ASAYİŞ - 21 Şubat 2017 Salı 20:20

Hira bebeğin davasında keşif

A
A
A
Hira bebeğin davasında keşif

Bursa’da, 10 aylık Hira bebeğin öldüğü ve teyzesinin yaralandığı kazayla alakalı mahkeme heyeti olay yerinde keşif yaptı.

Geçen haziran ayında merkez Nilüfer'in Ahmet Yesevi Mahallesi’nde meydana gelen kazada, Selin Dursun (22) idaresindeki 16 EU 497 plakalı kamyonet, Eminer Caner (36) ve kucağındaki 10 aylı Hira bebeğe çarptı. Ağır yaralanan 10 aylık bebek kaldırıldığı hastanede hayatını kaybetti. Gözaltına alınan sürücü ise adli kontrol kaydıyla serbest bırakıldı.

"Teyzesi can havli ile bebeği atmış"

Bursa 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nde ‘taksirle ölüme ve yaralanmaya sebebiyet vermek’ suçlarından 3 ile 15 yıl arasında hapis talebiyle yargılanan Selin Dursun, SEGBİS ile ilk duruşmadaki ifadesinde, “Ben ne bebeğe ne de teyzesine çarptım. Sokağa normal şekilde girmiştim. O sırada yolun ortasında bebek arabası duruyordu. Teyzesi hemen arabaya doğru hareket etti. Arabada bebek olduğunu düşündüm. Çarpmamak için direksiyonu duvar tarafına kırdım. Duvara çarptıktan sonra teyzesinin dengesi bozuldu. Arabanın arka tarafı teyzesinin ayaklarına çarpmış diye düşünüyorum. Teyzesi de can havli ile bebeği atmış. Bebek yere düşünce beyin kanaması sonucu vefat etmiş” dedi.

GÖZYAŞLARINI TUTAMADI

Mahkeme heyeti, kaza mahallinde keşif yaptı. yapılmasına karar verdi. Gözyaşları içinde keşif duruşmasını izleyen Hira’nın annesi Ayşe Bozacıoğlu Genar (29), sanığın tutuksuz yargılanmasına tepki göstererek, “Canım gitti. Daha 10 aylık bebekti. Bizi meleğimizden ayırdı. Serseri gibi geziyor dışarıda” dedi.
Sanık Selin Dursun’un katılmadığı keşif sırasında Teyze Emine Caner, kazanın nasıl olduğunu anlattı. Caner, "Annesi çocuğu arabada bırakıp yukarı çıktı. Ben yeğenimi sevmek için kucağıma almak üzereyken sokağa bir araç hızla girdi. Yalpalayarak geliyordu. Araç bize doğru hızla yaklaştı. Sonra, Hira'yı aracın önünde sürüklenirken gördüm. Ardından araç duvara çarptı. Olay sırasında aracın tekerlekleri ayaklarımın üzerinden geçti. Sol koluma ve göğüs bölgeme de çarpmıştı. Bu sırada çocuğa da çarpıp önüme düşürdüğünü düşünüyorum" diye konuştu.

Baba Samet Genar ise, “Bizi evladımızdan ayıran bu şahsın en kısa zamanda cezalandırılmasını istiyoruz” dedi.

Cengiz Gündüz 

 

Bunlar Da İlginizi Çekebilir
Bitlis Prof. Dr. Palabıyık akademisyenlere seslendi: “Gazze için konforunuzu bozun ve cübbenizi giyin” Bitlis Eren Üniversitesi’nde (BEÜ) görevli Akademisyen Prof. Dr. Adem Palabıyık, ABD ve Avrupa’daki üniversitelerde akademisyenlerin desteği ile devam eden İsrail protestolarına karşı Türkiye’deki akademisyenlerin seslerinin kısık kaldığını belirterek, “Gazze için konforunuzu bozun ve cübbenizi giyin” dedi. ABD ve Avrupa’daki üniversitelerde süren Gazze eylemlerine ilişkin açıklama yapan Prof. Dr. Palabıyık, “Ülkemizdeki akademisyenlerden hala güçlü bir ses duyamadık. Tüm dünya akademisyenleri ayaktayken ülkemizdeki akademisyenlerin ayağa kalkmaması beni üzüyor. Sessiz kalmak ahlaki ve insani vefasızlıktır akademik utançtır” dedi. “PKK’ya terör demeyenler İsrail’e sustu” “7 Ekim’den itibaren başlayan kıyıma karşı sesimizi hep yüksek tuttuk ve bunu ekranda da dile getirdik” diyen Palabıyık, “Cübbemi ve kefiyemi giyerek erkândan çağrı da yaptım. Elbette akademisyenlerin bütünü için ifadelerim geçerli değil, lakin Boğaziçi’nde dikilen akademisyenlerin, sadece dikilişi kadar bir gündem oluşturmak neden mümkün olamıyor anlamış değilim. Barış Beyannamesi denilen ve devletimizi neredeyse katliam yapmakla suçlayan akademisyenler, İsrail’e karşı neden sessiz? Bu nasıl ikiyüzlülüktür? Binlerce bebeği kundakta katleden PKK terör örgütü için sözde Barış Beyannamesi imzalayanlar, İsrail karşısında neden sus pus oldu?” “Akademisyenler artık konforlarını bozsunlar” Akademisyenlerin en büyük korkusunun konfor alanlarının bozulması olduğunu belirten Palabıyık, sözlerine şöyle devam etti: “Çünkü akademisyenler, sahip olduğu şartların aleyhlerine dönme ihtimalinden çok korkarlar. Bu sadece maddi güç değil, aynı zamanda Bourdieu’nün bahsettiği ’fildişi kulelerini’ de kaybetme korkusudur. Çünkü akademisyen ancak üniversitedeki ofisi ile ontolojisini koruyabilir, dışarıda asosyal olduğu için bir hiçtir. Kulesinden bakan akademisyen, olayları da ancak yukarıdan gördüğü gibi yorumlar, sahanın bir parçası olamaz. Daha doğrusu toplumu bir parya modeli olarak görür. Odası, yani kulesi, onu yalıtan en büyük etkendir. Artık bu konfor Gazze için bozulmalıdır.” “28 Şubat’tan hala korkuyorlar” Palabıyık, “Akademisyenler hala 28 Şubat’ın hayaletinden korkuyorlar ve bu hayaletin hala ortalıkta dolaştığını iddia ediyorlar. Bir yandan fişlenme, öte yandan değişebilecek iktidar gibi olgular onlara inanılmaz bir korku aşılıyor. Akademik cübbe üzerine Filistin kefiyesi giymek ve bu halde çekilebilecek bir fotoğraf karesinin gelecekte önlerine çıkma ihtimali hala onlar için çok güçlü bir hayali varsayımdır. Bu kâbus üzerinden inşa ettikleri gündelik hayata dair korku, onların sonraki yıllarda yaşayabileceği olumsuzlukların önüne geçmek için kullanılan bir araçsal cihazlara dönüşmüş durumdadır. Maalesef, bu korku kendini muhafazakâr ve Müslüman olarak tanımlayan akademisyenlerde daha fazla görülüyor. Buna ahlaki ihanet veya muhafazakâr vefasızlık demek yanlış olmayacaktır” diye konuştu. “Feminist akademisyenler çürük kokuyor“ Gazze için hiçbir öğrenciye söz hakkının tanınmadığını ifade eden Palabıyık, “Lümpen burjuva denilecek bu kesimin özellikle Gezi ve feminist söylemlerle hareket ettiğini de unutmadık. Feminizmi LGBT’ye sürükleyen aklı evvellerin kendi derslerini Gezi Parkı’nda devam ettirmek için öğrencilerini üniversiteden çıkardıkları ve Gezi eylemlerine katılmalarını tavsiye ettikleri de gün gibi biliniyor. Lakin konu Gazze olunca tek bir öğrenciye söz hakkı tanınmıyor. Çünkü Gazze, Müslümanların yüzakı olduğu için, onların direnişinin ahlaki yönü engellenmek isteniyor. Bu nasıl bir akademik buhrandır? Bunlar insanlıklarını kaybetmiş” dedi.