GÜNDEM - 26 Mayıs 2018 Cumartesi 11:18

Milli Eğitim Bakanı Yılmaz kürsüde duygusal anlar yaşadı

A
A
A
Milli Eğitim Bakanı Yılmaz kürsüde duygusal anlar yaşadı

Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz, iftar programında anlattığı Kudüs'te nöbet tutan son Osmanlı askeri Iğdırlı Onbaşı Hasan'ın hikayesinde gözyaşlarını tutamadı.

Bakan Yılmaz, Sivas'taki temasları kapsamında AK Parti Merkez İlçe Başkanlığı tarafından düzenlenen iftar programına katıldı. Sivas Belediye Başkanı Sami Aydın, AK Parti Sivas Milletvekili Adayı Semiha Ekinci, AK Parti İl Başkan Vekili Abdulkadir Demirel, AK Parti Merkez İlçe Başkanı Tarık Eminoğlu ve partililerin katıldığı programda Bakan Yılmaz katılımcılara Kudüs'te nöbet tutan son Osmanlı askeri Iğdırlı Onbaşı Hasan'ın hikayesini anlattı. Bakan Yılmaz hikayeyi anlatırken gözyaşlarını tutamadı. 

Gazeteci İhsan Bardakçı'nın kaleme aldığı ve Bakan Yılmaz'ın anlatırken gözyaşlarına boğulduğu hikaye ise şöyle: 

“Yıllar önceydi, sene 1972. O zamanlar genç bir gazeteciydim. Türkiye'den bazı siyasiler ve iş adamları İsrail'e resmi ziyarette bulunuyorlardı. Biz de gelişmeleri izlemek için oradaydık. Bir sıcak mayıs akşamıydı. Her ziyarette olduğu gibi sıradan bir işti anlayacağınız. Ziyaretin dördüncü günü bize tarihi ve turistik yerleri gezdirmeye başladılar, kafile olarak Mescid-i Aksa’ya vardık. Heyecanlanmıştım asırlık merdivenlerden yukarı çıkarken. Üstteki avluya 'on iki bin şamdanlı avlu' diyorlar. Yavuz Sultan Selim Han, Kudüs'e gelince bu avluda on iki bin şamdan mum yaktırmış. Koca Osmanlı ordusu yatsı namazını o mumların ışığında kılmış, adı oradan geliyor. Avlunun kenarında biri dikkatimi çekti. Doksan yaşlarında bir adam. Üzerinde kendinden daha yaşlı bir asker üniforması; her yanı yama içinde, hatta bazı yamaların bile tekrar yamanmış olduğu bir elbise. Asırlık ağaçların gövdesindeki halkalar misali yamaları yaşını göstermeye çalışıyordu sanki. Orada ayakta bekliyordu, sırtına zorla yapıştırılmış gibi duran hafif kamburu da olmasa dimdik duracaktı. İki metreye yakın boyu ile yaşlıydı ama bir o kadar da vakur. Şaşırmıştım. 'Acaba bu adam bu sıcakta güneş altında neden dikilip duruyor’ dedim içimden. Bizi gezdiren rehbere sordum; 'Ben kendimi bildim bileli her gün buraya gelir. Akşama kadar bekler. Ne kimseyi dinler, ne de kimseyle konuşur. Sadece bekler, delinin teki herhalde.' dedi. Bu yaşta bu sıcakta sebepsiz beklemeyeceğini biliyordum. Bembeyaz sakalının hafif titremesi rüzgardan mıydı, senelerin bedene yüklediği ağır yükten mi bilemedim. Kafasında eski bir kalpak, sanki kanatlanıp gidecek bir kumru misali bekliyordu. Konuşmakla konuşmamak arasında kararsız kaldım. Yanına yaklaştığımı fark etti, ama kımıldamadı. 'Selamün aleyküm baba.' dedim. Başını biraz bana doğru çevirdi, durakladı ve çatallanmış titrek bir sesle 'Aleyküm selam oğul.' dedi. 'Hayırdır baba sen kimsin, burada ne yapıyorsun?' dedim. 'Ben...' dedi titreyen bir sesle. 'Ben, Osmanlı Ordusu, Yirminci Kolordu, Otuz Altıncı Tabur, Sekizinci Bölük, On Birinci Ağır Makineli Tüfek Takımı Komutanı Onbaşı Hasan'ım' Sesinde titreme kalmamıştı. Genç bir askerin tekmil vermesi gibi tekrarladı: 'Ben Iğdırlı Onbaşı Hasan'ım. Bizim bölük Cihan Harbi'nde Kanal Cephesi'nden İngiliz'e saldırdı. Canım ordu Kanal'da yenildi. Artık geri çekilmek elzem idi. Ecdat yadigari topraklar bir bir elden gidiyordu. İngiliz, sonra Kudüs'e dayandı, şehri işgal etti. Biz de Kudüs'te artçı bölük olarak bırakıldık." dedi. 

Osmanlılar, İngiliz girinceye kadar geçen zaman içinde mübarek belde yağmalanmasın diye oraya bir artçı bölük bırakır. Eskiden bir kenti ele geçiren devlet, asayiş görevi yapan yenik ordu askerlerine esir muamelesi yapmazmış. Zaten İngilizler de Kudüs'ü işgal ettikleri zaman halk çok tepki göstermesin diye küçük bir Osmanlı birliğinin şehirde kalmasını istemişler. Sonra anlatmayı sürdürdü: 'Bizim artçı bölük elli üç neferdi. Mütarekeden (Mondros Ateşkesi) sonra ordunun terhis edildiği haberi geldi. Başımızda kolağamız (yüzbaşı) vardı. 'Aslanlarım, devletimiz müşkül vaziyettedir. Şanlı ordumuzu terhis ediyorlar, beni İstanbul'a çağırıyorlar. Gitmem gerek, gitmezsem mütareke emrini çiğnemiş, emre itaatsizlik etmiş olurum. İçinizden isteyen memleketine avdet edebilir, ama beni dinlerseniz sizden tek isteğim var: Kudüs bize Sultan Selim Han Hazretleri’nin yadigarıdır. Siz burada nöbeti sürdürün. Sonra halk 'Osmanlı da gitti, bundan sonra bizim halimiz nice olur' demesin. Fahri Kainat Efendimiz’in ilk kıblesini Osmanlı da terk ederse gâvura bayramdır. Siz, İslam’ın şerefini, Osmanlı’nın şanını ayaklar altına aldırmayın.' dedi. 

Bölüğümüz Kudüs'te kaldı. Sonra upuzun yıllar bir anda bitiverdi. Bölükteki kardeşler teker teker Cenab-ı Hakk’ın rahmetine kavuştu. Düşman değil de yıllar biçti geçti bizi. Bir ben kaldım buralarda. Bir ben, koca Kudüs’te bir Onbaşı Hasan." dedi. Alnından akan ter, gözyaşına karışıyor, kırış kırış olmuş yüzünde kendi yol bulup akıyordu. Konuşmaya devam etti: 'Sana bir emanet var oğul, nice yıldır saklarım. Emaneti yerine teslim eden mi?” dedi. ‘Elbette’ dedim. Sanki Türkiye’ye haber göndermek için birini bekliyordu. 

“Anadolu’ya vardığında yolun Tokat sancağına düşerse Mescid-i Aksa’ya beni nöbetçi bırakıp burayı bana emanet eden kolağam Mustafa Kumandanımın yanına git. Ellerinden benim için öp ve de ki: ‘Kudüs’ü bekleyen 11. Makineli Takım Komutanı Iğdırlı Onbaşı Hasan o günden bu yana bıraktığın yerde nöbetinin başındadır. Nöbetini terk etmedi, tekmili tamamdır hayır dualarınızı beklemektedir kumandanım.’ de.” ‘
Tamam’, dedim. Bir yandan göz yaşlarımı gizlemeye, öte yandan dediklerini not almaya çalışıyordum. Nasırlı ellerine sarıldım sonra öptüm öptüm. ‘Allah’a emanet ol baba’ dedim. “Sağ olasın oğul. Bizim için dünya gözü ile o mübarek Anadolu’yu görmek mümkün değil. Var sen selam götür tanıdık tanımadık herkese.” dedi. Kafileye geri döndüm, sanki bütün tarihimiz kitaplardan canlanmış da karşıma çıkmıştı. Rehbere durumu anlattım, inanamadı. Adresimi verdim, bu askeri takip etmesini, bir şey olursa bana mutlaka haber etmesini istedim. 

Türkiye’ye gelince verdiğim sözü yerine getirmek için Tokat’a gittim. Askeri kayıtlardan Kolağası Mustafa Efendi’nin izini buldum. Vefat edeli yıllar olmuştu. Sözümü yerine getirememiştim. Ardından seneler birbirini kovaladı. 1982’de bir gün ajansa geldiğimde bir telgrafım olduğunu söylediler. Rehberden gelen bir tek cümle yazılıydı: “Mescid-i Aksa’yı bekleyen son Osmanlı askeri bugün öldü."  

Uğur Yiğit - Onur Erden
 

Bunlar Da İlginizi Çekebilir
Nevşehir Tarihte Nevşehirli 25 alim olduğu ortaya çıktı Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi öncülüğünde yapılan bir araştırmada Nevşehirli 25 alimin olduğu ortaya çıktı. Yapılan araştırmada Nevşehirli âlimlerin edebiyat, İslam felsefesi, felsefe, din, filoloji, hadis, ahlak, siyaset, itikat, mantık, tefsir, tıp ve hukuk alanından oldukları belirtildi. Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, Nevşehir Valiliği, Nevşehir Belediyesi, Nevşehir İl Milli Eğitim Müdürlüğü, Nevşehir İl Müftülüğü, Nevşehir İli Hayırlı Hizmetler Kültür ve Dayanışma Vakfı ve İlim Yayma Cemiyeti iş birliğiyle ‘Nevşehirli Âlimler Sempozyumu’ düzenlendi. NEVÜ Vali Şinasi Kuş Kültür ve Kongre Merkezi’nde düzenlenen sempozyumun açılışına; Nevşehir Vali Yardımcısı Hüseyin Çam, NEVÜ Rektör Yardımcıları Prof. Dr. Şahlan Öztürk ve Prof. Dr. Özlem Fındık, Nevşehir’in Kozaklı İlçe Kaymakamı Yasin Gürkan, Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanı Prof. Dr. Ferruh Özpilavcı, Nevşehir Ticaret Borsası Başkanı İbrahim Salaş, Rektör Danışmanı Prof. Dr. Adem Çatak, İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Zülfikar Durmuş, Fen Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ensar Çetin, Diş Hekimliği Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Bayram Deviren, Spor Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Selçuk Akpınar, Nevşehir İli Hayırlı Hizmetler Kültür ve Dayanışma Vakfı Başkanı Ahmet Avlanmaz, İlim Yayma Cemiyeti Nevşehir Şube Başkanı Mustafa Özdemir, protokol üyeleri, Türkiye’nin farklı üniversitelerinden akademisyenler, araştırmacılar, davetliler, NEVÜ akademik ve idari personeli ile öğrenciler katıldı. Prof. Dr. Zülfikar Durmuş tarihte değişik medeniyetlere ev sahipliği yapmış, aynı zamanda pek çok ilim adamını yetiştiren kadim bir Anadolu şehri olan Nevşehir’de üniversitenin öğretim elemanları tarafından yapılan araştırmalarda vefat etmiş ve eserleri bulunan 25 aliminin olduğunu tespit ettiklerini söyledi. Durmuş konuşmasında; “Nevşehir ili birçok medeniyete ev sahipliği yapmış Allah’ın bir lütfu olarak doğa harikası bir yerleşim yeri. Bu şehir aynı zamanda ilim ve irfanın da merkezlerinden biri. Üniversitemizin de ismini aldığı Hûnkar Hacıbektaş Veli’nin burada oluşu da bulun en önemli göstergelerinden biridir. Nevşehir 14. yüzyıldan itibaren medreselere ev sahipliği yapmış ve pek çok ilim adamının yetiştiği bir Anadolu şehri. Ürgüp’te bulunan Taşkınpaşa Medresesi’yle beraber Karamanoğulları döneminde burada medrese eğitimi başlamış. Süreç içinde inşa edilen medreselerle beraber ve özellikle Damat İbrahim Paşa’nın 18. yüzyılın başlarında şehri birçok yeni medreseyle donatmasıyla beraber Lale Devri’nden sonraki Süreçte Osmanlı Devleti’nin Orta Anadolu’daki önemli ilim merkezlerinden biri haline gelmiştir. Kronolojik olarak baktığımızda Lale Devri’nin ardından alimlerin ve kaleme alınan eserlerin sayısında ciddi bir artış olduğu gözlemledik. Bu durum ilgili alimlerin ve eserlerin ortaya çıkarılması, ayrıca akademi ve ilim dünyasına tanıtılmasını gerekli kılmıştır. Üniversitemizin İlahiyat Fakültesi öğretim elemanları tarafından da ilgili alimleri ve eserlerini ilim dünyasına tanıtmak gayesiyle araştırmalar yapıldı. Vefat etmiş ve aynı zamanda eserleri olan alimleri esas aldığımız araştırmalar neticesinde Nevşehir’de 25 alimin ismine ulaştık. Bunlar üniversitemize ismini de veren Hûnkar Hacıbektaş Veli başta olmak üzere; Hoca Gülşehir, Çelebizade Hazim Ahmed Efendi, Çelebizade İsmail Asım Efendi, Ca’fer bin Muhammed bin Ca’fer Avanos, Çelebizade Mehmed Efendi, Süleyman b. Hasan, Mehmed Hadim Nevşehri, Ömer b. Osman en-Nevşehri, Reşid Ahmed Efendi, Ürgüplü Hacı Hafız Hüseyin b. Osman, Damat İbrahim Paşa, Şeyhülislâm Ürgüplü Mustafa Hayri Efendi, Mehmed Hilmi Efendi, Mustafa Kazım Efedi, Seyyid Muhammed Çelebi, Mehmed Tahir Efendi, Süleyman Hayri Bey, Abdülkadir Saynaç, Sıyamzade Hasan Hamdi, Ürgüplü Ahmed Refik Altınay, Osman Yılmaz (Vaiz Osman), Zeki Soyak, Mustafa Şekip Tunç ve Mehmed Şerafettin Yaltkaya’dır” dedi. Nevşehir’in tarih boyunca pek çok alimin, hikmetin ve irfanın yetiştiği bir şehir olduğuna vurgu yapan NEVÜ Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Özlem Fındık, "Anadolu irfanın büyük erenlerinden, hoşgörünün, iyiliğin ve kardeşliğin yol göstericisi Hûnkar Hacıbektaş Veli’nin ismini de alan üniversite olarak öncelikle böylesi bir etkinliği düzenlemekten ve ev sahipliği yapmaktan duyduğumuz memnuniyeti belirtmek istiyorum. Nevşehir tarih boyunca pek çok alimin, hikmetin ve irfanın yetiştiği bir şehir olmuştur. Bu topraklar, bilginin ve hikmetin bahçesidir. Bu sempozyum da bu mirası yaşatmak ve gelecek nesillere aktarmak için önemli bir fırsat oluşturmaktadır. Alimlerimizin öncülüğünde, gençlerimize ilham olmak ve onları aydınlatmak için buradayız. Bilgi bir ışıktır ve bu ışığı yakan, taşıyan ve paylaşan her biriniz, bu sempozyumun gerçek anlamını oluşturuyorsunuz" diye konuştu. Nevşehir Vali Yardımcısı Hüseyin Çam ise ; “Yunus Emre’nin deyimiyle ’İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir. Sen kendini bilmezsin, ya nice okumaktır’. Özellikle ismiyle müsemma olan Hacı Bektaş Veli Üniversitemizde böyle bir etkinliğin yapılıyor olmazı ayrıca onur ve gurur vericidir. Bu anlamda bu sempozyumumuzun hayırlara vesile olmasını temenni ediyorum” diye konuştu.