SAĞLIK - 16 Mayıs 2016 Pazartesi 15:10

Prof. Dr. Mehmet Vural'dan çapıcı aşı açıklaması

A
A
A
Prof. Dr. Mehmet Vural'dan çapıcı aşı açıklaması

Türk Pediatri Kurumu Başkanı Prof.Dr. Mehmet Vural, Türkiye’deki bebeklere yapılan aşıların yargıya taşınması ile ilgili olarak, "Aşıların yapılması gerekiyor, aşılar sadece kişinin çocuğunu değil toplumu da koruyor. Siz aşı ile hastalık riskini azaltırken, etrafa bulaştırmayı da önlüyorsunuz. TPK olarak aşılamanın arkasındayız. Aşılanma çocukların hakkıdır ve bu hak ellerinden alınmamalıdır” dedi.

Türk Pediatri Kurumu (TPK) tarafından, ’Çocuk ve Çevre’ temasıyla düzenlenen 52. Türk Pediatri Kongresi bin 300 kişinin katılımıyla Antalya’nın Kemer İlçesi Beldibi Turizm Merkezi’ndeki bir otelde başladı.
Türk Pediatri Kurumu Başkanı İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Prof. Dr. Mehmet Vural, Türkiye’de 15 senedir sağlıkta bir değişim yaşandığını aktararak, genel sağlık sigortası kapsamına giren nüfusun arttığını ve koruyucu hekimlik işlevlerinin aile hekimlerine yüklendiğini savundu.  Sağlık hizmetlerinin bir özel sektör mantığıyla performans sistemine oturtulduğunu kaydeden Prof. Dr. Vural, sağlık endekslerinde yaşlı nüfus artarken, genç nüfusun hala çok yüksek düzeylerde olduğunu belirtti.  Türkiye’nin nüfusunun yüzde 30’ unun 18 yaş altında olduğunu işaret eden Prof. Dr Vural,“Son verilere göre yaşam beklentisi (bugün doğan bir yeni doğanın yaşaması beklenen süre) kadınlarda 79 erkeklerde 72 yaştır. Geçmiş yıllara kıyasla insanlarımızın yaşam süreleri uzamaktadır. Öte yandan süt çocuğu mortalitesi (1 yaş altı ölüm oranları), tüm dünyadaki düşüşlere eş olarak ülkemizde de önemli derecede azalmıştır. 10 sene önce her bin yeni doğan bebekten 32’ si 1 yaşını görmeden ölmekteyken, bugün bu oran, Sağlık Bakanlığı’nın verilerine göre 10,8’ e düşmüştür. Bu verilerin geçerliliği ile ilgili bir takım tartışmalar da yaşanmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) bu sayıyı binde 16,5 olarak vermektedir. Avrupa için ise bu rakam Fransa’da 4,4, Yunanistan’da 6,9 dur” diye konuştu.

“ HER 10 BİN KİŞİYE 26 HASTANE YATAĞI”
Son yıllarda sağlık hizmetlerine ulaşımda büyük bir kolaylık sağlandığına değinen Prof.Dr. Vural, “ Sağlık Bakanlığı’nın yayınladığı verilere göre son 10 yılda ülkemizdeki hastane sayısı yüzde 10, hastane yatağı sayısı yüzde 25 artış gösterdi. Bu dönemdeki nüfusumuzun yüzde 5 arttığını göz önüne alırsak, göreceli olarak yataklı sağlık hizmetlerinde sayısal bir düzelme sağlandı. Tüm bu ilerlemelere rağmen ülkemizde her 10 bin kişiye 26 hastane yatağı düşerken Avrupa’da bu rakam 53’tür. Yani hastane hizmetleri açısından hala Avrupa’nın gerisindeyiz” ifadelerine yer verdi.

“ÜLKEMİZDE ÇOK DÜŞÜK”
Prof.Dr. Vural şöyle konuştu: “ Ayaktan verilen hizmetlerde de bir artış sağlanmıştır son senelerde. 2000 yılının başlarında kişi başına yıllık ortalama 2,2 doktor muayenesi yapılırken, şimdilerde kişi başına yıllık ortalama 8,2 doktor muayenesi için müracaat yapılıyor. Yani halkımız ortalama 4 kez daha fazla doktora başvurmaktadır. Bu sayı OECD ülkelerinde 6,7’iken Finlandiya’da 2,7’dir. Tabi doktor müracaatlarında bu düzeyde bir artış yaşanırken, ülkemizdeki toplam doktor sayısı hala çok düşük düzeylerdedir. Ülkemizde her yüz bin kişiye 174 doktor düşerken bu sayı Avrupa birliğinde 325’tir. Bu da bir hasta muayenesinin birkaç dakikada sonlandırılması durumunu ortaya çıkarıyor.”

“TIP FAKÜLTESİ SAYISI ARTTI”
Türkiye’de doktor açığını kapatabilmek için tıp fakülteleri sayısında büyük bir artış yaşandığını vurgulayan Prof.Dr. Vural, “1990 yılında ülkemizde 25 tıp fakültesi bulunurken, günümüzde bu sayı 74’e yükselmiştir. Tıp fakültesi zenginliği açısından dünyada 5. sırada yer almaktayız. Bu sayının İngiltere’de 32, Almanya’da 36 olduğunu göz önüne alırsak, sahip olduğumuz tıp fakültesi sayısının ne kadar yüksek olduğunu daha iyi anlayabiliriz. Tabii eğitim kurumlarının sayısında yaşanan böylesine önemli artışlar, beraberinde buralarda verilen eğitimin kalitesi ile ilgili soru işaretleri de ortaya çıkarmıştır”dedi.

“SAĞLIKLI GEBELİK”
Sağlıklı bir çocuk için en önemli faktörün sağlıklı bir anne ve sağlıklı bir gebelik olduğunu vurgulayan Prof.Dr. Vural, “ Oysa hala çok sayıda genç kızımız ergenlik döneminde evlenmekte ve anne olmaktadır. Son 20 sene içinde ergen anne oranımız yarı yarıya azalmış olsa da 2013 senesinde her 100 ergen genç kızın (15-19 yaş arası) 5’ i anne olmaktadır. Bu da beraberinde hem psikolojik, hem de fizyolojik olarak annelik görevine hazır olmayan -henüz çocuk olan- anneler ve onların bebekleri ile ilgili sağlık problemlerini ortaya çıkarıyor. Ülkemizin kadınlarının doğurganlık sayısında (yani kadın başına düşen ortalama canlı doğum) da bir azalma gözlenmektedir. Bu sayı 60’ lı yıllarda 6 iken günümüzde 2,3 e düşmüştür (Batı bölgeleri 1,9; Doğu bölgeleri 3,4). Aslında bu sayı, bir ülke nüfusunun azalmaması ve yenilenebilmesi için gerekli olan 2,1 doğurganlık sayısına çok yakındır. Bu sayı Almanya’da 1,2 , İtalya’da 1,4 tür. Ülkemizin ulaştığı 2,3 lük doğurganlık sayısı, nüfusun azalmaması açısından ideal gözükse de bölgeler arası farklılık burada önem kazanmakta ve düzeltilmesi gerekmektedir” ifadelerine yer verdi.

“GEBELİK TAKİBİ”
Gebelik takibinin sağlıklı bir anne için önemli olduğunun altını çizen Prof. Dr. Vural,“ Yeterli derecede takip edilen gebelik (gebelik sırasında 4 kereden daha fazla muayene olunması) oranı 1990 başlarında yüzde 36’lardan, günümüzde yüzde 89’lara çıktı. Yine aynı tarihler arasında sağlık kurumlarında yapılan doğum oranları yüzde 60’lardan yüzde 97’ye çıktı. Bu artışlar hem anne hem de bebek sağlığı açısından çok büyük önem taşımakta ve çok olumlu gelişmelerdir” diye konuştu.

“SEZARYEN YÜZDE 20’YE İNDİRİLMELİ”
Anne ve bebek sağlığını kötü yönde etkileyen yeni bir olgunun sezeryen doğum olduğunu vurgulayan Prof.Dr. Vural, “ Günümüzde doğumların yüzde 50’ si sezaryen ile yapılmaktadır. Sadece 15 sene önce bu oranın yüzde 20 olduğunu düşünürsek, bu artışın ne kadar hızlı ve ne kadar gereksiz olduğunu da bir kez daha fark etmiş oluruz. Tabii ki sezaryen doğumun gerekli olduğu tıbbi durumlar vardır ve hem anne hem de bebek için hayat kurtarıcı olur. Ancak bu gereklilik genellikle doğumların yüzde 15’ i olarak kabul edilmektedir. Ülkemizdeki doğumların çok büyük bir kısmı gereksiz bir şekilde sezaryen ile gerçekleştiriliyor. Oysa bu doğum şekli hem anne hem de bebek için gereksiz bir takım tıbbi sorunlar ortaya çıkarmakta hem de gereksiz hastane yatışları ve tedavilere sebep olmaktadır” dedi. Prof.Dr. Vural, Türkiye’de sezaryenle doğum oranının yüzde 20’lere geri çekilmesini vurguladı.

“SEZARYENİ POLİSİYE ÖNLEMEZ”
Normal doğum oranlarının arttırılıp, sezaryen doğum oranlarının azaltılması gerektiğini işaret eden Prof. Dr.Vural,“Ancak bunun bir dönem denendiği gibi polisiye yöntemlerle değil de annelerin bilinçlendirilmesiyle yapılması gerekmektedir. Annelerden normal doğum yönünde bir talep ortaya çıkmadan, bu oranların düzeltilmesi mümkün olmayacaktır” dedi.

“ANNE İLK DAKİKALARDA BEBEĞİNİ EMZİRMELİ”
Bebeklerde emzirmenin önemine de değinen Prof.Dr. Vural, “ Sağlıklı bir süt çocuğu (1 yaş altı dönem) ve yine ileri yıllarda sağlıklı bir çocukluk için çok büyük önem taşımaktadır. Annenin bebeği emzirmesi daha ilk dakikalar içinde olmalı ve 6 ay süreyle bebek sadece anne sütü ile beslenmelidir. Oysa doğumdan sonra ilk 1 saat içinde emzirilen bebek oranımız sadece yüzde 50’dir. Öte yandan 6 aya kadar sadece anne sütü alan bebek oranımız yüzde 30’dur. Her iki değer de çok düşük olup, bebek ve çocuk sağlığı için bu kadar önemli olan anne sütünün kullanımı çok yoğun bir şekilde desteklenmelidir” açıklanmasını yaptı.

“TEK TEK AŞILAMA YÜZDE 90”
Çocuklarda aşılanmanın önemine de değinen, Prof.Dr. Vural, “ Çocuk sağlığı açısından çok önemli bir koruyucu hekimlik yöntemidir. Bu gün itibariyle, gelişmiş ülkeler arasında bile en çok sayıda hastalığa karşı aşılama yapan ülkelerden biri konumundayız. Bu tabii ki ülkemiz çocukları açısından çok sevindirici bir durumdur. Aşılama oranları da tek tek her aşı için yüzde 90’lar düzeyindeyken, tüm aşıların tam olarak yapıldığı çocuk oranımız yüzde 74’tür. Tam aşılama konusunda biraz daha yol almamız gerekiyor” dedi.

“DİJİTAL DÜNYADA 3-4 YAŞIN ÖNEMİ”
Dijital ortamda fazla yaşayan çocukların konuşmalarının geciktiğine değinen Prof.Dr. Vural, “Otistik bir takım bulgular oraya çıkıyor. 2-3 yaşına kadar çocukların dijital dünya ile temas etmemelerini öneriyorum. Aileler çok mutlu oluyor çocukları Ipad kullanmaya başladıklarında. Oysa o Ipadler zaten 3-4 yaşındaki çocukların kullanabilmesi için yapılmıştır. Kullanabilmesi çocuğun zeki veya başarılı olduğunu göstermez. Ama bu şekilde yorumlanıyor” dedi.

“AŞILARIN YAPILMASI GEREKİYOR”
Türkiye’deki aşı yapılmalımı yapılmamalımı tartışmalarına da değinen Prof.Dr. Vural, “ Aşıların yapılması gerekiyor, aşılar sadece kişinin çocuğunu değil toplumu da koruyor. Siz aşı ile hastalık riskini azaltırken, etrafa bulaştırmayı da önlüyorsunuz. TPD aşılamanın arkasındayız. Aşılanma çocukların hakkıdır ve bu hak ellerinden alınmamalıdır” dedi.

“ SURİYELİ ÇOCUKLAR NEDENİYLE AŞILAMA ÖNE ÇEKİLDİ”
Prof.Dr. Vural, Suriye’li çocukların aşı durumunda ise şu bilgileri verdi: “Riskler artıyor. Sağlık Bakanlığı buna bağlı olarak bir takım aşıları öne çekti. Bizde takip ediyoruz. Kızamık aşısı normalde 1 yaşında yapılırdı ama 9 aya indirildi. Niye risk arttı. Birinci yılda yeniden kızamık aşısı yapılıyor. Risk artınca aşılama öne çekildi. Türkiye’de her sene 60 bin Suriyeli yeni doğan bulunuyor.”

“EĞİTİMDE EŞİTSİZLİK”
Herkese Bilim ve Teknoloji Dergisi Editörü, Orhan Bursalı, çevre eğitiminin geniş bir boyutunun olduğunu belirterek, Türkiye’nin bu noktada derin sorunlarının olduğunu söyledi.
Türkiye’de çocukların eğitime ulaşım eşitsizliği yaşadığına değinen Bursalı, “Gelir dağılımı eşitsizliği, bütün bunlar çocukların geleceğini etkileyen temel faktörlerinden biridir. Ülkemizde çocuklar arasında eşit bir eğitimim olduğunu söyleyemeyiz. Çocukların yeteneği doğrultusunda, doğuştan aldıkları yetenekleri, dışa vurabilecek ve bunu gerçekleştirebilecek bir atmosfer var mı yok mu temel sorunumuzdur. Çok büyük bir öğrenci ve çocuk kitlesi başka daha azınlık kitlenin ulaştığı olanaklara ulaşamadığını biliyoruz. Okul öncesi eğitimde adaletsiz şekilde işliyor. Daha çok gelişmiş kentlerde yuva, kreş yoğun açılırken eşitsizliğin çok daha derin olduğu, bunun yoksulluğunu çeken bölgelerimizde daha az geliştiğini görüyoruz. Okul öncesi eğitimi büyük ölçüde mağdur olan bölge ve ailelere kaydırarak eşitsizliği gidermeliyiz ve çocukların diğer şehirlerdeki gibi bilgiye ulaşma açısından daha mümkün kılabiliriz” dedi.
Geleceğin Türkiye’sini kuracak nesillerin yetiştirilmesini gerektiğini vurgulayan Bursalı, “ Geleceği nesnel bilimle buluşturmalıyız. Dünya bunun üzerinde gelişmişlik sürüyor. Bunu yapamadığımı sadece Amerika da yetişen Aziz Sancar’la övünürüz. Ülkemizde herkes Nobel ödülü alamaz ama onların düzeyinde dünya iyi işler yapan çocuklarımıza ihtiyaç var. Ülkemizde bundan geniş şekilde yararlanmaya ihtiyacımız var” diye konuştu.

“ÇEVRE POLİTİKALARI GÖZDEN GEÇİRİLMELİ”
Gazeteci Güven İslamoğlu, doğada bir yok oluşun söz konusu olduğunu vurgulayarak, günümüzde çocukların doğadan kopuk yaşadığını kaydetti.
Doğayla barışık çocuk yetiştirilmesiyle doğanın korunabileceğinin altını çizen İslamoğlu, “ Ama çoğumuz cebimizde para olursa doğaya çıkıyoruz. Rahat ettiğimiz zaman doğaya çıkıyoruz. Avrupa’da tam tersi bir süreç yaşanıyor. O nedenle doğaya sahip çıkıyorlar. Expo 2016 Antalya’nın sembol çiçeği şakayık. Ama şakayık doğal yayılış alanı Hisar Çandır yok ediliyor. Böyle bir anlayışla doğayı korumamız zor. Politikalar değişmesi gerekir. Bu politikalar değişirse çocuklarımıza iyi bir gelecek sağlarız, böyle giderse çocuklarımızın bir geleceği yok” ifadelerini kullandı. 

Bunlar Da İlginizi Çekebilir
İzmir İzmir’den İspanya’ya uzanan ‘eğitim’ köprüsü İzmir Ekonomi Üniversitesi (İEÜ), uluslararası alandaki iş birliklerine bir yenisini daha ekleyerek İspanya merkezli Cervantes Enstitüsü ile protokol imzaladı. Öğrencilere yeni eğitim fırsatlarının sunulması, iki ülkenin kültürünü yansıtacak ortak sanatsal ve akademik etkinliklerin düzenlenmesi hedefiyle yapılan anlaşmaya, İEÜ Rektörü Prof. Dr. Yusuf Hakan Abacıoğlu ve İstanbul Cervantes Enstitüsü Müdürü Fernando Martinez Vara de Rey imza attı. Protokol kapsamında, akademisyenlerin ve öğrencilerin kişisel gelişimlerini hızlandırmak amacıyla stratejik çalışmalar yapılarak yol haritası belirlenecek. İspanya’daki üniversitelerle iş birliği ve diyaloğun artırılması için girişimlerde bulunulacak. İspanyolca dil sınavlarında (DELE) alınacak sertifikaları artırmaya yönelik ortak çalışmalar gerçekleştirilecek. Bilimin yanı sıra kültürel anlamda da karşılıklı olarak sergi, panel ve söyleşi gibi etkinlikler düzenlenerek Türk ve İspanyol kültürünün daha geniş kesimlere ulaşması hedeflenecek. İmza törenine geniş katılım İzmir Ekonomi Üniversitesi’nin ev sahipliğinde gerçekleşen protokol imza törenine; İspanya Ankara Büyükelçisi Cristina Latorre Sancho, İzmir Ticaret Odası Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı ve İEÜ Mütevelli Heyet Üyesi Emre Kızılgüneşler, İspanya Ankara Büyükelçiliği Eğitim Programları Direktörü D. Gilberto Terente Fernndez, İspanya İzmir Fahri Konsolosu Muharrem Hilmi Kayhan, İEÜ Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Mehmet Efe Biresselioğlu, Uluslararası İlişkiler Ofisi Müdürü Hülya İncekara, Yabancı Diller Yüksekokulu Müdür Yardımcı Özge Coşkun Aysal, Uluslararası İlişkiler Temsilcisi Mehmet Şenbağcı, İspanyol Dili Koordinatörü Dilek Amet ve İspanyolca öğretim görevlileri de katıldı. "Akademik üretim artacak" Törende konuşan İEÜ Rektörü Prof. Dr. Abacıoğlu, üniversite olarak öğrencileri ve akademisyenleri küresel dünyanın dinamiklerine en iyi şekilde hazırlamak için çalıştıklarını söyleyerek, "Dünyaca saygın kültür ve dil kurumlarından biri olan Cervantes Enstitüsü ile imzaladığımız iş birliği protokolü, üniversitemizin uluslararasılaşma vizyonu açısından son derece değerli ve stratejik bir adım. Bu protokol sayesinde öğrencilerimize sadece yeni bir yabancı dil öğrenme fırsatı sunmakla kalmıyor; aynı zamanda farklı kültürleri tanıma, uluslararası akademik ve kültürel ağlara dahil olma imkânı da sağlıyoruz. Akademisyenlerimiz açısından da bu iş birliği, İspanya’daki üniversiteler ve akademik çevrelerle daha güçlü ilişkiler kurma, ortak projeler geliştirme açısından önemli fırsatlar sunacak" diye konuştu. "Çok kültürlü bakış açısı kazanacaklar" Prof. Dr. Abacıoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü: "Üniversiteler, aynı zamanda kültürler arasında köprü kuran kurumlardır. Cervantes Enstitüsü ile birlikte hayata geçireceğimiz sergi, panel ve söyleşi gibi kültürel etkinlikler sayesinde öğrencilerimizin çok kültürlü bir bakış açısı kazanmasına katkıda bulunacağız. Öğrencilerimizi dünyaya açan, onları uluslararası düzeyde rekabetçi ve donanımlı bireyler haline getiren iş birliklerini artırarak sürdüreceğiz. Cervantes Enstitüsü ile başlattığımız bu değerli ortaklığın, üniversitemiz için uzun vadeli ve kalıcı kazanımlar sağlayacağına yürekten inanıyorum." "İzmir, özel bir yere sahip" İstanbul Cervantes Enstitüsü Müdürü Fernando Martinez Vara de Rey, İEÜ ile imzalanan protokolden büyük mutluluk duyduklarını ifade ederek, bu güçlü akademik ve kültürel bağın kendileri için çok kıymetli olduğunu söyledi. Vara de Rey, "İzmir; zengin tarihi, kültürel çeşitliliği ve dinamik genç nüfusuyla her zaman özel bir yere sahip. İzmir Ekonomi Üniversitesi’nin vizyonu ve uluslararasılaşmaya verdiği önem, bu iş birliğini daha da anlamlı hale getiriyor. Bu anlaşma sayesinde Türk ve İspanyol kültürlerini, gençler aracılığıyla birbirine daha da yakınlaştıracağımıza inanıyorum. Öğrencilerin dil öğrenimi, kültürel etkileşimi ve uluslararası deneyim kazanmaları için etkili adımlar atacağız. Bu protokolün uzun soluklu ve verimli olmasını; her iki ülke için de güzel sonuçlar doğurmasını diliyorum" ifadelerini kullandı.
Kocaeli 7 kişinin can verdiği olayda kan donduran kaçış planı Kocaeli’nin Dilovası ilçesinde 7 kişinin hayatını kaybettiği parfüm fabrikası yangınına ilişkin hazırlanan iddianamede, şüphelilerin kaçırılmasına yönelik planlara yer verildi. Şüpheli Ali Osman A.’nın firma sahiplerini saklayan kişiye, "Canlarını sıkmasınlar, rahat olsunlar. Onları çok sağlam şekilde karşıya geçireceğiz. Maddi imkanımız ve gücümüz var. En kötü ihtimalle avukatları devreye sokacağız, suçu babaları üstlenecek. Onlara bir şey olmayacak. Bu konuşmalarımı yeğenlerime ilet" dediği iddia edildi. Olay, 8 Kasım’da Dilovası Mimar Sinan Mahallesi’ndeki Ravive Kozmetik isimli iş yerinde meydana geldi. Patlamanın ardından çıkan yangında Hanım Gülek (65), Esma Dikan (65), Şengül Yılmaz (55), Tuncay Yıldız (48), Tuğba Taşdemir (18), Nisa Taşdemir (17) ve Cansu Esatoğlu (16) yaşamını yitirdi. Soruşturma kapsamında gözaltına alınan 11 şüpheliden şirket sahibi Kurtuluş Oransal, şirket yetkilileri İsmail Oransal, Altay Ali Oransal, Aleyna Oransal ve Gökberk Güngör, "Olası kastla öldürme" suçlamasıyla, Ali Osman A. ve Onay Y., "Suçluyu kayırma" suçlamasıyla tutuklandı. Şüphelilerden H.E., G.B., Ö.A. ve Güven Demirbaş, adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı. Soruşturma sürecinde tutuklanan firma sahibi Kurtuluş Oransal ise cezaevinde geçirdiği kalp krizi sonucu hayatını kaybetti. Olayın ardından ihmali olduğu değerlendirilen SGK ve İŞKUR yetkilileri açığa alındı. Gebze Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hazırlanan 91 sayfalık iddianamede, İsmail Oransal, Altay Ali Oransal, Aleyna Oransal ve Gökberk Güngör hakkında "Olası kastla öldürme" suçundan 7’şer kez müebbet, "Nitelikli mala zarar verme" suçundan ise 3’er kez 6 aydan 4 yıla kadar hapis cezası istendi. 8 sanığın "Bilinçli taksirle ölüme ve yaralanmaya neden olma" suçundan 22 yıl 6’şar aya kadar, 4 sanığın "Suçluyu kayırma" suçundan 5’er yıla kadar hapisle cezalandırılması talep edilen iddianamede, ayrıca Ümit Ç., Ünal A., Muhammet D., Seyfullah Ç., Güven D., Caner Özgür Y., Özcan Y., Özkan Y. hakkında "Bilinçli taksirle ölüme ve yaralanmaya neden olma", Ali Osman A., Onay Y., Ömer A. ve Abdurrahman B’ın ise "Suçluyu kayırma" yönünden haklarında dava açılması istendi. "Sigortası olmayanları denetimde eve gönderdiler" İddianamede ifadesi yer alan işçilerden Keriman Miskin, 4 yıldır çalıştığı iş yerinde hiçbir eğitim almadığını ve koruyucu kıyafet verilmediğini belirterek, "İşletmede resmi bir sorumlu yoktu. Sigorta denetimine sadece bir kez gelindi. Bu denetimde de iş yeri sahibi Kurtuluş Oransal, yalnızca sigortası olanların kalmasını söyleyerek, benim gibi sigortası olmayan tüm çalışanları evine gönderdi. Maaşlarımız elden veriliyordu" dedi. Yaralı kurtulan işçi Ayten Aras, patlama anında ölen Nisa Taşdemir ve Esma Dikan’ın krem dolumu yaptıklarını söyledi. Aras, "Bize koruyucu elbise verilmedi, evden geldiğimiz kıyafetlerle çalışıyorduk. Kurtuluş Oransal 4 yıldır sigorta vaadinde bulundu ama yapmadı. Günlük 800 TL yevmiye ile çalışıyorduk" ifadelerini kullandı. Olay günü tesiste bulunan 16 yaşındaki Z.H. ise "Olay günü ikinci katta, iş yerinin ortasında bulunan tankerde parfüm karışımı yapılıyordu. Kimyevi maddeleri karıştıran bir alet vardı. Biz parfüm kutusu kapatırken bir anda patlama yaşandı" diye konuştu. Acılı aileler: "Cenazeleri DNA testiyle teşhis edebildik" Yangında çocuklarını ve eşlerini kaybeden ailelerin ifadeleri ise yürekleri dağladı. 17 yaşındaki kızı Nisa’yı kaybeden baba Vedat Taşdemir, "Kızım paketleme personeli olarak girdi ancak imalat işinde de çalıştırıldığını öğrendim. İmalat yapıldığını bilseydim kızımı asla göndermezdim. Kızımın vefat ettiğini, oğlumdan alınan DNA örnekleri sonucu öğrenebildik" dedi. Eşini kaybeden Aytekin Gikan, yangın söndürüldükten sonra içeride cesetler olduğunu öğrendiğini, hastaneleri aradığını ancak eşini bulamadığını, vefat ettiğini sonradan anladığını belirtti. Hanım Gülek’in eşi Metin Gülek ve Cansu Esatoğlu’nun babası İbrahim Esatoğlu da yakınlarının cansız bedenlerini ancak İstanbul Adli Tıp Kurumu’nda yapılan DNA eşleşmeleri neticesinde teşhis edebildiklerini ifade etti. "İlkokul öğrencilerini bile çalıştırdıklarını biliyorduk" Tanık İ.A., mahalleli olarak iş yerinden yayılan kimyasal koku nedeniyle şikayetçi olduklarını belirterek, "Yaşı küçük çocukları, paraya ihtiyacı olan kadınları sigortasız çalıştırıyorlardı. İlkokul öğrencilerini bile çalıştırdıklarını biliyorduk. Gerekli kurumlara şikayet edilmesine rağmen nasıl üretim yaptıklarını anlamadık" şeklinde ifade verdi. "Kurtuluş Oransal bana, ’Yangından haberim var, yoldayım’ dedi" İş yeri çalışanı H.E. ise ifadesinde, olayın ardından Kurtuluş Oransal’ı arayıp yangını bildirdiğini, kendisinin nerede olduğunu sorduğunu ve acilen gelmesi gerektiğini söylediğini ifade etti. Bunun üzerine Oransal’ın "haberim var" dediğini, yolda olduğunu söylediğini, konuşma bittikten 5-10 dakika kadar sonra Kurtuluş Oransal’ın kendisini arayarak içeride kimsenin kalıp kalmadığını sorduğunu, tam sayıyı bilmediğini ancak içeride kalan en az üç kişi olduğunu söylediğini kaydetti. "2025 yılının ağustos ve eylül aylarında kuruma sadece 8 personelin çalıştığı bildirildi" Mali müşavir M.Ç. de, firmanın kuruluş ve işleyiş sürecine dair bilgiler verdi. M.Ç., Ravive Kozmetik’in resmi sahiplerinin İsmail ve Altan Ali Oransal olduğunu, baba Kurtuluş Oransal’ın ise kağıt üzerinde yetkisi bulunmadığını söyledi. Kurtuluş Oransal’ı 2010 yılında Düzce’de çalıştığı fabrikadan "usta makinacı" olarak tanıdığını belirten M.Ç., Dilovası’ndaki tesiste çalışan işçilerin sigorta işlemlerinin gayriresmi yöntemlerle iletildiğini anlattı. Tanık M.Ç., "İşçilerin kimlik numaralarını İsmail Oransal WhatsApp veya mail yoluyla gönderiyordu. Sigorta girişlerini bu bilgilere göre yapıyordum. 2025 yılının ağustos ve eylül aylarında kuruma sadece 8 personelin çalıştığı bildirildi" dedi. Fabrikanın Dilovası’nda faaliyete geçtiği günden bu yana iş sağlığı ve güvenliği hizmeti almadığını belirten M.Ç., "Normal şartlarda işverenin anlaştığı İSG firmasına düzenli ödeme yapması gerekir ancak bana bu firmadan herhangi bir hizmet faturası gelmedi. Fabrikanın açıldığı ve üretime başladığı tarihten itibaren iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili herhangi bir bildiri veya fatura tarafıma ulaşmadı" ifadelerini kullandı. "Çocuklarım, babalarını kendilerini uzak tutmak için bu iş yerini açtı" Kurtuluş Oransal’ın eski eşi A.A. ise şirketin kuruluş amacına dair iddialarda bulundu. Kurtuluş Oransal’ın borçlu ve sorumsuz bir yapısı olduğunu öne süren A.A., çocuklarının babalarını kendilerinden uzak tutmak ve "sokakta kalmaması" için bu iş yerini açtıklarını anlattı. Çocukları İsmail ve Altay’ın bu şirketin işleri ile hiç uğraşmadıklarını ve takip etmediklerini aktardı. A.A., patlamanın meydana geldiği iş yerine alınacak personeli Kurtuluş Oransal’ın kendisinin seçtiğini, iş yerinde üretilen ürünler ile yine Kurtuluş Oransal’ın ilgilendiğini, Kurtuluş Oransal’ın daha önce kozmetik sektöründe çalıştığı için burada bir çevre edindiğini ve kendisine pazar oluşturduğunu, iş yerinin tamamen Kurtuluş Oransal’ın kontrolü altında iş yapıldığını beyan etti. "Laptobu bana getirir misin? Ben birkaç gün bu işlerle uğraşacağım, avukatlarla ilgileneceğim" İddianamede ifadesine yer verilen LYKKE Kozmetik ortaklarından şüpheli Gökberk Güngör de olay günü yaşananları ve İsmail Oransal’ın bilgisayarını aldırmasını anlattı. Aleyna Oransal’ın şirkette yüzde 50 ortaklığı bulunduğunu belirten Güngör, olay günü Aleyna’nın kendisini aradığını belirterek, gayet sakin bir ses tonuyla ’Fabrikada yangın çıkmış’ diyerek görüşmeyi sonlandırdığını söyledi. Bu görüşmeden yaklaşık yarım saat sonra İsmail Oransal’ın kendisini arayarak, "İş yerimdeki laptobu bana getirir misin? Ben birkaç gün bu işlerle uğraşacağım, avukatlarla ilgileneceğim. Sen benim odada, masanın üstünde bulunan laptobu alıp evime getir" dediğini aktardı. Güngör, bu talep üzerine laptobu alarak Oransal’a teslim ettiğini kaydetti. "Suçu babaları üstlenecek, onları yurt dışına kaçıracağız" İddianamenin en çarpıcı bölümlerinden birini ise şüphelilerin kaçış planına dair detaylar oluşturdu. Şüpheli Onay Y. ifadesinde, Ali Osman A’nın kendisini arayarak, "Olanları duydun mu? Benim yeğenler bir olaya karışmışlar" dediğini ve onları misafir edip edemeyeceğini sorduğunu belirtti. Bu görüşme üzerine Ömer A. isimli kişiyi arayarak 1 haftalık ev ayarlamasını istediğini anlatan Y., daha sonra Tekirdağ’da İsmail Oransal, Altay Ali Oransal ve Abdurrahman Bayat ile buluştuğunu söyledi. Eve girdikten sonra televizyonda "Kocaeli’de patlama" başlıklı haberleri gördüğünü ifade eden Y., bunun üzerine Ali Osman A’yı görüntülü aradığını kaydetti. Y., Ali Osman A’nın görüşme sırasında kendisine şunları söylediğini iddia etti: "Canlarını sıkmasınlar, rahat olsunlar. Onları çok sağlam bir şekilde karşıya geçireceğiz. Maddi imkanımız ve gücümüz var. En kötü ihtimalle biz avukatları devreye sokacağız, suçu babaları üstlenecek. Onlara bir şey olmayacak. Bu konuşmalarımı yeğenlerime ilet."
İstanbul 51Talk, gençleri Birleşmiş Milletler’in iklim sahnesine taşıyacağını duyurdu Çevrimiçi İngilizce öğrenme platformu 51Talk, Birleşmiş Milletler’e bağlı bir gençlik konuşma girişiminde yer aldığını duyurdu. Çocuklar için çevrimiçi bire bir İngilizce öğrenme platformu olan 51Talk, uluslararası topluluğundan genç öğrencilerin 15-21 Kasım 2025 tarihleri arasında Brezilya’nın Belém şehrinde düzenlenen Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı (COP30) sırasında BM’ye bağlı bir gençlik konuşma girişiminde yer aldığını duyurdu. Yapılan açıklamaya göre; 2023 yılında başlatılan ve üçüncü yılına giren girişim, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Türkiye, Tayland ve Vietnam’dan çocukların iklim ve çevrenin korunmasına ilişkin bakış açılarını İngilizce olarak paylaşmaları için fırsatlar oluşturuyor. Katılımcılar, BM düzeyinde uluslararası bir sahnede yapılan konuşmalarla yerel gözlemlerini küresel bir sohbete taşıyarak iklim sorunlarının dünyanın dört bir yanındaki genç nesiller tarafından nasıl deneyimlendiğini ve ele alındığını vurguladı. 51Talk CEO’su Jack Huang, "Her çocuğun dünyayla konuşma fırsatını hak ettiğine inanıyoruz. Çocuklara doğru araçlar ve rehberlik sağlandığında, düşünceli fikirler ifade edebilir ve küresel meselelerle anlamlı bir şekilde ilgilenebilirler. Öğrencilerimizi Birleşmiş Milletler iklim sahnesinde konuşurken görmek, eğitimin neleri ortaya çıkarabileceğinin güçlü bir hatırlatıcısıdır" dedi. Türkiye’den, aile desteğiyle küçük yaşta İngilizce öğrenmeye başlayan on iki yaşındaki Osman Batu, COP30’a hazırlanırken özgüven ve akıcılık konusunda gözle görülür bir ilerleme kaydetti. Üç dakikalık bir video göndererek ve konuşma becerilerinin, dilbilgisinin, telaffuzunun ve özgüveninin değerlendirildiği İstanbul’daki ulusal bir yarışmada yarışarak çok aşamalı bir seçim sürecinden geçerek birinciliği ve Birleşmiş Milletler’de Türkiye’yi temsil etme fırsatını kazandı. Osman, COP30’da Türkiye’deki orman yangınlarından büyükannesinin bahçesindeki kelebeklerin yok olmasına kadar tanık olduğu iklim değişikliğinin etkilerinden bahsetti.