GENEL - 05 Nisan 2012 Perşembe 15:57

HAVA AMBULANSLARI HAYAT KURTARMAYA DEVAM EDİYOR

A
A
A
HAVA AMBULANSLARI HAYAT KURTARMAYA DEVAM EDİYOR

Acil Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü`nce 112 ambulanslarının tanıtımı gerçekleştirilirken, törenin ardından Afyonkarahisar`dan kuvözde getirilen kalp hastası 9 günlük bebek de ambulans ekibi tarafından karşılandı.
Acil Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü tarafından 112 ambulanslarının tanıtımı Etlik İhtisas Eğitim ve Araştırma Hastanesi arkasındaki helikopter hangarında gerçekleştirildi. Törenin ardından Afyonkarahisar`dan kuvözde getirilen kalp ve solunum hastası 9 günlük bebek hangarda bekleyen ambulans ekibi tarafından karşılandı. Helikopterde 1 uzman doktor ve 1 yardımcı personel olmak üzere 2 sağlık personeli ve 2 tane pilot bulunurken, solunum cihazıyla yaşatılan Seldanur bebek, Başkent Üniversitesi
Hastanesi`ne nakledildi. Bebeğin getirildiği helikopter ambulansta bulunan Helikopter Ambulans Hekimi Dr. Hakan Köpük yaptığı açıklamada süreç hakkında bilgi vererek, "Helikopter ambulansa ihtiyacı olan bu hastamız Ankara`ya Başkent Üniversitesi Hastanesi`ne sevk edilmek üzere gönderildi. Konjental kalp hastalığı ve solunum problemi olan, şu anda makineyle solutulan, motorizasyonla izlenerek buraya kadar getirilmiş, ilaç tedavileri helikopter ambulansta devam etmiş bir bebeğimiz" dedi.
1`i doktor diğeri yardımcı personel olmak üzere 2 sağlık personeli ve 2 pilot toplam 4 kişi geldiklerini belirten Köpük, toplamda 2 saat 15 dakikalık bir yolculuk yaptıklarını belirtti. Köpük, bir gazetecinin "Bir hekim olarak yeni doğan bebeklerin acil müdahale gerektiren, yoğun bakım gerektiren hastaların ambulans helikopterle getirilmesini geçmişle kıyaslarsak nasıl değerlendiriyorsunuz? Geçmişte bebekler ölüyordu" sorusuna, "Dünyada gelişmiş ülkelere baktığınız zaman gelişmişlik bebek ölüm hızlarıyla
çok ilişkili. Bu ilişkinin de ülkemizde kuvvetli bir şekilde ilerleyebilmesi için helikopter ambulanslarımızın istatistiksel sonuçların pozitif anlamda yükselmesine katkıda bulunacağını düşünüyorum. Özellikle bebeklerde, organ nakillerinde, kritik durumda olan yoğun bakımlık hastalarımızda bebek, genç, yaşlı fark etmiyor her türlü durumda çabuk ve donanımlı ambulansla taşımak çok önemli. Tedavilerin devam etmesi ve ilk tedavilerin helikopter ambulansıyla yapılması çok önemli. İstatistik sonuçların pozitif
anlamda değiştiğini ileriki yıllarda mutlaka göreceğiz" karşılığını verdi.
Bir gazetecinin "Yenidoğan hava ambulanslarının diğer hava ambulanslarından farkı nedir sadece kuvöz bulunması mı?" sorusuna ise Köpük, "Hayır, biz şu an yoğun bakım ihtiyacı olan her türlü hastamızı, her türlü cihazımızla çok rahat bir şekilde taşıyabiliyoruz. Bu sadece kuvözle ilgili değil, kuvözlerimizin özellikleri de önemli. Biz hastalarımızın, bebeklerimizin durumlarını izleyebildiğimiz güvenilir aletlere ve cihazlara ihtiyaç duyuyoruz. Özellikle gürültülü ortamda çalışabilmek çok zor.
Cihazlarınıza güvenmek zorundasınız. Bizim cihazlarımız son derece modern, dünyada en son teknolojiyle üretilmiş cihazlar. Bu cihazlarla hastanın her türlü bilgisini okuyup, her türlü girişimini çok rahat bir şekilde yapabiliyoruz" yanıtını verdi.
Sağlık Bakanlığı Acil Sağlık Hizmetleri Genel Müdürü Prof. Dr. Ali Coşkun, 112 ambulanslarının tanıtımıyla ilgili yaptığı açıklamada, sırasıyla ambulansları tanıtarak, ambulansların TS-EN 1789 Avrupa standartlarında olduğunu belirtti. Coşkun, organ nakillerinde organların taşınmasında önemli rol oynadıklarını söyleyerek, organın vericiden alındıktan sonra hızın çok önemli olduğunu ifade etti. Organ nakli için uygun olan aday tespit edildikten sonra kendilerine iletildiğini belirten Coşkun, zaman karşı
yarışın çok önemli olduğunu ve Antalya`da gerçekleştirilen yüz nakli için gerekli olan her şeyi kendilerinin taşıdıklarını ifade etti. Coşkun, çoklu ambulansı tanıtırken, bu ambulansların 35 tane olduğunu ve içinde 4 tane sedye olduğunu anlattı. Coşkun, "Libya`da ilk iç karışıklığın çıktığı dönemde 2 gemi gönderildi. 1200`ün üzerinde hasta transferi aldık. Hızlı bir şekilde naklettik" dedi.
Çoklu ambulansın Van`daki depremde de kullanıldığını söyleyen Coşkun, "Buraya tahliyelerde çok yoğun oldu. Van depreminde 2 tane zorluk yaşadık. Depremin binin üzerinde artçısı vardı. Hastalar binanın dışına çıkmak istiyorlardı. Bu durumda çoklu ambulanstan faydalandılar. Diğer bir zorluk ise ağırlaşan kış şartlarıydı. İyi bir plan dahilinde çevre illere tahliye gerekti. Tahliyeler çoklu ambulansla gerçekleşti" dedi.
Simülasyon merkezleri oluşturduklarını belirten Coşkun, zor durumlarda örneğin bir tanker kazasında nasıl yaklaşılacağı konusunda çalışanların eğitim aldıklarını ifade etti. "Obez ambulansları artıracağız" diyen Coşkun, obez ambulanslarda hidrolik sistemle hastanın içeri alındığını belirtti.
Ambulans hizmetleriyle ilgili sayısal veriler veren Coşkun, 112 istasyon sayısının 2005 yılındayken 977 olduğunu, 2011 yılıyla beraber bin 600`ün üstüne çıktığını ve 10 dakikada vakaya ulaşımın yüzde 94 olduğunu ifade etti. Bir kaza esnasında ambulans gelene kadar ilk müdahaleyi yapmak ve kaza bölgesini güvenli bir yer haline getirmek için kaza yerine giden ambulans motosikletlerin sayısının 52 olduğunu belirten Coşkun, kar paletli ambulansların 224 tane olduğunu söyledi. Misafir anne uygulamasını
anlatan Coşkun, "Misafir anne uygulaması elverişsiz hava ve ulaşım şartları olan yerleşim merkezlerinde ikamet eden veya herhangi bir sosyal ya da özel sebeple evde doğum yapmak zorunda kalan gebelerin muhtemel doğum tarihleri öncesi uygun yerleşim merkezlerine nakledilerek konaklatılması ve doğumlarının hastanede gerçekleştirilmesidir" dedi.
Ambulansların hasta veya yaralıların durumuna ya da bölgenin coğrafi özelliğine göre tasarlandığını vurgulayan Coşkun, 20 tane snow track ambulansları olduğunu belirtti. Coşkun, ambulans uçak ve deniz ambulanslarının da hazır olduğunu söyledi.
Bunlar Da İlginizi Çekebilir
İstanbul L’oréal Türkiye genç bilim kadınlarını ödüllendirmeye devam ediyor Tekno-güzellik şirketi L’Oréal Türkiye’nin UNESCO Türkiye Milli Komisyonu iş birliğiyle yürüttüğü "Bilim Kadınları İçin" programı 23 yıldır devam ediyor. Program, bugüne kadar Türkiye’den 128 bilim kadınını destekledi. Bu yıl Boğaziçi Üniversitesi Biyomedikal Mühendisliği Enstitüsü’nden Doç. Dr. Banu İyisan, Üçlü Negatif Meme Kanseri için tamamen doğal biyomalzemelerle akıllı ve hedefli nanoilaç teknolojileri geliştirmeyi amaçlayan projesiyle ödüllendirildi. Türkiye’nin önde gelen kurumsal sosyal sorumluluk programlarından biri olan "Bilim Kadınları İçin" programında, bu yıl ödül alan bilim kadınları L’Oréal Türkiye’nin ev sahipliğinde gerçekleştirilen tören ile duyuruldu. Bu kapsamda Boğaziçi Üniversitesi Biyomedikal Mühendisliği Enstitüsü öğretim üyesi Doç. Dr. Banu İyisan, tamamen doğal biyomalzemeler kullanarak Üçlü Negatif Meme Kanseri (ÜNMK) tedavisinde hedefli ve akıllı nanoilaç sistemleri geliştirmeyi amaçlayan projesiyle öne çıkıyor. Kadınlarda en sık görülen kanser türü olan meme kanserinin agresif alt türlerinden Üçlü Negatif Meme Kanseri’ne yönelik bu çalışma, mevcut tedavilerin sınırlılıklarını aşmayı hedefleyen önemli bir yaklaşım sunuyor. Eğitim ve araştırma yolculuğu: Almanya’dan Türkiye’ye uzanan bilim kariyeri Programın uluslararası ayağı olan L’Oréal-UNESCO For Women in Science, 140’dan fazla ülkede 4 bin 700’den fazla bilim kadınını desteklemiş ve bu isimlerden 7’si daha sonra Nobel Ödülü’ne layık görülmüştü. Türkiye, bu programın en aktif yürütüldüğü ve en çok destek veren ilk beş ülkeden biri olarak öne çıkıyor. İstanbul Teknik Üniversitesi Kimya Mühendisliği bölümünde lisans ve yüksek lisansını tamamlayan Doç. Dr. Banu İyisan 2012 yılında doktora eğitimi için Almanya’ya taşındı. Leibniz Polimer Enstitüsü’nde biyomedikal nanomalzemeler, kontrollü ilaç salım sistemleri, sentetik biyoloji ve biyosensör uygulamaları üzerine çalıştı; 2016’da Dresden Teknik Üniversitesi’nden doktora derecesini aldı. Doktora sürecinde International Helmholtz Research School for Nanoelectronic Networks (IHRS NANONET) programında nanoteknoloji ve malzeme bilimi üzerine eğitim alan araştırmacı, 2017-2020 yılları arasında Max Planck Polimer Araştırma Enstitüsü’nde yürütülen bir AB projesinde, meme kanseri teşhisi için nanofotonik sistemler geliştirmeye yönelik doktora sonrası çalışmalar yaptı. 2023 yılında Max Planck Partner Grup Lideri seçilerek, MPIP ile uluslararası iş birliğini güçlendirdi. Üçlü negatif meme kanserine yönelik yenilikçi tedavi yaklaşımı Yürüttüğü akıllı hibrit nanoilaç teknolojisi projesiyle, meme kanserinin en agresif alt türlerinden biri olan Üçlü Negatif Meme Kanseri’nin hedefli tedavilere yanıt vermemesi ve mevcut kemoterapi ilaçlarının ciddi yan etkilere yol açması nedeniyle ortaya çıkan ihtiyaca çözüm sunmayı amaçlayan İyisan, proje kapsamında tamamen doğal biyomalzemeler kullanarak Üçlü Negatif Meme Kanseri hücrelerini seçici biçimde hedefleyebilen ve pH gibi çevresel uyarılara duyarlı çalışan akıllı hibrit nanoilaç taşıyıcılarının tasarlanmasını hedefliyor. Bu yaklaşım, tedavi etkinliğinin artırılmasına ve yan etkilerin önemli ölçüde azaltılmasına katkı sağlamayı amaçlarken, sürdürülebilir teknolojilerle geliştirilen sistemin gelecekte farklı agresif kanser türlerinde de uygulanabilir olması hedefleniyor. 2020 yılından bu yana Boğaziçi Üniversitesi Biyomedikal Mühendisliği Enstitüsü’nde görev yapan Doç. Dr. Banu İyisan aldığı fonlarla Biyofonksiyonel Nanomalzeme Tasarım Laboratuvarı’nı kurarak araştırmalarını burada sürdürmeye devam ediyor.
Erzincan Erzincan’da 111 bin tuz çalısı toprakla buluşturuldu Erzincan’da 3 köyde 1000 dekarlık mera alanına dikilen tuz çalısı, erozyonla mücadele ve hayvancılıkta kaba yem ihtiyacına katkı sunacak. Erzincan İl Tarım ve Orman Müdürlüğü tarafından yürütülen proje kapsamında, kent genelinde mera kalitesini artırmak ve hayvancılıkta kaba yem açığını azaltmak amacıyla bir çalışma hayata geçirildi. Bu kapsamda Erzincan’da 3 köyde toplam 1000 dekarlık mera alanına 111 bin adet Atriplex Halimus (Tuz Çalısı) fidanı dikildi. Son yıllarda hem hayvan beslenmesinde hem de erozyonun önlenmesinde etkin şekilde kullanılan tuz çalısı bitkisi, özellikle kurak ve tuzlu topraklara uyum sağlamasıyla dikkat çekiyor. Erzincan Tarım ve Orman İl Müdürlüğü de bu özelliklerinden dolayı tuz çalısını meraların ıslahında yaygınlaştırarak, hayvancılığın sürdürülebilirliğine katkı sağlamayı hedefliyor. Proje kapsamında Mollaköy Mahmutlu Mahallesi’nde 300 dekarlık alana 33 bin 300 adet, Pınarönü köyünde 450 dekarlık alana 49 bin 950 adet ve Aydoğdu köyünde ise 250 dekarlık alana 27 bin 750 adet tuz çalısı fidanı toprakla buluşturuldu. Tarım ve Orman Bakanlığı Bitkisel Üretim Genel Müdürlüğü tarafından finanse edilen projenin toplam maliyeti ise 2 milyon TL olarak açıklandı. Proje sahasında incelemelerde bulunan Erzincan Tarım ve Orman İl Müdürü Alper Koçaker, Erzincan’ın yüzölçümünün yaklaşık üçte birinin meralardan oluştuğunu belirterek, bu alanların verimliliğinin artırılmasının hayvancılık açısından büyük önem taşıdığını ifade etti. Hayvancılık sektörünün ihtiyaç duyduğu kaba yemin önemli bir bölümünün meralardan karşılandığını vurgulayan Koçaker, özellikle küçükbaş hayvancılığın meralara bağımlı olduğuna dikkat çekti. Erzincan’da her yıl ortalama 3 meranın ıslah ve amenajman projelerine dahil edildiğini belirten İl Müdürü Koçaker, tuz çalısı projelerinin de bu çalışmaların önemli bir parçası olduğunu söyledi. Tuz çalısının derin ve kazık kök yapısı sayesinde toprağı tutma kapasitesinin yüksek olduğunu ifade eden Koçaker, bu özelliğiyle erozyonla mücadelede etkili bir bitki olduğunu kaydetti. Koçaker açıklamasında, "Tuz çalısı kuraklığa dayanıklı, iklim değişikliği ve çölleşmeye karşı dirençli, sorunlu ve tuzlu topraklarda bile yetişebilen çok önemli bir bitkidir. Kış mevsiminde yaprağını dökmemesi ve yoncaya eş değer besin değerine sahip olması hayvancılık açısından büyük avantaj sağlamaktadır. Hayvanlar tarafından sevilerek tüketilen tuz çalısı, tuzlu yapısı sayesinde hayvanların tuz ihtiyacını da doğal yoldan karşılamaktadır. Mahmutlu, Pınarönü ve Aydoğdu köylerimizde 111 bin adet tuz çalısı fidanını toprakla buluşturduk" ifadelerini kullandı. Hayata geçirilen proje ile birlikte Erzincan’da meraların verimliliğinin artırılması, erozyonun azaltılması ve hayvancılıkta sürdürülebilir yem kaynaklarının güçlendirilmesi hedefleniyor.