GENEL - 15 Kasım 2017 Çarşamba 12:12

Dr. Tekiner: 'Osmanlı ve Selçuklu’da müzikle tedavi vardı'

A
A
A
Dr. Tekiner: 'Osmanlı ve Selçuklu’da müzikle tedavi vardı'

Erciyes Üniversitesi (ERÜ) Eczacılık Tarihi ve Etiği Anabilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Halil Tekiner, Osmanlı ve Selçuklu’da müzikle tedavinin yaygın olarak kullanılmasına rağmen, günümüzde Türkiye’nin müzikle tedavi uygulayan ülkeler sıralamasında geride kaldığını söyledi.

Erciyes Üniversitesi (ERÜ) Eczacılık Tarihi ve Etiği Anabilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Halil Tekiner, 15 Kasım Avrupa Müzik Terapi Günü ile ilgili yaptığı açıklamada, bugün Avrupa tarafından kutlanan ve dolayısıyla icra edilen müzikle tedavinin Anadolu’da 800 yıl öncesine kadar uygulanan bir tedavi biçimi olduğunu ifade etti. Selçuklu ve Osmanlı şifahanelerinde müzik ve su sesiyle tedavinin uygulandığına dair birtakım tarihi kayıt ve rivayetlerin bulunduğuna dikkat çeken Doç. Dr. Halil Tekiner, bugün Selçuklu Uygarlığı Müzesi olarak hizmet veren Kayseri Gevhernesibe Darüşşifasının da söz konusu örneklerden olduğunu belirtti.

Farklı makamlar, farklı saatlerde tedavi için kullanılıyordu
Doç. Dr. Halil Tekiner, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Gevhernesibe Darüşşifasında hastane ve tıp medresesi bölümü bulunuyordu. Hastane kısmının hemen bitişinde 18 odadan oluşan bir Bimarhane yer alıyor. Rivayetlere göre burada hastaların müzik ve su sesi ile tedavi edildiğini bilmekteyiz. Müzikle tedavi, İslam tababetinde bilinen bir konu. İbn-i Sina’da, Razî’de, Farabi’de, müziğin hastalıkların tedavisinde etkili olduğuna dair bir takım ifadeler görüyoruz. Farklı makamların, günün farklı saatlerinde, farklı hasta grupları için kullanılabileceğini aktarıyor bize bu kaynaklar. Fakat Gevher Nesibe Darüşşifasının vakfiyesini henüz bulamadığımız için burada bir müzisyen çalışıp çalışmadığı konusunda kesin ifadelerde bulunmamız güç. Ancak daha sonra inşa edilen darüşşifalarda müzisyenler çalıştırılmış. Bazı seyyahlar ki, Evliya Çelebi bunlardan birisidir, ziyaret ettikleri darüşşifalarda müzisyenlerin özellikle akıl hastalarının tedavisi sürecine katıldıklarını ve haftanın belli günlerinde müzikle tedavi (bugünün tabiriyle müzikoterapi) uygulamasının yapıldığını aktarıyor bize. Bu durumda, ihtimaldir ki, Gevher Nesibe Darüşşifası da, müzikle tedavi uygulamalarının yapıldığı bir hastaneydi.”

Modern tıpta ‘tamamlayıcı tedavi’ olarak kullanılıyor
Müzikle tedavi ya da müzikoterapinin günümüzde modern tıpta da yer bulduğunu kaydeden Doç. Dr. Halil Tekiner, Türkiye’de de bu konuda bilimsel çalışmalar yapıldığını ve çalışmalar doğrultusunda 2014 yılında Sağlık Bakanlığının bir yönetmelik yayınladığını dile getirdi. Yönetmelikte, ‘tamamlayıcı tedavi’ olarak tanımlanan müzikle tedavinin; hekimlerin, duruma göre diş hekimlerinin ya da sağlık personelinin eğitimli bir müzisyenle birlikte uygulama yapmasına dair düzenlemeler yer aldığını söyleyen Doç. Dr. Halil Tekiner, “Dünyada birçok ülkede müzikle tedavi uygulanıyor, ancak bu işi yapanlar müzikoterapist adını alan kişiler. Bunlar bir eğitimden geçiyorlar, dolayısıyla her müzisyenin böyle bir girişimde bulunması uygun olmayacaktır. Bunun yanı sıra müzikle tedavi konusunda yanlış anladığımız bir takım uygulamalar var, genelde müzikle tedaviyi sadece makamsal müzik dinlemek şeklinde anlıyoruz. Oysa bu tedavi yönteminde bir müzik aleti çalarak beynin farklı bölgelerini uyarmak, şarkı söyleyerek, ritim tutarak ya da eşlik ederek bu uyarıyı yapmak esas alınıyor. Bu nedenle, Yönetmelik’te de ifade edildiği üzere bu işi eğitimli kişilerin hekimler ya da sağlık personeli eşliğinde yapması en uygun olanıdır” diye konuştu.

Özellikle düşünsel bozukluklarda kullanılıyordu
Doç. Dr. Halil Tekiner, müzikle tedavinin, kognitif yani düşünsel bozuklukları olanlarda, otistiklerde, uyku güçlükleri yaşayanlarda veya depresyondan şikayet edenlerde, hatta onkoloji yani kanserle ilgili rahatsızlıklarda bağışıklığı güçlendirici olarak kullanıldığını belirtti.

Türkiye, müzikle tedaviye dair yayın sıralamasında 19’uncu
Türk müziğinin makamsal olarak zenginliğine ve dünyanın pek çok ülkesine göre müzikle tedavinin Anadolu’da daha önce uygulanmaya başlanmış olmasına rağmen, bugün Türkiye’nin müzikle tedavi alanındaki çalışmalarda geri kaldığının altını çizen Doç. Dr. Halil Tekiner, “Bu konuda atılan adımlar var, fakat birçok ülkenin gerisindeyiz. Son yaptığım istatistiğe göre, Türkiye yayın bakımından 19’uncu sırada yer alıyor. Üstelik biz, farklı ritimlere ve usullere sahip, zengin bir makamsal müzik kültürüne sahip olduğumuz için aslında müzikoterapinin bizim ülkemizde birçok ülkeden, özellikle Avrupa müziğinin etkili olduğu ülkelerden daha geniş bir uygulama alanı bulması gerekir. Amerika ve Kanada’da bu konuda birçok çalışmanın yapıldığını görüyoruz. Özellikle Almanya buna dair önemli çalışmaların yapıldığı bir ülke. Tarihte bu konuda atılmış adımları esas alarak, müzikle tedavi alanındaki araştırmaları geliştirmek ve uygulama alanını yaygınlaştırmak da bizlere düşüyor” ifadelerini kullandı. 

Bunlar Da İlginizi Çekebilir
Aydın CHP’li Başkana gelen tebrik çiçekleri Abdurrahmanlar imamına ev oluyor Mart ayında gerçekleştirilen yerel seçimlerinde Germencik Belediye Başkanı Seçilen CHP’li Burak Zencirci’ye gelen tebrik çiçekleri ilçeye bağlı Abdurrahmanlar Köyü imamına ev oluyor. Mazbatayı aldıktan sonra Belediye Binası’na gelen yüzlerce tebrik çiçeği özel bir firmaya satılarak geliri Abdurrahmanlar Köyü Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği’ne bağışlandı. Cuma günü akşamı mesai bitiminden sonra Belediyeye gelen çiçekçiler, belediyenin girişinden başkanlık makamının bulunduğu 3. kata kadar sıralanan yüzlerce çiçeği topladı. Amaçlarının hem farkındalık oluşturmak hem de çiçeklerin kamuya yararlı bir işte kullanılmasını sağlamak olduğunu belirten Germencik Belediye Başkanı Burak Zencirci, çiçeklerin atışından elde edilen geliri makbuz karşılığı dernek yönetimine bağışladı. Belediye Başkanı Zencirci’ye anlamlı davranışından dolayı teşekkür eden Abdurrahmanlar Köyü Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği Başkanı Hasan Hüseyin Kara ve Köy Muhtarı Akif Şahan, “Başkan köye geldiğinde söz vermişti. Sağ olsun sözünü yerine getirdi. Bu bağış, köyümüzde görev yapacak imama lojman yapımında kullanılacak” diye konuştular. Germencik Belediye Başkanı Burak Zencirci, "Seçimlerden önce muhtar beye bu sözü vermiştik. Köyümüzün bazı sıkıntıları var. O sıkıntıları gidermek adına seçimden 25 gün önce muhtarımıza, ’Seçimi kazandıktan sonra Mayıs ayının ilk haftası geleceksin. Değerli dostlarımızdan ve vatandaşlarımızdan gelen tebrik çiçeklerimizi çiçekçiye satıyoruz. Buradan elde ettiğimiz geliri de derneğe bağışlıyoruz. Dernek de o sıkıntılı buradan elde edilecek gelirle karşılayacak’ demiştik. Bugün de bu sözümüzü tutuyoruz. 30 bin TL civarında bir gelir elde ettik. Bu rakam derneğimiz için fena bir rakam değil. Bu son olmayacak. Köy derneklerimize elimizden geldiğince bu yardımlarımız devam edecek" diye konuştu.
Gaziantep 4 Mayıs Dünya Ankilozan Spondilit Günü SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Romatoloji Bölümü Öğr. Üyesi Prof. Dr. Bünyamin Kısacık, iltihaplı bel ve kalça romatizmasının (Ankilozan Spondilit) en belirgin özelliğinin sabahları ortaya çıkan bel ve kalça ağrısı olduğunu bildirdi. 4 Mayıs Dünya Ankilozan Spondilit Farkındalık Günü nedeniyle açıklama yapan Prof. Dr. Kısacık, “Mayıs ayının ilk cumartesi günü, Dünya Ankilozan Spondilit Günü olarak kutlanır. Tüm dünyada kutlanan Ankilozan Spondilit Günü’nde bu yıkıcı hastalığa dikkat çekerek, hastalığın etkilerini anlamak ve toplumu bilgilendirmek amaçlanmaktadır” dedi. Kronik iltihaplı bir romatizmadır Ankilozan spondilitin öncelikle omurgayı etkileyen kronik iltihaplı romatizma olduğunu hatırlatan Prof. Dr. Kısacık, toplumlar arasında sıklığı değişmekle birlikte her bin kişiden 1-10’unda bu hastalığın görülebildiğine vurgu yaptı. Ankilozan spondilitin en belirgin özelliğinin sabahları ortaya çıkan bel ve kalça ağrısı olduğunu hatırlatan Prof. Dr. Kısacık, geceleri hastayı uykudan uyandıran bel ağrılarının da belirtiler arasında bulunduğuna dikkat çekti. Genellikle 20-30 yaşlarında ortaya çıkan bu hastalıkta diz ekleminde ağrı şişlik, topuklarda ağrı, gözde üveit olarak adlandırılan iltihabi durumların da ortaya çıkabildiğini ifade eden Prof. Dr. Kısacık, şu bilgileri paylaştı: “Hastalık tanı konmadığı zaman maalesef şekil bozukluğu, erken emeklilik ve iş gücü kaybına neden olabilmektedir. Tanı için hastalarının şikayetlerinin yanı sıra ilgili eklemlerin manyetik rezonans (MR) ya da röntgen gibi yöntemlerle görüntülenmesi gerekmektedir.” Tedavi “Ailesel geçişi oldukça yüksek olan bu hastalık, erken tanı sonrası çok başarılı şekilde tedavi edilmektedir” diyen Prof. Dr. Kısacık sözlerini şöyle tamamladı: “İlaç tedavisinin yanı sıra egzersiz, kilo kontrolü gibi genel yaşam önerileri de büyük önem taşımaktadır. Ankilozan spondilit hastalarının doğru bilgi edinebilmeleri için bu konuyla yakından ilgilenen Romatoloji Uzmanları, ilgili hasta dernekleri ve Romatoloji Derneklerine ulaşmaları en sağlıklı yol olacaktır.”
İstanbul Türkiye’de çocukların yüzde 30’u toksik ebeveyn ile karşı karşıya Son zamanlarda sıklıkla duyulan toksik ebeveynlik kavramı hakkında bilgilendiren İstanbul Arel Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Psikoloji Bölümü Dr. Öğr. Üyesi Ayşe Su Kocayörük, Türkiye’de yüzde 20-30 oranda çocuğun toksik ebeveyne maruz kaldığını söyledi. Bunun sonucunda depresyonun en fazla görülen hastalık olduğuna işaret eden Kocayörük, “Depresyon hastalarının yüzde 50’sinde travmatik çocukluk yaşantıları söz konusudur. Ülkemiz için de aynı şey geçerli. Genelde depresyon görüntüsü altında olan kişilerin de toksik ebeveynlere maruz kaldıklarını biliyoruz” dedi. Son dönemlerde oldukça yaygınlaşan ‘toksik’ kavramı birçok alanda karşımıza çıkıyor. Bunlardan biri de ‘toksik ebeveynlik’ kavramıdır. Bu kavram; ebeveynlerin çocukları için en iyisini istese de bazen onları fazlaca sıkmaları ya da özgür bir birey olmalarını kısıtlamaları anlamına geliyor. Anne babaların da aslında toksik ailelerden geldiğini belirten Dr. Öğr. Üyesi Ayşe Su Kocayörük, “Bu yüzden ilişki ve bağlanma şekilleri aslında çocuklarını da etkiliyor. Hatta çocuklarının da ilerde kuracakları ilişki yine toksik şekilde devam edebiliyor. Nesilden nesle aktarılıyor. Burada suçlu aramak yerine çözüme odaklanmalı” açıklaması yaptı. “Küçümseyici, aşağılayıcı tavır takınmaları, negatif geri bildirimler vermeleri toksik ebeveynliktir” Toksik ebeveyn davranışlarını sıralayan Dr. Öğr. Üyesi Kocayörük, “Küçümseyici, aşağılayıcı tavır takınmaları, negatif geri bildirimler vermeleri, sürekli çocuğu didiklemeleri, sınırları aşmaları, çocuğun birey olduğunu kabul etmekten ziyade kendilerinin bir uzantısı olduğunu görmeleri toksik ebeveynliktir. Örneğin bu ebeveynler; çocuğu sınavda 99 notu aldığında ‘neden 100 almadın’ diye eleştirirler, çünkü hiçbir şeyle yetinmezler. Sürekli çocuk üstünde baskı, otoriter kurarlar. Bunun en büyük nedenleri arasında ise ailelerin çocuklarına empati yapamaması, çocuğun ihtiyaçlarını göremeyip anlayamaması yer almaktadır. Tabii bunu bile isteye yapmıyorlar. Çünkü onların da kendi ihtiyaçları zamanında görülmeyerek onlara da bu şekilde davranıldı” dedi. “Değerlilik ihtiyacı karşılanmayan çocukların kendini geliştirmesi zordur” Tedavisinde ise terapistlere büyük iş düştüğünü belirten Dr. Öğr. Üyesi Kocayörük şunları söyledi: “İnsanlar kendilerinin farkında da olmalıdır. Ama genellikle bu durumun farkında olmazlar. Sevilmeyip sayılmayan, biricilik ve değerlilik ihtiyacı karşılanmamış çocukların kendilerini geliştirmesi oldukça zordur. Bu yüzden kendilerinden beklentileri de düşüktür. Dünyaya genellikle olumsuz bakarlar. En önemlisi de öğrendikleri bağlanma biçimini, hayatlarında benzer bağlamda gösterecekler. Örneğin; sevgili, eş, arkadaşlık ilişkilerinde bu tarz bağlanma ilişkisi olacak. Mesela aşağılayıcı bir bağlanma stili gördüyse etrafındakileri aşağılayacak. Toksik ebeveynler genellikle klinik tanı almamış olsa da çoğunlukla ruhsal bozukluğu ya da kişilik bozukluğu olan kişilerdir. Narsist bir ebeveynle birlikteyseniz narsist olma ihtimaliniz çok yüksek. Kaygılı bir ebeveynle büyüyorsanız kaygılı olma ihtimaliniz çok yüksek.” “Ailelerini olduğu gibi kabul edip sınır çizerek hayatlarına devam etsinler” Ailelere ve özellikle de çocuklarına önerilerde bulunan Dr. Öğr. Üyesi Kocayörük son olarak şunları söyledi: “Aileler açık iletişimde olmalı. Çocuğunu dinlemeyi öğrenen her aile, bu anlamda yol katedecektir. Çünkü çocukların ihtiyaçlarını öğrenebildiklerinde, hissedebildiklerinde zaten tutumlarını değiştirecekler. Anne babalar kendilerine şunu sorsunlar; ‘ben çocuğumdan ne istiyorum, o benim bir uzantım mı, ona gücümü mü göstereyim, o benim her dediğimi yapsın mı?’ Yoksa sadece o benim çocuğum ve o ayrı birey. ‘O da kendi başına bir birey olarak kendi hayatını ve kendi yolunu bulacak’ şeklinde mi düşünüyorlar? Bu tür ailelere maruz kalan çocukların tutunacak dala ihtiyacı vardır. Öğretmen ya da başka akrabadan özdeşim kuracağı birilerini bulabilirler. Bu onlara iyi gelecektir. Aileler çoğunlukla toksik olduğunu kabul etmez. Çocuklar toksik bir aileye sahipse onları olduğu gibi kabul edip kendi sınırlarını çizebilir. Ebeveyniyle kuracağı empatik ilişkide çocuk, öfkelenmeyi ve kızmayı bırakabilir. Öfke ve kızmayı bıraktığında da onları olduğu gibi kabul edebilir. Olduğu gibi kabul ettikten sonra da kendi yolunu çizebilir. Diğer türlü anne babasına tepkili hayat yaşamak onları; madde bağımlılığına, kötü arkadaşlar edinmeye, kendine zarar verici davranışlarda bulunmaya kadar götürür. Çünkü kızgınlık ve öfke buna iter. Ailelerini anlayabilirlerse ailesinin onu anlamasını beklemeden hayatlarına devam edebilirler.”