SAĞLIK
08 Mayıs 2024 Çarşamba - 15:20 Dijital bağımlılığa dikkat çekmek için yürüdüler Sivas’ta İl Sağlık Müdürlüğüne bağlı Sağlıklı Hayat Merkezince, 1-7 Mayıs Bilişim Haftası’na yönelik yürüyüş etkinliği düzenlendi. Günümüzün gelişmiş teknolojilerinden olan akıllı telefon, tablet ve internet kullanımı; ihtiyaç duyulan bilgiye anında ulaşabilme, bilgi paylaşımını hızla sağlayabilme kolaylıklarının yanında sık, kontrolsüz ve zararlı kullanımdan kaynaklanan pek çok sorunu da beraberinde getirdi. Her yaş bireyde oldukça sık görülen problemli internet, akıllı telefon, tablet kullanımı aile içi iletişimin zayıflamasına, sosyal ilişkilerin de olumsuz etkilenmesine sebep olurken aynı zamanda dikkat halini dağıtarak akademik ve iş başarılarını düşürüyor. Çocuklar ve gençler başta olmak üzere tüm toplumun teknolojinin bilinçli, etkin ve güvenli kullanımına teşvik edilmesi, aşırı ve zararlı kullanımın önüne geçilmesi büyük önem taşıyor. Tüm bu hususlarda farkındalık oluşturmak maksadıyla ve “Dijital ve Davranışsal Bağımlılıklarla Mücadele Programı’’ kapsamında 1-7 Mayıs ’Bilişim Haftası’ olarak kutlandı. Sivas İl Sağlık Müdürlüğü Sağlıklı Hayat Merkezi, dijital ve davranışsal bağımlılıklarla mücadele kapsamında Bilişim Haftası’nda “Sanal değil sosyal hayatta kal” sloganıyla donatılmış bir pankart eşliğinde yürüyüş gerçekleştirdi. Yürüyüşte, teknolojinin bilinçli ve güvenli kullanımı konusunda toplumsal farkındalığı artırmak hedeflendi. Yürüyüşün ardından, Belediye Başkanlığı tarafından temin edilen kitaplar yaklaşık 15 dakika boyunca okundu. Etkinliğin son bölümünde ise katılımcılara dijital ve davranışsal bağımlılık konularında bilgilendirici broşürler dağıtıldı.
30 dakikada kesiksiz ve ağrısız işlemle sağlığına kavuştu
08 Mayıs 2024 Çarşamba - 11:34 30 dakikada kesiksiz ve ağrısız işlemle sağlığına kavuştu Kanama sorunu nedeniyle yumurtalıkları alınması gereken Ayşen Yiğiter, ülkemizde nadir uygulanan VNotes (doğal açıklık endostokpik cerrahi-izsiz cerrahi) yöntemi ile vajinal laparoskopi yapılarak sağlığına kavuştu. Medical Park Antalya Hastanesi’nde rahim sarkması ve rahim duvarında kalınlaşma teşhisi konulan 67 yaşındaki Ayşen Yiğiter, Antalya’da ilk kez uygulanan VNotes yöntemi ile (doğal açıklık endoskopik cerrahi) ile yapılan ameliyatla sağlığına kavuştu. Ameliyatı gerçekleştiren Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Doç. Dr. Ömer Ünal, VNotes yönteminin karından delikler açılarak uygulanan laparoskopi yerine, vajinal yoldan özel bir alet kullanılarak hastanın karın bölgesinde kesi yapmadan gerçekleştirilen laparoskopik bir ameliyat olarak tanımlanabileceğini belirtti. Türkiye’de yeni bir teknik Tıbbi yöntemlerin artık hastanın dokusuna daha az zarar verecek yöntemlere doğru yöneldiğini belirten Ünal, “İlk olarak 2004 yılında genel cerrahlar tarafından icat edilen, geliştirilen bir ameliyat. İlk olarak mideden apandisit alınmıştır. Kadın doğum için geliştirilen VNotes ameliyatı 2011-2012 yıllarında deneme tanısal amaçlı olarak uygulanırken, 2014-2015 yıllarında tamamen rahim alma ve jinekolojik ameliyatlarda uygulanmaya başlanmıştır. Türkiye’de ise 2016 yılında deneme şeklinde yapılmış, laparoskopik rahim alma ve vajinal yolla VNotes dediğimiz teknikle rahim olma ameliyatının karşılaştırması 2019 yılında yapılmıştır. Yani VNotes’in laparostokip veya abdominal açık ameliyatla rahim alınmasına üstünlüğü 2019 yılında keşfedilmiştir” dedi. “Vücudun doğal açıklıklarını kullanıyor” VNotes’in laparostokip veya abdominal açık ameliyatla rahim alınmasına üstünlüğünün 2019 yılında keşfedildiğini ve Türkiye’de belirli kliniklerde bu yöntemin uygulandığının altını çizen Ünal, “VNotes, çok yeni ve cihaz kullanılarak yapılan bir ameliyat, bir takım portlarla hava ile karnı şişiriyoruz. Bu şekilde hastaya oldukça az zarar veren, az girişim, minimal invazif bir cerrahi yöntemidir. VNotes ameliyatı dediğimiz bu ameliyat vücudun doğal açıklıklarından yapılan endoskopik bir ameliyattır. Amaç hastaların hızlıca iyileşmesi, hastaların ameliyat sonrası daha az ağrı hissetmesi ve günlük yaşantısına daha çabuk dönmesini sağlamak. Özellikle biz jinekologların vücutta bulunan doğal açıklıklardan olan vajina bölgesinden yaptığımız bir ameliyattır” ifadelerini kullandı. “Ağrı skorları yarı yarıya az” Hekimlerin rahim alma ameliyatlarında özellikle vajinal yoldan yapılırken tüpleri ve yumurtaları almakta zorluk yaşayabildiğini söyleyen Doç. Dr. Ömer Ünal, “VNotes yöntemi ile vajinal yolla aldığımız rahimlerin yanında tüpleri ve yumurtalıkları da alabiliyoruz. Bunun dışında ameliyat süresi yaklaşık 30-40 dakika ile sınırlı, iyileşme ve hastane kalış süreçleri de oldukça az olmakta. Yapılan çalışmalarda da anlaşılmaktadır ki bütün endoskopik cerrahiler yani minimal invazif ameliyatların içerisinde laparoskopik rahim alma ameliyatı da dâhil vajinal yoldan uyguladığımız VNotes ameliyatında ağrı skorları da neredeyse yarı yarıya daha az olmaktadır. Bazı hastalarımızda ağrı kesici vermeye gerek kalmayacak kadar ağrıları olmamaktadır. Bu tür avantajları açısından oldukça etkili bir yöntem” şeklinde konuştu. “Modern ve enstrümantal bir ameliyat” VNotes yöntemi ile yapılan ameliyatlarda hastaların hızlıca iyileşmesi, hastaların ameliyat sonrası daha az ağrı hissetmesi ve günlük yaşantısına daha çabuk dönmesini amaçlandığını belirten Ünal, “Buradan yaptığımız ameliyatla miyom alma, rahim alma, yumurtalık kistlerini alma, dış gebelik ameliyatları, kanser ameliyatlarında sentinel left dediğimiz bir takım ameliyatları yapmaktayız. Bunun dışında, organ sarkması yani idrar kesesi ve rahim sarkması ameliyatlarını da bu yöntemle askı şeklinde yapabilmekteyiz. Modern ve enstrümantal (aletle yapılan) bir ameliyat, bütün hastalara bu tür ameliyatlar hasıl olduğunda VNotes ile yani doğal açıklıklarından endoskopik ameliyatı tavsiye ediyoruz. 2019 yılından sonra Türkiye’de de belirli kliniklerde uygulanmaya başlanan ve Medical Park Antalya Hastanesi’nde Ayşen hanıma uyguladığımız bu ameliyat Antalya’da da ilk kez yapılmakta, bu anlamda gururluyuz” dedi. “Rahat ve ağrısız bir ameliyat geçirdim” Yaklaşık yarım saat süren ve VNotes tekniği ile ameliyat olan Ayşen Yiğiter ise, ameliyatın ardından herhangi bir ağrı yaşamadığını ve kendisini çok iyi hissettiğini belirterek, “Bir hafta önce bir gece hafif bir kanamam oldu. Doktor bey, muayenesinin ardından rahimde sarkma ve rahim duvarında kalınlaşma olduğunu belirtti. Rahmin alınması gerektiğini belirti. Ameliyat için onay vermemin ardından, çok rahat ve başarılı bir ameliyat geçirdim. Herhangi bir ağrım yok, kendimi çok iyi hissediyorum” ifadelerini kullandı.
Hastaneyi beklemeyip ambulansta doğan Nehir bebek paramedik ekibiyle buluştu
08 Mayıs 2024 Çarşamba - 11:34 Hastaneyi beklemeyip ambulansta doğan Nehir bebek paramedik ekibiyle buluştu Burdur’un Gölhisar ilçesinde hastanede sancıları artınca Burdur’a sevk edilen hamile kadın ambulansta doğum yaptı. Doğum için hastaneye kadar bekleyemeyen Nehir bebek, daha bir hafta önce doğum eğitimi alan ambulanstaki ekibin yardımıyla dünyaya geldi. Ekip bebeği evinde ziyaret etti. Burdur’un Çavdır ilçesine bağlı Kozağacı köyünde yaşayan ve 9 aylık hamile olan Özlem Bilici (32), 25 Nisan tarihinde evde sancıları başlayınca Gölhisar Devlet Hastanesi’ne gitti. Burada yapılan kontrollerde suyunun geldiği anlaşılınca ambulans ile Burdur Devlet Hastanesi’ne sevk edilen Özlem Bilici ambulansta doğum yaptı. 3 kilo 200 gram doğan kız bebeklerine Nehir ismini veren Özlem-Niyazi Bilici çifti üçüncü çocuklarını kucaklarına almanın mutluluğunu yaşıyor. Doğumdan 13 gün sonra Nehir bebeğin ambulansta doğumunu gerçekleştiren 112 ekibi İsmail Çelikbaş, Perihan Hasçeltik ve İsmail Hasçeltik, Nehir bebeği evinde ziyaret etti. Özlem Bilici’nin doğumunu gerçekleştiren ve 5 yıldır paramedik olarak görev yapan Perihan Hasçeltik, "Nöbetimizde Komuta Kontrol Merkezi’nden Gölhisar Devlet Hastanesi’nden Burdur Devlet Hastanesi’ne miadında gebelik olarak sevk görevi verildi. Hastaneye gittiğimizde 32 yaş ve üçüncü doğum olduğu söylendi. Bir saattir hastanede beklemiş ve suyu gelmeye başlamıştı. Bizde gebe arkadaşla birlikte yanımıza bir ebe arkadaş da alarak yola çıktık. Yola çıktığımızda sancısı artınca biraz bekledik doğum başlarsa geri döneriz diye. Doğum gerçekleşmeyince tekrar yola koyulduk. Yaklaşık 10 dakika sonra ambulansta doğum gerçekleşti. Bebek doğduktan sonra ebe arkadaş ile birlikte bebeği ve anneyi stabil hale getirdik ve sağ salim Burdur Devlet Hastanesi’ne teslim ettik. Doğumunu gördüğümüz Nehir bebeği ve ailesini bugün ziyarete geldik. Bebeğimiz büyümüş, 15 günlük olmuş, maşallah diyelim. Buna vesile olmak ve doğumuna yardımcı olmak da güzel bir duyguydu bizim için" dedi. "Mesleğimde 20 yıl sonra ilk kez böyle bir vaka aldım" Yaklaşık 20 yıldır paramedik olarak görev yapan ambulans ekip şefi İsmail Çelikbaş ise, "Arkadaşlarım ile birlikte o gün doğum işlemini gerçekleştirdik. 20 yılda ilk defa böyle bir vaka ile karşılaştım. Her zaman çok acil vakalar, ölümler, kalp krizleri, trafik kazaları gibi vakalara değil böyle güzel olayların da olması bize gurur ve onur veriyor. Bugün de aileyi ziyarete geldik, Nehir bebeği yerinde gördük. Annesine, babasına, vatana ve millete hayırlı evlat olmasını dilerim" şeklinde konuştu. "Bir hafta önce doğum eğitimi almıştık" Ekip olarak yaklaşık bir hafta önce İl Sağlık Müdürlüğü tarafından kendilerine doğum eğitimi verildiğini de söyleyen Paramedik İsmail Çelikbaş, "Yaklaşık bir hafta önce doğum eğitimi almıştık bakanlığımız ve müdürlüğümüz sayesinde. Eğitimin üzerine de bu olayın gerçekleşmesi çok güzel oldu. Bu eğitimde bize yardımcı olan eğitmenlerimize ve müdürlüğümüze çok teşekkür ederiz" sözlerini sarf etti. Nehir bebeğin babası Niyazi Bilici kızlarının doğumunda yardımcı olan ekibe teşekkürlerini sunarken anne Özlem Bilici ise, "25 Nisan tarihinde evde sancım başlayınca Gölhisar Devlet Hastanesi’ne gittim. Orada ebelerimiz ve sağlık çalışanlarımız yardımcı oldu. Ambulans ile Burdur’a gidecektim ama yolda doğumum başlayınca ambulanstaki sağlık çalışanlarımız ve ebemiz yardımıyla doğumum gerçekleşti. Hepsine çok teşekkür ediyorum. Bebeğimi onların sayesinde sağlıklı bir şekilde kucağıma aldım" dedi.
’Böbrek üstü bezi, yüksek tansiyona neden olabilir’
08 Mayıs 2024 Çarşamba - 11:32 ’Böbrek üstü bezi, yüksek tansiyona neden olabilir’ Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Hulusu Atmaca, böbrek üstü bezlerinin yüksek tansiyona neden olabileceğini söyledi. VM Medical Park Samsun Hastanesi Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Kliniği’nden Prof. Dr. Hulusi Atmaca, hormonal hipertansiyon hakkında bilgilendirmede bulundu. Hipertansiyonun tanımını yapan Prof. Dr. Atmaca, “Halk arasında ‘tansiyon hastalığı’ olarak isimlendirilen ve erişkin nüfusun yüzde 25’ini etkileyen hipertansiyon, kalp damar hastalıklarına bağlı ölümlerin önemli bir sebebidir. Hastalığın uygun önlem ve tedavisi, bu ölümleri etkili bir şekilde azaltmaktadır. Etkili tedavi şartlarından biri de hipertansiyonun nedenini tespit edip nedene yönelik tedavi planlamasıdır” dedi. “Hipertansiyon, böbrek üstü bezi hipertansiyonuna bağlı gelişir” Hormonal hipertansiyon hakkında bilgi veren Prof. Dr. Atmaca, “Hipertansiyonun yüzde 90 nedeni bilinmez, ancak yüzde 10 nedeni sekonder hipertansiyon olarak adlandırılan böbrek üstü bezi hipertansiyonuna yani hormonal hipertansiyona bağlı gelişir. Böbrek üstü bezi başlıca 3 çeşit hormon salgılamaktadır. Bu hormonlardan birinin aşırı salgılanması söz konusu olduğu hastalarda böbrek üstü bezi hipertansiyonu gelişir. Böyle hastalarda uygun ilaç tedavisi ile kan basıncı daha az ilaçla ve daha kolay kontrol altına alınabilmektedir. Ayrıca, uygun hastalarda aşırı çalışan böbrek üstü bezinin cerrahi olarak çıkarılmasıyla hastaların çoğunda hipertansiyon düzelir ve ilaç tedavisine gerek kalmaz. Bu yüzden tansiyonu olan hastalarda kimlerin böbrek üstü bezi veya hormonal hipertansiyon açısından taranması gerektiği sorusu önem kazanır” diye konuştu. Bu belirtilere dikkat Prof. Dr. Atmaca, böbrek üstü veya hormonal tansiyonun hangi kişilerde daha sık görülebileceğini şöyle sıraladı: “Ataklar halinde tansiyonda ani yükselme ve düşmesi olanlar. Üç adet veya daha fazla ilaca rağmen tansiyonu kontrol altında olmayanlar. Aile bireylerinde yaygın tansiyon veya ani ölüm hikâyesi olanlar. Böbrek üstü bezinde kitlesi olanlar. Kan potasyum düzeyi düşük olanlar. Anestezi, entübasyon, cerrahi, gebelik, anjiografi sırasında hipertansif atak ve açıklanamayan şok hikâyesi olanlar. Hipertansiyonun genç yaşlarda (20 yaş öncesi) başlaması. Hipertansiyonun ileri yaşlarda (50 yaş üstü) başlaması ve deride çürükler, mor çatlaklar ve kas güçsüzlüğü olanlar.” Atmaca ayrıca, “Bahsi geçen özelliklerden en az birini taşıyanların böbrek üstü bezi veya hormonal tansiyon açısından endokrinoloji ve metabolizma hastalıkları uzmanına başvurması gereklidir” ifadelerini kullandı.
Op. Dr. Akyıldız: “Baş ve boyun cerrahisinde robotik cerrahi ile daha hızlı iyileşme mümkün”
08 Mayıs 2024 Çarşamba - 11:32 Op. Dr. Akyıldız: “Baş ve boyun cerrahisinde robotik cerrahi ile daha hızlı iyileşme mümkün” Baş ve boyun cerrahisinde robotik cerrahi işlemlerinin robot kollarının ağız boşluğunun içine yerleştirilmesiyle gerçekleştirildiğini belirten Kulak Burun Boğaz Uzmanı Op. Dr. H. Seçil Akyıldız, “Robotik cerrahi teknolojisi ile Hastaların hastanede kalış süresi kısalır. Hastalar fonksiyon kaybı olmadan daha kısa sürede normal beslenmeye ve konuşmaya geçebilirler” dedi. Baş-boyun cerrahisinde robotik cerrahi işlemler ile ilgili bilgi veren Liv Hospital Ankara Kulak Burun Boğaz Uzmanı Op. Dr. H. Seçil Akyıldız, baş ve boyun cerrahisinde uygulanan robotik cerrahi işlemler hakkında bilgilendirmede bulundu. Robotik cerrahinin ne olduğundan bahseden Op. Dr. Akyıldız, “Robotik cerrahi platformu, cerrah ile hasta arasında yer alan bilgisayar yardımlı bir elektromekanik cihazdır. Robotik cerrahi teknolojisi, modern anlamda bir tele-tıp yani robot yardımıyla uzaktan cerrahi uygulamasıdır. Robotik cerrahide de tıpkı endoskopik cerrahide olduğu gibi cerrahi robot platformu, yardımcı alet olarak kullanılarak ameliyatlar gerçekleştirilir” diye konuştu. “Baş ve boyun cerrahisinde kullanılır” Robotik cerrahi sistemlerinin günümüzde Kulak Burun Boğaz (KBB) ile baş ve boyun cerrahisinde de bazı hastaların tedavisinde kullanıldığının altını çizen Op. Dr. Akyıldız, “Yapılan birçok çalışmada belirli KBB operasyonlarında robot kullanımının güvenli bir şekilde uygulanabildiği ve diğer yöntemlere göre bazı avantajları olduğu gösterilmiştir. Baş boyun cerrahisinde robotik cerrahi işlemi, robot kollarının ağız boşluğunun içine yerleştirilmesiyle yapılır” ifadelerini kullandı. “Dil ve dil kökünün tümörleri tedavi edilebilir” Op. Dr. Akyıldız, kulak burun boğaz alanında tercih edilen robotik cerrahinin, hangi hastalıklarda kullanıldığını şu şekilde sıraladı: “Gırtlağın (larenks) iyi huylu ve kötü huylu tümörleri, kistleri ve kanserleri, bademciklerin (tonsillerin) iyi ve kötü huylu tümörleri, dil ve dil kökünün iyi ve kötü huylu tümörleri, Geniz (nazofarenks), yumuşak damak (velum), yanak, yutak (farenks) bölgesinin iyi ve kötü huylu tümörleri, uyku apnesi sendromu ve horlamanın cerrahi tedavisinde kullanılabilmektedir.” “Klasik açık cerrahiye göre farkları” Transoral robotik cerrahinin, klasik açık cerrahiye göre farklarının neler olduğunu değinen Op. Dr. Akyıldız, “Kulak burun boğaz ve baş-boyun cerrahisinin açık ameliyat yaklaşımlarında yüz ve boyun cilt kesileri gereken vakalarda, alt ve üst çene kemiklerine kesiler yapılır. Robotik cerrahi yaklaşımında ise cilt kesisi yapılmaz. ‘Trakeotomi’ adı verilen nefes borusuna delik açılması işlemi sınırlı durumlar hariç yapılmaz. Ağız boşluğuna yerleştirilen kolları aracılığı ile yapılan robotik cerrahide kanama çok azdır. Hastaların hastanede kalış süresi kısalır ve fonksiyon kaybı olmaksızın hastalar daha kısa sürede normal beslenmeye ve konuşmaya geçebilirler” dedi.
Yumurtalık kanseri, ölüme yol açan kanserler arasında 5’inci sırada yer alıyor
08 Mayıs 2024 Çarşamba - 11:03 Yumurtalık kanseri, ölüme yol açan kanserler arasında 5’inci sırada yer alıyor Yumurtalık kanserinin ölüme yol açan kanserler arasında 5’inci sırada olduğunu ve ortalama tanı yaşının 64 olduğuna dikkat çeken Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Dr. Gizem Kaplan “Rutin bir tarama testi olmasa da yıllık kadın doğum muayeneleri, smear takipleri ve hekim kontrolüyle yumurtalık kanserini erken evrede yakalayabiliriz” dedi. Acıbadem Eskişehir Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Dr. Gizem Kaplan yumurtalık kanserlerinin görülme sıklığının tüm kanserler arasında yüzde 3 olduğunu, ölüme yol açan kanserler arasında 5’inci sırada olduğunu söyledi. Jinekolojik kanserler arasında da rastlanma sıklığı bakımından 2’nci sırada yer aldığını belirten Dr. Kaplan “Yumurtalık kanseri diğer kanserlere göre daha nadir görülse de tanı alındığı anda çoğunlukla ileri evre olması, ileri evre olana kadar çok az semptom vermesi ve bu nedenle yaşam süresinin kısa oluşu nedeniyle önem arz etmektedir” dedi. Ortalama tanı yaşının 64 olduğuna değinen Dr. Kaplan yumurtalık kanserinin çoğunlukla menopoz sonrası kadınları etkilediğini; köken olarak yumurtalığın epitel denilen en dış dokusundan, germ hücreleri denilen üreme hücrelerinden ya da stroma yani iç dokudan kaynaklı oluşabileceğini ifade etti. “İleri evrede semptom veriyor” “Bir kadın ömrü boyunca ne kadar çok adet döngüsü yaşarsa yumurtalık kanseri olma ihtimali o kadar artmaktadır” diyen Dr. Kaplan risk faktörlerini hiç doğum yapmamış olmak, infertilite (kısırlık), erken yaşta adet görmeye başlamak, geç menopoza girmek, ileri yaş ve aile öyküsü olarak sıraladı. Bunun tersine çok doğum yapma, doğum kontrol hapı kullanma, emzirme, rahim ve yumurtalıkları aldırma, tüpleri bağlatmanın ise epitel kaynaklı yumurtalık kanserinden koruyucu olduğunu sözlerine ekledi. Yumurtalık kanserlerinin semptom verdiğinde çoğunlukla ileri evrede olduğunun altını çizen Dr. Kaplan “Bu semptomları sıralayacak olursak; menopoz öncesi dönemde düzensiz kanamalar, kitlenin bası yapmasına bağlı olarak ağrı, kabızlık, alt karın bölgesinde gerilim ve hassasiyet, ağrılı cinsel ilişki, karın içinde assit denilen sıvı birikimine bağlı gerilim, menopoz sonrası kanamalar olarak özetleyebiliriz. Muayene bulguları olarak ise ultrasonda kitle görülmesi, assit görülmesi, menopoza girilmesine rağmen vajinal muayenede ele gelen yumurtalıklar, akciğer çevresinde sıvı birikimi görülebilir” diye konuştu. “Kesin tanı için patoloji gerekiyor” Tanının genellikle fizik muayene, ultrason ve tümör markörü denilen kan tetkikleri ile konulduğunu, buna ek olarak smear taraması, düzensiz kanama varsa rahim iç dokusundan biyopsi alınmasının da tanıya yardımcı tetkiklerden olduğunu dile getiren Dr. Kaplan kesin tanının ameliyat esnasında yumurtalık dokusunun patolojiye gönderilmesi ile konulabildiğini anlattı. Bazı genetik mutasyonları taşıyan kişilerde ailesel meme, yumurtalık, kolon, pankreas kanserleri görüldüğüne işaret eden Dr. Kaplan “BRCA ve HNPCC denilen bu mutasyonları ailesinde taşıyan kişilerin kanser taramaları açısından diğer kişilere göre daha dikkatli olması gerekir. Böyle bir aile öyküsü olanlarda yumurtalık kanseri açısından yıllık düzenli muayene, ultrason ve tümör markörleri taranmalıdır. Ayrıca bu kişilere genetik danışmanlık verilmeli, çocuk istemi tamamlandıktan sonra ise hasta ile görüşülerek önlem amaçlı iki taraflı yumurtalıkların alınması bir seçenek olarak sunulmalıdır” dedi. “5 yıllık sağ kalım oranı yüzde 40” Dr. Kaplan yumurtalık kanserlerinin çevre dokuya komşuluk yoluyla diğer dokulara ise kan ve lenf sistemi yoluyla yayılabileceğine değinerek tedavi sürecinin cerrahi, kemoterapi, radyoterapi, immunoterapi ve hormon tedavilerinin uygun koşullarda kombine edilmesi ile yapıldığını ancak tüm bu tedavilere rağmen 5 yıllık sağ kalım oranının yüzde 40 civarında olduğunu söyledi. Epitelyal yumurtalık kanserlerinin haricinde yumurtalık dokusunun diğer bölümlerinden köken alan pek çok yumurtalık kanseri çeşidi bulunsa da bunların görülme sıklığının daha düşük olduğunu ve çoğunlukla daha erken yaşlarda görülüp, daha erken evrede tanı aldığından bahseden Dr. Kaplan bu tip kanserlerde agresif bir cerrahi yerine rahim ve yumurtalıkları koruyucu cerrahilerin tercih edildiğini dile getirdi. Ölüm oranının yüksekliği ve geç evrede tanı alması nedeniyle önemli olduğunu vurgulayan Dr. Kaplan “Yumurtalık kanserinin rutin bir tarama testi olmasa da yıllık kadın doğum muayeneleri, smear takipleri son derece önemlidir. Ayrıca adet döngüsünde oluşan değişiklikler, ağrı, kanama gibi jinekolojik semptomları göz ardı etmemek ve hekim kontrolü olmak kanseri erken evrelerde yakalayabilme şansı sağlamaktadır” dedi.
Her acıkma aslında acıkma değil
08 Mayıs 2024 Çarşamba - 10:57 Her acıkma aslında acıkma değil SAMSUN (İHA) – Diyetisyen Cemre Balkan, her acıkmanın fiziksel acıkma olmadığını, birçok faktörün insanları yemek yemeye yönelttiğini bunun da kilo almaya yol açtığını söyledi. Açlık, vücudun hareket etmesi, nefes alması ve diğer hayati işlevleri yerine getirmesi için ihtiyaç duyduğu enerjiyi almasını sağlayan güdüdür. Açlık, fiziksel, psikolojik veya her ikisinin birleşimi olabilir. Uzmanlar, gerçek fiziksel açlık ile yemeğe duyulan duygusal özlem arasında ayrım yapmanın zor olduğunu ifade ederken, Medicana Sağlık Grubu diyetisyenlerinden Cemre Balkan, açlığı önlemenin püf noktalarını aktardı. Açık çeşitlerini fiziksel ve psikolojik-duygusal açlık olarak ayıran Medicana International Samsun Hastanesi diyetisyenlerinden Cemre Balkan, “Fizyolojik anlamda açlık, vücudun işlevlerini yerine getirmesi için gıdaya ihtiyaç duyduğu anlamına gelir. Ancak açlık, aynı zamanda duygusal boşluğun da bir işareti olabilir. Üzüntüden, can sıkıntısından ya da mutluluktan dolayı kişiler gıda tüketmek isteyebilir. Yaşa ve kiloya bağlı olarak alınması gerekenden daha fazla kalori alımına neden olduğu için kilo kontrolünü zorlaştırabilir” dedi. “Her yemek isteği vücudun fiziksel yiyecek ihtiyacından kaynaklanmaz” Acıkmanın her zaman fiziksel olarak gerçekleşmediğine değinen Cemre Balkan, “Her yemek yeme isteği vücudun fiziksel yiyecek ihtiyacından kaynaklanmaz. Gerçek açlık veya vücut açlığı, daha fazla besine olan fizyolojik bir ihtiyaçtır; vücudun daha fazla besine ihtiyacı olduğu anlamına gelir. Bu mesaj, midedeki bükülme veya boşluk gibi fiziksel duyumlar aracılığıyla gönderilir. Bunun dışında fiziksel açıdan aç olunmaması durumunda, genellikle stres faktörleri ya da alışkanlıklardan söz edilmesi mümkündür. Bu açlığı önlemenin yolları ise küçük ve sık öğünler, lif içeren gıdalar tüketmek, aralıklı oruç, protein tüketimi, bol sıvı tüketimidir. Ayrıca stres, daha fazla yemek yemeye neden olabilen bir faktördür. Bazı kişiler stresli olduklarında atıştırmalık tüketme eğilimindedir. Yemek, bu stresli duyguların ortadan kaldırılmasına ya da stresin daha az şiddetli hissedilmesine yardımcı olabilir. Stresten kaçınılması için meditasyon gibi yöntemlerden yararlanılabilir” diye konuştu. Sağlıklı yaşam tarzı ve düzenli egzersizin önemi Sağlıklı yaşam tarzı ve düzenli egzersizin de açlığa iyi geldiğini ifade eden Balkan, “Sağlıklı bir yaşam tarzı yeterince uyumayı da gerektirir. Sürekli yorgun olan kişiler enerji içecekleri, yağlı içecekler, şekerli atıştırmalıklar gibi enerjiyi yükseltecek yiyecek ve içecekleri tüketmeye yönelebilir. Bunlar, hızlı bir destek sağlasa da aynı hızla etkisini kaybeder. Kişiler, bu durumda daha fazla şeker ve kafeine ihtiyaç duyabilir. Yeterli uyku ise hızlı enerji veren yiyeceklere duyulan ihtiyacı ve dolayısıyla sürekli aç hissetmeyi azaltabilir. Düzenli egzersiz daha iyi sağlığı teşvik ederken kilo kaybına katkıda bulunabilir. Ayrıca kilonun korunması için gereklidir. Bununla birlikte iştahı ve açlık seviyesini de etkileyebildiği için egzersize verilen tepkinin anlaşılması önemlidir. Egzersize yanıt olarak yeme alışkanlıklarının ayarlanması, açlığın kontrol edilmesine yardımcı olabilir” şeklinde konuştu.
Epilepsi hastası çocuğa Almanya’dan tekerlekli sandalye
08 Mayıs 2024 Çarşamba - 10:47 Epilepsi hastası çocuğa Almanya’dan tekerlekli sandalye Kütahya’nın Tavşanlı ilçesinde yaşayan epilepsi hastası 9 yaşındaki Yemliha İsmail Çağmel’e Almanya’nın Hamburg şehrindeki yardımseverler tarafından tekerlekli sandalye temin edildi. Almanya’nın Hamburg şehrinde uzun yıllar engelli derneğinde yöneticilik ve başkanlık yapan, gazeteciliğin yanı sıra sağlık kuruluşunda iş yeri temsilcisi ve Türk kökenli milletvekilinin basın danışmanlığını yapan Ali Akdemir, Tavşanlı’da yaşayan 9 yaşındaki Serapalpalsi Epilepsi hastası İsmail Çağmel’e tekerlekli sandalye getirdi. Aynı zamanda Beşiktaşlı olan Çağmel’e atkı, forma ve çeşitli hediyeler de verildi. Ali Akdemir, Almanya’da bulunan Tavşanlılı Osman Soycan’a, katkı sunan Orhan Dilek ve sanatçı Pınar Ergin’e, bir çocuğun mutlu gülüşüne katkı sağlamalarından dolayı teşekkür etti. Akdemir, "Kütahya’nın Tavşanlı ilçesinde 9 yaşındaki Serebral palsili Epilepsi tanısı konulan engelli çocuğumuzun hayatını kolaylaştırmak amacıyla özel engelli sandalyesini gidip bizzat kendisine teslim ettim. Bir emanet daha yerine, sahibine ulaştı. İyiliğe vesile olup, çocuğumuzun yüzünde gülümsemeye neden olan yardımsever, paylaşımcı dost yüreklere teşekkür ediyorum. İyiki sizin gibi yüreği güzel insanlar var hala bu toplumda. Hayatı paylaşmak için engel yok" dedi. Akdemir, yapılacak küçük bir desteğin bir engellinin tekerlekli sandalyesinin vidası, eğitime bir katkı veya sağlık hizmetinde iğne olabileceğini belirtti. Bu mutlu gülüşlere katkı sağlayan duyarlı herkese teşekkür etti. Belediye çevre temizlik biriminde çalışan baba Yusuf Çağmel ise engelli bir çocuğa sahip olduğunu ve kendisinin de engelli adayı olduğunu söyledi. Birçok ilde engelliler için taksi olduğunu ve Tavşanlı’da da bir engelli taksi olmasını istediğini belirtti. Çağmel, engellilerin hastaneye gitmek için taksi tutmak zorunda kaldığını ve bunun da masraflı olduğunu vurguladı. Anne Zahide Çağmel ise "Çocuğum epilepsi hastası ve yüzde 90 engelli durumu var. Böyle bir araca ihtiyacımız vardı. Hepsine çok teşekkür ederim. Engelliler yalnız değildir, hayat birbirine omuz verince güzel oluyor. Sağolsunlar Almanya’dan buraya getirdiler ve emaneti teslim ettiler." Almanya’dan gelen tekerlekli sandalyenin engelli çocuğa büyük bir mutluluk yaşattığı ve bu güzel olayın tüm topluma örnek olması gerektiği belirtildi.
Türkiye nüfusunun yüzde 2,1’i taşıyıcı, en çok bu bölgede görülüyor
08 Mayıs 2024 Çarşamba - 10:26 Türkiye nüfusunun yüzde 2,1’i taşıyıcı, en çok bu bölgede görülüyor Ülkemizde en çok Antalya, Antakya, Mersin gibi bölgelerde görülen Talasemi’yi Türkiye nüfusunun yüzde 2,1’i taşıyor. Kocaeli Şehir Hastanesi Hematoloji Hekimi Uzm. Dr. Beytullah Altınkaynak, Talasemi ile ilgili önemli açıklamalarda bulundu. Akdeniz Anemisi olarak biliniyor Talasemi’nin dünyada ve ülkemizde en sık görülen, önlenebilir kalıtsal kan hastalığı olduğunu hatırlatan Altınkaynak, "Akdeniz çevresindeki ülkelerde sık görülmesi sebebiyle Akdeniz Anemisi olarak da adlandırılmış olmasına rağmen dünyanın her yerinde görülebilmektedir. Türkiye nüfusunun yaklaşık yüzde 2,1’i taşıyıcıdır. Bu oran Antalya, Antakya, Mersin gibi bölgelerde yüzde 12’lere kadar çıkabilmektedir’’ dedi. Tanısı nasıl yapılıyor Talasemi tanısının, tam kan sayımı, periferik yayma (kan hücrelerinin mikroskopta bakılması), hemoglobin elektroforezi gibi çok basit ve kolay kan testler ile konulabildiğini ifade eden Altınkaynak, "Anne ve babadaki genlerin hastalıklı olup olmamasına bağlı olarak bireyler sadece taşıyıcı olabildikleri gibi, hafif veya ağır hastalığa sahip olabilirler. Her yeni talasemi hastası, taşıyıcı anne ve babadan doğmaktadır. Bu nedenle hastalığın oluşmasını engellemek için hastalığın sık görüldüğü bölgelerde, evlenecek olan çiftlerin talasemi taşıyıcılığı açısından taranmaları önemlidir" diye konuştu. Eşlerin ikisinin de taşıyıcı olması durumunda eşlere danışmanlık verilmesinin önemine dikkat çeken Beytullah Altınkaynak, "Genetik tanı merkezlerine yönlendirilmeli ve gebelik öncesinde gerekli tetkikler tamamlanmalıdır. İki taşıyıcının evliliği söz konusu ise çiftler mutlaka her gebeliğin ilk 2 ayında doktora başvurmalı ve gerekli tetkikleri yaptırmalıdırlar. Anne karnında tanı: koryonik villus biyopsisi, amniosentez ve kordosentez ile yapılabilir. Talasemi majörlü (ağır hastalık) hastalarda sık kan transfüzyonuna bağlı demir birikimi olur. Demir kalp, karaciğer ve hormon salgılayan organlarda (endokrin organlar) birikebilir. Bu sorunlar demir bağlayıcı ilaçların (şelatörlerin) düzenli kullanılması ile önlenebilir. Ayrıca günümüzde çok çok nadir de olsa aldıkları kan transfüzyonlarına bağlı olarak bu hastalarda hepatit B, hepatit C gibi bulaşıcı enfeksiyonlar gelişebilir" ifadelerini kullandı. Akdeniz anemisinin tamamen önlenemediğini ancak genetik danışmanlık, prenatal testler, yeni doğan taraması ile akraba evliliklerinden kaçınmak gibi önleyici önlemler alınabildiğini söyleyen Altınkaynak, "Hastalığın görülme sıklığı azaltılabilir ve hastalığın ciddiyeti, semptomları ve yaşa uygun bir tedavi seçeneği ile gelişebilecek komplikasyonlar geciktirilebilir veya engellenebilir" dedi.