GENEL - 22 Kasım 2017 Çarşamba 12:59

Prof. Dr. Uslu:"Dijital diplomasi denebilecek bir hal üzerinden ülke algılarının etkilenebildiği bir dünyada yaşıyoruz”

A
A
A
Prof. Dr. Uslu:"Dijital diplomasi denebilecek bir hal üzerinden ülke algılarının etkilenebildiği bir dünyada yaşıyoruz”

Çankaya Üniversitesinde düzenlenen “Yumuşak Gücün Gücü: Kamu Diplomasisi Semineri”nde konuşan Çankaya Üniversitesi Halkla İlişkiler ve Reklamcılık Bölümü Başkanı Prof.

Çankaya Üniversitesinde düzenlenen “Yumuşak Gücün Gücü: Kamu Diplomasisi Semineri”nde konuşan Çankaya Üniversitesi Halkla İlişkiler ve Reklamcılık Bölümü Başkanı Prof. Dr. Zeynep Karahan Uslu, “Teknolojik ilerlemeyle birlikte bilginin dolaşım hızının arttığı ve artık dijital diplomasi denebilecek bir hal üzerinden ülke algılarının etkilenebildiği bir dünyada yaşıyoruz” dedi.


Çankaya Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesinde “Yumuşak Gücün Gücü: Kamu Diplomasisi Semineri” düzenlendi. Seminere ilişkin bilgi veren Halkla İlişkiler ve Reklamcılık Bölümü Başkanı Prof. Dr. Zeynep Karahan Uslu, Türkiye’nin son yıllarda gerçekleştirdiği kamu diplomasisi alanındaki çalışmaların etkin sonuçlar ortaya çıkarttığını belirterek, “Ancak diğer taraftan Türkiye’nin özellikle 15 Temmuz hain darbe girişimi sonrasında belli propaganda ve güç odaklarının hedefinde olduğu, itibar suikastı denebilecek bir deneyimin de ülkemize ve toplumumuza yaşatılmaya çalışıldığı açık bir gerçektir. Bu doğrultuda üniversitemizde düzenlemiş olduğumuz kamu diplomasisi semineri ile hem konuya yönelik olarak bugüne kadar yapılanları değerlendirmek ve alınan mesafeyi konunun bütün paydaşlarıyla bilimsel olarak ölçümledikten sonra bundan sonraki süreçte nasıl bir diplomatik yönetim gerçekleştirilmesi gerektiği, buna dair somut öneriler, ekonomi diplomasisinden, iş diplomasisinden, kamu diplomasisinin tüm alt ayaklarına kadar hepsinin ele alınacağı ve somut önerilerin akabinde de raporlaştırılarak hem kamuyla paylaşılacağı hem de sosyal ve politik paydaşlara takdim edileceği, dolayısıyla sürecin geliştirilmesinde ülkemize yönelik akademik bir katma değerin ortaya konulmasının hedeflendiği bir çalışmayı gerçekleştiriyoruz. Bu çalışma kapsamında seminerimizde hem konuyu uzun yıllardır çalışan ve akademik yetkinlikleriyle katkı veren öğretim üyeleri, kamu diplomasisinin hükümet ayağını oluşturan bütün kurumların temsilcileri, uzmanlar ve sivil toplum kuruluşlarının temsilcilerinden oluşan geniş bir yelpaze üzerinden bu konuyu çalışma imkanı bulacağız ve yüksek katma değerli bir çalışmanın neticelerini ülkemiz ve toplumumuzla paylaşacağız” açıklamasını yaptı.


Daha sonra seminerin açılış konuşmasını yapan Uslu, “Bugün itibariyle ülkelerin olmazsa olmaz listelerinin başında elbette hedef kitleleri nezdinde doğru algılanma ve olumlu zihinsel temsil gayretlerinin geldiği bir dünyada yaşıyoruz. Türkiye açısından özellikle 2000’li yıllardan itibaren kurumsal yapıların oluşturulması ve çoğaltılmasıyla kültürler arası iletişimi güçlendiren, kültürel diplomasiden ekonomik diplomasiye, tüm sosyal paydaşlar açısından önemli olan çok güçlü çalışmalarla ülkemizin marka değerinin güçlendirildiği bir dönemdeyiz. Diğer taraftan Türkiye karşıtı yapı ve güç odaklarınca ülkemizde insan hakkı ihlallerinin arttığı, ekonomik dengelerinin bozulduğu, uluslararası ittifak ilişkilerimizde eksen kaymalarının yaşandığı, terör eylemlerinin çoğaldığı gibi belli tez ve tezviratların da yaygınlaştırıldığı bir dönemdeyiz. Özellikle 15 Temmuz hain darbe girişimi sonrasında FETÖ eli ile yürütülen negatif propaganda çalışmasıyla da karşı karşıya olduğumuz gerçektir. Bu bağlamda ülkemizin bir hoşgörü medeniyeti olarak kavranışını güçlendirecek, kadim kültürel ve tarihi mirasımızdan iş dünyamızın aktörlerine, ürettiğimiz markalara dek sahip olduğumuz potansiyel ve değerlerin dünyaya tüm açıklığıyla anlatılması çok daha elzem hale gelmiştir” ifadelerini kullandı.


Kamu diplomasisi unsurlarının çeşitlendiğini ve farklılaştığını vurgulayan Uslu, konuşmasını şöyle sürdürdü:


“Örneğin, sivil toplum kuruluşlarının faaliyetleri de bölgesel ve küresel siyasete yön verebilmekte giderek daha işlevsel hale geliyor. Bunların bu tür enstrümanlar olarak da değerlendirildiğini görüyoruz. Diğer taraftan teknolojik ilerlemeyle birlikte bilginin dolaşım hızının arttığı ve artık dijital diplomasi denebilecek bir hal üzerinden ülke algılarının etkilenebildiği bir dünyada yaşıyoruz. Artık kurumsal yapılar kadar yine bireylerin de kamu diplomasisinin bir parçası olduğu dünyada yaşıyoruz. Ya da hiçbir zaman eğlence endüstrisinden imaret olmadığı gibi bugün de sinema geçmişe göre daha güçlenen, yayılan bir kamu diplomasisi enstrümanı olarak karşımızda. Yani çoklu yapıların olduğu, çok katmanlı bir kamu diplomasisi sürecinden bahsedebiliriz. Devletler bugün tüm bu süreçleri yönetmek, algının, olgunun önünde olduğu bir dünyayı çözümlemek zaruretiyle donanmıştır. Kendilerine ve toplumlara yönelik kanaatleri olumluluk çizgisinde tutmak adına sorumluluk sahibidirler.”


Seminere Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürü Mehmet Akarca, TİKA, Başbakanlık Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğü, Yunus Emre Enstitüsü, DEİK, reklam ve medya kuruluşları temsilcileri ile üniversitelerin kamu diplomasisi alanında çalışan akademisyenleri katıldı. Prof. Dr. Zeynep Karahan Uslu’nun açılış konuşmasının ardından basına kapalı olarak gerçekleşen seminerde, son yıllarda Türkiye’nin algı yönetimine dair yürütülen çalışmalar, yurt dışındaki itibarsızlaştırma faaliyetleri ve etkileri, kamu ve sivil unsurlar eliyle yürütülen çalışmaların katkıları, yakın ve uzak sürelerdeki olası gelişmeler ile yapılması gerekenler ele alındı.

Bunlar Da İlginizi Çekebilir
Bitlis Prof. Dr. Palabıyık akademisyenlere seslendi: “Gazze için konforunuzu bozun ve cübbenizi giyin” Bitlis Eren Üniversitesi’nde (BEÜ) görevli Akademisyen Prof. Dr. Adem Palabıyık, ABD ve Avrupa’daki üniversitelerde akademisyenlerin desteği ile devam eden İsrail protestolarına karşı Türkiye’deki akademisyenlerin seslerinin kısık kaldığını belirterek, “Gazze için konforunuzu bozun ve cübbenizi giyin” dedi. ABD ve Avrupa’daki üniversitelerde süren Gazze eylemlerine ilişkin açıklama yapan Prof. Dr. Palabıyık, “Ülkemizdeki akademisyenlerden hala güçlü bir ses duyamadık. Tüm dünya akademisyenleri ayaktayken ülkemizdeki akademisyenlerin ayağa kalkmaması beni üzüyor. Sessiz kalmak ahlaki ve insani vefasızlıktır akademik utançtır” dedi. “PKK’ya terör demeyenler İsrail’e sustu” “7 Ekim’den itibaren başlayan kıyıma karşı sesimizi hep yüksek tuttuk ve bunu ekranda da dile getirdik” diyen Palabıyık, “Cübbemi ve kefiyemi giyerek erkândan çağrı da yaptım. Elbette akademisyenlerin bütünü için ifadelerim geçerli değil, lakin Boğaziçi’nde dikilen akademisyenlerin, sadece dikilişi kadar bir gündem oluşturmak neden mümkün olamıyor anlamış değilim. Barış Beyannamesi denilen ve devletimizi neredeyse katliam yapmakla suçlayan akademisyenler, İsrail’e karşı neden sessiz? Bu nasıl ikiyüzlülüktür? Binlerce bebeği kundakta katleden PKK terör örgütü için sözde Barış Beyannamesi imzalayanlar, İsrail karşısında neden sus pus oldu?” “Akademisyenler artık konforlarını bozsunlar” Akademisyenlerin en büyük korkusunun konfor alanlarının bozulması olduğunu belirten Palabıyık, sözlerine şöyle devam etti: “Çünkü akademisyenler, sahip olduğu şartların aleyhlerine dönme ihtimalinden çok korkarlar. Bu sadece maddi güç değil, aynı zamanda Bourdieu’nün bahsettiği ’fildişi kulelerini’ de kaybetme korkusudur. Çünkü akademisyen ancak üniversitedeki ofisi ile ontolojisini koruyabilir, dışarıda asosyal olduğu için bir hiçtir. Kulesinden bakan akademisyen, olayları da ancak yukarıdan gördüğü gibi yorumlar, sahanın bir parçası olamaz. Daha doğrusu toplumu bir parya modeli olarak görür. Odası, yani kulesi, onu yalıtan en büyük etkendir. Artık bu konfor Gazze için bozulmalıdır.” “28 Şubat’tan hala korkuyorlar” Palabıyık, “Akademisyenler hala 28 Şubat’ın hayaletinden korkuyorlar ve bu hayaletin hala ortalıkta dolaştığını iddia ediyorlar. Bir yandan fişlenme, öte yandan değişebilecek iktidar gibi olgular onlara inanılmaz bir korku aşılıyor. Akademik cübbe üzerine Filistin kefiyesi giymek ve bu halde çekilebilecek bir fotoğraf karesinin gelecekte önlerine çıkma ihtimali hala onlar için çok güçlü bir hayali varsayımdır. Bu kâbus üzerinden inşa ettikleri gündelik hayata dair korku, onların sonraki yıllarda yaşayabileceği olumsuzlukların önüne geçmek için kullanılan bir araçsal cihazlara dönüşmüş durumdadır. Maalesef, bu korku kendini muhafazakâr ve Müslüman olarak tanımlayan akademisyenlerde daha fazla görülüyor. Buna ahlaki ihanet veya muhafazakâr vefasızlık demek yanlış olmayacaktır” diye konuştu. “Feminist akademisyenler çürük kokuyor“ Gazze için hiçbir öğrenciye söz hakkının tanınmadığını ifade eden Palabıyık, “Lümpen burjuva denilecek bu kesimin özellikle Gezi ve feminist söylemlerle hareket ettiğini de unutmadık. Feminizmi LGBT’ye sürükleyen aklı evvellerin kendi derslerini Gezi Parkı’nda devam ettirmek için öğrencilerini üniversiteden çıkardıkları ve Gezi eylemlerine katılmalarını tavsiye ettikleri de gün gibi biliniyor. Lakin konu Gazze olunca tek bir öğrenciye söz hakkı tanınmıyor. Çünkü Gazze, Müslümanların yüzakı olduğu için, onların direnişinin ahlaki yönü engellenmek isteniyor. Bu nasıl bir akademik buhrandır? Bunlar insanlıklarını kaybetmiş” dedi.