POLİTİKA - 29 Ocak 2015 Perşembe 22:17

'Bizde başkanlık sistemi olsaydı...'

A
A
A
'Bizde başkanlık sistemi olsaydı...'

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, başkanlık sistemi ile ilgili olarak, 'Bizde başkanlık sistemi olsaydı geldiğimiz noktanın çok daha ilerisinde olurduk. Bir çok kez bizim önümüz tıkanmıştır ve bunları aşana kadar çok mücadeleler verdik' dedi.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı Sarayı kapılarını ilk kez TRT’ye açtı. TRT özel yayınında Cumhurbaşkanı Erdoğan, Nasuhi Güngör’ün moderatörlüğünde Akif Beki, Saadet Oruç, Hilal Kaplan ve Mahmut Övür’ün sorularını yanıtladı. 

Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Siz cumhurbaşkanlığına gelmeden önce de adaylığınız safhasında koşuşturan, terleyen bir cumhurbaşkanı olacağınızı söylemiştiniz. İlk beş ay nasıl geçti” sorusu üzerine yaptığı açıklamada, “Göreve geldiğimiz andan itibaren 28 Ağustos ve o günden bugüne gerek dış seyahatler gerekse Türkiye’ye gelen misafirlerimiz onlarla beraber yoğun gerçekten görüşmelerimiz oldu. Bu arada yurt içi seyahatler gerçekleştirdik. Ama hiçbir zaman gündemin dışında kalmadık. Gündemle iç içe olduk. Bir defa gündemin dışında kalmamız zaten mümkün değil. Buradaki görevimiz yani cumhurun başı olarak aldığımız yetkinin hakkıyla kullanılmasını gerektiriyor. Şu ana kadar dolaştığım ülke sayısı yani 19 ülkeyi ziyaret ettim. Ancak 19 ülkedeki yaptığımız devlet başkanları, hükümet başkanlarıyla ziyaretler herhalde 50’yi bulmuştur. Bu ziyaretler bu şekilde devam ederken tabi ülkemize gelen yine aynı şekilde devlet başkanları var. Burada Başbakanımızla bu ziyaretleri olan başbakanlar yine bize de geliyorlar. Bütün bunların yanında büyükelçiliklerle görüşmeler var. Bunun dışında ülkemizin birçok STK’larının gelişleri var. Burada yapmış olduğumuz birçok etkinlikler var. Bunların içerisinde kültür sanat etkinlikleri olsun en son ülkemizin 405 muhtarını burada topladık. Muhtarla Beştepe’yi Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nı bütünleştirelim istiyoruz. Hedefimiz inşallah 50 bin muhtarla burada bir araya gelmek. Onlarla konuşmak daha sonra yemekli toplantımızı yaparak buradan uğurlamak. Bu şekilde bir süreci başlattık. Bu güzel oldu. Muhtarlarımızın burada ağırlanmaları onlarda farklı heyecan meydana getirdi. Ve bundan sürece yönelik inşallah külliye içerisinde yapacağımız çok amaçlı salonda onları bin bazen iki bin muhtarı bir araya getirmek suretiyle bunları devam ettireceğiz ve kendilerinden İçişleri Bakanımızın da sağ olsun hazırlayacağı bir bilgi formuyla sorunlarını İçişleri Bakanlığımız alacak. Oluşturdukları bir birimle yakın takibini yapacaklar ve Böylece en tavandan en tabana bir irtibatı içişleri bakanlığımız sağlamış olacak. Bu da inanıyorum ki hükümetimizin etkinliklerin çok çok önemli bir alan olacak. Durmak yok diyoruz ve yine yola devam” ifadelerini kullandı.

BAŞKANLIK SİSTEMİ

“Başkanlık sistemi meselesi çok tartışılıyor. Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nin varlığı bunlar tabii ki bir sistem değişikliğine doğru alıştırmalar mı sorularını beraberinde getiriyor. Nasıl bir başkanlık sistemi arzu ediyorsunuz. Arzu ettiğiniz yetki denetim sistemi nasıl olmalı” sorusunu ise Cumhurbaşkanı Erdoğan şöyle yanıtladı:

“Şimdi tabi bunun üzerinde birçok spekülasyonlar yapılıyor. Ama bu belediye başkanı olduğum zamanda bu konu gündeme geldiğinde aynı şekilde spekülasyonlar yapılıyordu. Başbakan olduktan sonra yine birçok televizyon programlarında sorulduğunda verdiğim cevaplar karşısında yine birçok spekülasyonlar oldu. Özellikle yani birçok alışkanlıkları değiştirmeye veya reforme etmeye yönelik adımlar atarsınız bunlar üzerinde spekülasyonları muhakkak yaparlar. Kaldı ki bizden önceki dönemlerde birçok cumhurbaşkanı veya başbakan başkanlık sistemini gündeme getirmişlerdir. Onlar da konuşmuşlardır. Allah rahmet eylesin Turgut bey gündeme getirmiştir. Bunun en ideal sistemlerden bir tanesi olduğunu söylemiştir. Sayın Demirel aynı şekilde söylemiştir. Birçok liderler bunu söylediği halde dünyada şu anda G-20 ülkeleri içerisinde yani en gelişmiş ülkeler malum bunlar içerisinde şu anda 10 tanesi başkanlık sistemi ile yönetiliyor. Geri kalan oradaki 8 tanesi onlar başkanlık sistemi değil ve böyle bir yapı içerisinde artık bir gerçeği görmemiz lazım. Acaba çok daha seri, çok daha kolay biz nasıl muasır medeniyetler seviyesinin üstüne çıkarız bunun üzerinde düşünmemiz lazım. Çünkü çok başlılık bir defa ayaklarımızı adeta böyle prangaya vurmuş gibi süreci ağırlaştırıyor. Hızlandırmıyor. Şu anda parlamenter demokrasi dediğimiz olay nedir parlamento esastır. Yani parlamento esaslı olan sistem başkanlık sisteminde tamamen yok farz edilmiyor ki orada da o var. Ha burada şimdi bazıları ABD sistemi diyor. Yani bu tartışılır bu aynı bir konu. ABD’de diyelim ki orada temsilciler meclisi var senato var. Türkiye illa onu yapacak değil. Türkiye’de kurul kalkar sadece parlamento olarak, milletvekilleri olarak alır, onlarla bu süreci işletir ve denetim esaslı mı olacak noktasına gelince tabiî ki denetim esaslı olacak. Yine denetleyen neresi olacak parlamento olacak, Meclis olacak. Yani Meclis’in vermediği bir yetkiyi siz bir defa kullanamazsınız. Ama anayasa ile başkana verilmiş olan tabiî ki bir yetkiler vardır. Onun belirlenmiş bir yetki alanı vardır. O yetki alanında hareket edebileceği gibi aynı zamanda bir de parlamentonun kendisine vereceği yetkileri kullanmak hakkı doğacaktır. Bunun tabi nereye kadar olacağı, bunları belirleyecek olan yine orasıdır. Yine bir defa denetimsiz bir anlayışın olması çok çok sıkıntılar doğurur. Böyle bir sıkıntıya zaten mahal vermek mümkün değildir. Ancak ben bir şeyi özellikle söylemek zorundayım, çünkü teori noktasında birçok insanlar bazı şeylerin teorisi ortaya koyabilir. Ama yaşamak başkadır. Eğer yaşayan bir şeyi yapıyorsanız ha orada netice almak da çok daha farklı olur. Hani Nasrettin Hoca meselesi var ya, Nasrettin Hoca düşüyor damdan malum doktor aramak için sağa sola koşturuyorlar. Nasrettin Hoca’nın dediği ‘bana doktor getirmeyin’ diyor. ‘Bana damdan düşen birisini getirin’ diyor. Şimdi ben damdan düşmüş birisiyim Damdan düşmüş birisi olarak da bu işleri biraz biliyoruz. İstanbul Büyükşehir’de yaptığımız uygulamalar ortada… Başarımız ortada bunu İstanbullu biliyor. 12 yıllık ülkemizdeki başkanlık döneminde yaptıklarımız da ortada. Ama iddialı bir şey söylüyorum. Diyorum ki bizde başkanlık sistemi olsaydı geldiğimiz noktanın çok daha ilerisinde olurduk. Birçok kez bizim önümüz tıkanmıştır ve bunları aşana kadar çok mücadeleler verdik. Tabii ki bir Abdullah beyle olan bir süreç farklı bir süreçtir. Şu anda diyelim ki benimle Ahmet beyin arasındaki süreç yine farklı bir süreç olacaktır. Ama bunun tersine olduğunu düşünün orada işte engeller geliyor. Yani bir üç kararnamede siz istediğiniz insanı atamakta dahi maalesef çok zorlanıyorsunuz. Başkanlık sisteminde böyle bir derdiniz yok. Çalışacağım ben belirlerim. Benle gelen benle gider. Ama bunu şu andaki sistemde yapamazsınız. Sizinle gelen sizinle gitmiyor. Birileri engelliyor. Yargı engelliyor. Yargı bunu engellediği zaman yerindelik ne olacak. Yani sorumlu olarak kimi tutuyor halk, siyasiyi tutuyor. Yargıdakini tutuyor mu hayır. Yargıdaki rahatlıkla hayır ben 11 kere alırım, 12. defa tekrar yerine atarım diyor. Yargıyla siz böyle bir sürtüşmenin içerisine giriyorsunuz. Böyle memleket yönetilmez ki… Şehirler yönetilmez ki. Bunların hepsi parlamenter sistemin bana göre eksikleridir. Yanlışlarıdır ve bütün bunların düzeltilmesinde çok daha tartışılır geniş başlı başına. Başkanlık sistemi ile ben bunların aşılabileceğine inanıyorum.”

“Seçim var önümüzde. Hükümetle olan ilişkiler var. Bakanlar kuruluna başkanlık ettiniz. Ama bu konuda hukukun sınırlarının zorlandığına dair iddialar var. Yani siz Türkiye’nin hızlı kararlar alması gerektiğini söylüyorsunuz. Gerçekten böyle mi? Türkiye hukukun sınırlarını zorlayarak mı ilerliyor” sorusu üzerine Erdoğan, şunları kaydetti:

“Şu anda mevcut yapı içerisinde bu böyle. Basit bir örnek vereyim. Nasuhi beyin kendisi. Şu anda bakın bu hükümet Nasuhi beyi TRT Genel Müdür Muavinliğine atadı. Kaç kere görevden alındınız?(Nasuhi Güngör: ‘2 kere alındım’) Buyurun. Yargı, yargı… Bu nasıl yürüyecek bu iş. Yani siz bu kuruma inandığınız birisini getiriyorsunuz, atıyorsunuz bakıyorsunuz ki birileri bir şikayette buluyor hemen siz görevden alınıyorsunuz. Bu sefer de hükümet ne diyor ben buna inanmışım bunu getireceğim. Tabi değişik yerlerden o da dolanıyor tekrar sizi getiriyor tekrar atıyor. Yargı alıyor siz atıyorsunuz. Bu defa kurum ne oluyor. Orada alt üst ilişkisi bozuluyor. Şimdi burada bir defa bizim tabi hukuku zorlama noktasından sıyrılmak için bu işi halletmek ve başarmamız lazım. Ha burada tabi ben sistem noktasında bunu özellikle konuşuyorum. Böyle bir adımın atılması için öncelikle bir anayasa değişikliği şart. Anayasa değişikliği için 367 şart. Burada hükümetimizin böyle bir adımı atabilmesi için de 367’yi yakalaması lazım. Veya 330 yakalaması lazım referandumla böyle bir değişikliği halka götürsün yani sistem değerlendirme noktasında bu kanaatleri söylüyorum. Geçmişten bugüne ben sistem noktasında böyle bir şeye inandığım için konuştum. Bizim Burhan beyin konu ile ilgili yazmış olduğu kitabı var. Başka bu konuda yazılmış birçok kitap var. Yani bunların tartışılmasını ben ülkemizde halkımızın da bu tür sistemleri anlaması, tanıması bakımından isabetli olacağı inancındayım.” 

TÜRKER BEKTAŞ

Bunlar Da İlginizi Çekebilir
Samsun 150 bin samuray arısı kahverengi kokarca ile mücadele edecek İstilacı bir tür olan ve özellikle Karadeniz Bölgesi’nde fındık başta olmak üzere yüzlerce bitki türüne büyük zarar veren “kahverengi kokarca” ile mücadelede Karadeniz Tarımsal Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü bünyesinde üretilen ‘samuray arısı’ kullanılacak. Üretilen 150 bin arı ilerleyen günlerde 30 ilde doğaya salınacak. 2021 yılında Samsun’daki Karadeniz Tarımsal Araştırma Enstitüsü bünyesinde kurulan Biyolojik Mücadele Laboratuvarı’nda kahverengi kokarca ile mücadele yöntemleri üzerine çalışılıyor. Bu laboratuvarda fındık, kivi, Trabzon hurması, turunçgil, elma, armut, şeftali, böğürtlen, üzüm, mısır, fasulye, biber, domates, kabak, hıyar gibi birçok sebze ve meyve gibi 300’den fazla bitkide zarar yapabilen istilacı bir tür olan kahverengi kokarcanın popülasyonunu azaltmak için trissolcus japonicus (samuray arısı) üretiliyor. 2023 yılında 20 bin arı üretilerek Artvin ve Rize bölgelerinde salındı. Bu yıl ise üretilen 150 bin samuray arı 30 ilde tabiata salıncak. "Şu anda çok ciddi derecede tüm dünyada salgın bulunmakta" Yapılan çalışmalar hakkında bilgi veren Karadeniz Tarımsal Araştırma Enstitüsü Entomoloğu Mustafa Kılıç, "Yaklaşık 3 yıldır kahverengi kokarca mücadelesinde görev almaktayım. 2021 yılında laboratuvarın yapılmasıyla birlikte hem o tarihten itibaren biyolojik mücadele ajanlarının yetiştirilmesini hem de bölgedeki popülasyon takibi çalışmalarını yürütmekteyiz. Projemizin amacı şu an tüm dünyada istilacı tür durumunda bulunan kahverengi kokarca ile mücadele etmek, popülasyonunu azaltmak ve ekonomik zarar eşiğinin altına düşürmektir. Burada önemli olan husus üreticilerimizin minimum hasarla bu süreci atlatmasıdır. Şu anda çok ciddi derecede tüm dünyada salgın bulunmaktadır. Bu mücadeleye en hızlı reaksiyon gösteren ülkelerden biri olan Türkiye hem biyolojik hem kimyasal hem de diğer mücadele yöntemlerini bir arada kullanarak çiftçilerimizin her zaman yanında olmaktadır. Bununla birlikte sürekli saha çalışması yürütmekteyiz. TAGEM, Gıda Kontrol, İl Tarım ve Orman Müdürlükleri birlikte bu çalışmaları birlikte yürütmekteyiz. Bizde yine her hafta ekip arkadaşlarımız bölünerek Artvin, Ardahan, Trabzon, Rize, Ordu, Sinop bütün Karadeniz Bölgesi, bununla birlikte diğer enstitülerle birlikte Akdeniz, Güneydoğu Anadolu, Ege Bölgelerinde popülasyon takibini yapmaktayız. Tarım ve Orman Bakanlığı olarak böceğin tüm ülkede olduğunu düşünerek hareket etmekteyiz. Bulunmadığı yerlerde bile hem mücadele hem de popülasyon yöntemlerini araştırmaktayız. Halk arasında ’samuray arıcığı’ olarak bilinen yaklaşık 20 bin civarında parazitoit arılarımız 2023 yılında Artvin ve Rize bölgelerinde salındı. 2024 yılında 150 bin arı 30 ilde salınımı gerçekleştirmeyi hedefliyoruz. Bu konuda bakanlığımız çok ciddi efor sarf etmektedir. Bizler de yoğun çaba harcıyoruz. Gelecek yıl da yaklaşık 150 bin arının 2024’te salınan yerlere salınımı ile devam edecektir" dedi. "Samuray arısının insan veya hayvana zararı yok" Samuray arısı hakkında bilgi veren Mustafa Kılıç, "Bu arı 1 ile 2 milimetre boyutundadır. Herhangi insan veya hayvana zararı bulunmayan arı türüdür. Bal üretimine herhangi bir tehdit oluşturmaktadır. Parazitoitlerin salınması için özellikle Doğu Karadeniz’de fındık bahçelerini seçmekteyiz. Yoğunluk burada bulunduğu için. Diğer bölgelerde de salımlar gerçekleşecektir. Bakanlığımız tüm dünyada büyük zararlara neden olan kahverengi kokarca ile takip ve mücadele faaliyetleri için yoğun çaba sarf etmektedir. Ancak zararlı ile mücadelede çiftçi ve vatandaşlarımıza da sorumluluk düşmektedir. Ev ve bahçelerindeki böceklerin imha edilmesi hem mücadele sürecini hızlandıracak hem de başarı oranını artıracaktır. Doğru bilgiler için sadece Türkiye Cumhuriyeti Tarım ve Orman Bakanlığı açıklamalarının dikkate alınmasını rica ederiz" diye konuştu.
Aydın Anaokulunda kirpi operasyonu Aydın’ın Efeler ilçesinde İstiklal Anaokulu’nun bahçesindeki su giderine sıkışan bir kirpi, Aydın Büyükşehir Belediyesi İtfaiye Daire Başkanlığı ekiplerinin titiz çalışmasıyla kurtarıldı. Olay, sabah saatlerinde Meşrutiyet Mahallesi Gençlik Caddesi üzerinde bulunan İstiklal Anaokulu’nda meydana geldi. Edinilen bilgiye göre, sabah saatlerinde anaokuluna çocuklarını getiren veliler bir kirpinin su giderine sıkıştığını fark ederek durumu okul idaresine bildirdi. Kendi çabaları ile kirpiyi bulunduğu yerden çıkartamayan okul idaresinin 112 Acil Çağrı Merkezi’ne yaptığı ihbar üzerine bölgeye itfaiye ekipleri sevk edildi. Kısa sürede olay yerine gelen Aydın Büyükşehir Belediyesi İtfaiye Daire Başkanlığı ekipleri hızla yaramaz kirpiyi kurtarmak için çalışma başlattı. Kirpiyi görerek okul idaresine bildiren Emel Cem isimli veli, "Kirpiyi gördüm ve hemen okul idaresine söyledim. Okul idaresi de onlar da uğraştılar ama nasıl kurtarabileceklerini bilmedikleri için itfaiyeye haber çağırdılar. İtfaiye ekiplerinin sayesinde kirpi kurtarılacak ve doğal yaşamına geri bırakacaklar" dedi. Ekipler, kirpiye zarar gelmeden özgürlüğüne kavuşturulması için hummalı bir çalışma yürüttü. Özel ekipmanları ile çalışan itfaiye ekipleri kirpiyi kurtarmak için duvarı delip kirpinin ayaklarının sıkıştığı demiri demir makası ile kesti. Kirpi ekiplerin dikkatli ve duyarlı çalışmaları sonucu sıkıştığı yerden kurtarıldı. Gerekli kontrolleri yapılarak okul bahçesindeki otluk alana bırakılan kirpi bir süre sonra bölgeden uzaklaşarak gözden kayboldu. İstiklal Anaokulu idarecileri, şehirlerde yaşayan yaban hayvanlarının doğal ortamlarının korunmasının herkesin sorumluluğu olduğunu vurgulayarak, Aydın Büyükşehir Belediyesi İtfaiye Daire Başkanlığı ekiplerine çalışmalarda gösterdikleri hassasiyet için teşekkür etti.
Çorum 10 ülkeden 77 bilim insanının katıldığı ’İrfan Geleneği’ sempozyumu başladı Hitit Üniversitesi tarafından düzenlenen "II. Uluslararası Türkistan’dan Anadolu’ya İrfan Geleneği: Abdal Ata Sempozyumu"nda konuşan Düzenleme Kurulu Başkanı Doç. Dr. Zekeriya Işık, "Bugün, Yunus Emre, Hacı Bektaş-ı Veli, Mevlana ve Koyunbaba’nın kucaklayıcı anlayışına ihtiyaç var" dedi. Türk Tarih Kurumu’nun katkıları ile Çorum Hitit Üniversitesi’nde düzenlenen “II. Uluslararası Türkistan’dan Anadolu’ya İrfan Geleneği: Abdal Ata Sempozyumu”na Mısır, Kazakistan, Arnavutluk, Azerbaycan, Fransa, İran, Tataristan Özerk Cumhuriyeti, Avusturya, Rusya olmak üzere 10 farklı ülkeden 77 bilim insanı katıldı. Sempozyumda 52’si sözlü, 12’si çevrimiçi, 2 video konferans olmak üzere 66 bildiri sunulacak. Sempozyumda tüm bilimsel oturumlar karekod uygulamasıyla yurt içi ve yurt dışından interaktif olarak takip edilebilecek. Sempozyum açılışında konuşan Düzenleme Kurulu Başkanı Doç. Dr. Zekeriya Işık, Türkistan, Horasan, Irak’tan Anadolu’ya, Balkanlar’a kadar uzanan irfan geleneğinin 13 ve 14. yüzyıllarda dini ve manevi olduğu kadar siyasi, askeri, sosyal, ekonomik ve kültürel gelişmeler üzerinde de belirleyici bir etkiye sahip olduğunu söyledi. İrfan geleneğini temsil eden Türkmen ata, baba, şeyh ve dervişlerinin “Fütüvvet ve Melamilik” ile olan güçlü bağın oluşmasında rol oynadığını dile getiren Doç. Dr. Işık, “Onlar fethedilen gerçek manada bir Türk yerleşkesinin nihayetinde yurduna dönüşmesinde etkili oldular. Bugün onlar tekke, zaviye, türbeleri, mescit, cami, medrese, kütüphane, çeşmeleri, dini ve tasavvufi eserleri ve dahi mesajlarıyla gönüllerimizde ve zihinlerimizde yer tutmaktadır” dedi. Işık, bugün modernitenin ayrıştırdığı, dağıttığı, kutuplaştırarak çatıştırdığı farklılıkları bir tehdit olarak görmek suretiyle aynılaşmayı dayattığı, din, inanç, gelenek ve örf namına yerel öğeleri çağ dışılıkla damgalayarak itibarsızlaştırdığı, saf dışı bıraktığı bir dönemde olunduğuna dikkat çekti. "Modern insanın bütün varlığa, kendi ırkına dahi acımayacak kadar insafsızlaştığı bir çağdayız" İnsan egosunun hormonlu bir şekilde beslendiği, suni, orantısız, kibir ile ilahi ve beşeri nizamın üstünde kendisine roller biçtiği arızi bir dönemde olduğumuzu dile getiren Doç. Dr. Zekeriya Işık, "Kadim erdemlerin yok sayıldığı tüm alemin, insanın sonsuz ve sınırsız hazlarına, ihtiraslarına hasredildiği, öyle ki aç gözlülükte modern insanın bütün varlığa, kendi ırkına dahi acımayacak kadar insafsızlaştığı bir çağdayız. Tüm patolojik arızalı anlayışın hayatı kuşattığı, adına rasyonel, pratik, pragmatik, diplomatik ve benzeri şekillerde ifade edilen etik ve ahlaki temelden yoksun bir takım yaklaşımlarla meşrulaştırılmaya çalışıldığı talihsiz bir zamandayız. Böylesi bir zamanda ve durumda Yunus Emre ile vücut bulan yaratılanı yaratanından ötürü seven, yetmiş iki milleti bir nazar gören, Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli’nin aslan ile ceylana aynı zaman ve mekanda adalet ve hakkaniyet şemsiyesi altında hayat bulunduran, Mevlana’nın kurulu düzene meydan okuyan, tüm dünyevi sınıfları ve sınırları kaldırarak ’ne olursan ol yine gel’ diyen, Koyunbaba’nın ’dirlik odunu yakın, geleni gideni hoş tutun’ himmetiyle güçlü bir şekilde ortaya konulan temelinde aşk ve sevgi bulunan bu birleştirici, kucaklayıcı ontolojik ve epistemolojik anlayışa olan ihtiyaç ortadadır. Bununla birlikte söz konusu irfan geleneğimizin emek, alın teri, zanaat, fedakarlık, paylaşmak, helal kazanmak, ahlaklı olmak gibi erdemlerinin işlenmesine de ziyadesiyle ihtiyaç olduğu da gözden kaçırılmamalıdır" diye konuştu. "Aleviliği doğru şekilde anlatmayı önemsiyoruz" Alevi-Bektaşi Kültür ve Cemiyeti Başkanı Ali Rıza Özdemir de yaptığı konuşmasında, bilgi kirliliğinin önüne geçerek Aleviliği doğru şekilde anlatmayı önemsediklerini belirtti. Moğol istilasından sonra meydana gelen göçlerle birlikte Anadolu için yeni bir dönem başladığını hatırlatan Özdemir, "Horasan bölgesinden Anadolu’ya akan Türkmen aşiretlerinin içinde baba, ata, derviş ve şeyh olarak tanımlanan irfan ehli kimseler de yer almaktaydı. Bu dönemde Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamlaşması, asayiş, fütuhat ve iskan konularının çözülmesi, imar faaliyetleriyle toprakların şenlenmesi bahsedilen şeyh ve dervişlerin öncülüğünde olmuştu. Osmanlı sosyal hayatı için oldukça mühim olan zaviyeler, manevi temellere dayalı kurumlardı. Öyle ki ıssız beldeler ve stratejik noktalar ’gazi dervişler’ tarafından kurulan tekke ve zaviyeler eliyle birer yurda dönüşmüş ve kalkınmıştır. İşte Abdal Ata, bu dervişler arasında olduğu gibi, onun tabi olduğu Abdallar zümresi de Türk nüfusunun önemli unsurlarından biri olarak varlığını sürdürmekteydi. Anadolu’yu Türkiye yapan öncü şahsiyetler de bu kişiler ve bu Türk kitlelerdi" şeklinde konuştu. Başkanlık olarak, bugüne kadar Alevi ve Bektaşi tarihinin şemsiyesi altında toplanmış olay, olgu ve şahsiyetleri araştırmak, Türk tarihindeki yerini ortaya koymak ve yarına aktarmak amacıyla pek çok panel, konferans ve sempozyum tertip ettiklerini anlatan Özdemir, şunları kaydetti: "Bilgi kirliliğinin önüne geçerek Aleviliği doğru şekilde anlatmayı çok önemsiyoruz. Alevilik ve Bektaşilik Ansiklopedisi ile Aleviliğin Yazılı Kaynakları çalıştayları başta olmak üzere Şubat ayında gerçekleştirdiğimiz beş büyük çalıştayımız da bu amaca hizmet etmektedir. Başkanlığımızda birçok konferans, panel ve temalı konserler düzenledik. Bundan sonra bu çalışmalarımızı artırarak sürdüreceğiz. Temalı konserlerimi 2024 yılı içinde 50 ilimizde halkımızla buluşturacağız. 2024 ve 2025 yılları içinde Şah İsmail Hatayi, Anadolu’nun Horasanı Tunceli, Balkanlarda Alevilik ve Bektaşilik, Cemevleri: Dünü, Bugünü, Yarını, Aleviliğin Yazılı Kaynakları, Davut Sulari, Pir Sultan Abdal gibi birçok başlık altında yapacağımız sempozyumları planlamış bulunuyoruz. Kün-Ay isimli hakemli dergimiz yıl içinde yayın hayatına başlayacaktır." "Hedefimiz milli birliğimizi güçlendirmektir" Aleviliğin yakın tarihinin kayıt altına alınacağı sözlü tarih projesini bu yıl içinde başlatacaklarını aktaran Özdemir, "Bilimin namusuna sahip çıkan tüm akademisyenlerimizi, bu vesileyle çalışmalarımıza omuz vermeye çağırıyorum. Her zaman belirttiğim gibi pek çok alanda Alevi ve Bektaşi toplumuna hizmet götürmeyi görev edinmiş başkanlığımızın iki ana hedefi vardır. Bunlardan ilki her iş ve eylemde Alevi ve Bektaşi toplumunun rızalığını almaktır. Bu doğrultuda istişare etmekten bir an geri durmadığımızı gönül rahatlığıyla ifade edebilirim. İkinci ana hedefimiz ise milli birliğimizi güçlendirmektir. Başkanlık olarak bizi, biz yapan değerlerimize bağlı kalmak ve sahip çıkmak dışında; onu aktarmanın da peşindeyiz. Tüm işlerimizin temel motivasyon kaynağını işte bu iki ana hedef teşkil etmektedir. Alevi-Bektaşi toplumu için tarihi ve değerli bir süreçte bulunduğumuzun farkındalığında olarak çalışmalarımızı sürdürmekte olduğumuzu belirtmek istiyorum. İnşallah kararlılıkla yürüdüğümüz bu yolda daha çok iş üretecek ve daha fazla Can’ımıza ve cemevimizin kutlu eşiğine hizmette bulunacağız" ifadelerini kullandı. Sempozyum açılışına; Vali Zülkif Dağlı, Belediye Başkanı Dr. Halil İbrahim Aşgın, İl Jandarma Komutanı J. Alb Naim Çetinkaya, akademisyenler ve öğrenciler katıldı. Konferans sonunda Çorum Valisi Zülkif Dağlı, İslam İşbirliği Teşkilatı İslam, Tarih, Sanat ve Kültür Merkezi Orta Asya Bölge Danışmanı Prof. Dr. Ashirbek Müminov’a plaket verirken, Müminov ise Vali Dağlı’ya kaftan hediye etti.