekir. Tazmin cezası alan arkadaşlarımızın arkasındayız ve bu konuyla ilgili de tazmin dilekçeleri hazırladık idari mahkemeye iptal davaları açacağız. Kısacası, aile hekimleri mutsuz, gelecek kaygısı içindeler ve sorunlarının çözülmesini istiyorlar."
Bunlar Da İlginizi Çekebilir
Ankara İletişim Başkanı Altun: "Teröristlerin teslimi, terör örgütlerine desteğin kesilmesi, Türkiye’nin müttefiklerinden en doğal beklentisidir" Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun, "FETÖ’nün Amerika Birleşik Devletleri’ndeki varlığı ve faaliyetleri bizim için olduğu kadar, Amerikan toplumu için de bir tehdittir. Türkiye’nin mücadele ettiği terör örgütlerinin desteklenmesi, teröristlerin teslim edilmemesi stratejik ortaklık ve müttefiklik anlayışı ile örtüşmemektedir. Teröristlerin teslimi, terör örgütlerine desteğin kesilmesi, Türkiye’nin müttefiklerinden en doğal beklentisidir". Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı tarafından ABD’nin New York şehrinde düzenlenen Türk Günü Yürüyüşü etkinlikleri kapsamında Türkevi’nde “Kültürel Bağları Güçlendirmek Türk Amerikan İlişkilerinde Yeni Bir Vizyon” paneli düzenlendi. Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun, panelde videomesaj ile katılımcılara hitap etti. Düzenlenen panel ve organizasyonları Türk-Amerikan ilişkilerinin mevcut durumunu ele almak, gelecekteki muhtemel seyrini konuşmak için bir fırsat olarak gördüklerini dile getiren Altun, bugünkü programı da 41. Türk Günü Yürüyüşü Etkinlikleri kapsamında gerçekleştirdiklerini söyledi. Türk Günü Yürüyüşü’nün ilk kez 1981 yılında Türk diplomatların terör örgütü ASALA tarafından şehit edilmesine tepki amacıyla yapıldığını anımsatan Altun, yıllar içinde geleneksel hale gelerek Türk-Amerikan toplumunun ABD’deki en önemli etkinliklerinden biri haline geldiğini belirtti. Altun, “Türk Günü Yürüyüşü, artık, Amerika’nın ekonomik ve sosyokültürel hayatına önemli katkılarda bulunan Türk-Amerikan toplumunun birlik ve beraberliğini pekiştirten bir etkinliktir. Türkiye-ABD ilişkileri açısından da son derece kıymetli olan etkinlik kapsamında düzenlediğimiz bu program, iki ülke ilişkilerinin farklı boyutlarıyla ele alınmasını hedefliyor" ifadelerini kullandı. Türkiye-ABD ilişkilerinin uzun yıllara sâri bir geçmişe sahip olduğuna işaret eden Altun, bu süreçte dünyanın karşı karşıya olduğu bölgesel ve küresel sınamalar dikkate alındığında iki ülke arasındaki işbirliği ve diyalogun ne denli önemli olduğunun daha iyi anlaşılacağını belirtti. Yakın zamanda, pandemiden Rusya-Ukrayna Savaşına, tedarik zincirinin bozulmasından gıda krizinin çözümüne kadar Türkiye’nin bu süreçteki yapıcı rolünün, daha büyük ve derin krizlerin önüne geçilmesini sağladığını vurgulayan Altun, şunları kaydetti: “Bölgemizi ve tüm küresel aktörleri etkileyen son gelişme ise, sizlerin de malumu olduğu üzere, İsrail’in 7 aydan beri devam eden saldırılarıdır. İsrail’in Filistin’deki saldırıları küresel sorunları artıran, barışa olan inancı zayıflatan, uluslararası değerlere olan güveni ortadan kaldıran bir mahiyet arz ediyor. Bu katliamlara karşı da Türkiye ilk günden itibaren saldırıların durması için insanî ve diplomatik imkânlarını seferber etmiştir. Türkiye, Gazze’de İsrail’in yol açtığı insanlık dramını sona erdirecek çözüm perspektifi ile diplomatik girişimlerini sürdürmektedir. Türkiye’nin ABD ile işbirliği yapmayı beklediği konular bunlarla sınırlı değil. Türkiye-ABD ilişkilerinin müttefiklik ve stratejik ortaklık anlayışına saygı çerçevesinde bölgesel ve küresel meselelere barış, güvenlik ve refah odaklı yaklaşımlar geliştirme potansiyeline olan inancımızı hala koruyoruz." Bölgesel bir güç ve küresel bir aktör olarak Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı meselelere dair gerçekçi ve kapsayıcı politikalar üreten, parçası olduğu ittifak ve ortaklıkları güçlendiren; onları değerli kılan bir ülke olduğunu dile getiren Altun, Türkiye’nin düzensiz göç, mülteciler ve terör başta olmak üzere yerel ve uluslararası düzlemde her soruna kapsayıcı ve kalıcı çözümler getirmeyi odağına alan bir perspektif ve vizyona sahip olduğunu bildirdi. Altun, sahip olduğu imkanlar, bu imkanları kullanma biçimi, hedefleri ve vizyonunun Türkiye’nin bölgesel ve küresel düzlemde istikrar sağlayıcı rolünü pekiştirdiğinin altını çizdi. “Teröristlerin teslimi, terör örgütlerine desteğin kesilmesi, Türkiye’nin müttefiklerinden en doğal beklentisidir” Türkiye’nin, milli güvenliğini tahkim ederken bölgesel ve küresel istikrarı da hedefleyen çok boyutlu mücadelesinin müttefikleri nezdinde hak ettiği teveccühü görmesi müttefiklik ruhunun gereği olduğuna dikkati çeken Altun, şunları kaydetti: “Bu bağlamda FETÖ’nün Amerika Birleşik Devletleri’ndeki varlığı ve faaliyetleri bizim için olduğu kadar, Amerikan toplumu için de bir tehdittir. Türkiye’nin mücadele ettiği terör örgütlerinin desteklenmesi, teröristlerin teslim edilmemesi stratejik ortaklık ve müttefiklik anlayışı ile örtüşmemektedir. Teröristlerin teslimi, terör örgütlerine desteğin kesilmesi, Türkiye’nin müttefiklerinden en doğal beklentisidir. İkili ilişkilerimizi olumsuz etkileyen sorun alanlarının ve görüş ayrılıklarının yapıcı, gerçekçi ve kararlı bir yaklaşımla etkin bir şekilde yönetilmesi, hem Türkiye’nin hem de ABD’nin faydasına olacaktır. Türkiye ve ABD’nin aynı zamanda NATO müttefiki olduğunu da hatırlatmak istiyorum. NATO müttefiki iki ülkenin ilişkilerindeki çok boyutlu ve derinlikli iş birliğinin ülkelerimizin güvenlik, istikrar ve barışı için elzem olduğunu tekrar vurgulamak istiyorum.” Altun, sözlerinin sonunda Başkanlığımızın düzenlediği söz konusu panelin iki ülke ilişkilerinin geliştirilmesine katkı sağlamasını temenni etti.
Antalya Sergen Yalçın: “En azından iyi bir final yapıp kapatalım dedik” Antalyaspor Teknik Direktörü Sergen Yalçın, Adana Demirspor galibiyetine ilişkin, “Bizim için önemli tarafı; son iç saha maçımızı oynadık. Bugün kazanmak istiyorduk. Yani en azından iyi bir final yapıp kapatalım dedik” dedi. Trendyol Süper Lig’in 37. haftasında Antalyaspor, sahasında Adana Demirspor’u 2-1 mağlup etti. Maçın ardından düzenlenen basın toplantısında açıklamalarda bulunan Antalyaspor Teknik Direktörü Sergen Yalçın, güzel bir maç olduğunu belirterek, “Hedefsiz olan iki takımın oynamasına rağmen seyir zevki seyir zevki veren, pozisyonlu, mücadele gücü yüksek kazanmak isteyen iki tane takım güzel bir oyun oynadılar. Bizim için önemli tarafı son iç saha maçımızı oynadık. Bugün kazanmak istiyorduk. Yani en azından iyi bir final yapıp kapatalım dedik. O açıdan bizim için çok değerli bir müsabakaydı, kazanmak ayrı bir sevinç oluşturdu. Hepimiz de mutlu olduk” diye konuştu. "Son maçı tamamlayıp veda edeceğiz" Antalyaspor’da son bir müsabakasının kaldığını belirten Yalçın, “Tamamlayıp veda edeceğiz. Başkanımız Sinan Boztepe’ye çok teşekkür ediyorum. Maçtan önce bana bir ekibimiz hepsine plaket verdiler. Bizi onurlandırdılar. Çok uzun süre çalışmamıza rağmen bizim için gurur kaynağı oldu. Plaketle bize uğurlamaları. Kendisine ve yönetim kuruluna çok teşekkür ediyorum bu düşünceler dolayı umarım. Antalyaspor yeni bir yapılanmayla yeni bir hoca ile önümüzdeki sezon iyi bir kadro ile birlikte seyir zevki veren seyredilecek takım görüntüsü çizer” ifadelerini kullandı.
Sakarya Bakan Tunç: "Asıl önemli olan Türkiye Yüzyılı’na başlarken darbe anayasasından kurtulmuş bir anayasayla yola devam etmek” Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, “Asıl önemli olan, ülkemizin darbe anayasasından kurtulup demokratik, sivil, katılımcı bir anlayışla hazırlanacak yeni bir anayasayla Türkiye Yüzyılı’na başlarken darbe anayasasından, vesayetçi ruhtan kurtulmuş bir anayasayla yola devam etmek. İnşallah Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde böyle bir uzlaşmada gerçekleşir ve ülkemizin yüksek demokrasi yolundaki adımları hızlanarak devam eder” dedi. Sakarya’nın Sapanca ilçesinde bulunan bir otelde düzenlenen İş Hukuku Değerlendirme Sempozyumu, Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’un katılımıyla başladı. Bakan Tunç, yaptığı konuşmada, “Burada işçi ve işveren sendikalarımız var. Dolayısıyla her iki tarafı dengede tutacak, her iki tarafın da hakkını, menfaatini koruyacak bir disiplin iş hukuku. O sebeple iş hukuku, işçi, işveren arasındaki hak ve menfaat dengesini gözeten bir alan. Tabii işçi zayıf taraf, işçiyi koruyucu ilkeyi ihmal etmemek lazım. O sebeple zaten Yargıtay ve uygulamamızın da bu anlamda kökleşmiş içtihatları var. Tabii bu içtihatlar, haksızı korumak anlamında değil. Bunu da belirtmekte fayda var. Yani haksız olan illa korunacak diye bir şey yok. Orada işçiyi koruyucu ilkeye ilişkin Yargıtay kararlarını okuduğumuz zaman o alanın çok daha önemli olduğunu ve ihmal edilmemesi gereken alan olduğunu görüyoruz. Ve bu anlamda da kökleşmiş içtihatlar devam ediyor. Tabii iş hukukunun adil ve dengeli bir iş ortamı sağlayacak şekilde düzenlenmesi işçilerimiz ve işverenlerimiz için iş barışı anlamında, toplumsal barış anlamında da önemli. Özellikle üretim ve verimliliğin artması bakımından da önem arz ediyor. Hem işçiyi koruyacağız hem de işverenin özellikle üretim ve istihdam anlamındaki tıkanan yollarını da açma noktasındaki çalışmalarımızı hakkaniyetli bir şekilde sürdüreceğiz. O sebeple işçi ve işveren birbirini tamamlayan bir bütünün iki yarısı gibi” dedi. “Türkiye son 22 yılda siyasi istikrarın getirdiği güvenle tüm alanlarda büyük atılımlar gerçekleştirdi” Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, “Türkiye son 22 yılda siyasi istikrarın getirdiği güvenle tüm alanlarda büyük atılımlar gerçekleştirdi, gerçekleştirmeye de devam ediyoruz. Daha demokrat, daha güçlü, daha istikrarlı geleceğe güvenle bakan bir ülke olma yolunda, 22 yılda çok önemli mesafeler aldık. Ekonomik kalkınma anlamında tabii ki son dönemde pandeminin getirdiği sıkıntılar, 6 Şubat’ta meydana gelen deprem nedeni ile ülkemizin önemli büyük vilayetlerin 15-20 milyona yakın insanı ve Türkiye’yi etkileyen o büyük dünya tarihinin en büyük deprem afeti de ekonomik bakımdan ülkemizi etkiledi. Dış gelişmeler ekonomimizi etkiledi. Ama kim ne derse desin son 22 yılda Türkiye 230 milyar dolar gayrisafi milli hasıladan bugün 1 trilyon doları aşarak dört kattan fazla bir ekonomik büyümeyi hayata geçirdi” diye konuştu. “Hükümetlerimiz döneminde her zaman emeğin ve üretimin yanında olduk” Bakanlık olarak emek ve üretimin yanında olduklarını belirten Bakan Tunç, “Cumhurbaşkanımızın liderliğinde, hükümetlerimiz döneminde her zaman emeğin ve üretimin yanında olduk, olmaya devam edeceğiz. Çalışma hayatında adaletli bir paylaşım olması adına önemli adımlar attık, atmaya devam edeceğiz. Uzlaşma kültürünü, aklıselimi esas alarak çalışma hayatındaki çatışmacı tutumu, bütün tarafların hukukunu koruyan bir düzleme kavuşturmak için çalıştık, yine çalışmaya devam edeceğiz. İşçilerimizin, çalışanlarımızın, memurlarımızın, sendikalı olma hakkı, toplu sözleşme hakları başta olmak üzere haklarını her zaman koruma gayretinde olduk, olmaya da devam edeceğiz İşçiyle-işveren arasında çalışma barışının sağlanmasına yönelik adımlar attık ve atmaya da devam edeceğiz. Bu adımları atarken elbette ki önce insan anlayışıyla hareket ettik. İnsanımızı güçlendirirken toplumu da güçlendirmek için adımlar attık. Emeğin, alın terinin ne olduğunu, neye tekabül ettiğini bilen bir medeniyetin mensuplarıyız. Çünkü bizim için emek, helal lokma için gösterilen çabayı ifade eder. Dolayısıyla emek de, ekmek gibi kutsaldır. Ekonomide büyümenin en temel unsurunu toplumsal barış ve sosyal hukuk devleti oluşturmaktadır. 22 yıldır toplumun tüm kesimlerini kapsayacak şekilde sosyal politikalar uyguladık, uygulamaya da kararlı bir şekilde devam ediyoruz. Başta iş kanunu olmak üzere işçinin hak ve menfaatlerini, güvenliğini koruyan, işverenin de hukukuna halel gelmemesini sağlayan birçok yasal değişikliği hayata geçirdik” şeklinde konuştu. “Yeniliklerin temelini 2003 tarihli 4807 sayılı İş Kanunu ile attık” “Sosyal hukuk devleti olmanın bir gereği olarak ve hiçbir ayrım gözetmeksizin tüm vatandaşlarımızı içine alan bu yeniliklerin temelini 2003 tarihli 4807 sayılı İş Kanunu ile attık" diyen Bakan Tunç, "2013’ten beri başlayan ara buluculuk sisteminde mahkemelerin huzuruna gelmeden toplamda 4 milyon 70 bin iş uyuşmazlığının anlaşmayla sonuçlandığını görüyoruz. 2013’ten bu yana tabii zorunlu olduktan sonra bu sayı daha da arttı. 5 milyon 800 bin arabuluculuk başvurusunun 4 milyon 70 bininin anlaşmayla sonuçlandığını görüyoruz. Burada tabii işçi işveren arasındaki uyuşmazlıklardaki anlaşma oranı diğer arabuluculuktaki anlaşma oranlarından daha yüksek. Burada işçinin, özellikle bir an önce alacağına kavuşmak istemesi, uzun süren yargılamalarda yıpranmak istememesi, değişik faktörler nedeniyle işçilerin anlaşmaya, işverenin de anlaşmaya yanaştığını görüyoruz. Ama burada bu hakkaniyet dengesini kurmak, uygulamada dile getirilen hususlar, eksiklikleri de gidermek noktasında çalışmamızı sürdürmemiz gerekecek. Geçtiğimiz yıl 965 bin 323 ara buluculuk dosyasının 2023’te, 746 bin 898’i anlaşmayla sonuçlanmış. 2013 yılından itibaren yılda bir mahkemede ortalama 500 dosyanın ilk derecede görüldüğünü kabul edersek her yıl için 487 iş mahkemesinin iş yüküne denk gelen bir durum söz konusu. Yani ara buluculuk sistemi sayesinde 487 mahkemenin iş yükü mahkemeye intikal etmeden uzlaşmayla, anlaşmayla sonuçlanmış oluyor” ifadelerini kullandı. “İş mahkemelerindeki yoğunluğun farkındayız” İş mahkemeleri hakkında konuşan Bakan Tunç, “İş mahkemelerindeki yoğunluğun farkındayız. İş daireleri sayısının arttırılması, hakim, savcı sayımızın arttırılmasıyla ilgili çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Tabii istinaf dairelerinin sayısını ve orada görev yapacak olan hakimlerimizin sayısını artırmamız gerekiyor. Şu anda yargı teşkilatımız 24 bin hakim ve savcıdan müteşekkil. 24 bin hakim ve savcımızın yüzde 70’i 10 yılın altında kıdeme sahip, yüzde 45’i de 5 yılın altında kıdeme sahip. Dolayısıyla genç bir kadroyuz. Gelecek vadeden de bir kadroyuz aslında yargı teşkilatı olarak. O gençlerimiz tecrübe kazandıkça adalet akademimizdeki hizmet içi eğitimlerle daha da güçlenerek yollarına devam edecekler. Artık 2024 yılından itibaren hukuk mesleklerine giriş sınavıyla hem hakim, savcı yardımcılığı öncesinde hem de avukatlık stajı öncesinde hukuk fakültesi mezunlarımızın bir ön elemeden geçmesi ile ilgili uygulamayı başlatıyoruz. Önümüzdeki Ekim ayında ÖSYM tarafından yapılacak olan hukuk mesleklerine giriş sınavı sonrasında avukatlık ve hakimlik düşünebilecek genç kardeşlerimiz. Tabii hukuk fakültelerindeki eğitimin kalitesi de çok önemli. Bu anlamda da hukuk fakültelerindeki akademisyen kadrolarının da önümüzdeki süreç içerisinde daha da güçlenerek hukuk fakültesi mezunlarımızın daha güçlü bir şekilde mezun olmaları, hukuk meslekleri giriş sınavını başarmaları ve sonrasında avukatlık stajına başlayabilmeleri ve aynı zamanda da hakim, savcı yardımcılığı sınavına girebilmeleriyle ilgili sistem bu yıldan itibaren başlıyor. Yine 2 yıl süren hakim savcı adaylığını da artık terk ediyoruz. 3 yıl süren hakim, savcı yardımcılığı sistemine geçiyoruz. Adaylık yok. Artık 3 yıl boyunca hakim, savcı yardımcısı olacak olarak görev yapacaklar. 1 yıla yakın süre Adalet Akademisi’nde eğitimler görecekler. Uygulama adliyesini de faaliyete geçirdik. Adliyeyi de orada müracaat bürosundan savcı odalarına varıncaya kadar, otopsi yapılan yerlere varıncaya kadar hepsini orada uygulamalı bir şekilde de görecekler. 2 yıl boyunca da tecrübeli hakim ve savcılarımızın yanında usta çırak ilişkisi içerisinde çalışacaklar ve 3 yılın sonunda o akademideki ara sınavlar ve yine yanlarında çalıştıkları istinafı, ilk derecesi, Yargıtay’ı, o hakimlerimizin, tecrübeli hakimlerimizin vereceği notlar sonrasında eğer puanları tuttururlarsa hakimler, savcılar kurulumuz onları mesleğe kabul edecek. Böyle sık bir elemeden geçilmiş olacak. Dolayısıyla genç hukukçularımızın kürsüye çok daha güçlü ve donanımlı bir şekilde geçmelerini inşallah sağlayacağız” dedi. “9’uncu yargı paketi taslağımızı meclisimizin takdirlerine sunacağız” 9’uncu yargı paketi taslağını meclise sunacaklarını aktaran Bakan Tunç, şunları kaydetti: “22 yıldan bu yana temel kanunlarımızın tamamını yeniledik. Tabii bu yenileme sürecinde uyum sağlama sürecinde yine birçok değişikliği hayata geçirdik yargı paketleriyle. Şimdi önümüzde bir yargı paketinin daha hazırlıkları yapılıyor. 9’uncu yargı paketi taslağımızı meclisimizin takdirlerine sunacağız. Burada uygulamadan gelen, uygulamadaki aksaklıkları ortadan kaldırmaya yönelik önemli yine tekliflerimiz olacak taslakta. Milletvekillerimizin takdirlerine sunacağız. Bu nedenle mevzuatın iyileştirilmesi, geliştirilmesi çünkü sürekli teknolojinin iş hayatının, ticari hayatın çeşitlenmesi, bilişim sektörü, tüm bunlar yeni değişiklikler gerektiriyor. Toplumun ihtiyaçlarına uygun bir şekilde ilerlememiz lazım. Bu anlamda uygulayıcılardan gelen önerilere çok büyük önem veriyoruz. Tabii mahkeme sayılarını da ihtiyaç olduğu zaman arttırıyoruz. 2002 yılında 74 tane iş mahkemesi vardı, bugün itibariyle 486 iş mahkememiz var. İş mahkemelerindeki yoğunluğu daha da azaltmak için geçtiğimiz günlerde de yine 41 ayrı yargı çevresinde 122 yeni iş mahkemesinin kurulmasını sağladık. Dolayısıyla 122 yeni mahkememizin kuruluşunu gerçekleştirdik, ama henüz faaliyete geçmedi. Atamalarını da gerçekleştirdikten sonra 486’ya sonra 122 daha ilave ettiğimiz zaman bu konuda iş mahkemesi sayımızı da arttırarak özellikle yoğunluğu azaltma gayreti içerisindeyiz. İstinaf incelemeleri yapan 15 bölge adliyemiz var. 18’e çıkardık ama 17’si Haziran’dan sonra faaliyete geçmiş olacak. 2 Bölge Adliye Mahkememiz daha faaliyete geçecek. Biri Tekirdağ birisi de Denizli. Malatya’yı da inşallah sonraki yıllarda faaliyete geçirmeye çalışacağız. Buralarda 238 hukuk dairemiz var. Bunun 57’si iş ve sosyal güvenlik hukuku alanında görevli. Son 1 yıl içerisinde de 2 istinaf dairesi kurmuştuk. Şimdi 5 istinaf dairesi daha kurduk. Yoğunluğun çok olduğu bazı yerlerde, İstanbul başta olmak üzere 5, toplamda geçen yıl itibariyle bu 1 yıl içerisinde 7 tane istinaf dairesini, iş dairesi olarak kurmuş oluyoruz.” “Kanunumuzda iş davalarının iki ay içerisinde sona ermesi yazılı” Bakan Yılmaz Tunç, “Yargıtay’da da iki farklı hukuk dairesi, ihtisas alanı olarak iş ve sosyal güvenlik hukukundan kaynaklanan davalara bakmaya devam ediyor. İş mahkemelerinde toplam iş yüküne geldiğimiz zaman önceki yıldan devreden 382 bin 255 dosya var 2022’den. 2023’te açılan 257 bin 465 toplam iş yükü 639 bin. Aynı yıl iş mahkemeleri tarafından da 253 bin dosyanın karara bağlandığını görüyoruz. Yani yıl içinde açılanla karara bağlananın neredeyse eşit olduğunu görmek mümkün. İş mahkemelerinde bir dosyanın ortalama görülme süresi 2000 yılında 693 günken yeni ihtisas mahkemelerinin kurulmasıyla birlikte 549 güne düştü, bunu çok uzun buluyoruz. Yani iki yıla yakın bir süre demek. Dolayısıyla bu süreyi çok daha aşağıya indirmemiz lazım. Aslında kanunumuzda iş davalarının iki ay içerisinde sona ermesi yazılı. Tabii bu süreler tavsiye niteliğinde, süreler olduğu için değişik sebeplerle sürelerin uzadığını görüyoruz. Hedef süreler noktasında bölge adliye mahkemelerinde de hedef süre konulacak yargı reformu strateji belgelerinde cümleler var” şeklinde konuştu. “Türkiye Adalet Akademimiz dünyanın en yetkin kuruluşlarından” "Türkiye Adalet Akademimiz dünyanın en yetkin kuruluşlarından, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı çerçevesi içerisinde hakimlerimizin gerek meslek öncesi gerek meslek içi eğitimlerini başarıyla sürdürüyorlar" ifadelerini kullanan Adalet Bakanı Tunç, "2023 yılında 837 hakim ve savcıya 2024 yılında da şimdiye kadar 249 hakim ve savcıya iş hukuku alanında çeşitli eğitimler verildiğini görüyoruz. Bu yıl içerisinde 130 hakim ve savcının katılacağı iş mahkemesi uygulamaları eğitimi de planlanmış durumda. Bunlar da inşallah hayata geçecek. Bunun dışında meslek öncesi eğitim faaliyetleri çerçevesinde de 2023 yılında bin 745 hakim ve savcı adayına iş hukukunun çeşitli alanlarında eğitimler verilmiş durumda. 2024 yılı sonunda toplam bin 232 ve savcı adayı ve yardımcısına aynı alanlarda eğitimler verilmesi planlandı. Ayrıca iş hukuku alanında arabuluculuk sisteminin daha sağlıklı işleyebilmesi için iş hukuku başta olmak üzere birçok alanda da uzmanlık eğitimleri verilecek” ifadelerini kullandı. “Teknolojinin, yargının hizmetinde kullanılmasını daha da arttırmamız gerekiyor” Yargının teknolojiyi daha çok kullanması gerektiğini belirten Bakan Tunç, “Yargının hızlandırılması anlamında, özellikle teknolojinin, yargının hizmetinde kullanılmasını daha da arttırmamız gerekiyor. E-Devlet uygulamaları, elektronik tebligat, elektronik görüntülü duruşma sistemleri bunları daha da geliştirerek özellikle vatandaşlarımızın daha etkin, daha hızlı, daha adil yargı hizmetine kavuşması noktasındaki çabalarımızı sürdürmeye devam edeceğiz. Fiziki mekanlar noktasında çok önemli bir sıkıntımız yok. Çok sayıda adliye binası geçmiş dönemlerde de yapıldı yine yapılmaya da devam ediyor. Tabii deprem bölgesinde yıkılan adliye saraylarımız var onları bir an önce ayağa kaldırmamız, inşa etmemiz gerekiyor. Bunların hepsini tabii ki fiziki imkanları, teknolojik imkanları geliştirmenin gayreti içerisinde olmaya devam edeceğiz. Elektronik tebligatla da hem kağıt tasarrufu, tam çevreci bir uygulama hem de az masraf ve yargının hızlandırılması anlamında çok önemli uygulama olduğunu da belirtmekte fayda var” dedi. “Türkiye yüzyılına başlarken darbe anayasasından kurtulmuş bir anayasayla yola devam etmek” Bakan Tunç, “Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde de 2007 yılından bu yana Adalet Komisyonu’nda görev yaptım. Adalet Komisyonu, hukuk inşa eden bir komisyon ve en yoğun çalışan bir komisyon. Diğer konularda farklı farklı komisyonlarda. Bir kere bu komisyonların eski sisteme göre çalışan komisyonlar bunlar. Parlamenter sisteme göre çalışan komisyonlar yeni iç tüzük meclis başkanımız bazı konuşmalarında ifade ediyor. Türkiye Büyük Millet Meclisi iç tüzüğünü yeni hükümet sistemine uyarlanması konusunda çalışmalar var. Komisyonların güçlendirilmesi, kanun yapma yetkisi münhasıran milletvekillerine ait durumda. Ama milletvekilleri bu kanun yapma sürecini tek başına hiç kimsenin görüşünü almadan yapamayacakları da açık sendikaların, derneklerin, vakıfların, teşrifleri, uygulayıcıların, yargı mensuplarımızın, vatandaşlarımızın, akademisyenlerimizin teşrifleri, onlarla beraber çalışma şekilleri, tüm bu kapasiteyi güçlendirecek bir komisyon yapısının meclisimizde kurulması zarureti var. İnşallah iç tüzük noktasında da böyle bir uzlaşma sağlanırsa oradaki işleyiş de daha güçlü olarak devam eder. Asıl önemli olan ülkemizin darbe anayasasından kurtulup demokratik, sivil, katılımcı bir anlayışla hazırlanacak yeni bir anayasayla Türkiye yüzyılına başlarken darbe anayasasından vesayetçi ruhtan kurtulmuş bir anayasayla yola devam etmek. İnşallah Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde böyle bir uzlaşmada gerçekleşir ve ülkemizin yüksek demokrasi yolundaki adımları hızlanarak devam eder” diye konuştu.