SAĞLIK
Sezaryen, bebek için daha az riskliyken normal doğumda anne daha hızlı toparlanıyor
03 Mayıs 2024 Cuma - 11:37 Sezaryen, bebek için daha az riskliyken normal doğumda anne daha hızlı toparlanıyor Çoğu anne adayı için doğum şekline karar vermek zorlu bir süreç olabiliyor. Her iki doğum yönteminin de avantaj ve dezavantajları olduğunu söyleyen Op. Dr. Funda Öztürk, normal veya sezaryen doğum kriterlerini anlattı. Sezaryenin bebek için daha az riskli olduğunu belirten Op. Dr. Funda Öztürk, “Normal doğumda anne daha hızlı toparlanır” dedi. Hamileliğin son aylarına gelen anne adayları, doğum şekliyle ilgili endişeye kapılabilir. Anne adayları, normal doğum mu, yoksa sezaryenle mi doğum yapacağına karar veremeyebilir. Her iki doğum şeklinin de farklı özellikleri olduğunu söyleyen Medicana Ataşehir Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Bölümü’nden Op. Dr. Funda Öztürk; “Hamilelik normal seyrinde ilerliyorsa doğum şekline genellikle doğum haftasına yakın bir zamanda karar verilir. Normal doğum ya da sezaryenle doğum yapmanın kendine göre avantaj ve dezavantajları vardır. Önemli olan anne adayı ve bebeği için hangi doğum şeklinin uygun olduğuna karar vermektir. Hamileler ve aileleri, doğum şekli konusunda doktorun bilgi ve tecrübesine güvenmeli ve doğum şekliyle ilgili ısrarcı olmamalıdır” şeklinde konuştu. Doğum şekline karar verirken neler dikkate alınır? Doğum şeklinde karar verirken nelerin dikkate alınması gerektiğini anlatan Op. Dr. Funda Öztürk bunları şu şekilde sıraladı: “Gebelik haftası, bebeğin anne karnındaki pozisyonu, bebeğin kilosu, plasentanın yerleşimi, annenin daha önceki doğum şekli, annenin fiziken ve ruhen hazır olması.” Normal doğum için 40’ıncı haftanın bitimini beklemek gerekiyor Op. Dr. Funda Öztürk, doğum şekline karar verme kriterleriyle ilgili şunları söyledi: “Tam olarak doğumun sezaryen mi normal doğumla mı olacağı, aslında gebeliğin 37-38’inci haftasında belli olabilir. Eğer gebelikte bebek baş ile geliyorsa, bebeğin kilosu 4.000 gramdan az ise bebeğin eşi yani plasenta aşağı yerleşimli değilse, muayenede bebeğin başı doğum kanalına yerleşmişse ve anne de normal doğum istiyorsa (Buna fiziken ve ruhen hazır hissediyorsa) normal doğum planlanabilir.” Op. Dr. Öztürk, “Normal doğum için son adet tarihine göre gebelik süresinin sonu olan, beklenen doğum tarihinin son gününe kadar (40’ıncı haftanın bitimine kadar) beklemek gerekir. Bu döneme kadar çok sıkı doktor kontrolü altında olunmalıdır” dedi. Op. Dr. Funda Öztürk, sezaryen doğumun tercih edildiği durumları ise şöyle anlattı: “Gebelikte bebek ters duruyorsa (makat ya da ayak geliş), hastanın daha önceki doğumu sezaryen ile gerçekleşmişse, hasta normal doğum yapmaktan korkuyorsa, bebeğin kilosu 4000 gramdan fazla ise, plasenta aşağı yerleşimli ise ve muayenede bebeğin başı annenin doğum kanalına yerleşmemişse hastaya sezaryen planlanır. Sezaryen planlı bir şekilde yapılacaksa, beklenen doğum tarihinden itibaren 1 hafta ya da 10 gün önceki bir dönemde alınmalıdır. Bu süre içinde sezaryen yapılmazsa hastanın doğumu başlayabilir ve hasta strese girebilir.” “Normal doğumun ve sezaryen doğumunun avantajlarını” Op. Dr. Funda Öztürk normal doğumun ve sezaryen doğumunun avantajlarını ise şöyle sıraladı: “Normal doğumda annenin normal hayata dönüşü çabuk olur. Bebek vajinal yoldan doğduğu için annenin doğum sonrasında daha çabuk toparlanıp normal hayatına dönmesi büyük bir avantajdır. Hastanede kalma süresi azalır. Normal doğumdan sonra hastanede 24 saatlik bir kalma süresi yeterli olmaktadır. Anne evine daha kısa bir sürede dönmektedir. Anne sütü daha çabuk gelir. Normal doğum sancıları yaşanırken salgılanan Oksitosin hormonunun devreye girmesiyle anne sütü daha kısa bir sürede gelmektedir. Anne bir operasyon olmadığı için daha çabuk beslenebilmekte ve buna bağlı olarak da daha çabuk sütü gelmektedir.” Anne ile bebek arasında erken bağ kurulur Normal doğumda bebeğin akciğerleri daha iyi havalanır” diyen Op. Dr. Funda Öztürk, “Normal doğumda bebek dünyaya daha dar bir alandan geçerek çıktığı için akciğerleri önce sıkışıp sonra birden havayla temas ettiği için daha güçlü solunum yapabilmekte ve akciğerler daha iyi havalanmaktadır. Anne ile bebek arasında erken bağ kurulur. Doğumda anne bebeğinin doğmasıyla hemen onu görmekte ve dokunarak temas edebilmekte ve daha kısa sürede emzirip daha çabuk bir duygusal bağ kurulabilmektedir” açıklaması yaptı. Op. Dr. Funda Öztürk sözlerine şunları ekledi: “Sezaryen doğumda bebek hızlıca doğurtulur. Sezaryen ameliyatında karın alt bölümünden yapılan bir kesi ile rahime ulaşılmakta ve rahime yapılan bir kesi ile de bebek hızlıca dışarı alınmaktadır. Bebeğin çıkımda yaşayabileceği riskleri azalır. Sezaryenin en büyük avantajı, bebeğin normal doğum sırasında oluşabilecek riskleri yaşamadan, sağlıklı bir şekilde anne karnından dışarı alınmasıdır. Bebeğin sıkışması, oksijensiz kalması gibi kötü ihtimaller sezaryende yoktur. Bebek az riskli bir yoldan dışarı çıktığı için birçok aile bu yüzden sezaryeni tercih etmektedir. Annenin vajinal ve rektal bölgesinde travma olmaz. Sezaryen olan kadınlarda anatomik bakımdan rektum bölgesinde ya da idrar kesesinde herhangi bir anatomik hasar oluşmamakta, doğumdan sonra idrar yapma ve dışkılama bakımından bir sorun yaşanmamaktadır.” Aileler neden sezaryen doğumu tercih ediyor? Ailelerin neden sezaryen doğumu tercih ettiği hakkında bilgilendiren Op. Dr. Funda Öztürk, “Ağrı: Normal doğumdan gebe kadınları uzaklaştıran bir konu da doğumdaki duyulacak olan ağrılardır. Ancak epidural kateter takılarak yapılan normal doğumlarda ağrı duymadan normal doğum yapıldığı için bu korku aslında yersizdir.” “Doğum zamanını belirleme endişesi: Bazı çiftler normal doğumun ne zaman başlayacağı bilinmediği için bu durum onları endişelendirmektedir. Gece doğumun başlaması hastaneye ve doktora ulaşma korkusu nedeniyle kendi istekleriyle sezaryen isteyen ailelerin sayısı oldukça fazladır” şeklinde konuştu. Op. Dr. Funda Öztürk, “Sonuç olarak hem gebe için hem bebeği için en sağlıklı doğum şeklini kendisini tanıyan ve takip eden hastası için en iyi kararı ancak kendi doktoru verebilir. Hasta için en uygun doğum şeklinin kararını verdikten sonra da hastanın doğumu sağlıklı bir şekilde gerçekleşirse genellikle bir sorun yaşanmaz” dedi.
Oğlundan babasına, anneden evladına hayat kurtaran hediyeler
03 Mayıs 2024 Cuma - 11:09 Oğlundan babasına, anneden evladına hayat kurtaran hediyeler Akdeniz Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Özlenen Özkan ve organ nakli ekibi tarafından Cahit Çiğdem Gül’e oğlu Burak Çiğdem Gül’den alınan karaciğer nakledildi. Bir diğer operasyonda ise 10 yaşındaki Celal Selim Yavaşlar, annesi Nazire Yavaşlar’ın karaciğerinden alınan parçanın nakledilmesiyle sağlığına kavuştu. Her iki aile de organ bağışı çağrısı yaptı: “Başına gelmeyen organ bağışının kıymetini bilemez.” Akdeniz Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Özlenen Özkan ve Prof. Dr. Tuncer Karpuzoğlu Organ Nakli Merkez Müdürü Prof. Dr. Bülent Aydınlı ve ekibi tarafından Cahit Çiğdem Gül’e oğlu Burak Çiğdem Gül’ün karaciğerinden alınan parça başarıyla nakledildi. Aile, nakli gerçekleştiren Akdeniz Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Özlenen Özkan ve ekibine teşekkür etti. O benim ciğerimdi şiimdi onun ciğerini taşıyorum 4 ay önce Hepatit B hastası olduğunu öğrendiğini anlatan Cahit Çiğdem Gül, bu süre içerisinde mide kanaması geçirdiğini ve organ nakline karar verildiğini anlattı. Bu 4 aylık sürenin kendisini için çok zor geçtiğini belirten Cahit Çiğdem Gül, oğlunun karaciğerinden alınan parçanın başarılı geçen bir operasyonla kendisine nakledilmesiyle sağlığına kavuştuğunu söyledi. Karaciğerini bağışlayan oğluna teşekkür eden Cahit Çiğdem Gül, “O zaten benim ciğerimdi. Şimdi ciğerimi de ondan aldım. Ondan Allah razı olsun. Akdeniz Üniversitesi hocalarına da çok teşekkür ederim, hepsinden Allah razı olsun.” diye konuştu. Organ bağışı gönüllüsü oldu Yaşadığı bu zor zamanları organ nakli ile atlatmanın mutluluğunu yaşayan Cahit Çiğdem Gül, “Hastaneye geldiğimde organ bağışı bekleyen çocuklar gördüm. Çok etkilendim. Bundan sonra ben de bir organ nakli gönüllüsüyüm. Çevremdeki herkese bu hayata yeniden dönüşe ortak olmaları için organ bağışı yapmaları çağrısı yapacağım. Çünkü yaşamak için umudunu organ bağışına bağlamış çok sayıda hasta var.” ifadelerini kullandı. Ameliyat 12 saat sürdü İstanbul’da yaşadığını, babasının rahatsızlığından dolayı Antalya’ya geldiğini söyleyen Burak Çiğdem Gül, “Organ nakli gerektiğini öğrenince hemen donör adayı oldum. Benim organım uydu babama. Yaklaşık 10-12 saat süren bir ameliyat olduk. Ameliyat sonucunda benim ciğerimden alıp babama taktılar. Ondan sonraki süreçte ben bir hafta sonra taburcu oldum. Şimdi de babamın taburcu olmasını bekliyoruz.” dedi. Organ naklini herkese tavsiye ettiğini söyleyen Gül, “Organ nakli konusunda biz de buraya düşmeden önce çok bilgili değildik. İnsan başına geldikten sonra anlar derler ya buraya düştükten sonra organ naklinin kıymetini ve önemini daha iyi anladık. Herkese organlarını bağışlamasını tavsiye ederim. Çünkü başına gelmeyen bilemez. Organlarımız biz ölünce toprak olmasın, insanlara umut olsun, can olsun.” şeklinde konuştu. Gül, Akdeniz Üniversitesi Hastanesi’ne teşekkür etti. Anneden evladına ikinci hayat Yaptığı başarılı organ nakilleri ile insanlara umut olan Akdeniz Üniversitesi Hastanesi’nde bir başka operasyon ise anneden evladına yapılan başarılı karaciğer nakli oldu. 3 yaşından itibaren Wilson hastalığı nedeniyle karaciğerinde bakır biriken ve karaciğer yetmezliği çeken 10 yaşındaki Celal Selim Yavaşlar, annesi Nazire Yavaşlar’ın karaciğerinden alınan parçanın başarılı bir şekilde nakledilmesiyle sağlığına kavuştu. Operasyonu Akdeniz Üniversitesi Prof. Dr. Tuncer Karpuzoğlu Organ Nakli Merkez Müdürü Prof. Dr. Bülent Aydınlı ve ekibi gerçekleştirdi. Anne Nazire Yavaşlar ve oğlu Celal Selim Yavaşlar nakil sonrasında ayağa kalktılar ve taburcu olmaya hazırlanıyorlar. Sağlığına kavuşmak için ülke ülke gezdi Oğlunun sağlığına kavuşmasının mutluluğunu yaşayan baba Ramazan Yavaşlar, Akdeniz Üniversitesi Hastanesi’nden önce çocuğun tedavisi için İstanbul’a, Ankara’ya, İzmir’e ve yurtdışında Azerbaycan’a tedavi için başvurular yaptığını belirterek, “Ancak hiçbirinde bir başarı elde edemedik. En son burada sağ olsun organ naklindeki doktorlarımız yardımcı oldular. Tabii aklımda bir tereddüt vardı. Organ naklinde ne kadar başarılı oluruz veya olamayız gibi Benim beklentimin kat kat üstünde bir başarı sağlandı. Gerçekten bir dünya markası Akdeniz Üniversitesi. Organ bağış yapmak isteyenler organ nakli olmak isteyenler yani korkmalarına gerek yok. Burada gerçekten bir çaba var.” şeklinde konuştu. Annesi birkinci öncelik seçildi Nakil sürecinde yaşadıklarını anlatan Ramazan Yavaşlar, “Karaciğer nakline hızlı bir şekilde hazırlanırken birinci donör olarak annesinden, babasından, dayısından, halasından, teyzesinden verici olmaları için tahliller yapıldı ve burada birinci öncelik anne seçildi. Damar yapısı, organ yapısı itibariyle annede karar kılındı ve annemiz verici oldu. Ve başarılı geçti. Annemiz gördüğünüz gibi 6-7 günde kendine geldi. Hamdolsun daha da iyi. Çocuğumuz da hamdolsun çok daha iyi.” ifadelerini kullandı. Organ bağışı çağrısı yapan Yavaşlar, “Birbirimize yardımcı olmak her zaman insanlık görevimizdir. Organ bağışından kaçmayalım, yardımcı olalım. Mücadelemizi gösterelim. Herkesi organ bağışına davet ediyorum” dedi.
Otizm ile ilgili doğru bilinen yanlışlar: “Bugün, Van Gogh ve Mozart’ın otizmli olduğu konuşuluyor”
03 Mayıs 2024 Cuma - 10:24 Otizm ile ilgili doğru bilinen yanlışlar: “Bugün, Van Gogh ve Mozart’ın otizmli olduğu konuşuluyor” Altınbaş Üniversitesi Çarşamba Buluşmalarına katılan Tohum Otizm Vakfı Eğitim AR_GE Müdürü Dr. Nursinem Şirin, otizm ile ilgili doğru bilinen yanlışları anlattı; “Bugün, Van Gogh ve Mozart’ın otizmli oldukları konuşuluyor” dedi. Altınbaş Üniversitesi Çarşamba Buluşmaları sohbetinde, Tohum Otizm Vakfı’ndan Dr. Nursinem Şirin’i ağırlandı. Moderatörlüğünü Altınbaş Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Berna Ekal’ın yaptığı söyleşide, otizmin, “sosyal iletişim kurmakta zorluk” olarak tanımlandığını belirtildi. Dr. Nursinem Şirin, otizmlilerin duygusal algılarında farklılıklar olduğunu, buna rağmen öne çıkan bazı yetenekleri olabildiğini anlattı. Bugün bakıldığında Van Gogh ya da Mozart’ın otizmli bireyler olduklarının söylenebileceğini ifade eden Dr. Nursinem Şirin, otizmin Down sendromu gibi hamilelikte tespit edilemediğini, tanının ancak çocuk ve ergen psikiyatrisi tarafından konulabildiğini söyledi. Şirin, “2013 yılında otizmin tanılama ölçütleri değişti. Otizmli bireyler ihtiyaç duydukları destek seviyelerine göre, ‘desteğe ihtiyaç duyan, yoğun desteğe ihtiyaç duyan ve çok yoğun desteğe ihtiyaç duyan bireyler’ olarak 3 sınıfa ayrılıyor. Amerika’da yapılan bir araştırmaya göre, her 36 çocuktan birine otizm tanısı konuyor. Bu rakamlara dayanarak, Türkiye’de de ortalama iki milyonun üzerinde otizmli birey olduğunu tahmin ediyoruz. Araştırma sayısı artıkça, tanı da daha hızlı ve erken dönemde konulabiliyor.” değerlendirmelerini yaptı. Şirin, erken, yoğun, sürekli ve bilimsel tekniklere dayalı bir eğitim ile otizmli bireylerin topluma kazandırılabileceklerini söyledi. Haftada en az 20, en fazla 30 saat bireysel eğitim ve öğretim verilmesi önerisinde bulundu. Şirin, otizmin temel belirtilerini 8 madde de sıraladı: - Göz temasının olmaması ya da sınırlı düzeyde olması, - İsmi söylendiğinde bakmama, - Parmak ile istediğini işaret edememe, - Yaşıtlarının oyunlarına ilgi duymama, - Sallanmak ve parmak ucunda yürüme gibi farklı davranışlar sergileme, - Dönen nesnelere karşı aşırı ilgi gösterme, - Takıntılı ve tekrarlayan davranışlar sergileme ve - Konuşmada akranlarına kıyasla gerilik yaşama. Konuşma geriliği ile gecikmiş konuşma arasındaki farka da değinen Şirin, tek başına konuşma geriliğinin otizm belirtisi olmadığını belirtti. “Otizm ile ilgili yanlış bilinenler” Otizm ile ilgili yanlış bilinenler hakkında bilgi veren Şirin, aralarında dâhi seviyesinde olanların da bulunduğunu ancak bütün otizmlilerin de üstün yetenekli olmadığını dile getirdi. Şirin, “En sık karşılaştığımız soru ekranın otizm yapıp yapmadığı. Doğrudan bir neden olduğunu söyleyemeyiz; fakat eğer birey otizmliyse ekrana yoğun maruz kalmanın otizm şiddetini artırdığı kesin. O nedenle ekran süresinin sınırlandırılmasını öneriyoruz” dedi. Kimler eğitim verebilir Millî Eğitim Bakanlığı’nın 2022 verilerine göre, 41.472 otizmli öğrencinin okula gittiğini söyleyen Şirin, “Okullarda kaynaştırma programlarına dahil ediliyor bu çocuklar. Bazen diğer aileler, çocuklarıyla aynı sınıfta olmalarını istemeyebiliyor. Toplum ve okullarda da farkındalık oluşturulması önemli” diye konuştu. Dr. Nursinem Şirin, uluslararası alanda da meslek sahibi olmuş bireyleri çeşitli etkinliklerde görmenin ya da bir dönem yayınlanan otizmli bir doktoru konu eden “Mucize Doktor” gibi dizilerin toplumu olumlu etkilediğini belirtti. Şirin, otizmli bireylerin eğitiminin zor bir konu olduğunu vurgulayarak, “Bu alanda özel eğitim öğretmenleri ağırlıklı olarak görev yapıyor. Okul öncesi ve çocuk gelişimi eğitmenleri de görev alabiliyor. Ancak zihin, işitme gibi yetersizlikleri öğrenerek, mesleki donanımlarını geliştirmeleri gerekiyor. Uluslararası kaynaklardan da bolca beslenmeliler” önerilerinde bulundu. Tanı sürecinde aileler neler yaşıyor Tanı süreçlerinde ailelerin yaşadıklarına da değinen Şirin, otizmli çocukları olan ebeveynlerin, anne babalık rolüne ek olarak eğitmen ve savunucu rollerinin de olduğunu belirtti; “Bu çocuklar için örneğin taşınma, boşanma gibi değişikliklere karşı önceden hazırlamak gerekiyor. Anne babalar da bunlara bazen daha hızlı ya da yavaş adapte olabiliyor. Bu nedenle ailelerin güçlendirilmesi ve eğitilmesi için kitaplar yayınlıyor, platformlar hazırlıyoruz.” değerlendirmelerini yaptı. İş Koçu Destekli İstihdam Modeli nedir Otizm denince genellikle çocukların akla geldiğini belirten Şirin, “Oysa bu bireyler de büyüyor ve iş hayatına atılıyor. Çalışabiliyor ve âşık oluyorlar. Belirli alanlarda çok verimliler. Amacımız her otizmlinin bağımsız yaşaması ve çalışması. Maalesef büyük bir ön yargı var. İŞKUR’a kayıtlı sadece 100 otizmli var. Bu sayı çok az. Bunun için İş Koçu Destekli İstihdam Modeli üzerinde çalışıyoruz. İşyerlerinde bir iş koçu yetiştirmek istiyoruz. Vakıf’ta 3 ay boyunca eğitim veriyoruz adaylara. İş koçu işe başlıyor ve otizmli bireyler onların gözetiminde işe başlayabiliyor. İş yerlerinin bu bireylerin çalışabilmesi için de hazır olması gerekiyor. Çok sistemli ve iş odaklı olabiliyorlar. Otizmli bireyin işe başladığı ilaç kutulama firmasında hata payı oranın çok düşmesi çarpıcı.” diyerek sözlerini tamamladı.
Obezite bağırsak kanseri riskini artırıyor
03 Mayıs 2024 Cuma - 10:22 Obezite bağırsak kanseri riskini artırıyor Tıbbi Onkolog Doç. Dr. Ahmet Özveren, obezite ve alkolün genç yetişkinler arasında bağırsak kanseri oranlarının artmasına neden olduğunu söyledi. Bu tespitin, önemli bir kanser dergisinde yer alan araştırma sonuçlarıyla ortaya koyulduğunu belirten Doç. Dr. Özveren, “Bu tespit Avrupa’da yapılmış olsa da sonuçları itibariyle toplumun uyarılması, aşırı kilo ve alkol tüketimine dikkat çekilmesi açısından önemli” dedi. Acıbadem Kent Onkoloji Merkezi Medikal Onkoloji Uzmanı Doç. Dr. Ahmet Özveren, tüm dünya onkologlarının önemli yayınlar arasında kabul ettiği, Annals of Oncology’de yayınlanan bir araştırma sonucunun bilgisini verdi. Çalışmanın 2024 yılı için Avrupa Birliği ülkelerinde ve Birleşik Krallık’ta kanserden ölüm oranlarını öngördüğünü ifade eden Doç. Dr. Ahmet Özveren, şunları söyledi: "Kanserden ölüm oranları Avrupa genelinde azalırken, özellikle genç yetişkinlerde kolorektal kanser sıklığında artış görülüyor. Aşırı kilo ve obezite, Avrupa Birliği (AB) ve Birleşik Krallık’ta 25- 49 yaş arası kişiler arasında görülen bağırsak kanserinden ölüm oranlarını artırıyor. Dergide yayınlanan çalışma, gençler arasında bağırsak kanseri ölüm oranlarındaki en büyük artışın İngiltere’de görüleceğini ve bu oranın 2018’e kıyasla 2024’te erkeklerde yüzde 26, kadınlarda ise yaklaşık yüzde 39 artacağını hesaplanıyor." Doç. Dr. Özveren, çalışmayı yapan Prof. La Vecchia’nın, gençler arasında bağırsak kanseri oranlarının artmasına katkıda bulunan temel faktörleri; aşırı kilo, obezite ve yüksek kan şekeri düzeyleri ve diyabet olarak sıraladığını kaydetti ve sözlerini şöyle sürdürdü: "Ek nedenler arasında Orta ve Kuzey Avrupa ile Birleşik Krallık’ta zaman içinde aşırı alkol tüketimindeki artışlar ve fiziksel aktivitedeki azalmalar yer alıyor. Alkol tüketimine erken başlanması, bağırsak kanseriyle ilişkilendirilmiştir. Fransa ve İtalya gibi alkol tüketiminin azaldığı ülkelerde bu kanserden ölüm oranlarında bu kadar belirgin bir artış yaşanmamıştır. Erken başlangıçlı bağırsak kanseri, yaşlılarda teşhis edilen bağırsak kanserine kıyasla daha agresif olma eğilimindedir ve hayatta kalma oranları daha düşüktür. Çalışma yorumunda hükümetlere, bağırsak kanseri taramasının 45 yaşından başlayarak daha genç yaşlara kadar genişletilmesi önerilmiştir. Bu çalışma ve tespit AB ve Birleşik Krallık için yapılmış olsa da sonuçları itibariyle toplumun uyarılması, aşırı kilo ve alkol tüketimine dikkat çekilmesi açısından önemli."
Bininci açık kalp operasyonu başarıyla tamamlandı
03 Mayıs 2024 Cuma - 10:22 Bininci açık kalp operasyonu başarıyla tamamlandı Eskişehir Şehir Hastanesi’nde başarıyla gerçekleştirilen bininci açık kalp ameliyatı hakkında konuşan Kalp ve Damar Cerrahisi Operatör Doktor Etem Yücekaya, “2019’dan bu yana yaptığımız bininci açık kalp ameliyatını başarıyla tamamladık” dedi. İç Anadolu Bölgesi’nde hasta yükünü sırtlayan Eskişehir Şehir Hastanesi, başarılı açık kalp ameliyatlarıyla dikkatleri çekiyor. 2019 yılında başlayan açık kalp ameliyatlarının geçtiğimiz gün binincisi gerçekleştirildi. Yaklaşık 15 yıldır kalp, şeker ve astım hastalıkları ile mücadele eden 61 yaşındaki Emine Yıldız, Eskişehir Şehir Hastanesi Kalp ve Damar Cerrahisi Bölümü doktorları tarafından ameliyata alındı. Başarılı şekilde açık kalp ameliyatı gerçekleştirilen Emine Yıldız, kısa sürede sağlığına kavuştu. “Dünya ortalamasında açık kalp ameliyatı yapıyoruz” Emine Yıldız’ın operasyonunu geçiren Operatör Doktor Etem Yücekaya, Eskişehir Şehir Hastanesi’nde dünya ortalamasıyla eşdeğer ameliyatlar yaptıklarını belirterek, “Burada toplanmamızın sebebi Emine Yıldız isimli hastamızı geçen hafta açık kalp ameliyatı yaptık. 2019 yılından beri açık kalp ameliyatları başarılı olarak sürdürülmekte olup, kendisi bininci hastamız olmaktadır. Özelliği oradan dolayı geliyor. Bizim hastanemizdeki açık kalp ameliyatları dünya ortalamalarıyla hemen hemen aynı oranda devam etmekte olup, başarı şansımız da aynı oranlardadır. Toplam 9 doktor olaraktan bu hizmeti vermekteyiz. Kalp cerrahisi gerçekten zor bir branş. İnsanlar çok büyük umutlarla geliyorlar ve hayatlarını size teslim ediyorlar ve bizim onu daha iyi bir şekilde geri iade etmemiz lazım. O yüzden büyük bir stres altındayız ama hastalar iyileştiği zaman çok aşırı derecede manevi doygunluk oluyor. Dolayısıyla yapılmaya değer bir meslek bence. Önümüzdeki aylarda branş olaraktan uzman doktor yetiştirmeye başlayacağız” dedi. “Ameliyatım güzel geçti, iyiyim” Geçirdiği operasyonun ardından Kalp ve Damar Cerrahisi servisinde kontrol altına alınan 61 yaşındaki Emine Yıldız, kendisini iyi hissettiğini belirterek şu ifadeleri kullandı: “Allah’a çok şükür iyiyim. Ameliyat güzel geçti. Etem bey ve tüm doktorlarımızdan Allah razı olsun. İyi yani, çok memnunuz. Ben çok mutlu oldum. Onlara çok teşekkür ediyorum. Herkesle çok ilgileniyorlar. Arka tarafım çok ağrıyordu. Şekerim ve astımım var. 15 yıldır şeker hastasıyım. Ama şu an Allah’ıma binlerce şükürler olsun ki iyiyim. Allah doktorlarımızdan ve hemşirelerimizden razı olsun, onları çok seviyorum. Başarılar diliyorum hepsine.”
“Temelden Güncele Üropatolojik Yaklaşım Kursu” ilgi gördü
03 Mayıs 2024 Cuma - 09:51 “Temelden Güncele Üropatolojik Yaklaşım Kursu” ilgi gördü Başkent Üniversitesi Adana Dr. Turgut Noyan Uygulama ve Araştırma Merkezi Kışla Sağlık Yerleşkesinde "Temelden Güncele Üropatolojik Yaklaşım Kursu" gerçekleşti. Üropatoloji alanındaki son gelişmeleri içeren kursta mesane, prostat ve testis olmak üzere üç ana başlıkta gerçekleşen oturumlar ilgi gördü. Üropatolojik yaklaşımın amacını, idrar yolları ve erkek üreme sistemi ile ilgili hastalıkların doğru bir şekilde tanımlanması, sınıflandırılması ve tedavi edilmesi olarak tanımlayan uzmanlar, bu yaklaşımın genellikle üroloji ve patoloji alanları arasındaki iş birliğini vurguladığı belirtti. Kursla ilgili açıklamalarda bulunan Başkent Üniversitesi Adana Dr. Turgut Noyan Uygulama ve Araştırma Merkezi Tıbbi Patoloji Anabilim Dalı Bölümünden Prof. Dr. Filiz Aka Bolat, "Üropatoloji çalışma grubuyla birlikte, temelden güncele üropatolojik yaklaşım kursu yapıyoruz. Üropatoloji alanındaki son gelişmeleri içeren kursumuzda, bu gelişmeler ve olgular eşliğinde interaktif sunumlar olacak. Mesane, prostat ve testis olmak üzere üç ana başlık ve oturum şeklinde gerçekleşen kursumuz sorular, konular üzerindeki tartışma ve değerlendirmelerle sona erecek. Patoloji biliminin paylaşılması, bilimsel heyecanın canlı tutulması ve meslektaşlar arası birlikteliğin sağlanması için gerek düzenlenen bilimsel ve sosyal etkinliklerde gerekse bugün burada bulunarak, sunumlarıyla katkı sağlayan ve katılımla yoğun ilgi gösteren meslektaşlarımıza teşekkür ediyorum" dedi.
Yüksek numaralı ya da gözü lazer için uygun olmayan hastalara alternatif çözümler
03 Mayıs 2024 Cuma - 09:42 Yüksek numaralı ya da gözü lazer için uygun olmayan hastalara alternatif çözümler Hafif ve orta düzey refraktif kusurların düzeltilmesinde Excimer Laser (göz çizdirme) yönteminin kullanılabildiğini ancak yüksek numaralarda bu işlemin yapılamadığını belirten Göz Hastalıkları Uzmanı Op. Dr. Lütfi Seyrek, özellikle yüksek numaraların düzeltilmesinde ve yapısı lazere uygun olmayan kişilere göz içi fakik lens (GİL) uygulaması önerildiğini söyledi. Miyopi, hipermetropi ve astigmatizma gibi sıkça rastlanan görme kusurları, genellikle gözlük ve kontakt lenslerle tedavi edilse de bu sorunlara daha kalıcı çözüm arayışları da devam ediyor. Son yıllarda hızlı gelişen refraktif cerrahi ile refraktif kusurların tedavisinde alternatif çözümler üretiliyor. Refraktif cerahi işlemleri, temelde korneal cerrahi ve göz içi cerrahi olarak sınıflandırılırken, Medicana Konya Hastanesi Göz Hastalıkları Uzmanı Op. Dr. Lütfi Seyrek, yüksek numaralı ya da gözü lazer için uygun olmayan hastalarda fakik göz içi lens (GİL) ameliyatının uygulanabileceğini açıkladı. “Göz içi kontakt lensler, gözün yapısını bozmaz” Göz Hastalıkları Uzmanı Op. Dr. Seyrek; özellikle göz çizdirme olarak bilinen lazer işlemi için göz yapısı uygun olmayan hastalarda göz içi lens ameliyatının uygulanabildiğini belirtti. Op. Dr. Seyrek, “Bu ameliyatta; FDA tarafından onaylı olan mercekler, yaklaşık 20 yıldır dünya üzerinde yaygın olarak uygulanıyor. Fakik GİL işlemi, göz içi kontakt lens olarak da tanımlanıyor. Lazerdeki gibi korneada bir düzeltme işlemi olmadan, hastanın kendi doğal merceği çıkarılmadan göz içine mercek yerleştirilmesi işlemine Fakik GİL deniliyor. Fakik GİL ile yüksek miyop (yaklaşık 25 dereceye kadar), yüksek hipermetrop ve astigmat tedavi edilebiliyor” dedi. 18 yaşından büyük olan, son yıllarda belirgin numara değişikliği olmayan, katarakt, göz tansiyonu olmayan ve muayenede göz yapısı uygun olan tüm hastalara göz içi kontakt lens uygulanabildiğini ifade eden Op. Dr. Seyrek, gözlükten kurtulmak için başvuranların öncelikle detaylı bir muayenesi yapıldıktan ve gerekli testler yapıldıktan sonra uygunluğuna karar verildiğini açıkladı. Ölçümler yapıldıktan sonra kişilere özel Fakik GİL‘in belirlendiğini söyleyen Op. Dr. Lütfi Seyrek, "Bu lensin en büyük avantajı göz yapısında bir değişikliğe neden olmadan yapılabilmesidir. Yani Fakik GİL uygulamasında korneada bir incelme, kesme, kapakçık açma ya da korneadan parça çıkarılma işlemi yoktur. Ayrıca göz içi doğal merceğe temas etmeden ve çıkarılmadan göz içine yerleştirilmektedir. Bu nedenle geri dönüşümlü bir işlemdir” şeklinde konuştu. “Ömür boyu göz içinde kalabilir” Lazer teknikleri ile düzeltilemeyecek kadar yüksek numaraları olan hastalarda rahatlıkla göz içi kontakt lensler kullanılabilir. İsmi nedeni ile günlük kullanılan kontakt lensler ile karıştırılmaması gerektiğini vurgulayan Op. Dr. Lütfi Seyrek, “Bu lens, ameliyathane şartlarında göz damlası ile uyuşturulduktan sonra küçük bir kesi yapılarak göz bebeğinin arkasına yerleştirilir ve operasyon bir göz için 8-10 dakika sürmektedir. İki göze aynı gün işlem yapılabileceği gibi bir ya da birkaç gün arayla da yapılabilir. İşlem sonrası hastanede yatışa gerek yoktur ve hasta günlük hayatına devam edebilir. Görme, genellikle ertesi gün düzelmektedir. Hastanın kontakt lenslerdeki gibi ek bir bakım yapması gerekmez. Kaşıma ovalama ile yerinden kaymaz. Ömür boyu göz içinde kalabilir. Yine hastanın kendi doğal merceği çıkarılmadan üzerine yerleştirildiği için akıllı mercekler ile de aynı işlem değildir” diye konuştu.
Çöl tozlarıyla alerjik rinit ve astım şikayetleri arttı
03 Mayıs 2024 Cuma - 09:06 Çöl tozlarıyla alerjik rinit ve astım şikayetleri arttı Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Ülkü Tuncer, baharın gelmesiyle birlikte alerjik vakalarda artış olduğunu belirterek, "Özellikle çöl tozlarının gelmesiyle beraber alerjik rinit, astım, rinosinüzitler, kulak iltihapları, boğaz şikayetleri arttı. Çöl tozlarına karşı kapı ve pencereleri kapalı tutmak gerekir, sık duş almanın da faydası olur" dedi. Acıbadem Adana Hastanesi Kulak Burun Boğaz (KBB) Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Ülkü Tuncer, havaların ısınması ve ilkbaharın gelmesiyle çiçeklerin açıp polenlerin arttığını hatırlatarak, "Şimdi çöl tozları da gelmeye başladı. Dolayısıyla alerjik rinit, astım, alerjik rinitten sonra görünen rinosinüzitler, kulak iltihapları, boğaz şikayetleri arttı. Bugünlerde de özellikle burun tıkanıklığı, burun akıntısı, burun kaşıntısı ve sık sık hapşırmayla bize başvuruyor hastalar. Eğer bu dönemi atlatmaya çalıştılar ve atlatamadılarsa rinosinüzite, sinüzite dönüşüyor veya astım ataklarıyla birlikte geliyor" diye konuştu. Prof. Dr. Tuncer, küçük çocuklarda ise kulakta sıvı toplanması yani "seröz otit" denilen klinik durumu bu mevsimde daha sık gözlemlediklerini söyledi. "Solunum yolları alerjenlere tepki gösteriyor" Alerjinin aslında genetik bir hastalık olduğunu belirten Prof. Dr. Ülkü Tuncer, "Kişiler doğuşsal olarak alerjik olabilir. Bebeklerde daha çok ciltte oluşan reaksiyonları görüyoruz. Yaş büyüdükçe yerini alerjik rinit ve astıma devrediyor. Alerjik rinit aslında burnun alerjenlere karşı gösterdiği hiperaktivite olarak düşünülmeli. Sadece burun göstermiyor bu hiperaktiviteyi, tüm solunum yolları alt solunum yolları da aynı tepkiye dahil oluyor. Dolayısıyla alerjik riniti olanların yüzde 30 kadarında astım, astımı olanların da neredeyse yüzde 60-70’inde alerjik riniti görüyoruz. Yani ikisi aslında iç içe geçmiş durumda" dedi. "Sürekli alerji durumunda sabah kalkınca hapşırma görülür" Alerjinin mevsimsel mi yoksa yıl boyu mu olduğunu bireylerin gözlemlemesi gerektiğini ifade eden Prof. Dr. Tuncer, bu şekilde alerjenin tespit edilebileceğini izah etti. Yıl boyu olan alerjide kişilerin sabah kalktığında hapşırma, burun tıkanıklığı, burun kaşıntısı, öksürük, burun akıntısı şikayetlerinin başladığını dile getirdi. Durum böyleyse evdeki alerjenleri, en başta ev tozu, halı tozları, evdeki evcil hayvanlar, küf gibi gibi etkenleri veya gıda alerjisini düşünmek gerektiğine işaret eden Tuncer, "Ama mevsimselse, bazı mevsimlerde artıyorsa daha çok polenleri düşünmek lazım. Polenleri düşünüyorsak evin havalandırılmasına çok özen göstermek lazım. Öğleden önce evi havalandırmamak lazım. Özellikle burada çöl tozunun gelişiyle beraber bu gibi durumlarda pencereleri, kapıları kapalı tutmaya çalışmak lazım. Eve gidince mutlaka duş almanın çok faydası olur. Saçı, vücudu yıkamak, giysileri değiştirmek de etkilidir" diye konuştu. "Kulaktaki sorun işitme kaybına yol açabilir" Bu önlemlerin her zaman yeterli olmadığını ifade eden Prof. Dr. Tuncer ilaçlarla da burnu rahatlatmak gerektiğini, eğer rinosinüzit geliştiyse, bunun tedavi edilmesi gerektiğini anlattı. Rinosinüzitin çocuklarda özellikle kulakta hiç farkına varmayabileceğine dikkat çeken Tuncer, "Alerjik riniti olan çocuklar farkında olmadan kulaklarda da sıvı toplanabilir. İşitme kaybına yol açar. Ağrı yapmaz, ateş yapmaz. Kimse de fark etmez bunu. Çocuk televizyonun sesini çok açar veya öğretmen çocuğunuz az duyuyor diye uyarıda bulunur. Bu konularda dikkatli olmak lazım. Özellikle alerjisi olan çocuklarda muayeneyi belli aralıklarla yaptırmak gerekli" dedi.