GÜNDEM - 21 Eylül 2021 Salı 21:44

Cumhurbaşkanı Erdoğan, BM 76. Genel Kurulu Toplantısında dünyaya seslendi

A
A
A
Cumhurbaşkanı Erdoğan, BM 76. Genel Kurulu Toplantısında dünyaya seslendi

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Birleşmiş Milletler (BM) 76. Genel Kurulu Toplantısı’nda dünyaya seslendi. Erdoğan, korona salgını, Afganistan, Suriye ve Libya’da yaşanan gelişmeler, Kıbrıs meselesi ve Doğu Akdeniz’deki gelişmelerin yanı sıra konuşmasının büyük bölümünü iklim değişikliğine ayırdı.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Birleşmiş Milletler (BM) 76. Genel Kurulu Toplantısında yaptığı konuşmada, “Uluslararası toplum bir 10 yıl daha Suriye krizinin devam etmesine izin veremez. Suriye krizinde insanlık onurunu kurtaran bir ülke olarak artık yeni göç dalgalarını karşılamaya ne imkanımız ne tahammülümüz var” dedi.

“Umutla dayanıklılığı inşa etmek”

Bu yıl ki Genel Kurulun “Umutla dayanıklılığı inşa etmek” temasıyla düzenlenmesinin isabetli olduğunun altını çizen Erdoğan, “Geride bıraktığımız yaklaşık 2 yılda insanlık olarak sancılı günler geçirdik. Son asrın en büyük sağlık krizi olarak nitelenen Covid-19 salgınında aralarında dostlarımızın, yakınlarımızın, sevdiklerimizin de olduğu 4,6 milyon insanı kaybettik. Gösterilen onca çabaya ve aşılamada alınan mesafeye rağmen salgının olumsuz etkilerinin devam ettiğin görüyoruz. BM 76. Genel Kurulunu da böyle bir atmosferde gerçekleştiriyoruz. Burada vereceğimiz dayanışma ve işbirliği mesajlarının salgınla mücadeleyi desteklemenin yanı sıra zor günler yaşayan milyarlarca insanın umutlarını artıracağına inanıyorum. Genel Kurulumuzun uluslararası toplumun meselelerinde çözüme daha etkin katkı sağlaması için güçlendirilmesi gerekiyor. Bu doğrultuda verimli çalışmalar yapan 75. Genel Kurul Başkanı Volkan Bozkır’a şükranlarımı sunuyorum. 76. Genel Kurul Başkanlığın üstlenen Abdullah Şahid’in devraldığı bayrağı çok daha yukarılara taşıyacağına inanıyorum. Türkiye olarak Genel Kurulun faaliyetlerini en verimli şekilde icra etmesi için üzerimize düşen sorumlulukları yerine getirmeyi sürdüreceğiz. Bu vesile ile BM Genel Sekreterliği görevini bir kez daha üstlenen Sayın Guterres’i tebrik ediyorum. Bu yıl ki Genel Kurulun ‘Umutla dayanıklılığı inşa etmek’ temasıyla düzenlenmesi fevkalade isabetlidir” dedi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, BM 76. Genel Kurulu Toplantısında dünyaya seslendi

“Türkovac’ı tüm insanlığın istifadesine sunacağız”

Korona virüs salgını ile birlikte dünyada yaşanan gelişmelere değinen Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Öncelikle acı da olsa bir gerçeği ifade etmek istiyorum, insanlık olarak bize büyük bir aile olduğumuzu tekrar hatırlatan bu salgında ne yazık ki, küresel dayanışma açısından iyi bir imtihan verilemedi. Bilhassa az gelişmiş ülkeler ve yoksul toplum kesimleri salgın karşısında adeta kaderlerine terk edildi. Dünya genelindeki can kaybının yüksekliğinde küresel sistemin artık çözüm yerine sorun çıkartan, sorunları derinleştiren, sorunları çözümsüzlüğe mahkum eden çarpık yapısının da payı bulunuyor. Milyonlarca insanın hayatını kaybettiği, on milyonlarca insanın virüsün pençesinde kıvrandığı bir dönemde aşı milliyetçiliğinin farklı yöntemlerle halen sürdürülüyor olması insanlık adına yüz kızartıcıdır” diye konuştu.

“İlk aşının Almanya’da yaşayan Türk kökenli iki bilim insanı tarafından geliştirilmesinden gurur duyduk”

“Özellikle bu salgını küresel bir felaketin üstesinden ancak uluslararası işbirliği ve dayanışmayla gelinebileceği açıktır” ifadelerini kullanan Erdoğan, “Tüm ülkeler bu salgından kurtulmadan herhangi bir ülkenin tek başına güvenle hayatını sürdürmesi mümkün değildir. Genel Kurulda ortaya çıkacak iradenin bu hakikatin anlaşılması bakımından bir dönüm noktası olmasını temenni ediyoruz. Salgın döneminde küresel işbirliğinin önemi yanında tıp biliminin ulaştığı yüksek seviyeyi de görme imkanı bulduk. DSÖ tarafından onaylanan ilk aşının Almanya’da yaşayan Türk kökenli iki bilim insanı tarafından geliştirilmesinden gurur duyduk” dedi.

“159 ülke ve 12 uluslararası kuruluşa tıbbi yardım gönderdik”

Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Türkiye olarak ‘insanı yaşat ki devlet yaşasın’ inancı ile ilk günden itibaren elimizdeki imkanları dost ve kardeşlerimizle paylaşmaya çalıştık. Bir taraftan vatandaşlarımıza en iyi sağlık hizmetini sunarken, diğer taraftan da 159 ülke ve 12 uluslararası kuruluşa tıbbi yardım gönderdik” dedi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Bu vesile ile yerli aşımız Türkovac’ı yakın zamanda milletimizle birlikte tüm insanlığın istifadesine sunacağımızı buradan ifade etmek istiyorum. DSÖ’nün güçlendirilmesi ve salgınlara karşı sözleşme hazırlanması girişimlerini destekliyoruz. Kamu sağılığının korunması ile sosyal ve ekonomik hayatın devamı arasında makul bir denge kurulması gerektiğini de özellikle vurguluyoruz” ifadelerini kullandı.

“Afgan halkının huzura kavuşmasını temenni ediyoruz”

Afganistan’da yaşanan gelişmeleri BM Genel Kurulu kürsüsünden anlatan Erdoğan, “Yaşadığımız hadiseler bize bazı gerçekleri tekrar tekrar hatırlatmaktadır. Sevinçlerimiz gibi hüzünlerimiz, acılarımız gibi başarılarımız, sorunlarımız gibi çözümlerimiz de ortaktır. ‘Ben yaptım oldu’, bu mantıkla hareket edildiğinde bunun faturasını sadece belli başlı ülkeler değil, tüm insanlık ödemektedir. Sahadaki gerçekleri ve sosyal dokuyu dikkate almayan dayatmacı yöntemlerle meselelere çözüm üretilemeyeceği en son Afganistan’da çok acı bir şekilde görülmüştür. Afganistan halkı 40 seneden fazladır süren istikrarsız ve çatışmaların sonuçları ile baş başa bırakılmıştır. Siyasi süreçten bağımsız olarak Afganistan’ın uluslararası camianın yardımına ve dayanışmasına ihtiyacı bulunuyor. Ülkede bir an önce barış, istikrar ve güvenliğin tesis edilerek Afgan halkının huzura kavuşmasını temenni ediyoruz. Türkiye olarak zor günlerinde Afgan halkına karşı kardeşlik görevimizi yerine getirmeyi sürdüreceğiz” dedi.

“Uluslararası toplum bir 10 yıl daha Suriye krizinin devam etmesine izin veremez”

Suriye’de tüm dünyanın gözlerinin önünde yüzbinlerce kişinin ölümüne, milyonlarca kişinin yerlerinden edilmesine neden olan insani dramın 10 yılı geride bıraktığını hatırlatan Erdoğan, “Ülkemiz bir yandan 4 milyona yakın Suriyeliye kucak açarken, bölgeyi kana ve gözyaşına boğan terör örgütlerine karı sahada mücadele etmektedir. DEAŞ ile göğüs göğse çarpışan ve bu terör örgütünü hezimete uğratan tek NATO müttefikiyiz. Sahadaki varlığımızla PKK terör örgütünün Suriye’deki uzantılarının işlediği katliam ve etnik temizlik faaliyetlerinin önüne biz geçtik. Şehitler verme pahasına yürüttüğümüz çabalar sonucunda güvenli hali getirdiğimiz bölgelere şuana kadar 462 bin Suriyelinin gönüllü olarak geri dönüşünü sağladık. Aynı şekilde İdlib’deki varlığımız sayesinde milyonlarca insanın hem canını kurtardık hem yerinden edilmesini önledik. Uluslararası toplum bir 10 yıl daha Suriye krizinin devam etmesine izin veremez. Soruna Suriye halkının beklentilerini karşılayacak şekilde BM Güvenlik konseyinin 2254 sayılı kararı temelinde siyasi bir çözüm bulunması için daha güçlü bir irade ortaya konulması gerekiyor” dedi.

“Suriye’nin kuzey batısına Türkiye üzerinden ulaştırılan BM insani yardım mekanizmasının 12 ay süreyle uzatılmış olmasını memnuniyet karşılıyoruz” ifadelerini kullanan Erdoğan, “Bu konuda sergilenen uzlaşmacı yaklaşımın siyasi sürecin ilerletilmesi ve sığınmacıların gönüllü, güvenli ve onurlu şekilde geri dönüşlerinin sağlanması için ortaya konulmasını temenni ediyoruz. Bölgedeki terör örgütleri arasında ayrım yapılmasının, bunların taşeron olarak kullanılmasının kabul edilemez olduğunu huzurlarınızda tekrar ifade etmek istiyorum. Son 10 yılda dünyanın farklı ülkelerinde yaşanan terör eylemleri terörün sadece bizim değil tüm insanlığın ortak düşmanı olduğunu göstermiştir. Suriye’nin toprak bütünlüğünü ve milli güvenliğimizi tehdit eden terör örgütleri ile mücadelemiz kararlılıkla sürecektir. Ülkemizde Suriyeliler dışında da sayıları bir milyonu aşan çeşitli statülerde göçmen vardır. Afganistan’daki gelişmeler sebebiyle son dönemde bu ülkeden göç akını ihtimali ile karşı karşıyayız. Suriye krizinde insanlık onurunu kurtaran bir ülke olarak artık yeni göç dalgalarını karşılamaya ne imkanımız ne tahammülümüz var. Adil yük ve sorumluluk paylaşımı temelinde tüm paydaşların bu konuda üzerine düşeni yapmanın vakti çoktan gelmiştir. Artık 1951 Cenevre Sözleşmesinin ve uluslararası insani hukuku aşındıranlara karşı somut bir tavır ortaya konulmalı” dedi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, BM 76. Genel Kurulu Toplantısında dünyaya seslendi

“Libya’da uluslararası meşruiyete verdiğimiz güçlü destek sayesinde ateşkes tesis edildi”

Libya’da yaşananlara değinen Erdoğan, “Libya’da uluslararası meşruiyete verdiğimiz güçlü destek sayesinde ateşkes tesis edilmiş ardından Başkanlık Konseyi ve Milli Birlik Hükümeti kurulmuştur. Milli Birlik Hükümetinin kamu hizmetlerinin sağlanması, tüm kurumların birleştirilmesi ve seçimlerin zamanlıca düzenlenmesi çabalarına destek vermeye devam edeceğiz. Uluslararası topluma Libya’nın tüm bölgelerini temsil eden meşru hükümetin yayında durulması çağrımı tekrarlıyorum” ifadelerini kullandı.

“Filistin halkının haklarına yönelik ihlallere karşı durmayı sürdüreceğiz”

Bölgede istikrarsızlığı körükleyen, barış ve güvenliği tehdit eden en önemli sorunlardan birisinin de İsrail-Filistin ihtilafı olduğunu belirten Erdoğan, “Filistin halkına yönelik zulüm sürdükçe Ortadoğu’nun kalıcı barış ve istikrara kavuşması mümkün değildir. Bunun için işgal, ilhak ve yasa dışı yerleşim politikalarına mutlaka ve derhal son verilmelidir. Kudüs’ün 1947 tarihli BM kararına dayanan uluslararası statüsüne, Harem-i Şerif’in mahremiyetine ve Filistin halkının haklarına yönelik ihlallere karşı durmayı sürdüreceğiz. Barış süreci ive iki devletli çözüm vizyonu daha fazla gecikmeksizin yeniden canlandırılmalıdır. 1967 temelinde özellikle başkenti Kudüs olan bağımsız ve coğrafi bütünlüğe sahip bir Filistin devleti kurulması öncelikli hedeflerimiz arasındaki yerini koruyor” dedi.

“Azerbaycan meşru müdafaa hakkını kullanarak öz topraklarındaki işgali sona erdirmiştir”

Kafkasya, Kırım, Çin, Bangladeş ve Myanmar’daki sorunlara da değinen Erdoğan, “Kafkasya’daki istikrar bakımından yakın dönemde önemli adımlar atılmıştır. Azerbaycan meşru müdafaa hakkını kullanarak güvenlik konseyinin yıllardır uygulanmayan kararlarına konu olan öz topraklarındaki işgali sona erdirmiştir. Bu gelişme bölgede kalıcı barış adına yeni fırsat pencerelerinin açılmasına da imkan sağlamıştır. Tarafların atacağı her olumlu adımı destekleme kararındayız. İlhakını tanımadığımız Kırım dahil, Ukrayna’nın toprak bütünlüğünün ve egemenliğinin korunmasına önem veriyoruz. Çin’in toprak bütünlüğü perspektifinde Müslüman Uygur Türklerinin temel haklarının korunması hususunda daha çok çaba gösterilmesi gerektiğine inanıyoruz. Keşmir’de 74 yıldır süre gelen sorunun taraflar arasında diyalog yoluyla ve ilgili BM kararları çerçevesinde çözülmesinden yana olan tavrımızı sürdürüyoruz. Bangladeş ve Myanmar’daki kamplarda zor şartlarda yaşayan Müslümanların ana vatanlarına güvenli, gönüllü ve onurlu, kalıcı şekilde geri dönüşlerinin sağlanmasına da destek veriyoruz” dedi.

“Kıbrıs Türk halkının ortaya koyduğu yeni çözüm vizyonunu destekliyoruz”

Kıbrıs meselesinde adil, kalıcı ve sürdürülebilir bir çözümün ancak sonuç odaklı gerçekçi bir yaklaşımla mümkün olduğunun altını çizen Cumhurbaşkanı Erdoğan, “BM’nin eşit olarak kabul ettiği Ada’daki iki halktan birinin lideri sizlere hitap edebilirken, diğer liderin bu platformda sesini duyuramaması adil değildir. Çözüm için Ada’nın asli unsuru olan Kıbrıs Türk halkının egemen eşitliğinin ve eşit uluslararası statüsünün tescil edilmesi gerekiyor. Kıbrıs Türk halkının ortaya koyduğu yeni çözüm vizyonunu destekliyoruz. Buradan uluslararası topluma Kıbrıs Türklerinin görüşlerini açık yüreklilikle ve önyargısız bir şekilde değerlendirme çağrısında bulunuyorum” ifadelerini kullandı.

Erdoğan, “Doğu Akdeniz’deki sükunet ortamının devamı ortak çıkarımızdır. Deniz yetki alanlarının paylaşımına ilişkin sorunların uluslararası hukuk ve iyi komşuluk ilişkileri çerçevesinde çözülmesini temenni ediyoruz. Bunun için öncelikle Doğu Akdeniz’de en uzun kıyıya sahip Türkiye’yi bölgede yok sayan anlayıştan vazgeçilmesi şarttır. Diyalog ve işbirliği için bölgedeki tüm aktörlerin yer alacağı Doğu Akdeniz Konferansı düzenlenmesi önerisi hala masadadır. Benzer şekilde Ege Denizi’ndeki sorunların da ikili diyalogla çözülmesi gerektiğine inanıyoruz” dedi.

Türkiye’nin diğer ülkelerle ilgili çalışmalarını anlatan Erdoğan, “AB’ye üyelik sürecindeki kararlılığımızı da sürdürüyoruz. Afrika ile 100 yıllara dayanan köklü bağlarımızdan aldığımız güçle bugün de Kıta ile ve Afrika Birliği ile dayanışma içindeyiz. Bu anlayışla Üçüncü Türkiye Afrika Ortaklık Zirvesi’nin önümüzdeki dönemde Türkiye’de yapılması için çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Yeniden Asya girişimimizle de Türkiye’nin Avrupa ile Asya arasındaki birleştirici konumunu pekiştiriyoruz. Aynı şekilde Latin Amerika ve Karayipler bölgesiyle ikili ve çok taraflı platformlarda ilişkilerimizi geliştirmeye büyük önem veriyoruz. Türkiye herkes için daha güvenli, huzurlu, müreffeh ve hakkaniyetle dünya yolunda atılan her adımın yanında olmuştur” ifadelerini kullandı.

“Dünyadaki alt yapının önemli bir bölümü son 2 asrın ürünüdür”

Erdoğan, konuşmasının önemli bir bölümünü de iklim değişikliğine ayırdı. Erdoğan, “Dünya, üzerindeki milyonlarca canlı türene kucak açarken, bu cömertliğinin karşılığında bizden sadece tabiatın dengesine saygı duymamızı istiyor. İnsanoğlu tarih boyunca sürdürdüğü gelişme ve kalkınma arayışında dünyanın bize sunduğu kaynakları maalesef hoyratça kullanmıştır. Asırlardır devam eden bu sürecin sonunda tabiatın kendi dengesi dışında tamamen insanoğlunun yol açtığı tehditlerle karşı karşıya bulunuyoruz. İklim değişikliği, hava kirliliği, su ve gıda kirliliği, biyoçeşitliliğin kaybı gibi başlıklar altında toplayabileceğimiz sorunlar insanlığın geleceği belirsizliğe atacak boyuta ulaşmıştır. Bu başlıklardan iklim değişikliği, çevre sorunu olmasının ötesinde telafisi imkansız sonuçlara yol açması bakımından üzerinde özellikle durulması gereken bir konudur. Sanayi öncesi döneme kıyasla yüzde 50 artış gösteren karbondioksit, metan, azot, oksit gibi sera gazları dünyamızın adeta ateşini yükseltiyor. Nitekim bir süredir dünyanın her tarafında sanayi öncesi döneme göre 1,1 santigrat derece artış gösteren sıcaklığın yol açtığı afetler yaşanıyor. Asya ve Avrupa’da seller, Amerika’da kasırgalar, Afrika’da kuraklık, Akdeniz çanağında yangınlar, Grönland’ın zirvesinde yağmur, çöllere kar yağması gibi alışık olmadığımız hadiselerle karşılaşıyoruz. Bu afetler çevreye ve eko sisteme verdiği zararlar yanında insanların can ve mal güvenliğini de tehdit ediyor. Pek çok yerde insanlar toplu solarak başka yerlere göç etmeye hazırlanıyor. Halbuki dünya henüz Suriye ve Afganistan gibi çatışma kaynaklı kriz bölgelerinin yol açtığı mülteci meselesine çözüm bulamadı. Böyle bir dönemde kuraklık, gıda sıkıntısı, hava olayları gibi bu tür sebeplere dayalı yüzlerce milyonluk göçlerle nasıl baş edileceği meçhuldür. İklim değişikliğinin en büyük etkisi büyük şehirlerde yaşan nüfuslar üzerinde görülecektir. Mesela içinde bulunduğumuz New York şehri sadece 2 hafta arayla maruz kaldığı dev kasırgaların yol açtığı ve her biri ancak 500 yılda bir görülebilen yağışlar yüzünden zor günler geçirmiştir. Avrupa’nın batısını etkileyen yağışların sebep olduğu yıkımlar hala onarılamamıştır. Türkiye olarak bu konuda en hızlı ve etkin çözümler üreten ülke olmamıza rağmen biz de oldukça sıkıntılı günler yaşadık. Dünyadaki alt yapının önemli bir bölümü son 2 asrın ürünüdür. İklim değişikliğinin yol açtığı değişimleri bu alt yapıyla karşılayabilmek mümkün değildir. Küresel sıcaklık artışının devam etmesi, daha yoğun yağışların gelecek olması hepimizi yeni arayışlara yöneltmelidir. Mesela, şehir planlamalarının artık iklim değişikliğinin yol açtığı sonuçlar göz önünde bulundurularak yapılması zorunlu hale gelmiştir. En önemli karbon yutak alanları arasında bulunan ormanların bir yandan arazi kullanımı ile diğer yandan yangınlarla yok olmaya yüz tutması dünyamızı bekleyen bir diğer tehlikedir. Sıcaklık artışının etkilediği bir diğer alan da denizlerimizdir. Genleşen su ve eriyen buzullar deniz seviyelerini son bir asırda 20 santim yükseltmiştir. Bu rakam dünyanın son 3 bin yılındaki en hızlı artıyı ifade ediyor. Şayet etkin önlemler alınmaz ve sera gazı emisyonları artmayı sürdürürse 100 yılımızın sonunda deniz seviyelerinin bir metreden fazla yükselmesi bekleniyor. Böyle bir yükseliş kıyı şehirlerinin ve ada devletlerinin önemli bölümünün haritalardan silinmesi demektir. Bu durum beraberinde yeni ve devasa kitlelerden oluşan göç dalgalarını da getirecektir. Dikkatinizi çekmek istiyorum, saydığım tüm bu sorunlar sadece sıcaklıktaki 1,1 santigratlık artışla ortaya çıkmıştır. Bu artış 1,5 santigrata, 2 santigrata ve daha fazla yükseldiğinde nelerle karşılaşabileceğimizin taktirini sizlere bırakıyorum” ifadelerini kullandı.

“Barış, istikrar, refah ve mutluluk içinde bir dünyayı beraberce inşa edebiliriz”

“Dünya 5’ten büyüktür” tespitini iklim değişikliği konusunda da tekrarlayan Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Tüm bu gelişmeler üzerine dünya devletleri olarak iklim değişikliği ile mücadele için 2015 yılında bir araya gelerek Paris İklim Anlaşması konusunda mutabık kaldık. Anlaşmanın hedefi 100 yılın ortasına kadar küresel sıcaklık artışını 1,5 derece ile sınırlı tutmaktı. Ancak gidişat tedbir alınmadığı taktirde bunun çok ta mümkün olmadığına işaret ediyor. Bunun için öncelikle ve en çok da iklim değişikliğine yol açan sorunların ortaya çıkmasında tarihi sorumluluğu olan ülkelerin elini tayın altına koyması şarttır. Korona virüs salgının önüne geliştirilen aşılarla geçmek belki mümkün olabilecektir ama iklim değişikliği konusunda böyle bir laboratuvar çözümü bulunabilmesi söz konusu değildir. İşte bunun için her fırsatta dile getirdiğimiz ‘dünya 5’ten büyüktür’ tespitini iklim değişikliği hususunda da tekrarlıyorum. Tabiata, havamıza, suyumuza, toprağımıza, yeryüzüne kim en çok verdiyse, doğal kaynakları kim vahşice sömürdüyse iklim değişikliği ile mücadeleye en büyük katkıyı onlar yapmalıdır. Geçmişten farklı olarak bu defa kimsenin ‘ben güçlüyüm, fatura ödemem’ deme hakkı yoktur. Çünkü iklim değişikliği insanoğluna oldukça adil davranıyor. Avrupalı, Asyalı, Amerikalı, Afrikalı, zengin, fakir farkı dinlemeden herkese aynı muameleyi yapıyor. Hepimize düşen görev bu tehdit karşısında hakkaniyete dayalı bir yük paylaşımıyla tedbirlerimizi almak, yükümlülüklerimizi süratle yerine getirmektir. Türkiye olarak bu anlayışla hareket ediyoruz. Paris İklim Anlaşmasına ilk imza atan ülkelerden biriyiz. Ancak, yükümlülüklerle ilgili adaletsizlikler sebebiyle henüz bu anlaşmayı yürürlüğü koymamıştık. Son dönemde bu çerçevede kaydedilen mesafenin ardından aldığımız kararı buradan, BM Genel Kurulundan tüm dünyaya duyurmak istiyorum. Paris İklim Anlaşmasını atılacak yapıcı adımlara uygun biçimde ve ulusal katkı beyanımız çerçevesinde önümüzdeki ay meclisimizin onayına sunmayı planlıyoruz. Glasgow’da yapılacak BM İklim Değişikliği Konferansından önce karbon nötr, bu hedefin anlaşmanın onay aşamasını tamamlamayı düşünüyoruz. Yatırım, üretim, istihdam politikalarımızda köklü değişikliğe yol açacak bu süreci 2053 vizyonumuzun ana unsurlarından biri olarak kabul ediyoruz. İklim değişikliği ile ilgili başka adımlarımız da var, AB Yeşil Mutabakatına uyum için gereken eylem planını hazırlayarak geçtiğimiz aylarda devreye aldık. Eşim Emine Erdoğan’ın öncülüğünde yürütülen Sıfır Atık projesi ile geri kazanım oranımızı 3 yılda 9 puan artırdık. Orman varlığımızı 20,8 milyon hektardan yaklaşık 23 milyon hektara yükselterek yutak alanlarımızı çoğalttık. Yenilenebilir enerji kaynaklarının elektrik üretiminde kurulu gücümüz içindeki payını yüzde 53’e çıkarttık. Sanayimizi temiz üretim faaliyetlerine uygun şekilde yapılandıracak adımları zaten uzunca bir süredir teşvik ediyoruz. Bu çalışmaları gereken finansman desteğini alarak daha ileri taşıma konusunda kararlıyız. Küresel hiçbir soruna, krize, çağrıya kayıtsız kalmayan Türkiye, iklim değişikliği ve çevrenin korunması hususunda da üzerine düşenleri yapacaktır. Karşı karşıya kaldığımız zorluklara rağmen daha adil dünyanın mümkün olduğuna dair inancımızı tekrarlamak istiyorum. BM’yi bu doğrultuda tüm insanlığı ilgilendiren meselelerin çözümü için yegane platform olarak görmeyi sürdürüyoruz. İçinde bulunduğumuz binanın hemen karşısında yer alan ve açılışını dün yaptığımız yeni Türkevi binamız da BM sistemine olan güvenimizin bir ifadesidir. Dünyadaki en büyük 5 diplomatik ağdan birine sahip bir ülke olarak geniş bir coğrafyada vicdanlı ve adil çözümler için sahada ve masada güçlü bir şekilde varlık gösteriyoruz. Barış, istikrar, refah ve mutluluk içinde bir dünyayı beraberce inşa edebiliriz” dedi.

Derya Yetim

Bunlar Da İlginizi Çekebilir
Samsun ’Göğüs büyüklüğü bazı sağlık problemlerine yol açabilir’ Göğüslerin büyük olmasının bireye etkilerinden bahseden Plastik Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Uzmanı Opr. Dr. Kağan Bekircan, “Göğüs büyüklüğü genellikle hastalarımızda boyun ağrısı, boyunda düzleşme, göğüs altlarında pişik, sütyen bağlarının omuzlarda çukurluk yapması gibi şikâyetlere neden olmaktadır. Özellikle bu grup hastalarımıza göğüs küçültme ameliyatını önermekteyiz” dedi. Liv Hospital Samsun Plastik Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Kliniği’nden Opr. Dr. Kağan Bekircan, meme estetiği hakkında bilgilendirmelerde bulundu. “Meme estetiği öncesi her hastada tarama yapıyoruz” Kadında vücut estetik görseli oluşturan yapılardan birinin göğüslerinin olduğunu dile getiren Opr. Dr. Bekircan, “Özellikle kadınlarda özgüven yokluğuna neden olmaktadır ve bu durum sosyal hayatlarına yansımaktadır. Göğüslerin çeşitli estetik bozuklukları mevcuttur ve bunlar estetik ameliyatlar ile çözülebilmektedir. Göğüs yapısının büyüklüğü, küçüklüğü veya sarkmasına yönelik estetik cerrahiler günümüzde sıkça yapılmaktadır. Göğüs ameliyatlarından önce her hastalarımıza meme taraması yapıyoruz. Estetik ameliyatından önce memede herhangi bir kitle olup olmadığını yaptığımız görüntüleme yöntemleri ile tarıyoruz. Kitle olması durumunda ilgili bölüme yönlendiriyoruz” diye konuştu. “Göğüs büyüklüğünü problemlere neden olabilir” Göğüslerin büyük olmasının bireye etkilerine dikkat çeken Opr. Dr. Bekircan, “Göğüs büyüklüğü genellikle hastalarımızda boyun ağrısı, boyunda düzleşme, göğüs altlarında pişik, sütyen bağlarının omuzlarda çukurluk yapması gibi şikâyetlere neden olmaktadır. Özellikle bu grup hastalarımıza göğüs küçültme ameliyatını önermekteyiz. Bu ameliyattan önce hastamıza detaylı çizimler ile ameliyat planı yapmaktayız ve fazla olan cilt ve meme dokusunu çıkarmaktayız. Ameliyattan sonra göğsün altından başlayıp yukarı uzanan ters T şeklinde bir ameliyat izi kalabilmektedir. Bu iz başta kırmızı renkte olur ve ameliyattan sonra altıncı aya doğru solarak ince çizgi haline dönmektedir. Bu izin azalması için çeşitli iz giderici tedavileri hastalarımıza öneriyoruz” dedi. “Göğsün küçük ya da büyük olması genetik olabilir” Göğüslerde küçüklük olması veya göğüslerin hiç büyümemesinin, genetik ve çeşitli hormonal dengesizlik durumlarına bağlı gelişebildiğini söyleyen Opr. Dr. Bekircan, şu bilgileri paylaştı: “Bu hastalarımızın göğüs hacmini kazandırmak için göğüs protezi önermekteyiz. Çeşitli şekillerde, hacimlerde ve yüksekliklerde protezle bulunmaktadır. Hastanın göğüs yapısına ve isteğine göre bu protezlerden en uygun olanını seçiyoruz. Bu ameliyatta göğüs altında yapılan kısa bir kesi yardımıyla girilerek uygun olan göğüs protezini yerleştiriyoruz. Bu ameliyatta yaptığımız iz kısa ve göğüs altındaki katlantıda gizleneceğinden dolayı belirgin bir iz kalmamaktadır. Bu iz ilk altı ay kırmızı renkte olup sonrasında solarak normal cilt rengine dönmektedir. Protezler ömür boyu kullanılabilmektedir ve değişmesi gerekmemektedir. Göğüs büyütme ameliyatından sonra gebelik durumunda hasta emzirebilmektedir. Bu ameliyatla süt gelmesinde azalma görülmemektedir.” “Gebelik sonrasında göğüs sarkması olabilir” Göğüslerde sarkmanın genellikle kilo verme ve gebelik sonrasında oluşabildiğini söyleyen Opr. Dr. Bekircan, “Göğüs ucunun göğüs katlantı hattından aşağıda olması olarak tariflenebilir. Bu durumdan şikâyeti olan hastalarımıza yeterli dokusu olması durumunda meme dikleştirme ameliyatını önermekteyiz. Meme dokusu yetersiz olan hastalarımızda protez ile birlikte meme dikleştirme ameliyatını önermekteyiz. Bu ameliyatta meme küçültme ameliyatından daha kısa olan ters T şeklinde bir iz kalabilmektedir. Bu iz ameliyattan sonraki altıncı aya doğru solarak normal cilt rengine yaklaşmaktadır. Bu ameliyattan sonra gebelik durumunda hasta emzirmesi durumunda süt gelmesinde azalma olabilmektedir” diye konuştu. “Ameliyat sonrası 2 gün misafir ediyoruz” Ameliyat sonrası dikkat edilmesi gerekenlere değinen Opr. Dr. Bekircan, “Göğüs ameliyatlarından sonra hastalarımızı ortalama olarak 2 gün kadar hastanemizde misafir etmekteyiz. Hastalarımıza taburculuk sonrasında 2 aya kadar korse dediğimiz ayarlanabilir sütyen kullanmasını öneriyoruz. Bu süre zarfında hastamızın ağır işlerden kaçınmasını öneriyoruz. Hastalarımız gündelik hayatlarına bir hafta içerisinde dönebilmektedirler. Bu ameliyatlar ile hastalarımıza daha estetik ve doğal bir görünüm kazandırmaktayız. Bununla birlikte hastalarımızın özgüvenleri artmaktadır ve bu durumda hastalarımızın sosyal hayatına yansımaktadır” ifadelerini kullandı.
Antalya ’Plastik ajanlar’ sağlığı tehdit ediyor TEMD Genel Sekreteri Prof. Dr. Melek Eda Ertörer, insan hayatının her aşamasında olan plastik ürünlerin, çeşitli hastalıklara yol açtığına dikkat çekti. Ertörer, "Alınabilecek en iyi önlemlerden biri, iç mekan havalandırmasının çok iyi yapılması ve plastik kaplarda ısıya maruz kalmış gıdaları asla tüketmemek. Gebelerin çok fazla güneş kremi kullanmaması gerekiyor" dedi. Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Derneği (TEMD) Genel Sekreteri Prof. Dr. Melek Eda Ertörer, Antalya’da katıldığı 45. Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Kongresi’nde, "Endokrin Bozucular ve Sağlığımız" başlıklı sunumunda, plastik ajanların sağlığı tehdit ettiğine dair açıklamalarda bulundu. "Birden fazla endokrin bozucu ajana, kümülatif etkilerine maruz kalabiliyoruz" Prof. Dr. Melek Eda Ertörer, endokrin bozucuları, üreme ve gelişimsel süreçlerin dengesi için gerekli hormonların; sentezi, salgısı, dolaşımı, metabolizması, duyarga bağlanma fonksiyonu ve yıkımı ile etkileşime geçen dış maddeler olarak ifade etti. Ertörer, "Plastik ajanlar, günlük hayatımızın her alanına girmiş, endüstrileşmenin getirdiği bir takım dış maddeler. Bu ajanların içinde, ftalat gibi endokrin bozucu olarak adlandırılan, endokrin sistemin üzerinde üreme ve gelişimsel süreçleri olumsuz etkileyen maddeler var. Bu ajanlar, kısırlık, mükerrer düşüşler, meme ve rahim kanseri, erkekte prostat kanseri, diyabet, obezite, astım gibi olumsuzlara sebep olabiliyor, çocuklarda ise dikkat eksikliği sendromuna neden olabiliyor. Çevreye karıştığı takdirde, bu ajanların etkileri 10 yıllarca besin zincirine girerek, nesilden nesile aktarılıyor ve nefes yolunda birikiyor. Ağız, cilt ve solunum yoluyla alınabiliyor. Biz aynı anda birden fazla endokrin bozucu ajana, kümülatif etkilerine maruz kalabiliyoruz" diye konuştu. Güzel kokulu deterjanlar endokrin bozucu Prof. Dr. Melek Eda Ertörer, plastik ajanların insanları birçok alanda etkileyebileceğine vurgu yaparak, sık maruz kalınan yerleri açıkladı. Ertörer şöyle konuştu: "Bu ajanlar, plastik şişenin içinde plastiği sertleşmek için kullanılan, iki plastiği birbirine yapıştırmada kullanılan ajanlar. Güneş kremleri ve kozmetiklerin içinde varlar, özellikle koku molekülleri içine entegre olmuş olanlar var. Bu ajanlara nasıl maruz kalınabiliyor? Örneğin; bir plastik içeriği, mikrodalga fırında ısıttığınızda, içeriğine geçiyor. Bir plastik şişede bulunan su, güneşte beklediği zaman, sıvı içeceğine geçebiliyor. Bir oda kokusu sıktınız ya da banyoyu çok iyi bir deterjanla yıkadınız, bu deterjanların içindeki kokularda var. Eğer çok iyi havalandırmazsanız, o ortama maruz kalabilirsiniz. Bu ajanlar, pestisit denilen tarımda verimliliği artırmak için kullanılan ajanlar, endokrin bozucu olarak geçmekte." "Bu konuya kaynak aktarılması gerekiyor" Prof. Dr. Melek Eda Ertörer, son olarak plastik ajanlarla nasıl mücadele edileceğine dair bilgiler de verdi. Hastalıkların önlenmesi için, öncelikle yasa koyucuların harekete geçmesi gerektiğini dile getiren Prof. Dr. Ertörer, konuşmasını şu şekilde sonlandırdı: "Alınabilecek en iyi önlemlerden biri, iç mekan havalandırmasının çok iyi yapılması ve plastik kaplarda ısıya maruz kalmış gıdaları asla tüketmemek. Bebeği soya bazlı mamalarla değil, anne sütüyle beslemek de bir diğer korunma yöntemi. Gebelerin çok fazla güneş kremi kullanmaması gerekiyor. Çok fazla derin su balığı tüketmememiz lazım, çünkü ağır metaller de endokrin bozucu ajanlar olarak sayılmakta. Alınabilecek önlemler basit önlemler ama maliyetli, plastik ucuz ama cam pahalı. Yasa koyucuların bu konuda çok akıllıca davranması, dünyada bu konuya çok mesai harcayan bağımsız uluslararası kuruluşlarla beraber çalışılması gerekiyor. Bu konuya, kaynak aktarılması gerekiyor. Endüstriyel atıkların, çevreye karışma sürecinde evrensel olarak uygulanan kuralların, hayata geçmesinin sağlanması gerekiyor."