SAĞLIK - 18 Şubat 2022 Cuma 12:10

'Kronik ağrı sendromu psikolojinizi de etkileyebilir'

A
A
A
'Kronik ağrı sendromu psikolojinizi de etkileyebilir'

Vücudun uyarıcı sinyali olan ağrının 3 aydan uzun sürmesi halinde kronikleştiğini belirten Prof. Dr. Haci Ahmet Alıcı, “Kronik ağrıda sadece ağrı yoktur. İyileşme adına umudunu kaybetmiş, çaresiz, huzursuz, sabrı ve dayanma gücü tükenmiş, ağrı hakkında kendine has tecrübeler edinmiş kısaca duygusal, psikolojik, fiziksel ve ruhsal olarak etkilenmiş bir hasta vardır artık” dedi.

Medipol Mega Üniversite Hastanesi Algoloji Polikliniği’nden Prof. Dr. Haci Ahmet Alıcı, kronik ağrıların tedavisine ilişkin önemli açıklamalarda bulundu. Prof. Dr. Alıcı, ağrının uyarıcı bir bulgu olduğunu belirterek, “İster baş ağrısı olsun ister karın ağrısı isterse vücudumuzun başka yerinden kaynaklanan ağrılar olsun hepimiz hayatımızın herhangi bir döneminde mutlaka ağrı çekeriz. Ağrı çekmek insanın doğasında vardır. Aslında ağrı uyarıcı bir bulgudur. Vücudumuzda bir şeylerin yanlış gittiğini gösteren bir sinyaldir. Yani ağrı bizim dostumuzdur. Bizi çare aramak amacıyla doktora yönlendirir. Biz ağrıyı gerçek ya da ihtimal bir doku hasarıyla ilgili insanın geçmişteki tüm deneyimlerini de kapsayan hoş olmayan duyusal ve duygusal bir deneyim olarak tanımlıyoruz. Ağrılarımızın çoğu geçicidir. Ağrıya sebep olan hastalığı çözdüğümüz zaman ağrı kendiliğinden veya ağrı kesici kullandığımızda veya çeşitli davranışlarla geçer ve bir daha başlamaz. Biz bu tür ağrıyı akut ağrı olarak adlandırıyoruz. Aynı ağrı geçmez devam ederse veya tekrarlarsa ve devam süresi 3 ay gibi bir süreyi geçerse ağrının kronikleşmesinden bahsederiz” dedi.

“Kronik ağrı çok boyutlu bir sendromdur”

Kronik ağrının 3-6 aydan daha uzun süren ve uzun süreli tedavi gerektiren, kişiye özel ve çok boyutlu yaşantısı olan, duyusal, duygusal, davranışsal ve bilişsel bileşenleri içeren ağrı olarak tanımlandığına dikkati çeken Prof. Dr. Alıcı, “Ağrının başlamasından sonra devam eden kronikleşme sürecinde ağrının koruyucu uyarıcı sınırlayıcı etkisi bir yere kadardır. Kronikleşme sürecinde ağrı tedavisi için kişi büyük bir umutla çareler arar. Bireysel gayretler gösterir. Bu gayretler ve çareler arayışında ağrının geçeceğine dair bir umut vardır. Umudun ve bireysel gayretlerin tükendiği yerde ağrı kronikleşmeye başlamıştır artık. Akut ağrı döneminde tehdide hızlı bir şekilde tepki vermemizi sağlayan kaygı tarzında olan bireyin psikolojisi, ağrının devam etmesi sonucunda kronik ağrının psikolojik bileşeni olan depresyona döner. Artık ağrının çok boyutlu, çok disiplinli bir şekilde incelenip tedavi edilmesini gerektiren, ağrının başlı başına bir hastalık olarak kabul edildiği nokta olan kronik ağrı hastalığı/sendromu ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla kronik ağrı artık bir bulgu olarak karşımıza çıkmaz. Artık çok boyutlu bir sendromdur. Kronik ağrıda sadece ağrı yoktur. Birlikte ağrıyı uzun süre yaşamış ve iyileşme adına umutlarını kaybetmiş, çaresiz, huzursuz, sabrı ve dayanma gücü tükenmiş, ağrı hakkında kendine has tecrübeler edinmiş kısaca duygusal, psikolojik, fiziksel ve ruhsal olarak etkilenmiş bir hasta vardır artık. Bu nedenle ağrı tedavisinin etkili ve başarılı olması için daha karmaşık bir program şeklinde yürütülmesi gerekir” şeklinde konuştu.

“Psikiyatrik belirtileri artırabilir”

Prof. Dr. Alıcı, kronik ağrıda hastaların fiziksel ve psikolojik olarak stresli ve sürekli rahatsızlık hissettiğini ifade ederek, “Bu durum hastada ve sevdiklerinde öfke ve hayal kırıklığına yol açabilir. Tedavide kronik ağrının fiziksel boyutları düşünülürken, ağrınızın tetiklenmesinin ve şiddetinin azaltılması için psikoterapi açısından da ağrının zihinsel ve duygusal yönlerini yönetmemiz gerekir. Böyle bir durumda kronik ağrı, bir bulgu olmaktan çıkıp artık bir sendrom haline gelmiştir ve psikiyatrik belirti birlikteliği oldukça fazladır. Karşımıza somatoform veya depresif bozukluğun bir belirtisi olarak çıkabileceği gibi bazen de fiziksel bir bozukluk olarak kişinin ruhsal dünyasında bozulmalara yol açabilmektedir. İnsanların yetiştikleri toplumun sosyal ve kültürel özelliklerine ve bireyin kişilik özelliklerine çocukluktaki yaşadığı bastırılmış ihmal edilmişlik özelliklerine göre ağrının psikolojik algılanması değişebilir. Dolayısıyla kronik ağrı ile birlikte olan psikolojik rahatsızlıklarımız depresyon, uyku bozuklukları, anksiyete bozuklukları, psikojenik ağrı bozukluğu, somatik semptom bozukluğu, konversiyon bozukluğu ve temaruz/yapay bozukluk şeklinde ortaya çıkabilir” diye konuştu.

“Tedavide multidisipliner yaklaşım şart”

Kronik ağrılı hastaya tedavi yaklaşımının nasıl olması gerektiğini Prof. Dr. Alıcı, şu şekilde açıkladı: “Kronik ağrılı hastanın tanı ve değerlendirmesinde olduğu gibi tedavisine de her zaman altın standart olarak kabul edilen multidisipliner bir şekilde yaklaşılmalıdır. Koordineli bir yaklaşımla, çoklu tedavileri içeren kapsamlı iyileştirme hizmeti alan kronik ağrılı hastalarda, multidispliner yaklaşımın faydası bilimsel olarak kanıtlanmıştır. Bu altın standart yaklaşımda kronik ağrıya eşlik eden psikolojik etmenler mutlaka göz önünde bulundurulmalıdır. Ağrı uzmanı tarafından kronik ağrının değerlendirilmesi ve tanısı konduktan sonra ağrı fiziksel olarak tedavi edilirken aynı zamanda psikolojik etmenlerin de tedavi edilmesi için hasta mutlaka psikoterapi için yönlendirilmelidir. Psikoterapi, kronik ağrı için verilen farmakolojik tedavi ve girişimsel işlemle birlikte aynı anda yapılmalıdır. Burada ağrı için verilecek ilaçlar basamak tedavisi ile uygulanmalıdır. İlk önce aspirin, naproksen ve ibuprofen gibi opioid olmayan ilaçlar daha sonra kuvvet derecelerine göre morfin benzeri ilaçları kullanılmalıdır. Hastaların beklentisi göz önüne alınmalıdır. Ancak bu beklenti ağrının tamamen ortadan kaldırılması olmasa bile azaltılması, fiziksel işlevselliğin düzeltilmesi, duygu durum ve uyku bozukluklarının düzenlenmesi, aktif başa çıkma becerilerinin geliştirilmesi ve işe geri dönüşü içerir.”

“Aile fertleri de tedaviye dahil edilmeli”

Prof. Dr. Alıcı, en önemli temel yaklaşımın hastanın ağrısını kontrol edebileceği gerçeğini anlatmak olduğunu belirterek, “Psikoterapist tarafından hastaya bilişsel-davranışçı tedaviye erken dönemde başlanılmalıdır. Uygulanabilecek tedaviler, grup terapisi, psikososyal tedavi yöntemleri ve davranışsal yöntemler ve çeşitli psikotrop ilaçlardır. Bilişsel-davranışsal terapide olumsuz düşünceler ve ümitsizlik ortadan kaldırılır ve başa çıkma teknikleri öğretilir. Davranışsal yöntemlerde hastalara diyafram solunumu, progresif kas gevşetme, otojenik gevşeme, resim hayal etme ve düşünceyle gevşeme gibi çeşitli gevşeme stratejileri öğretilir. Ağrı ile ilgili duygusal semptomlar bilişsel-davranışçı grup terapisi ile hastaların ortak bazı problemleri çözülebilir. Kronik ağrı aile fertlerinin hepsini etkilediğinden tedavi programına dahil edilmelidir. Psikososyal tedavi yöntemleri hastanın sosyal ortamının düzenlenmesi, sosyal destek grupları oluşturulması, stresle baş etme yollarının gösterilmesi, uğraşı terapileri, ağrı konusunda hasta eğitimi ve egzersiz tedavisidir. Kronik ağrı tedavisinde psikotrop ilaçlardan antidepresanlar santral ve nöropatik ağrının değişik tiplerinde etkin olabilirler. 6-8 haftalık tedaviye rağmen yanıt alınamadığında ilave ilaç kullanmak gerekli olabilir. Pregabalin ve gabapentin gibi antikonvulzanlar da analjezik etkileri nedeniyle kullanılabilirler. Sonuç olarak; kronik ağrı tedavisinde multidisipliner tedavi yaklaşımı ile daha önce tedaviye dirençli kabul edilen hastaların bile ortalama olarak yarıya yakın kısmında önemli düzelmeler ortaya çıkartılabilmektedir. Multidisipliner tedavi ekibi içinde algolog, psikiyatrist, psikolog, nörolog, fizik tedavi uzmanı ve gerekli durumlarda ilgili diğer bilim dallarından uzmanlar bulunmalıdır. Psikiyatrist ve psikoloğun tedaviye katılması ve hastanın psikolojik durumunun tespiti; tedavi maliyetlerini, süresini, başarısını ve hastanın ve hastanın ailesinin yaşam kalitesini arttırıcı etki yapabilmektedir” ifadelerini kullandı.

Bunlar Da İlginizi Çekebilir
Ankara Öz İplik-İş Sendikası Genel Başkanı Ay: “İşçi hakları ve sürdürülebilirliği gündemine almayan firmalar risk altında” Tüm Dokuma, İplik, Trikotaj, Hazır Giyim, Konfeksiyon ve Deri İşçileri Sendikası (Öz İplik-İş) Genel Başkanı Rafi Ay, işçi hakları ve sürdürülebilirliği gündemine almayan firmaların risk altında olduğunu belirterek, “Ülkemizin kalkınması, sektörümüzün ayakta kalabilmesi için ihtiyaç duyan firmalara destek olmaya hazırız” dedi. Öz İplik-İş Sendikası Genel Başkanı Rafi Ay, Kurumsal Sürdürülebilirlik Durum Tespiti Direktifi’nin 24 Nisan’da Avrupa Parlamentosu tarafından kabul edilmesiyle beraber onaylanan direktifi ve sürdürülebilirlik konusunu değerlendirdi. Ay, Avrupa Birliği’nde faaliyet gösteren şirketlerle beraber Türkiye başta olmak üzere dünyanın birçok yerinde faaliyet gösteren şirketler için direktif uygulamalarının önemli olduğunu vurguladı. Sektördeki küresel manzaranın değiştiğine vurgu yapan Ay, “Ülkemizde sektörü ayakta tutmak için dönüşmek zorundayız. Bundan başka yol yok. Kurumsal sürdürülebilirlik direktifi, işçi haklarını ve sendikaların rolünü güçlendirerek sürdürülebilir bir iş dünyasının oluşturulmasına katkı sağlayacaktır. Çalışan hakları kapsamında, sendikal örgütlenme ve toplu pazarlık haklarının tanınması ve desteklenmesi hususu önem arz etmektedir” açıklamasında bulundu. “Sektörümüzün ayakta kalabilmesi için ihtiyaç duyan firmalara destek olmaya hazırız” Ay, doğrudan ve dolaylı iş ilişkileri de dahil olmak üzere şirketlerin kendi operasyonlarında, yan kuruluşlarında ve tedarik zincirlerinde geçerli olacak direktifin, Türkiye’de üretim yapan tekstil, hazır giyim ve deri sektöründe faaliyet gösteren birçok firmayı yakından ilgilendireceğini vurguladı. Ay, “Buradan sektörde örgütlü olduğumuz veya olmadığımız firmalara sesleniyoruz. Süreci yakından takip ediyoruz. Konuyla alakalı yeterli kapasite ve bilgi birikimine sahibiz. Bünyemizde kurduğumuz sürdürülebilirlik birimimiz mevcut. İşçimizin refahı, ülkemizin kalkınması, sektörümüzün ayakta kalabilmesi için ihtiyaç duyan firmalara destek olmaya hazırız” şeklinde konuştu. “Sektörde hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” Söz konusu direktiften çıkan sonuca da dikkati çeken Ay, “Tekstil, hazır giyim ve deri sektöründe küresel görünüm değişmiştir. Bildiğiniz gibi AB, karbon ve işçi haklarına yönelik ihlalleri ticaretin asli unsuru haline getirmiştir. Şimdi de görüyoruz ki imzalanan direktifle AB, firmaların üretim ve tedarik süreçlerinde çevresel ve sosyal haklara etkilerini önemsemeleri ve özen göstermeleri konusundaki hassasiyeti sağlamayı hedeflemektedir. Bu gelişmeler, ülkemize her yıl 20 milyar dolardan fazla net ihracat geliri sağlayan, doğrudan ve dolaylı 2 milyona yakın hanenin geçimini sağlayan, bir sektörde hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını göstermektedir” değerlendirmesinde bulundu. Öte yandan, Avrupa Konseyi tarafından onaylanan bir diğer önemli direktif ise Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetle Mücadeleye ilişkin direktif olarak öne çıktı. Öz İplik İş Sendikası Uluslararası İlişkiler Sekreteri Fulya Pınar Özcan ise yeni kurallar, toplumsal cinsiyete dayalı şiddeti önlemeyi ve başta kadınlar ve aile içi şiddet mağdurları olmak üzere mağdurları korumayı amaçlayan direktifi değerlendirdi. Direktifin sendikaların ya da sosyal ortakların güvenli iş yerlerine yönelik tedbirler alması için herhangi bir atıfta bulunmadığını söyleyen Özcan, “Direktif, işverenlere de kadın işçileri iş yerinde korumaları için gerekli bir yükümlülük getirmiyor. Uluslararası çalışma örgütünün iş yerlerinde şiddet ve tacizin önlenmesi sözleşmesinden (ILO C190) direktifte açıkça bahsedilmiyor. Ancak elbette eksik ve eleştirdiğimiz kısımlar olmasına rağmen direktif; Avrupa Birliği’ne üye devletlerin kadına yönelik şiddeti sona erdirmeye yönelik yasal yükümlülüklerini ve politikalarını yerine getirmeleri için atılmış önemli bir adımdır. Üye devletler, kadınların ve kız çocuklarının hayatlarını kurtarmak için bu kapsamlı kurallar dizisini uygulamaya koymalıdır” açıklamasında bulundu. Avrupa Parlamentosunun onayladığı direktiflerin iş dünyasının geleceği için önem arz ettiğinin altını çizen Öz İplik İş Sendikası Genel Başkanı Rafi Ay, Öz İplik İş olarak Kurumsal Sürdürülebilirlik Durum Tespiti Direktifi başta olmak üzere emek gücünü koruyan her türlü uygulamanın destekçisi ve takipçisi olacaklarını belirtti.
Zonguldak Aroması ve tadı ile Osmanlı Çileği tarlada alıcı buluyor Zonguldak’ın Ereğli ilçesinde kendine has aroması ve tadı ile ilgi gören Osmanlı Çileği, tarladan hasat edilmeden satılıyor. Kilosu 400 liraya satılan çileğin yaygınlaştırılması çalışmaları devam ediyor. Karadeniz Ereğli’de kestane toprağında yerli kara çilekle etkileşime girerek özgün bir çeşit olarak üretilen Osmanlı Çileği’nin yaygınlaştırılması çalışmaları sürüyor. Her yıl Mayıs ayında hasat edilen çilek, rengi ve aromasıyla tarlada alıcı buluyor. Osmanlı Çileğini Yaygınlaştırma ve Üreticiyi Koruma Derneği Başkanı Şaban Çetinkaya, kilosu 400 liradan satılan çileğin yurt dışından da yoğun talep olduğunu anlattı. Üçköyde kurum ve kuruluşların destekleriyle beş dönüm araziye kurulan Osmanlı Çileği Fide Üretim Merkezi’yle birlikte üründe artış yaşandığını aktaran Çetinkaya bu yıl 4 ton çilek hasat etmeyi hedeflediklerini aktardı. Çetinkaya, “Mayıs ayının ilk haftasındayız daha önceki dönemlerde bu kadar olgunlaşmamıştı. Yaptığımız çalışmalar artık kendini göstermeye başladı. Bölgemizde üretim geçtiğimiz yıllara nazaran en az ikiye katlandı. Çevredeki üretim sayısı hızla artıyor. Burada yapılan çalışmalar, halkın bilgilendirilmesi, Osmanlı çileğinin yeniden anlaşılmış olması bunda büyük etken. Dolayısıyla Osmanlı çileği için insanlar yeniden üretime başladılar. Ereğli Kaymakamlığımız, Osmanlı çileği ile ilgili çilek üreticileri kursları açmaya başladı. Bu da son derece önemli bir adım. Osmanlı Çileği’nin gelişimini sağlayabilmek için bu yıl kararlar aldık. Aldığımız karar da ürünün belli bir miktarını az da olsa ilçe halkına tattırmak için manav, pazarlara küçük ambalajlarla indirmeyi düşünüyoruz. Ereğli’de yaşayan insanlar daha fazla Osmanlı çileğine yabancı kalmasın, bu lezzete kavuşsun” ifadelerine yer verdi.