EĞİTİM - 07 Kasım 2017 Salı 14:40

Yrd. Doç. Dr. Hanefi Bostan'dan doçentlik sınavlarına ilişkin öneri

A
A
A
Yrd. Doç. Dr. Hanefi Bostan'dan doçentlik sınavlarına ilişkin öneri

Türk Eğitim-Sen İstanbul İl Başkanı Yrd. Doç. Dr. M. Hanefi Bostan, YÖK’ün doçentlik sınavlarına ilişkin sorularına cevap ve önerilerde bulundu.

Türk Eğitim-Sen İstanbul İl Başkanı Yrd. Doç. Dr. M. Hanefi Bostan, YÖK’ün doçentlik sınavlarına ilişkin sorularına cevap ve önerilerde bulundu. YÖK'ün üç aylık bir çalışma sonunda, yardımcı doçentlik kadrolarını nasıl kaldıracağına dair kamuoyu ile paylaşılabilecek bir görüş oluşturamadığı, topu üniversitelere atarak işin içinden sıyrılma eğiliminde olduğu izlenimini verdiğini belirten Bostan, "Doçentlik sınavlarına ilişkin 7 soru sorarak bu soruların cevabını ve varsa öneriler talep etmektedir. YÖK’ün sorularına cevap ve önerilerimiz var" dedi.

Yrd. Doç. Dr. M. Hanefi Bostan, YÖK'ün mevcut sistemde ilk aşamada uygulanan doçentlik başvuru şartlarının aranmasına devam edilmesi, bununla birlikte merkezi yapılan sözlü sınav şartının kaldırılması ile ilgili soruya şu yanıtı verdi:

"Şu anda doçentlik aşamasında ön şartlı olarak üç sınav söz konusudur; birincisi merkezi yabancı dil sınavından 65 alma şartıdır. Bu şart diğer sınavlara girebilmek için önceliklidir. İkincisi eserlerini jüriye beğendirmesi, jürinin bunu onaylaması, üçüncüsü de sözlü sınavdır! Merkezi yabancı dil sayılmazsa (ki son yıllarda o da şaibelerle çalkalanıyor) diğer iki sınav tamamen sübjektiftir, keyfidir. Yardımcı doçentlikten doçentliğe geçişte merkezi yabancı dilin öncelikli hale getirilmesi ve sınavın zorlaştırılması, akademik unvanların önünü kapatan bir unsur haline getirilmiştir. Bu konuda ısrar edilecekse merkezi dil barajını aşamayanlara daha fazla eser üretme alternatifi verilerek bir defaya mahsus olmak üzere yabancı dil kaldırılarak mevcut birikim eritilerek sorun çözülmelidir. Mevcut sistem tamamen sorunludur. Bunun için başta yabancı dil olmak üzere diğer iki sınav ve jüri sistemi kaldırılmalıdır. Çünkü mevcut sistemde ölçü jürinin inisiyatifidir. Bugün yaşanan sıkıntının temeli budur. Beş kişilik jürinin üçü eserleri onaylamazsa bu aşamadan başarılı olunamaz. Onun için jüri sistemi tamamen ortadan kaldırılmalı; insanı insanla denetlemek yerine sistemle denetlenme yapılmalıdır. Bunun için objektif ve şeffaf kurallar konulmalı, kaç eser ve bu eserlerden kaç puan alınacağı açıkça yazılmalı ve şartları yerine getirenlere kadroları verilmelidir. İnsanları bıktıran ve oyalayan anlayışlardan vazgeçilmelidir. Sözlü, zaten bir sınav değildir. istediğini elemek için 12 Eylül'ün şartlarında konulmuş eleme aracıdır.

Sözlünün ölçüsü yoktur. Burada jüriye çok geniş takdir yetkisi ve inisiyatifi tanınmış, doçent adayın hakları dikkate alınmamıştır. Her şey beş kişilik jüriden üç kişinin görüşüne bırakılmıştır. Sözlü sınav diye bir şey olamaz. YÖK de bunu fark etmiş olmalıdır ki üniversitelere gönderdiği yedi maddelik metinin en başına bu durumun kaldırılmasını teklif etmiştir. Aslında sözlü türü sınavların amacı istediğini elemektir. 12 Eylül’ün ağır şartlarında konulmuş ve yıllarca insanları mağdur etmek için öngörülmüş keyfi bir 'sopa' niteliğindedir. Keyfidir, sübjektiftir ve gereksizdir; mutlaka kaldırılmalıdır. Ayrıca mevcut sistemde yasal olarak doçent adaylarının haksızlık karşısında şikâyet edecekleri idari merci bulunmamaktadır. Haksızlık ve mağduriyet konusunda itiraz edeceği veya şikâyet edebileceği bir idari merci olmalıdır ve bu durum açık olarak kanun ve yönetmelikte yer almalıdır".

"Mevcut sistem arızalıdır, kaldırılmalıdır"

Mevcut sistemin ilk aşamasında uygulanan doçentlik başvuru şartlarını sağlayan ve buna ilişkin ÜAK tarafından verilecek belge sahibi adayların doçentliğe yükseltilerek atanması aşamasının üniversitelerce yürütülmesi ile ilgili Yrd. Doç. Dr. Bostan, "Mevcut sistem arızalıdır, kaldırılmalıdır. Ancak devamında ısrar edilecek ise doçentlik unvanını alanların üniversitelerine bırakılmadan atanmaları sağlanmalıdır. Zira keyfilikler yaşanıyor ve insanlar mağdur ediliyor" şeklinde konuştu.

Bostan, üniversitelerin ÜAK tarafından belirlenen asgari kriterleri üzerine ilave kriterler koyabilmesi veya bu kriterler ile yetinebilmesi konusunda da "Üniversitelerin ilave kriterler koyması doğru değildir. Kriterleri ÜAK belirlemeye devam etmelidir. Ancak, 'araştırma üniversitelerine, yabancı dille eğitim yapan üniversiteler' için farklı kriterler konabilir. Bunları da ÜAK belirlemelidir" ifadelerini kullandı.

"ABD'de her üniversite şartlarını kendisi belirler"

Doçentliğin akademik bir unvan mı yoksa profesörlük gibi bir kadro unvanı mı olması gerektiği konusunda Türk Eğitim-Sen İstanbul İl Başkanı şu değerlendirmeyi yaptı; "Doçentlik ve profesörlük akademik derece değil, kadro derecesidir ve öyle değerlendirilmelidir. Amerika Birleşik Devletleri örneği sıkça tekrarlanıyor ki, orada 'tenure' deniliyor, karşılığı 'kadro derecesi' veya 'görev süresi' demektir. 'Memuriyetinde kalabilme, kadro sahibi olma' anlamına da gelmektedir. Bizdeki gibi üç aşamalı bir engel söz konusu değildir. Kaldı ki ABD, 50 eyaletten oluşan federal devlettir ve dört binin üzerinde üniversitesi vardır. Her üniversite şartlarını kendisi belirler ve daimî kadroları (tenure) kendisi verir. Bizdekine benzer sübjektif sınavlar ve özellikle son yıllarda şaibelerle anılan merkezi yabancı dil sınavları söz konusu değildir. Orada da doçentlik unvanı kadro derecesidir akademik veya eğitim (eğitim sonucu alınan bir derece) değildir".

"Mevcut durum ciddi anlamda gözden geçirilmeli"

Doçentliğin akademik bir unvan olarak değerlendirilmesi durumunda; unvanın alınması ve korunmasında ne tür kriterlerin aranmasının gerektiği sorununa Yrd. Doç. Dr. M. Hanefi Bostan, şu cevabı verdi: "Dördüncü madde de izah edildiği gibi doçentlik akademik bir unvan değildir kadro unvanıdır. Onun için anlatıldığı gibi mevcut durum ciddi anlamda gözden geçirilmeli ve sistem sübjektif değerlendirilmelerden arındırılarak objektif ve yapılabilir kriterlere büründürülmelidir. Yabancı dil sınavı tamamen kaldırılmalıdır; ÜAK tarafından belirtilen eser ve çalışma tecrübesi kriterlerini yerine getirenlere üniversitelerinde kadroları verilmelidir. Bu arada mağdur olanların mağduriyetleri de giderilmelidir".

Yrd. Doç. Dr. Bostan, mevcut sistemde olduğu gibi akademi dışından da doçentlik unvanının kazanılmasına devam edilmesi hususunun değerlendirilmesi, devam edilmesi durumunda unvanın kriterlerini de şöyle açıkladı: "Doçentlik üniversite kadrosudur ve öyle olmalıdır. Yardımcı doçentlik ve profesörlükte olduğu gibi ÜAK tarafından belirlenen kriterleri yerine getirenlere kadroları verilmelidir. Üniversitede çalışmadığı sürece bu tür unvanların dışarı verilmesi doğru değildir. Askeri rütbeler veya belirli kurumlar için gerekli olan kadro dereceleri dışarıya verilmediği gibi doçentliğin verilmesini de doğru bulmuyoruz. Doktoranın verilmesi yeterlidir çünkü doktora bir eğitim derecesidir ve eğitim sonucu elde edilmektedir"

Bir defaya mahsus olmak üzere mağduriyet giderilmeli

Bir defaya mahsus olmak üzere, mağdur edilenlerin mağduriyetlerini gidermek gerektiğini vurgulayan Yrd. Doç. Dr. Bostan, "Şu anda herhangi bir yükseköğretim kurumunda yardımcı doçentlik kadrosunda en az beş yıl ve daha fazla çalışmış olanlar, bu kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren, kazanılmış hak aylık dereceleriyle birlikte, doçentlik, ilmi çalışmaları yeterli olduğu takdirde profesörlük kadrosuna atanmaları sağlanmalıdır. Bu kişiler, kadro şartı aranmaksızın, kazanılmış hak aylık dereceleriyle birlikte görev yaptıkları kurumlarında (Üniversitelerinde) kanunun yürürlük tarihinden itibaren doçentlik ya da profesörlük kadrosuna atanırlar. Yükseköğretim kurumlarında öğretim elemanı olarak çalışmış olanların; doktorasını veya sanatta yeterlilik konusunda başarı sağlamış bulunanların; belirli eser (mesela ulusal ve uluslararası 2 eser vb.) ve çalışma yapmış olmaları şartıyla tümüne doçentlik unvanı verilmeli ve bu unvanı almış olanlar, kadro şartı aranmaksızın bulundukları kurumlarında kazanılmış hak aylık dereceleriyle birlikte görevine devam etmeleri sağlanmalıdır" dedi. 

Bunlar Da İlginizi Çekebilir
Bursa (Özel) "Tarlasını yola çevirenlere" kızdı, tabelayı dikti Bursa’da parsel parsel sattıkları arazilerin yolunu çiftçinin mahsul ekili tarlasından geçiren emlakçılar, köylüyü çileden çıkardı. Tarlasının ortasından kaçak yol yapıldığını gören köylü ise, “Bu tarladan emlakçı geçemez, vatandaşa helaldir” tabelası asıp yolu kapattı. Bursa’nın Nilüfer ilçesine bağlı 165 haneli Güngören Köyü’ndeki arazileri parsel parsel satan emlakçıların oyunu, köylüyü isyan ettirdi. Emlakçılar, ’hobi bahçesi ve tiny house projesine uygun’ diyerek arazileri köy ve doğa hayali kuran vatandaşlara satmak istedi. Ancak iddiaya göre emlakçılar satışa çıkardıkları arazinin yolu olmayınca, Yücel Özdemir’e ait tarlanın ortasından izin almadan yol geçirdiler. Durumu fark eden arazi sahibi Yücel Özdemir (37) tarlasının ortasından giden yolun izinsiz yapıldığını görünce hemen emlakçıyı aradı. Fakat emlakçıyla anlaşamayan Özdemir, “En azından ahlaken bana bir sorsaydı, ben hayvancılıkla uğraşıyorum. Benim mahsulümü ezip geçti. Kendisinden şikayetçi olacağım” dedi. Kendisine ait tarlanın yol olarak kullanılmasına izin vermeyen Yücel Özdemir, tarlanın girişine “Buradan emlakçı geçemez, şahsa helaldir” tabelası dikti. Yaşadığı mağduriyet üzerine konuşan Özdemir, “Bir emlakçı benim tarlamın arka tarafında hobi bahçesi yapmak için yer alıyor. Buraya gidecek yolu bulamayınca beni aramadan kepçelerle tarlamın ortasından yol geçiriyor. Burada hayvanlarımı otlatıyordum, şimdi tarlamın 3’te birini kullanamıyorum. İnsan en azından beni arar, "anlaşalım" diye sorar. Ben kendisini aradığımda da komik rakamlar teklif ediyor, "istediğim gibi yol geçiririm" diye konuşuyor. Üstelik beni mahkemeye vereceğini söylüyor” diye konuştu. Yol krizinin sık sık yaşandığını belirten Köy Muhtarı Mesut Aydın ise, “Burada sık sık parsel sorunu yaşanıyor. Bu köyün 165 hanesi 300 kişilik yerli nüfusu var. Fakat bu rakam şu anda 900 kişiye ulaşmış durumda. Yer sahibi olan vatandaşlar aldıkları arazinin yolu var mı? yok mu? bakmadan ev yapmaya kalkıyorlar. En azından burada kurulan bir muhtarlık heyeti var. Gelip bize danışsınlar. Şimdi birçok köylümüz bu durum nedeniyle mağdur oluyor. Mahsulü çiğneniyor, iş mahkemeye gidiyor” dedi.
Hatay Dershaneden dönerken bombalı saldırıda şehit olan Oğulcan’ın annesi, evladının okul elbisesiyle hasret gideriyor HATAY (İHA) – Hatay’ın Reyhanlı ilçesinde 11 Mayıs 2013’te meydana gelen bombalı saldırıda hayatını kaybeden 53 vatandaşın acısı yıllar geçse de dinmiyor. Saldırıda 17 yaşındaki oğlu şehit olan anne Fatma Tuna, evladının hatıralarıyla hasret giderdiğini belirterek, "11 yıl geçmesine rağmen acımız hala taze, oğlumu çok özlüyorum" dedi. Reyhanlı ilçesinde 11 Mayıs 2013 tarihinde terör grupları tarafından peş peşe iki bombalı saldırı gerçekleştirilmişti. Üzerinden yıllar geçse de unutulmayan saldırıda 53 sivil vatandaş hayatını kaybetmişti. PTT binası ve Reyhanlı Belediyesi önünde gerçekleştirilen saldırılarda hayatını kaybedenlerin yakınları hala o günleri unutamıyor. Saldırı sırasında dershaneye giderken yaşamını yitiren 17 yaşındaki Oğulcan Tuna’nın annesi Fatma Tuna, evladının hatıralarıyla hasret gideriyor. Oğlunun okul elbisesini ilk günkü gibi saklayan anne Tuna, saldırı günü yaşananları ve duygularını anlattı. "Oğlum çok iyi ve neşe dolu bir insandı" Oğlunun hatıralarıyla teselli olduğunu dile getiren Fatma Tuna, şehit evladından övgüyle söz ederek, "11 Mayıs’ta Reyhanlı’da 2 tane bomba patlatıldı. Oğlum 17 yaşındaydı, dershaneye gitmişti. Dershane çıkışında bombalı eylemde şehit oldu. Katliamdı, orada 53 kişi can verdi. Oğlum çok iyi ve neşe dolu bir insandı. O gün dershaneye gitti tekrar gelmedi babası kendisini buldu. 11 yıl geçmesine rağmen acımız hala taze, oğlumu çok özlüyorum. Hatıralarıyla teselli oluyorum" şeklinde konuştu.
Antalya Antalya’da yürek burkan kaza...Okuldan el ele çıkan kardeşleri kaza ayırdı Antalya’nın Alanya ilçesinde okul çıkışı el ele tutuşup yola çıkan iki küçük kardeşe otomobil çarptı. Kardeşlerden 8 yaşındaki ağabey hayatını kaybederken, 7 yaşındaki kız kardeşi ise kazayı hafif sıyrıklarla atlattı. Kaza anı güvenlik kameralarına saniye saniye yansıdı.Kaza, Güllerpınarı Mahallesi Şevket Tokuş Caddesi üzerinde meydana geldi. Alınan bilgiye göre, Kemal Şuberi İlköğretim Okulunda okuyan 8 yaşındaki Doruk Erdoğan ve 7 yaşındaki kardeşi Belinay Erdoğan okul çıkışı evlerine giderken karşıdan karşıya geçtikleri sırada F. Ü.’nün kullandığı otomobil çarptı. Kazada Doruk Erdoğan aracın altında kalıp feci şekilde can verirken, kız kardeşi çarpmanın şiddetiyle önce aracın ön kaputuna, ardından yola savruldu. Çevredekilerin ihbarı üzerine olay yerine polis ve sağlık ekipleri sevk edildi. Belirtilen adrese gelen sağlık ekipleri, Dorukhan Erdoğan’ın hayatını kaybettiğini belirledi. Hafif yaralanan Belinay Erdoğan ise kontrol amaçlı hastaneye kaldırıldı. Sürücü gözaltına alınırken, küçük çocuğun cenazesi Adli Tıp Kurumu’na kaldırıldı.Kazadan geriye iki kardeşin el ele fotoğrafları kaldıTorununu kaybeden acılı dede İsmail Göçer, yüzlerce çocuğun geçtiği bölgeye yaya geçidi yapılıp, başka çocukların hayatını kaybetmemesi çağrısında bulundu. Kazadan geriye ise iki kardeşin yine el ele tutuştukları fotoğrafı kaldı.Kaza anı güvenlik kamerasındaÖte yandan kaza anı ise bir iş yerinin güvenlik kamerasına saniye saniye yansıdı. Görüntülerde küçük çocukların el ele tutuşarak karşıdan karşıya geçtiği sırada otomobilin çarpması, Doruk Erdoğan’ın araç altında kalması ve kız kardeşinin yola savrulması yer aldı.