SAĞLIK - 22 Ekim 2016 Cumartesi 13:24

42. Ulusal Hematoloji Kongresi

A
A
A
42. Ulusal Hematoloji Kongresi

42. Ulusal Hematoloji Kongresi Antalya’nın Belek bölgesindeki bir otelde gerçekleştirildi. Kongrede; 17 bilimsel oturum ve 13 uydu sempozyumda 47 oturum başkanının moderatörlüğünde 66 konuşmacı sunumlarını gerçekleştirdi. 12 sözlü sunu oturumunda, 60 sözlü bildiri ve 10 ekranda 60 sözel tartışmalı poster ve kalan kısmı poster sunumu olacak şekilde toplam 368 bildirinin yer aldığı belirtildi.
"Anemiye eklenen başka bir hastalık ölüm riskini artıyor"
Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim üyesi ve THD Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Ahmet Muzaffer Demir, anemiyle ilgili bilgiler verdi. Aneminin önemli bir halk sağlığı sorunu olduğunu belirten Prof. Demir, aneminin tek başına çok alışıldık bir hastalık olduğunu vurguladı. Toplumda birçok kadında anemiye rastlandığını da belirten Demir, “Anemi her yaşta görülebilmesine rağmen bazı özel durumlarda daha sık görülmekte ve yatkınlık oluşturan durumlar olmaktadır. Başka hastalıklarla birlikte kansızlık olması o hastalığın seyrinde değişiklikler oluşturmakta hatta ölüm riskini arttırmaktadır. Özellikle ileri yaşlardaki anemi, sindirim sistemi gibi hastalıklara işaret etse de anemi diğer hastalıklardan ölme riskini artırmaktadır. Felç geçiren yaşlı hastalarda görülen kansızlıkların hastalarda ölüm oranının arttırdığı gösterilmiştir. Anemiye ikinci bir bulgu eklendiğinde ölüm oranını artırıyor. Kronik böbrek hastalığında anemi çok büyük bir risk faktörü. Anemiyi iyileştirince hastanın yaşam süresini uzatmış oluyorsunuz” dedi.
Hemofilide daha az enjeksiyon
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Muhlis Cem Ar da hematologların eğitimiyle ilgili yeni bir uygulamadan söz etti. Hematolojinin çok farklı dallara ayrıldığını da belirten Ar, “Artık hematolojinin içinde de hastalık gruplarına özel uzmanların yetişmesi lazım. Biz de bir miktar bu yönde gidişi desteklemek için o konularda uzmanlaşmış uzmanlar yetiştirmeyi amaçladık. Belli kriterlere göre genç hematologları seçerek 2 sınıf oluşturduk bu sene için. Lenfoma ve kanama hastalığı olan hemofili için oluşturduk. Bu arkadaşlara 6 ay boyunca eğitim vereceğiz. Dünyada bu konuda isim yapmış hocalar gelerek yüz yüze eğitim veriyor. Her eğitim sonunda bir sınava girip ne yaptıklarını görüyorlar. Hem tıbbi hem de kişisel gelişim programlarını bu sunuma dahil ettik. 6’ncı ayın sonunda bu bilgileri kullanarak bir sunum yapacaklar ve onlardan en iyi puanla bitireni ve yurt dışında belli bir süre eğitimlerini devam ettirecekleri şekilde ödüllendireceğiz” diye konuştu.
Her 10 bin erkek doğumda bir görülen kanama eğilimli seyreden kalıtsal bir hastalık olan hemofili konusunda yeni bir uygulamadan da söz eden Prof. Ar, “Doğuştan kanamayı durdurmak için gereken ve pıhtılaşma faktörü denilen bir kan proteininin eksikliği sonucu oluşan hemofilide hastalar yürümeye başladıkları yaştan itibaren özellikle diz, dirsek, ayak bileği gibi ağırlık taşıyan eklemlerde kanamalarla karşılaşırlar. Hemofilik artropati adı verilen ve tekrarlayan kanamalara bağlı eklem hasarı sonucunda gelişen sakatlığı anlatan bu durum hemofilinin en önemli komplikasyonudur. Eklemlerde meydana gelen kalıcı hasar hastaların sadece hareketini kısıtlamakla kalmaz aynı zamanda sosyal yaşamdan kopmalarına da neden olur, iş gücü kaybına, eğitimin aksamasına yol açar. Bu nedenle kanamayı, dolayısıyla sakatlığı engellemek ve hastaların normal yaşamlarını devam ettirmelerini sağlamak amacıyla hemofili hastalarına erken yaşlardan itibaren eksik olan pıhtılaşma proteinin haftada 2-3 gün damar yolu ile verilmesi önerilmektedir. Ancak haftada 2-3 kez damar yolu ile tedavi almanın kendi içinde güçlükleri vardır. Her ne kadar damar içi enjeksiyon amacıyla hastaneye gelmekten kurtarmak amacıyla hastalara kendi kendilerine damar içine faktör uygulama becerisi öğretilse de hastaların çoğu için haftada birkaç kez enjeksiyon yapmak bir süre sonra bıkkınlık yaratmakta ve tedavide aksamalara neden olmaktadır. Bu bağlamda geliştirilen daha uzun etkili pıhtılaşma faktörleri hastaların tedavisinde önemli bir rahatlama getirecek ve yaşam kalitelerinde belirgin bir düzelmeye yol açacaktır. Hastalar haftada 2-3 kez yerine 1-2 kez enjeksiyon yaparak kanama riskini kontrol etme imkanına kavuşacaktır” dedi.
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim üyesi ve THD Yönetim Kurulu Genel Sekreteri Prof. Dr. Güner Hayri Özsan ise, hodgkin lenfoma ve multipl myelom hastalıklarının habis bir hastalık olduğuna değindi. Hodgkin lenfomanın özellikle erken evrede yakalandığı takdirde standart kemoterapiler ile büyük oranda şifanın elde edildiği bir hastalık olduğunu vurgulayan Prof. Özsan, yeni bir ilacın geliştirildiğini ancak bu ilacın bir sihirli değnek özelliği taşımadığını belirtti.

Bunlar Da İlginizi Çekebilir
Bitlis Prof. Dr. Palabıyık akademisyenlere seslendi: “Gazze için konforunuzu bozun ve cübbenizi giyin” Bitlis Eren Üniversitesi’nde (BEÜ) görevli Akademisyen Prof. Dr. Adem Palabıyık, ABD ve Avrupa’daki üniversitelerde akademisyenlerin desteği ile devam eden İsrail protestolarına karşı Türkiye’deki akademisyenlerin seslerinin kısık kaldığını belirterek, “Gazze için konforunuzu bozun ve cübbenizi giyin” dedi. ABD ve Avrupa’daki üniversitelerde süren Gazze eylemlerine ilişkin açıklama yapan Prof. Dr. Palabıyık, “Ülkemizdeki akademisyenlerden hala güçlü bir ses duyamadık. Tüm dünya akademisyenleri ayaktayken ülkemizdeki akademisyenlerin ayağa kalkmaması beni üzüyor. Sessiz kalmak ahlaki ve insani vefasızlıktır akademik utançtır” dedi. “PKK’ya terör demeyenler İsrail’e sustu” “7 Ekim’den itibaren başlayan kıyıma karşı sesimizi hep yüksek tuttuk ve bunu ekranda da dile getirdik” diyen Palabıyık, “Cübbemi ve kefiyemi giyerek erkândan çağrı da yaptım. Elbette akademisyenlerin bütünü için ifadelerim geçerli değil, lakin Boğaziçi’nde dikilen akademisyenlerin, sadece dikilişi kadar bir gündem oluşturmak neden mümkün olamıyor anlamış değilim. Barış Beyannamesi denilen ve devletimizi neredeyse katliam yapmakla suçlayan akademisyenler, İsrail’e karşı neden sessiz? Bu nasıl ikiyüzlülüktür? Binlerce bebeği kundakta katleden PKK terör örgütü için sözde Barış Beyannamesi imzalayanlar, İsrail karşısında neden sus pus oldu?” “Akademisyenler artık konforlarını bozsunlar” Akademisyenlerin en büyük korkusunun konfor alanlarının bozulması olduğunu belirten Palabıyık, sözlerine şöyle devam etti: “Çünkü akademisyenler, sahip olduğu şartların aleyhlerine dönme ihtimalinden çok korkarlar. Bu sadece maddi güç değil, aynı zamanda Bourdieu’nün bahsettiği ’fildişi kulelerini’ de kaybetme korkusudur. Çünkü akademisyen ancak üniversitedeki ofisi ile ontolojisini koruyabilir, dışarıda asosyal olduğu için bir hiçtir. Kulesinden bakan akademisyen, olayları da ancak yukarıdan gördüğü gibi yorumlar, sahanın bir parçası olamaz. Daha doğrusu toplumu bir parya modeli olarak görür. Odası, yani kulesi, onu yalıtan en büyük etkendir. Artık bu konfor Gazze için bozulmalıdır.” “28 Şubat’tan hala korkuyorlar” Palabıyık, “Akademisyenler hala 28 Şubat’ın hayaletinden korkuyorlar ve bu hayaletin hala ortalıkta dolaştığını iddia ediyorlar. Bir yandan fişlenme, öte yandan değişebilecek iktidar gibi olgular onlara inanılmaz bir korku aşılıyor. Akademik cübbe üzerine Filistin kefiyesi giymek ve bu halde çekilebilecek bir fotoğraf karesinin gelecekte önlerine çıkma ihtimali hala onlar için çok güçlü bir hayali varsayımdır. Bu kâbus üzerinden inşa ettikleri gündelik hayata dair korku, onların sonraki yıllarda yaşayabileceği olumsuzlukların önüne geçmek için kullanılan bir araçsal cihazlara dönüşmüş durumdadır. Maalesef, bu korku kendini muhafazakâr ve Müslüman olarak tanımlayan akademisyenlerde daha fazla görülüyor. Buna ahlaki ihanet veya muhafazakâr vefasızlık demek yanlış olmayacaktır” diye konuştu. “Feminist akademisyenler çürük kokuyor“ Gazze için hiçbir öğrenciye söz hakkının tanınmadığını ifade eden Palabıyık, “Lümpen burjuva denilecek bu kesimin özellikle Gezi ve feminist söylemlerle hareket ettiğini de unutmadık. Feminizmi LGBT’ye sürükleyen aklı evvellerin kendi derslerini Gezi Parkı’nda devam ettirmek için öğrencilerini üniversiteden çıkardıkları ve Gezi eylemlerine katılmalarını tavsiye ettikleri de gün gibi biliniyor. Lakin konu Gazze olunca tek bir öğrenciye söz hakkı tanınmıyor. Çünkü Gazze, Müslümanların yüzakı olduğu için, onların direnişinin ahlaki yönü engellenmek isteniyor. Bu nasıl bir akademik buhrandır? Bunlar insanlıklarını kaybetmiş” dedi.