EKONOMİ - 11 Ekim 2018 Perşembe 11:18

Prof. Dr. Cemal Yükselen: 'Çıkış yolu Aile Anayasası'nda'

A
A
A
Prof. Dr. Cemal Yükselen: 'Çıkış yolu Aile Anayasası'nda'

Prof. Dr. Cemal Yükselen, aile şirketlerinin sıkıntılı dönemleri 'Aile Anayasası'yla alınabilecek kararlarla atlatılabileceğini açıkladı. Prof. Dr. Yükselen, aile işletmelerinin en temel sorunlarının sürdürülebilirlik olduğuna dikkat çekti.

Türkiye'de şirketler için aile anayasası danışmanlığı konusunda önde gelen isimlerden Prof. Dr. Cemal Yükselen, 'Aile Anayasası'nın şirketler için önemine vurgu yaptı. İçinden geçtiğimiz dönemin çetin olduğunu ifade eden Prof. Dr. Yükselen, şirketlerde sürdürülebilirliğin, kurumsallaşmanın ve ortaklığın önemine değindi. 

Prof. Dr. Yükselen, aile şirketleri için çıkış yolunun Aile Anayasası'ndan geçtiğinin altını çizdi. Aile İşletmelerinde Kurumsal Yönetim ve Aile Anayasası kitabında önemli tespitlerde bulunan Prof. Dr. Yükselen, aile şirketlerini nasıl yönetilmesi hakkında açıklamalarda bulundu.

''Bugün aile şirketleri ülkemizde GSMH'nin en az yüzde 75’ini ve Türkiye istihdamının da yüzde 85’ini sağlıyor''
Aile işletmelerinin bugünlerdeki sıkıntılı durumunu değerlendiren Prof. Dr. Cemal Yükselen, ''Türkiye'deki girişimlerin yüzde 98'inin aile şirketi olduğunu, bu aile şirketlerinin istihdamdaki payının yüzde 75, Gayrisafi yurt içi hasıladaki (GSYİH) payının yüzde 85 olduğunu düşünürsek bu işletmeler, Türk ekonomisi açısından son derece önemli. Çünkü bu işletmeler bulundukları bölgenin ekonomik ve sosyal denge unsurları. Etraflarına verdikleri katkılar; müşterileriyle, tedarikçileriyle, paydaşlarıyla ve sosyal olarak o bölgeye yaptıkları katkılarıyla son derece önemli işletmeler. Aile işletmeleri bu kadar büyük rakamsal özelliklerle önem taşırken, birde böyle sıkıntılı dönemlerle karşılaşıldığında, ellerinde olmayan nedenler ya da kendi dinamiklerinden kaynaklanan sorunlar gündeme geldiğinde bu şirketlerin yok olması ülke ekonomisi açısından son derece sıkıntılı. Gelişmişlik düzeyi ne olursa olsun ülke ekonomilerini ayakta tutan aile şirketleri. Bu tüm dünyada böyledir. Kendi kontrolleri dışında yaşanan birtakım sıkıntılar, bu sıkıntıların oluşturduğu zorluklar bir bakıma bu işletmelerinin kırılganlıklarından dolayı daha çok etkili oluyor. Kurumsal yapıya kavuşamamış olmalarından da kaynaklanıyor. Bunların hepsini birleştirdiğimizde şuan içinde bulunduğumuz dönem ve yakın gelecek aile işletmeleri açısından hepimizin; bilim insanı, danışman, reel ekonomist kimliği ve devlet olarak bu işletmelere odaklanmamız ve açılım sağlamamız gerektiğini ortaya koyuyor'' dedi.

''Aileyi yaşat ki şirket yaşasın''
Şeyh Edibali’nin ünlü sözünü şirketler için uyarlayan Prof. Dr. Yükselen, şirketlerin türlü zorluklar ile ve büyük fedakarlıklar sonucu kurulan değerler olduğunu; fakat bin bir zorlukla kurulan bu işletmelerin aile içindeki anlaşmazlıklar ve çatışmalar nedeniyle bir çırpıda dağılmasının içinde yaşadığımız dönemin en önemli problemlerinden biri olduğunu belirti. 

Prof. Dr. Yükselen, şirketlerin yaşam süreçlerinde en önemli hatalardan birinin, şirketin, aile için var olduğu düşüncesinden hareketle aileye hizmet eden konumda tutulması olduğunu, oysa ailenin şirkete hizmet etmesi gerektiği düşüncesinin önem taşıdığını belirterek, aile ile şirket ilişkilerinin mutlaka kurumsallaştırılmasının sürdürülebilirlik için şart olduğunu vurguladı. 

Prof. Dr. Yükselen, ''Bu nedenle öncelikle şirketlerin çok güçlü aile anayasalarının olması gerekir ve bu anayasa ailelerin ve şirketlerin kuşaklar boyunca yaşaması için bir zorunluluktur'' dedi.

''Aile işletmelerinin en temel sorunları sürdürülebilirlik''
Aile şirketlerindeki sürdürülebilirlik sorununa dikkat çeken Prof. Dr. Yükselen, ''Aile Anayasası'nın üstlendiği bir rol var; aile işletmelerinin en temel sorunları sürdürülebilirlik. Bütün dünyada ikinci kuşağa yüzde 30, üçüncü kuşağa yüze 10, dördüncü kuşağa yüzde 3 civarında bir devir söz konusuysa bu devir oranı çok kötü. Ülkemizden de TÜİK rakamları verecek olursak; 2015'de kurulan şirketlerin sadece yüzde 83'ü 2016'da kalmış. 1 yılda yüzde 17'si kapanmış. 2017 TOBB'un istatistikleri var; 2017'de, 2016'ya göre kurulan şirket sayısındaki artış yüzde 14,38 ama kapananların oranı da bir önceki yıla göre yüzde 22,46. Tablo böyleyken, buradaki temel sorun bu şirketlerin sürdürülebilirliğidir. Musluktan su akarken, yani gelir düzenli gelirken, aile içi ya da işletme içi hiçbir sorun dikkate alınmıyor. Ne zaman bir sıkıntı yaşanıyor, o zaman herkes eteğindeki taşları döküyor. O zaman karşımıza ciddi bir problem olarak çıkıyor. Devlet ve ekonominin önderleri olarak bu işletmelerin sorunlarına odaklanmamız ve yönlendirici politikalarla bir şekilde sürdürülebilirlik problemini çözmelerini, bu sıkıntılı dönemi aşmalarını ve daha güçlü olabilmelerini sağlamamız lazım'' şeklinde konuştu.

''Aile Anayasası, aile ile şirket arasındaki ilişkileri düzenleyen bir plan ve sözleşme''
Şirketlerde kurumsallaşmanın önemine vurgu yapan Prof. Dr. Yükselen, "90'lı yıllarda dünyada bir şirketin ortalama ömrü 20-25 yıl. 2000'li yıllara girdiğimizde şirketlerin ömrünün ortalaması 15 yıl. 2010 yılından beri şirketlerin ortalama ömrünü 8-10 yıl kabul ediyoruz. Şuan Türkiye'de de birinci kuşağın başında olduğu şirket oranı yüzde 67. Böyle baktığınız zaman aslında çanlar çalıyor. Eğer o aile şirketi kurumsallaşmayı kabullense, bunu hedef olarak almış olsaydı ne olacaktı? Kurumsallaşma 2 şey yapıyor; aile ile şirket arasındaki ilişkileri düzenliyor, bu 'Aile Anayasası'. Birde şirketin kendi içinde kurumsallaşması var. Bir şirkette kurumsallaşma; tanımlanmış kurallar ve ilkelerle o şirketi yönetmek, denetlemek ve izlemek. Aile ile şirket ilişkileri var. Aile şöyle bakıyor; şirket bana hizmet etmeli. Ürettiği her para, yaptığı her şey bana gelmeli. Bu durum şirketlerin sonudur. Şunu kabul etmek zorundayız; aile, şirkete hizmet etmek durumunda. İşte 'Aile Anayasası', aile ile şirket arasındaki ilişkileri düzenleyen bir plan ve sözleşme. Bütün tarafların uzlaşma kültürü içinde ileride doğabilecek herhangi bir sorun karşısında ne gibi çözümler olabileceğini önceden belirleyerek önleyici tedbirler almış olacaklar'' açıklamalarında bulundu.

Prof. Dr. Yükselen, sözlerine şöyle devam etti: ''Şu anda yaşanan sıkıntılardan etkilenmesinin en önemli sebebi şu; aile şirketlerinin çok büyük kısmının borç-öz sermaye dengesinin bozuk olması. Borçları öz sermayelerinden çok daha yüksek. Örneğin; 10 liralık öz sermaye var, 20 liralık borç var. Kredilerle büyüme ve kredilerle yatırım var. Buda riski getiriyor. Böyle bir yapıyla sıkıntılı dönem yaşayan aile işletmelerinde ortaklar, ortak olmayan aile üyeleri, aralarında ciddi anlaşmazlıklar yaşamaya başlıyorlar. Oysa aile anayasası olan şirket, hangi durumlarda nasıl hareket edeceğini, yatırımları, büyüme modellerini nasıl gerçekleştireceğini ortak akılla belirler ve uygular. Aile anayasası, aileye ve işletmeye bu kültürü kazandırmış oluyor.

Hindistan'da neredeyse bütün şirketlerin Aile Anayasası olduğu bilgisini veren Prof. Dr. Yükselen,''Yüzlerce yıl önce 'Aile Anayasası'nı yazmışmış işletmeler var. Japonya'nın otomobil üretimini yüzde 20'sini, giyim üretiminin yüzde 15'ini elinde bulunduran Mitsui ailesinin, 'Aile Anayasası' 1800 yılında yazılmış. Fransa'da büyük bir perakendecinin 100 yıllık Aile Anayasası var. İtalyan KOBİ'lerinin 1/3'ünün Aile Anayasası var. Bu konuda uzun ömrü olan şirketlere sahip ülkelerin başında Japonya, İtalya ve ABD geliyor. Bu şirketleri incelediğimizde bir 'Aile Anayasası' olduğunu görüyoruz'' dedi.  

Adem Gürer

Bunlar Da İlginizi Çekebilir
İstanbul Bakan Ersoy, Yunan mevkidaşı ile "Romeo ve Juliet" oyununu izledi Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy ile Yunanistan Kültür Bakanı Lina Mendoni, William Shakespeare’in unutulmaz eseri "Romeo ve Juliet" oyununun Atatürk Kültür Merkezi’ndeki (AKM) gösteriminde bir araya geldi. Oyun, Türkiye’den Devlet Tiyatroları ve Yunanistan’dan Atina Konser Salonu Megaron ve Yorgos Lykiardopoulos kültürel organizasyonu Lykofos ortak projesiyle Ege’nin her iki yakasında tiyatro severlerle buluşuyor. Yunanistan ve Türkiye’den sanat kurumları ile sanatçıları bir araya getiren proje, iki ulus arasında köprü kurmayı hedefliyor. Dün İstanbul’da ilk gösterimi yapılan ve 28 Nisan’a kadar sahnelenmeye devam edecek esere ilişkin AKM’de gerçekleştirilen basın toplantısında Bakan Mehmet Ersoy, Bakan Lina Mendoni ile verimli bir görüşme gerçekleştirdiklerini ve değerlendirmelerde bulunduklarını söyledi. Basın toplantısında konuşan Bakan Ersoy, "Bugün değerli mevkidaşım, Yunanistan Kültür Bakanı Sayın Lina Mendoni ve beraberindeki heyeti misafir ettik. Verimli bir görüşme gerçekleştirdik; değerlendirmelerde bulunduk. Şimdi ise çok güzel bir sanat birlikteliği vesilesiyle buradayız. Devlet Tiyatrolarımız ile Pire Belediye Tiyatrosunun ortak bir proje çerçevesinde sahneye koyduğu Romeo ve Juliet oyununun İstanbul galasını izleyeceğiz” dedi. "Sanatın evrenselliği insanlık için daima ortak bir çatı olmuş; en güzel, en anlamlı birlikteliklere ev sahipliği yapmıştır" diyen Ersoy, sözlerine şöyle devam etti: “Bizler de buna sahip çıkmanın, katkı ve değer sunmanın gayretindeyiz. İnanıyorum ki bu proje sadece bir başlangıç olacak, önümüzdeki dönemlerde sanatın diğer alanlarına da yayılacaktır. Romeo ve Juliet, Shakespeare’in eşsiz kaleminden çıkmış ölümsüz bir klasik. Bizler ise bu eseri, sanatçılarımızın kendi kültürel ve tarihsel geçmişlerinden ilham alarak yeniden yorumladıkları bir temsille sahneye taşıyoruz. Oyundaki aileler kendi aralarında anadillerinde konuşurken bir araya geldiklerinde, bildikleri tek ortak dil olan İngilizce ile iletişim kuracaklar. Bu yaklaşım, farklı dillerin ve kültürlerin etkileşimiyle insan doğasının derinliklerine inerek evrensel duyguları keşfetmeyi amaçlamaktadır. Esere günümüz dünyasından açılan bu çağdaş bakış açısı ve yeni yorum vesilesiyle Türkiye ve Yunanistan’ın köklü kültürel mirasını da bir araya getirmiş ve iki ülke arasında derinleşen kültürel diyaloğu sembolize etmiş olacağız. Provalar 18 Şubat’ta, Yunanistan’da başlamıştı. Yönetmen Lefteris Giovanidis’in rejisiyle sahneye taşınan eser, Türkiye’de sanatseverlerle buluşmasının ardından Mayıs ayında, Atina’da perdelerini açacak ve iki ülkede toplamda 13 temsil gerçekleştirilecek. Ayrıca 17-27 Mayıs 2024 tarihleri arasında, Antalya’da düzenlenecek olan 14’üncü ‘Devlet Tiyatroları Antalya Uluslararası Tiyatro Festivali’nde yer almasını da planlıyoruz. Yine yaz aylarında ve önümüzdeki tiyatro sezonunda Türkiye’nin ve Yunanistan’ın farklı şehirlerinde sahnelenmesi, Avrupa’daki prestijli tiyatro festivallerine katılımı söz konusu olacak. Türkiye ve Yunanistan arasındaki kültürel ilişkilerin geliştirilerek daha ileri boyuta taşınması adına bundan sonra da Yunanistan’ın ilgili kurum ve kuruluşlarıyla eşgüdüm ve iş birliği içerisinde çalışmaktan memnuniyet duyacağımızı ifade etmek isterim. Sayın Bakan’a, Pire Belediye Tiyatrosunun ve Devlet Tiyatrolarımızın çok değerli sanatçılarına ve Sayın Lefteris Giovanidisi’in şahsında, sahne arkasında bu esere emek veren bütün ekibe teşekkür ediyorum. Sanatseverleri bu özgün ve özel temsili izlemeye davet ediyor, hepinize saygılar sunuyorum” dedi. Yunanistan Kültür Bakanı Lina Mendoni ise eserin sahneye konulma sürecinden bahsederek, Türk- Yunan ilişkileri bakımından oyunun İstanbul’da izleyicilerle buluşmasından dolayı mutluluk duyduklarını ifade etti. Romeo ve Juliet’in en güzel aşk hikayesi, aynı zamanda da bir drama olduğunu belirten Mendoni, "Bu oyun bir başlangıç olabilir. İki toplumun kültürel bağlarımızı daha da yüksek hale getirebiliriz. Sadece devlet düzeyinde değil, özel kuruluşlar arasında da ortak projelerin ve ikili işbirliklerinin olduğunu öğrenmekten mutluluk duyuyoruz. Yakın zamanda sizleri Atina’ya 16 Mayıs’ta sahnelenecek oyuna da bekliyorum. Eminim oyun, Atina’da da çok iyi karşılanacak" diye konuştu. Bakan Ersoy ve Mendoni, ortak basın toplantısının ardından AKM Tiyatro Salonu’nda sahne alan "Romeo ve Juliet" oyununu birlikte takip etti.