EĞİTİM - 07 Kasım 2025 Cuma 19:08

Yükseköğretim Kurulu Başkanı Özvar: "Yükseköğretim Kalite Kurulu, Avrupa Yükseköğretim Alanında Kalite Güvencesi bağlamında sınır ötesi akreditasyon yapma yetkisine kavuştu"

A
A
A
Yükseköğretim Kurulu Başkanı Özvar: "Yükseköğretim Kalite Kurulu, Avrupa Yükseköğretim Alanında Kalite Güvencesi bağlamında sınır ötesi akreditasyon yapma yetkisine kavuştu"

Yükseköğretim Kurulu Başkanı Erol Özvar, Yükseköğretim Kalite Kurulunun Avrupa Yükseköğretim Alanında Kalite Güvencesi (ESG) bağlamında sınır ötesi akreditasyon yapma yetkisine kavuştuğunu belirterek, "Bu kapasiteye ulaşmamız, Türk yükseköğretimini sadece kendi içinde değil bölgesinde de kalite güvencesi üreten ve ihraç eden bir merkez haline getirecektir" dedi.


Özvar, Bursa Uludağ Üniversitesinin ev sahipliğinde düzenlenen 9. Uluslararası Öğrenci Bilimler Kongresi’nin açılışında yaptığı konuşmada, Filistin’deki büyük insanlık dramına dikkat çekerek İsrail’in acımasız saldırıları sonucunda 70 bin masum insan hayatını kaybettiğini hatırlattı. Gazze’de varılan ateşkesin kalıcı olmasını dilediklerini belirten Özvar, Filistin halkıyla olan güçlü dayanışmayı göstermek adına bütün üniversitelerde, akademik açılış merasimlerinde Gazze meselesinin ele alındığını kaydetti. Özvar, Türk üniversitelerinin kapısının, Filistinli öğrenci ve akademisyenler için açık kalmaya devam edeceğini vurguladı.


"Avrupa Yükseköğretim Alanının en büyük kapasitelerinden birine sahibiz"


Türkiye’nin, yükseköğretim alanında çok boyutlu uluslararası ilişki ve iş birliklerini başarıyla yürüttüğünü belirten Özvar, "Türk yükseköğretim sistemi 208 üniversitesi, 7 milyona yakın öğrencisi ve 185 binin üzerinde akademik personeliyle Avrupa Yükseköğretim Alanının en büyük kapasitelerinden birine sahiptir. Bu büyük kapasite ile birlikte Türkiye, Avrupa Yükseköğretim Alanında kalite güvencesi ve akreditasyon konusunda da yüksek standartlara sahiptir" dedi.


2027 yılına kadar tüm üniversitelerin akreditasyon süreçlerini tamamlamasını ve akreditasyon raporlarının Avrupa Yükseköğretim Kalite Güvencesi Tescil Kuruluşu (EQAR) veri tabanında yayınlanmasını hedeflediklerini ifade eden Özvar, bu sürecin yükseköğretim sisteminin uluslararası standartlarla uyumunu görünür kıldığını ve üniversitelerin küresel bilim ağına entegrasyonunu güçlendirdiğini vurguladı.


"Türkiye’nin son yıllarda ulaştığı ivmenin arkasında yükseköğretim sistemimizin kalite standartları konusunda ortaya koyduğu çabalar var"


Türkiye’nin tüm üniversitelerinin, Avrupa Yükseköğretim Alanındaki ülkeler tarafından tanındığını belirten Özvar, başta AKTS olmak üzere Bologna Sürecini büyük bir ciddiyetle sürdürdüklerini ifade etti.


Türkiye’nin 2024 yılı Bologna Değerlendirme Raporu’nda, birçok değerlendirme kriterinde tam puan alarak çok başarılı sonuçlar elde ettiğine dikkat çeken Özvar, "Bu bakımdan Avrupa’nın en başarılı ülkeleri arasında yer alıyoruz. Uluslararası öğrenci ve öğretim elemanı hareketliliğinde Türkiye’nin son yıllarda ulaştığı ivmenin arkasında yatan sebeplerden bir tanesi de yükseköğretim sistemimizin kalite standartları konusunda ortaya koyduğu çabalardır" şeklinde konuştu.


-Yurt dışında faaliyet gösteren üniversiteler ve fakülteler-


Uluslararası stratejilerinin Avrupa ile sınırlı olmadığını vurgulayan Özvar şöyle devam etti:


"Bakü’de 2024 yılında kurulan Türkiye-Azerbaycan Üniversitesi, benzer bir modelle, bu yıl Taşkent’te kurulan Uluslararası Türk Devletleri Üniversitesi bu vizyonun somut neticesidir. Yurt dışında açtığımız üniversitelerin yanı sıra Somali, Filipinler, Özbekistan, Kazakistan ve Bosna Hersek gibi dost ülkelerde farklı üniversitelerimizin fakülteleri faaliyet göstermektedir. Şam’da Türkiye-Suriye Dostluk Üniversitesi kurulmasına yönelik çalışmalarımız tamamlanmak üzeredir. Ülkemiz, İslam coğrafyası ve Afrika ülkeleriyle de yükseköğretim alanındaki iş birliklerini sürekli olarak çeşitlendirmekte ve güçlendirmektedir.


"Başlıca hedeflerimizden biri uluslararasılaşma"


Yükseköğretim Kurulu olarak belirledikleri başlıca hedeflerden birinin uluslararasılaşma olduğunu ifade eden Özvar, bu hedefin en önemli unsurlarından birinin uluslararası öğrenci sayısını artırmak olduğunu kaydetti. Özvar, Türkiye’nin 198 ülkeden yaklaşık 360 bin


uluslararası öğrenciye ev sahipliği yaptığını ve bu bakımdan dünyada 6’ncı sırada yer aldığını belirtti.


Uluslararası öğrenci sayısının, yalnızca rakamsal bir artış olarak değil üniversite ruhunu zenginleştiren niteliksel bir katkı olarak da çok kıymetli olduğunu anlatan Özvar, uluslararası öğrencileri şöyle seslendi:


"Sizlerin farklı kültürlerden, dillerden, düşünce biçimlerinden ve akademik birikimlerden gelmiş olmanız; üniversite kampüslerimize evrensel bir nitelik kazandırmaktadır. Bugün üniversitelerimizin koridorlarında, sınıflarında, kütüphanelerinde ve araştırma laboratuvarlarında, aynı hedef doğrultusunda çalışan yüzlerce farklı ülkeden öğrencileri görmek bizler açısından mutluluk kaynağıdır. Bu tablo, Türk yükseköğretiminin dünyaya açılan yüzü olduğu kadar, insanlığın ortak geleceği adına da umut verici bir manzaradır."


"Akademide yapay zekâ kullanımına ilişkin mevzuatı hayata geçiriyoruz"


Yükseköğretim Kurulu Başkanı Özvar, yapay zekânın akademik çalışmalarda kullanılmasını etik veya ahlaki bir mesele olmanın ötesinde hukuki bir sorumluluk alanı olarak gördüklerini belirterek, şöyle dedi:


Geçtiğimiz yıl Üretken Yapay Zekâ Kullanımına Dair Etik Rehber ile yapay zekânın bilimsel araştırma ve yayın süreçlerinde nasıl kullanılabileceğine dair genel bir çerçeve oluşturmuştuk. Bugün bu adımı daha da ileri taşıyor; tez, makale ve tüm akademik çalışmalarda yapay zekânın hangi ölçülerde ve hangi kurallar çerçevesinde kullanılacağını belirleyen bir mevzuatı hayata geçirmeye hazırlanıyoruz. Bu doğrultuda hazırlanan yönetmelik ve yasal düzenlemeler kısa süre içinde yürürlüğe girecek ve yükseköğretim sistemimizde yapay zekâ kullanımına ilişkin etik, denetlenebilir ve şeffaf bir yönetişim yapısı oluşturulacaktır."

Bunlar Da İlginizi Çekebilir
İzmir Hem kadın hem erkek infertilitesi tedavilerinde kapsamlı tedaviler uygulanıyor Acıbadem Sağlık Grubu, üremeye yardımcı tedavilerdeki köklü bilgi birikimini Ege Bölgesi’ne taşıyor. Mevcut fiziki altyapısı yenilenen Acıbadem Kent Hastanesi Tüp Bebek (IVF) Merkezi, infertilite tedavilerinde hem kadın hem erkek kaynaklı infertilite için çiftlere; kapsamlı ve kişiselleştirilmiş hHem kadın hem erkek infertilitesi tedavilerinde kapsamlı tedaviler uygulanıyor izmetler sunmaya başladı. İzmir’de sağlık hizmetlerinde güçlü bir konuma sahip olan Acıbadem Kent Hastanesi bünyesinde fiziki yapısıyla birlikte yeniden yapılandırılan Tüp Bebek (IVF) merkezi; modern laboratuvar teknolojileri, uluslararası standartlara uygun altyapısı ve uzman kadrosuyla çocuk sahibi olmak isteyen çiftlere özel hizmetler sunmaya başladı. Acıbadem Sağlık Grubu’nun üremeye yardımcı tedavilerindeki köklü birikimi Ege’ye taşıyan merkez, anne-baba olmak isteyen çiftlerin tıbbi, psikolojik ve sosyal ihtiyaçlarını odağına alan bir yapıyla hizmetlerini sürdürüyor. Tıbbi, sosyal ve duygusal süreçleri de kapsayan bir hizmet anlayışı Kadın Hastalıkları, Doğum ve Tüp Bebek Uzmanı Doç. Dr. Eser Çolak, infertilitenin (kısırlık) yalnızca bir sağlık sorunu değil, çiftler için duygusal ve sosyal bir süreç olduğunu vurgulayarak: "Her 100 çiftten 15’i, bir yıl boyunca korunmasız cinsel ilişkiye rağmen gebelik elde edemiyor ve üreme tedavilerine ihtiyaç duyuyor. İnfertilitenin nedeni yalnızca kadına ya da erkeğe bağlı olabileceği gibi, her ikisinden de kaynaklanabilir. Hatta bazı durumlarda, kapsamlı tetkiklere rağmen altta yatan neden saptanamayabiliyor" dedi. Tıbbi gelişmelerin infertilite alanında çiftlere güvenli ve etkili seçenekler sunduğuna dikkat çeken Çolak, sözlerini şöyle sürdürdü: "Merkezimizde, ‘her çiftin hikâyesi farklı’ anlayışıyla kişiye özel tedavi modelleri uyguluyoruz. Acıbadem Kent Hastanesi Tüp Bebek Merkezi’nin yenilen fiziki yapısı, teknolojisi ve uzman kadrosuyla, güncel tedavi yaklaşımların uygulandığı modern bir merkez niteliğinde hizmet verdiğini söyleyen Dr. Çolak, tıbbın imkanlarını kullanarak anne baba olmak isteyen çiftlerin ihtiyaçlarını bütüncül bir yaklaşımla ele aldıklarını ifade etti. Güncel teknoloji destekli yöntemler, tüp bebek tedavisinde önemli rol oynuyor Kadın Hastalıkları, Doğum ve Tüp Bebek Uzmanı Dr. Ömür Albayrak ise merkezde kullanılan laboratuvar donanım ve yeni nesil tedavi yöntemlerine ilişkin şu bilgileri paylaştı: "Embriyoloji laboratuvarımız; üst düzey hava filtrasyon sistemleri, yüksek çözünürlüklü mikroskoplar, yeni nesil mikroenjeksiyon ve embriyo kültürleme cihazlarıyla yenilendi. Oosit kalitesi ve embriyonun başarılı gelişimi için alt yapının çok önemli olduğunu vurgulayan Dr. Albayrak, bu sayede hamile kalma oranın artırdığına dikkat çekerek şunları söyledi; "Günümüzde, teknoloji tüp bebek alanında da hızla gelişiyor ve önemli rol oynuyor. Dolayısıyla sonuçlara da yansıyor. Merkezimizde embriyolarda genetik inceleme (PGT) uygulamaları. İleri sperm seçim teknikleri, piezoelektrik mikroenjeksiyon yöntemleri gibi güncel bilimsel ve teknolojik yaklaşımlar kullanılmaktadır. Tüp bebek tedavilerinin her aşamasında güncel bilimsel IVF protokollerinin uygulanmasına da çok önem veriyoruz. Amacımız; Acıbadem’in kalite, bilim ve etik standartlarını İzmir’e taşırken, çiftlerimizin ebeveynlik yolculuğunu etik, güvenli ve bilimsel yöntemlerle desteklemektir."
Antalya "Mide koruyucu" adı yanlış yönlendiriyor Antalya’da düzenlenen 42. Ulusal Gastroenteroloji Haftası’nda halk arasında "mide koruyucu" olarak bilinen mide asidi baskılayıcı ilaçların yaygın ve gereksiz kullanımına dikkat çekildi. Türk Gastroenteroloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Ayhan Hilmi Çekin, "Bu ilaçlar mide asidini çok güçlü baskılayan ve ülser hastalığında eskiden yapılan ameliyatları tarihe gömen ilaçlardır. Doktor kontrolünde kullanıldığında çok etkili ve güvenilirdir fakat ‘mide koruyucu’ adı nedeniyle halk arasında yanlış ve gereksiz kullanım çok fazla. Bu ilaçları diğer ilaçları aldığınız için kullanmanıza gerek yok; hekiminize danışın" dedi. Türk Gastroenteroloji Derneği’nin (TGD) Antalya’da düzenlediği 42. Ulusal Gastroenteroloji Haftası programı, sindirim sistemi hastalıklarına ilişkin güncel bilimsel gelişmelerin ele alındığı oturumlarla gerçekleştirildi. Karaciğer yağlanması, obezite, reflü, bağırsak sağlığı, safra taşları ve mide ilaçlarının kullanımına dair bilimsel veriler, alanında uzman hekimler tarafından münazara edildi. Kongre sonrası değerlendirmede bulunan Türk Gastroenteroloji Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Ayhan Hilmi Çekin, "Türk Gastroenteroloji Derneği 1959 yılında kurulan bir derneğimiz. 1974 yılından itibaren kongreler yapıyoruz. Kongrelerin amacı gastroenteroloji camiasının bir araya gelerek bir yıl içinde biriktirdiği, eriştiği, ulaştığı bilgileri paylaşmaktır. Burada bir bilimsel şölen yaşanır. Gerçekten yabancı katılımcılarla birlikte çok ciddi güzel oturumların olduğu iyi bir kongre geçiriyoruz. Burada önemli konular konuşuldu" dedi. "Kronik kullanımda mide ilaçları öneriyoruz" Toplumda "mide koruyucu" olarak bilinen ilaçlara yönelik yaygın algıya da değinen Prof. Dr. Çekin, vatandaşların sıkça sorduğu sorulara değinerek şunları söyledi: "Mide koruyucu deyince ne gelir aklınıza? Tansiyon ilacı alıyorum, mide koruyucu almazsam tansiyon ilacı bana zarar verebilir ya da şeker ilacı kullanıyorum, acaba mide koruyucu da mı almam gerekir? Bazı ilaçlarla birlikte mide koruyucu almak gerekiyor. Bunlar mideye ve sindirim sistemine zarar verebilecek, ülser, kanama yapabilecek ilaçlar. Kronik kullanımlarında mutlaka mide ilaçlarını öneriyoruz." "Ülser hastalığında eskiden yapılan ameliyatları tarihe gömen ilaçlar" Mide asidini baskılayıcı ilaçların farmakolojik etkisine ve ülser tedavisindeki yerine dikkat çeken Prof. Dr. Çekin, şu ifadeleri kullandı: "Aslında bu ilaçlar mide asidini çok güçlü baskılayan ilaçlar ve artık kanama ve delinme gibi riskleri içeren ülser hastalığında eskiden yapılan ameliyatları tarihe gömen ilaçlar. Çok etkili, çok güçlü ilaçlar. Doktor kontrolünde iyi kullanıldıkları zaman elimizdeki çok güçlü silahlar ama bu yanlış bilgi nedeniyle mide koruyucu ismini kim taktıysa bu isim nedeniyle halk arasında yanlış kullanım çok fazla." Son dönemde özellikle internet ortamında dolaşan söylemlerin bu ilaçlarla ilgili haksız bir korku oluşturduğunu vurgulayan Çekin, şöyle devam etti: "Son zamanlarda da internetteki yanlış bilgiler nedeniyle bu ilaçların fazlaca aslında suçlandığını da görüyoruz. Bazı yan etkilerinin abartılarak ortamda konuşulması nedeniyle ilaçların korkulacak ilaçlar olduğu gibi bir imaj da oluşturulmaya başlandı. Öyle bir şey de söz konusu değil." "Mide kanserine, kemik erimesine, diğer hastalıklara yol açmazlar" Doğru endikasyon ve hekim kontrolü gerektiğinin altını çizen Prof. Dr. Çekin, mide ilaçlarının güvenilirliğine ilişkin şu değerlendirmeyi yaptı: "Bu ilaçlar doğru endikasyonlarda, uygun zamanlarda kullanıldığı zaman, hekimler tarafından özellikle önerildiği zaman çok iyi ilaçlar, çok güvenilir ilaçlar. Mide kanserine, kemik erimesine, diğer hastalıklara yol açmazlar. Güvenilir ilaçlar ama mide koruyucu adını da hak etmeyen ilaçlar. Bu ilaçları diğer ilaçları aldığınız için kullanmanıza gerek yok. Hekimlerinize danışmanızı öneririz, biz gastroenteroglar hazırız."
Bursa Sonbahar alerjilerine dikkat Sonbahar ayları ile birlikte alerjik hastalıklarda artış görüldüğünü belirten uzmanlar, ilkbahar ve yaz aylarının bitmesine rağmen, özellikle geçmeyen öksürük, geniz akıntısı ve burun tıkanıklığı gibi şikayetlerin devam ettiği hatta şiddetlendiğini söyledi. Sonbaharda alerji sebebi olarak, artış gösteren küfler, ev tozları veya yabani ot polenlerinin artması gösterilebileceğini ifade eden Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Gülay Kaplan, sonbahar mevsiminin güzellikleri yanında bazı kişiler için sorun olabilecek sürprizleri de beraberinde getirdiğini söyledi. İlkbahar ve yaz mevsimlerinden sonra büyük bir umutla beklenilen sonbahar aylarında da alerjik hastalığı olanları ilgilendiren bazı değişiklikler meydana geldiğini ifade eden Medicana Bursa Hastanesi Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Gülay Kaplan, "Havaların serinlemesiyle beraber rüzgâr ve rutubet bu dönemde yaşanan iklim değişikliğinin önemli özelliklerindendir. Polenler, rüzgârlar ile çok uzak bölgelerden taşınabilir. Yaz sonu ve sonbaharda bazı yabani ot polenleri atmosferde yoğundur. Yağmurlarla toprağa düşen polenler kuru yapraklar altında uzun süre kalabilirler. Yürüyüşler ve rüzgârlar ile bu polenler havaya karışıp solunum yolu ile alındığında bazı hastalıklara sebep olabilir" dedi. Rutubetin küf mantarlarının üremesi için de uygun ortam sağlamakta olduğuna dikkat çeken Kaplan, "Yine doğada toprakta, çürümüş bitki artıkları üzerinde büyüyen mantar sporlarına bahçe işleri ile uğraşırken, bu alanlarda yürüyüş yaparken maruz kalabilirsiniz. Bu mantar sporları yine rüzgâr ile uzak bölgelere taşınabilir. Rutubetin artması sadece doğada değil, aynı zamanda iç ortamlarda, yaşam alanlarımızda da akar (mite) ve küf oluşumu için de uygun şartlar oluşturmaktadır. Evimizde, okullarda ya da işyerlerimizde akar ve küf oluşumuna bağlı olarak yaz aylarından sonra bu alerjenlere bağlı olarak sorunlarımız ortaya çıkmaya başlayacaktır. Bunların sonucunda duyarlı kişiler alerjik rinit ve astım hastalıklarında alevlenme yaşayabilirler" şeklinde konuştu. Polen ya da küf mantarlarına karşı alerjisi olan hastaların dış ortamda yapacakları aktiviteler konusunda iyi planlama yapması gerektiğini belirten Kaplan, "Özellikle sabah saatlerinde, rüzgarlı havalarda zorunlu değilse dışarı çıkmaması, sportif faaliyetler için kapalı alanları tercih etmeleri alerjenlerden korunma için önemlidir. Yaşanılan ortamlarda polen ya da mantar sporlarının içeri girmesini önlemek için pencerelerin kapalı olması ve eve gelindiğinde giysilerin değiştirilerek duş alınması üzerimize yapışan alerjenlerden temizlenmek amacıyla yapılması iyi olabilir. Özellikle ormanlık alanlarda bitkisel artıklarda mantar sporları bulunduğundan buralardaki aktivitelerden kaçınılması gerekir. İç ortam alerjenlerinden olan akarlar (mite) ve mantar sporları (küf), sonbahar aylarında rutubetin artması ile tekrar sorun olmaya başlayacaktır" dedi. Gözlerde kaşınma, kızarma ve batma Ev ortamının akarların yaşayamayacağı şekilde düzenlenerek, banyo ve mutfak gibi alanlarda daha sık görülen küf mantarları özenle yok edilmesi gerektiğini belirten Kaplan, "Bu önlemlerin etkili olması için rutubetin azaltılması da son derece önemlidir. Havalandırma sistemlerinin de bu açıdan büyük risk oluşturduğu unutulmamalı ve bu cihazların bakımları düzenli olarak yapılmalıdır. Bahar alerjisine bağlı yakınmalar kişiden kişiye farklılıklar gösterebilir. Birçok kişide burun akıntısı, tıkanıklığı, burun içinde kaşıntı, arka arkaya hapşırıklar, geniz akıntısı, gözlerde kaşınma, kızarma, batma, gözaltlarında torbalanma ve morarma, boğazda ağrı, kaşıntı ve ses kısıklığı, kulaklarda doluluk ve kaşıntı olabilir" dedi.