GENEL - 21 Kasım 2017 Salı 17:38

Bakan Özhaseki: "Son 100 yıl içerisinde 6 ve üzerinde tam 56 tane deprem oldu"

A
A
A
Bakan Özhaseki: "Son 100 yıl içerisinde 6 ve üzerinde tam 56 tane deprem oldu"

Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki, deprem gerçeğinden çok uzak şekilde yapı yapıldığını belirterek, "Bu ülkenin topraklarının yüzde 66’sı deprem bölgesi.

Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki, deprem gerçeğinden çok uzak şekilde yapı yapıldığını belirterek, "Bu ülkenin topraklarının yüzde 66’sı deprem bölgesi. Son 100 yıl içerisinde 6 ve üzerinde tam 56 tane deprem oldu. 6’nın altında 3-4-5 gibi binlerce deprem var. Son 100 yıl içinde kaybettiğimiz can 83 bin kişi" dedi.


Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki, ‘Antalya Kentsel Dönüşüm ve Stratejik Yaklaşımlar Kurultayı’na katıldı. Bakan Haseki’nin katıldığı programda TOKİ Başkanı Mehmet Ergün Turan ve çok sayıda katılımcı yer aldı.



"İş en çok yerel yöneticilere düşüyor"


Şehirlerin kendine has organizması olduğunu ve canlı olduklarını söyleyen Özhaseki, "Kimi dönemde çok sağlıklı ve güçlüdürler. Kimi zamanda hastalıklı dönemleri olurlar. Şehirler böyledir, canlıdır. Siz idareciler olarak o şehirleri, devamlı diri tutmak zorundasınız. Çağa hazırlamak zorundasınız, değişimleri yakalamak durumundasınız. Bunları yapmazsanız şehirler yarışında geride kalırsınız. Hatta zaman içinde bu gerilik devam ederse, bir şehir kendi avantajlarını kullanamazsa, Anadolu’daki bir çok şehir gibi, doğuya gittiğimizde göç veren, gerileyen ve kendi içerisinde üretim mekanizmalarını kuramadığı içinde sosyal hayatın olmadığı ve gerileyen şehirler durumuna düşeriz. Burada iş en çok yerel yöneticilere düşüyor. Şehirlerin kaderleri bir noktada yerel yöneticilerin ufuklarıyla doğru orantılıdır. Hakikaten risk alan, şehrinin avantajlarını ve dezavantajlarını belirleyerek, o avantajlar üzerinde çalışarak ileriye doğru götürmeye çalışan yöneticiler bir şehirde hakim olmuşsa, kendi içerisinde uyumu sağlamışsa o şehirler gelişiyor ve büyüyor. Tersiyse ne yazık ki o şehirler küçülüyor" dedi.



"Üzerinde bulunduğumuz coğrafya dünyanın en eski yerleşim yerlerinden birisi"


Üzerinde bulunduğumuz coğrafyanın dünyanın en eski yerleşim yerlerinden birisi olduğunu kaydeden Bakan Özhaseki, "Bu topraklarda onlarca kavim yaşamış ve medeniyetler kurulmuş. Bu coğrafyada ya bir ölümsüz anı, ya heyecanlı bir macera veya tarihe iz vurmuş çok önemli olaylar yaşanmış. Her bir köşesinde değişik medeniyetlere de ait, birçok eser var. Adeta açık hava müzesi. İşte bu topraklarda bin yıldır da biz varız. İki ciddi medeniyet kurmuşuz, bu iki medeniyetten de bugün günümüzde izler taşımaya devam ediyoruz. Bu coğrafyanın bir başka özelliği de son dönemin mazlumlarının sığınma coğrafyası olmasıdır. Neyi kastediyorum, son yüzyılda bu coğrafyaya Balkanlar’dan dahil herkes gelmiş. Kafkaslarda daralanlar da gelmiş, Arap coğrafyasında daralan bunalanlar kavimlerde gelmiş. Burada yüzyıldır, bir arada olmuşuz. Adeta etle kemik olmuşuz ve yeni bir millet olmuş. Rabbim inşallah sonuna kadar huzurla bağımsızlığımızı devam ettirir" diye konuştu.



"Son 200-250 yılımız böyle"


Bakan Mehmet Özhaseki, "Batı’da bir Sanayi Devrimi var. Gelişmişlik, kalkınmışlık yanında parayı getiriyor. Zenginlik gelince zaten adama akıl da geliyor, eğitim de geliyor, görgü de geliyor. O işte mimariye de, sanata da, kültüre de yansıyor. Fukaralık başlamışsa, o yokluk getiriyor. Biraz gerilik getiriyor, cahillik, kabalık getiriyor. Bunun yanı sıra aklınıza gelen diğer alanlarda da gerilik getiriyor. Ne yazık ki bizim son 200-250 yılımız böyle. Onların kalkınırken, bizim geriye gittiğimiz dönemler" şeklinde konuştu.



"Son 100 yıl içerisinde 6 ve üzerinde tam 56 tane deprem oldu"


Deprem gerçeğinden çok uzak şekilde yapı yapıldığını belirten Bakan Özhaseki, "Bu ülkenin topraklarının yüzde 66’sı deprem bölgesi. Deprem ülkesiyiz, kim ne derse desin. Her gün onlarca deprem yaşanıyor şu ülkede. Belki hissediyoruz, belki hissetmiyoruz. Son 100 yıl içerisinde 6 ve üzerinde tam 56 tane deprem oldu. 6’nın altında 3-4-5 gibi binlerce deprem var. Son 100 yıl içinde kaybettiğimiz can 83 bin kişi. Mal kaybımız 100 milyar doların üzerinde. Bunların hepsini bilerek biz tedbir alıp da önümüze bakmıyoruz ki. Son Marmara depreminde bile 17 bin 500 can verdik. Bu gerçekler ortadayken hala zeminine dikkat etmeden, balçık alanlar üzerinde şehirler kurmaya devam etmişiz. Bunları yeniden gözden geçireceğimiz bir dönem başlıyor" dedi.



"Bütün bilim adamları İstanbul’u en riskli 10 metropolden birisi olarak görüyor"


Bütün bilim adamlarının İstanbul’u en riskli 10 metropolden birisi olarak gördüğünü belirten Bakan Özhaseki, "Diğer dokuzu hangisi, Tokyo, Osaka, San Fransisco, Los Angelas bunların hepsi de riskli şehirler içerisinde ama İstanbul en öndeki riskli şehirlerden biri olarak önümüzde duruyor. Afet raporlarında 600 bin birimin riskli olduğu raporlar var. Olası depremde üst yapının, alt yapının bitmesi demektir. Karşımıza çıkacak maddi zararda alt alta yazdığınız zaman 100 milyar dolar gibi görülüyor. Şimdi ya kaderinize razı olacaksınız ya da şimdiden tedbirler alacaksınız" dedi.



"Avrupa Birliği’nden tıs yok"


Türkiye’nin en zor süreçleri atlatmış bir ülke olduğunu söyleyen Bakan Özhaseki, "En büyük belaları atlatmış bir ülkeyiz. Bundan sonra da gelebilecek belalara karşı bizim kadar aşılı bir millet herhalde yoktur. Düşünebiliyor musunuz 40 yıl boyunca PKK ile savaşacaksınız. Dünyanın neresinde böyle vahşi bir PKK kaldı ki? Batı dünyası bırakın PKK gibi eline silah alıp, masum insanları vurarak ülkeyi parçalamaya çalışan bir yapıyı, çok demokratik haklarını kullanana bir Katalan halkına bile tahammül edemezken, Türkiye için bize akıl vermeye devam ediyor. Katalanlar ne yaptı, ellerine silah mı aldılar. Demokratik haklarını kullanarak biz İspanyol değiliz dediler. 8 tane bakana tutuklama çıktı. Avrupa Birliği’nden tıs yok. Hiçbir ses gelmiyor. Yüzden fazla kuruma kayyum atandı, hiçbirinden çıt çıkmıyor. Şimdi Türkiye’de belediyeleri olduğu gibi PKK’nın eline veren, ele geçirdiği ne varsa hepsini dağa gönderen malzemelerini onların emrine veren, cenaze araçlarında cenazesini taşıyan hiçbir yatırımı olmayan, devletten geleni de dağa nasıl aktarırız diye düşünen belediyelere kayyum atandığında AB ayağa kalkıyor bizim muhalefetle birlikte. Niye ayağa kalkıyorsunuz ki bende bütün raporlar var. Devletin verdiği paranın hepsini dağa göndermek için seferbersiniz. Patnos Belediyesi seçimlerden önce o PKK’nın siyasi uzantısı ve sendika arasında bir sözleşme imzaladı. Geçici işçilere verdiği maaş 6 bin 300 TL, daimi işçilere verdiği maaş 7 bin 500 TL. Diyeceksiniz ki adamın parası çoksa versin. Keşke, kurban olayım öyle bir para olsa. Her taraf borç. Bu parayı da alıp sade vatandaşa veriyor mu sanıyorsunuz. Elinden geri alıyorlar parayı. Harçlık verip geri alıyorlar. Dağa gönderiyorlar. Böyle lanet bir örgütle uğraşıyoruz. En sert mücadele bu dönemde verildi. Her yerde bittiler. Tek tük sağda solda kaldılar. Esememiz okunsun, ölmedik bilinsin diye sansasyonel olaylar yapıyorlar. Bittiler ama bir daha ayağa kalkamayacaklar" diye konuştu.



"Ben FETÖ’ye bir tek kurbanı bile nasip olmamış biriyim"


FETÖ diye bir belanın olduğunu ve en hassas oldukları yerden vurulduklarını dile getiren Bakan Özhaseki, konuşmasını şöyle tamamladı:


"FETÖ, din, milli duygularla vurdu. ’Çünkü okullar açıyoruz. İstiklal Marşı, Atatürk resmi yanında da işte gördüğünüz gibi Türk bayrağı, Türk dostları yetiştiriyoruz biz. Fakir fukaralar çocuklarınızı verin, zeki çocuklarınızı okutalım. Zenginler siz de paralarınızı verin, himmet edin, kurban keselim. İşte buralarda okutalım.’ Senelerce bu soytarılığı yaptılar. Bu paraları alıp, doğrusu en son 15 Temmuz’a kadar hepimizi bir cümle, hiç kimse kendini kenarda tutmasın, hiç kimse bir başka partiyi suçlamasın bir cümle herkesi kandırdılar. Bu yapı rahmetlik Özal’ı, Tansu Çiller’i de kandırdı. Rahmetlik Ecevit’i de kandırdı. Hatta cennet vadetti FETÖ. Eğer ki bir tane şefaat hakkım olsa Ecevit’e kullanırdım dedi. Öyle bir vahşi yapı, ikiyüzlü bir yapı. Gerçek yüzlerini onlarında gördük bir gecede. Milletin üzerine kurşun sıktılar. Ortaya çıkan delillerden anlıyoruz ki ve her şeyi birleştirince tam resim ortaya çıkıyor. Güya İslami bir faaliyet içerisinde olduklarını söyleyenlerin neredeyse tamamı bizim öğrendiğimiz dinle ilgili bildiğimiz ne varsa tamamıyla bunun dışında. Bunun dışında insanların yatak odasını gözetlemek var mı? Müslümanlıkta soru çalıp fakir fukaranın çocuğunun istikbaline mani olmak var mı? Bunların hiçbiri yok benim bildiğim bu dinde. Hazreti Peygamber’in hayatında bunların hiçbirisi yok. Fakat bunların hepsine fetva vererek, aklınıza gelecek her türlü rezilliği yapan bir grup. Şimdi yen yeni görüyoruz fetvaların ne olduğunu, Allah böyle bir tehlikeden korusun. Onlarda Türkiye’de bittiler. Uzantıları olabilir, tek tük çıkabilir. En güzel tarafı şurası, bütün bir millet uyandı. Bunların gerçek yüzünü gördü. Eskiden neredeyse bütün bir millet bunlara destek oluyordu. Ellerinden geldiğince, hasbel kadar herkes veriyordu. Ben bir tek kurbanı bile nasip olmamış biriyim. O ayrı bir şey ama herkes bunlara iyi niyetle yardım ediyordu. Şimdi gerçek yüzü ortaya çıktı. Bu belaya karşı tüm bir millet ayakta. Bunları dileme imkanı yok. Hangi ülkeye hizmet ettikleri, ne yaptıkları da çok net belli oldu. Türkiye bunu da aştı. Bu olaylardan herhangi birisi eğer Batı’da birinin başına gelseydi o ülke çökerdi."



Turan: "Sağlıksız, afetlere karşı riskli, fiziksel olarak köhnemiş ve yapı ömrünü tamamlamış konut stoku, ülkemizin en önemli problemlerinden biridir"


TOKİ Başkanı Mehmet Ergün Turan ise, Kentsel Dönüşümün her daim gündemde tutulması gereken önceliklerden biri olduğunu söyledi.


Antalya, İzmir ve İstanbul gibi şehirlerde yeşil binalar, en uygun mimari projelerin olması gerektiğini belirten Turan, "Sağlıksız, afetlere karşı riskli, fiziksel olarak köhnemiş ve yapı ömrünü tamamlamış konut stoku, ülkemizin en önemli problemlerinden biridir. Bu konutlar hem içinde yaşayan vatandaşlarımızın mal ve can güvenliğini tehdit etmekte, hem de kentlerin sağlıklı gelişimine engel teşkil etmektedir. Stratejik açıdan bakacak olursak, sadece riskli yapıların yıkılıp, yerine yenilerinin yapılması ve fiziksel ortamın iyileştirilmesi yeterli değildir. Sürdürülebilir dönüşümü esas alan; sosyal adaleti ve gelişimi, sosyal bütünleşmeyi, yerel kalkınmayı, tarihi ve kültürel mirası ve doğal çevreyi koruyan bütünleşik bir yaklaşıma ihtiyaç vardır. Bu projelerin temelinde insan esas olmalıdır. Bu yüzden yeşil alanı, sosyal donatısı olmayan ve insanların sosyo-psikolojik ihtiyaçlarını gözetmeyen, gidermeyen projelere kentsel dönüşüm projesi diyemeyiz, dememeliyiz" dedi.


Turan, "Dönüşümü yaparken, bozulmuş olan kentsel mekanın ekonomik, toplumsal, fiziksel ve çevresel koşullarını kapsamlı ve bütünleşik bir yaklaşımla iyileştirmeye yönelik eylemler geliştirilmelidir. Özellikle 1990 yılından günümüze kadar gelen süreçte kentsel dönüşümde kullanılan en yaygın müdahale biçimi, ’kentsel yenileme’ ya da ’kentsel canlandırma’dır. Son dönemlerde ise kentsel yenilemede özellikle tarihi merkezlerin iyileştirilmesi, tarihi değeri olan sanayi ve ticaret alanlarının canlandırılması, küçük ve orta büyüklükteki tarihi kentlerin korunması fikri ön plana çıkmaktadır" ifadelerini kaydetti.

Bunlar Da İlginizi Çekebilir
İstanbul TBMM Başkanı Kurtulmuş: "ABD’de öğretim üyeleri işgalci İsrail’in zulmünü anlatmaya çalıştığında işlerine son veriliyor" İbn Haldun Üniversitesi’nde düzenlenen söyleşide gençlerle buluşan Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Başkanı Numan Kurtulmuş, "Amerika Birleşik Devletleri’nin önemli üniversitelerinin hemen hepsinde sadece öğrenciler değil öğretim üyeleri de işgalci İsrail’in zulmünü anlatmaya çalıştığında işlerine son veriliyor. Bir bilim yuvasından sesleniyorum, şu anda dünyanın dört bir yanında Siyonist baskıdan bunalmış olan vicdan sahibi, ilim sahibi tüm öğretim üyelerine Türkiye’nin üniversitelerinin kapıları sonuna kadar açıktır” dedi. TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş, İbn Haldun Üniversitesi’nde gençlerle bir araya geldi. Kurtulmuş yaptığı konuşmada, "Türkiye’nin önemli bir tarihsel dönüm noktasından geçtiğimiz bu süreçte örnek şahsiyetlerin genç nesillere tanıtılmasının önemli olduğunu düşünüyorum. Ben Sabahattin Zaim hocanın öğrencisiyim. Bizim dönemimizin örnek isimlerinden birisidir kendisi. Türkiye’ye hizmet etmek için kollarını sıvayan ve kalkınması için hizmet eden bir kişidir. Çok sayıda öğretim üyesi ve öğrencinin yetişmesine vesile olmuştur. İslam ekonomisi terimi yeni ortaya çıktığı zamanlarda, az sayıda bilim adamlarının İslam iktisadıyla alakalı fikirlerini Türkiye’ye taşımıştır” ifadelerini kullandı. "Siyonist baskıdan bunalmış öğretim üyelerine Türkiye’nin üniversitelerinin kapıları sonuna kadar açıktır” Amerika Birleşik Devletleri’ndeki bazı üniversitelerde İsrail zulmünü anlatan akademisyenlerin işlerine son verildiğini belirten Kurtulmuş, "Tarihlerde Nazi Almanya’sında oradaki Nazilerin zulmünden kaçan bilim adamları varsa şimdi ise Amerika Birleşik Devletleri’nin önemli üniversitelerinin hemen hepsinde sadece öğrenciler değil öğretim üyeleri de işgalci İsrail’in zulmünü anlatmaya çalıştığında işlerine son veriliyor. Onlarca bilim insanı üniversitelerden atıldı. Almanya’da aynı şekilde ders ve konferans veren hocalar anti-siyonist fikirleri nedeniyle işlerinden atıldı. Bir bilim yuvasından sesleniyorum, şu anda dünyanın dört bir yanında siyonist baskıdan bunalmış olan vicdan sahibi, ilim sahibi tüm öğretim üyelerine Türkiye’nin üniversitelerinin kapıları sonuna kadar açıktır” dedi. Konuşmalarına devam eden Kurtulmuş, “İlmin başı merak ortası sabır sonu ise kendini bilmektir. Şunu söylemek isterim, bizim geleneğimizde nesillerden nesillere aktarılan bir eğitim sistemidir, hoca öğrencisine öğretir, o bir başkasına öğretir. Biz bu intikali önemsememiz lazım. Bilim adamlarından sadece iki kere ikinin dört ettiğini değil, söyledikleri sözleri, oturmalarını, kalkmalarını her şeyi öğrenmemiz gerekiyor. İnsanın yanılgısı kendisini çok önemsemesidir. Kim olursan ol, kendinizi mühim insan kabul etmeyin. Mühim insan görmek istiyorsak Fatih Camii avlusu, Süleymaniye Camii avluları çok çok büyük insanlarla dolu. Dolayısıyla hiçbirimiz büyük insan değiliz” şeklinde konuştu.
Sakarya Sakarya’da 12 kişinin yaralandığı kazada midibüsün freni patlamış Sakarya’nın Pamukova ilçesinde 12 kişinin yaralandığı kazanın midibüsün freninin patlaması sonucu meydana geldiği ortaya çıktı. Kazayla ilgili Sakarya Uygulamalı Bilimler Üniversitesinden de açıklama yapıldı. Kaza, saat 16.00 sıralarında Pamukova ilçesi Eskiyayla Mahallesi’nde meydana gelmişti. Edinilen bilgiye göre, Sakarya Uygulamalı Bilimler Üniversitesi (SUBÜ) Sağlık Kültür ve Spor Başkanlığı tarafından Akçay Baraj Gölü’ne doğa yürüyüşü gezisi düzenlendi. Gezi dönüşünde, bir firmadan kiralanan 54 S 0579 midibüsün frenleri patladı. Kontrolden çıkarak yol kenarında bulunan araziye devrilen midibüste bulunan 11 üniversite öğrencisi ile 1 üniversite personeli olmak üzere toplamda 12 kişi yaralandı. Durumun haber verilmesi üzerin bölgeye sevk edilen sağlık ekiplerince, yaralılar çeşitli hastanelere kaldırılarak tedavi altına alındı. Öte yandan kazanın, midibüsün freninin patlaması sonucu meydana geldiği ortaya çıktı. Üniversiteden kazaya ilişkin açıklama Meydana gelen kazanın ardında SUBÜ sosyal medya hesabı üzerinden açıklama yayınladı. Yapılan açıklamada, "Sağlık Kültür ve Spor Daire Başkanlığımız tarafından Akçay Baraj Gölü’ne düzenlenen doğa yürüyüşü gezisi dönüşü firmadan kiralanan bir minibüsün teknik arıza nedeniyle devrilmesi sonucu 11 öğrencimiz ve 1 personelimiz yaralanmıştır. Kaza neticesinde hayati tehlikesi olan ve durumu ağır olan öğrenci ve personelimiz bulunmamaktadır. Pamukova Devlet Hastanesi’nde müşahede altındaki 2 öğrencimiz kısa süre içerisinde taburcu edilecektir. Sadıka Sabancı Devlet Hastanesi’ndeki 3 öğrenci ve 1 personelimizin tedavisi devam etmektedir. Sakarya Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ndeki 6 öğrencimizden birisinin kolunda kırık bulunmaktadır. Tomografi ve tetkikler devam etmektedir” ifadeleri yer aldı.
Sakarya Dünya pazarında Türk Kuruyemişi ve kuru meyve tercihi yükseliyor 3 kıtada yer alan 30 farklı ülkeye Türkiye’den kuruyemiş ve organik ürünler ihraç ediliyor. Kuru meyve kategorisinde, tüketicilerin ilk tercihi genellikle kayısı olurken, kuruyemişte ise Antep fıstığı öne çıkıyor. Açılış konuşmasını Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in yaptığı Uludağ Ekonomi Zirvesi Sapanca’da devam ediyor. Bu yıl 13’üncü kez düzenlenen zirve, Türkiye ve dünya genelinden birçok iş dünyası lideri ve akademisyeni ağırlıyor. Dün açılış konuşmaları ve ilk gün oturumlarının olduğu zirve, bugün ise çeşitli paneller ile devam ediyor. İş insanları sektörleri ile alakalı konuları zirvede değerlendirirken, kuru yemiş ve kuru meyve ihracatındaki artış dikkat çekti. 3 kıtada yer alan 30 farklı ülkeye Türkiye’den kuruyemiş ve organik ürünler ihraç ediliyor. Kuru meyve kategorisinde tüketicilerin ilk tercihi genellikle kayısı, kuruyemişte ise Antep fıstığı olduğu ifade edildi. Türk ürünlerini diğerlerinden ayrılan en büyük özelliği ise organik tarım yöntemlerine dayalı olarak üretilmeleri oluyor. Organik tarım yöntemlerine dayalı olarak yetiştirilen Türk organik kuru meyve ve kuruyemişi global pazarda daha fazla tercih edilmeye başlandı. 3 kıtada yer alan 30 farklı ülkeye Türkiye’den kuruyemiş, kuru meyve ve bakliyat ihraç ettiklerini belirten Orgibite CFO’su Gökçen Şeker, Türkiye’den ihraç ettikleri ürünlerin genel profili hakkında bilgi vererek, tüketicilerin kuru meyve kategorisinde kayısı ve kuruyemişte Antep fıstığını tercih ettiğini dile getirdi. Ayrıca, Türk ürünlerinin diğerlerinden ayıran en önemli özelliğin organik tarım yöntemlerine dayalı olarak üretildiğinin altını çizdi. “En büyük fark organik tarım yöntemlerine dayalı olarak yetiştirilmeleri” Panel sonrası açıklamalarda bulunan Gökçen Şeker, Türkiye’den ihraç edilen kuru meyve ve kuruyemişlere en yoğun talebin Amerika Birleşik Devletleri’nden geldiğini belirtirken, Avrupa Birliği ülkeleri, Orta Doğu ve Asya pazarlarındaki ülkelerin de Türk ürünlerine ilgi gösterdiğini vurguladı. Türkiye’nin tarımsal potansiyeli ve ürün kalitesinin global pazarda rekabet avantajı sağladığını ifade eden Şeker, Türkiye’den 30 farklı ülkeye kuru meyve, kuruyemiş ve bakliyat gönderdiklerinin altını çizdi. Şeker, ayrıca ürün portföyleri içinde en çok tercih edilenin kuru meyve kategorisinde kayısı, kuruyemiş kategorisinde ise Antep fıstığı olduğunu belirtti. Türk organik ürünlerinin diğerlerinden farkının, organik tarım yöntemlerine dayalı olarak yetiştirilmesi olduğunun önemini anlatan Şeker, "Sağlık bilincine sahip tüketicilerin tercih sebebi haline geldi. 2023 yılında hem organik hem de konvansiyonel ürün ihracatında önemli bir artış yaşandı. Bu artışın devam edeceğine inanıyoruz. 2024’ün ikinci yarısı ve 2025 yıllarında organik kuru meyve, kuruyemiş ve bakliyat ihracatını artırarak global pazardaki varlığımızı güçlendirmeyi hedefliyoruz" dedi. “Dijital dönüşüm ile dünyada rekabet gücümüzü artırdık” Dijital dönüşümün, hem iç pazarda hem de dış pazarda rekabet gücünü artırdığını vurgulayan Şeker, "Dijital platformlara yapılan yatırımlarımızla, online satış kanalları ve dijital pazarlama stratejileri sayesinde organik ürünlerimizin geniş kitlelere ulaşmasını sağladık. Bu durum, hem müşteri memnuniyetini hem de operasyonel verimliliği artırmamıza imkan tanıdı. Dijitalleşme, tüketicilere daha hızlı ve etkili bir şekilde ulaşmamızı ve onların ihtiyaçlarını daha iyi anlamamızı sağlıyor. Ayrıca, Türk kuru meyve, kuruyemiş ve bakliyatlarının dünya genelinde tanınırlığını ve talebini artırmaya yönelik pazarlama stratejilerimizde de dijitalleşme önemli bir rol oynamaktadır" diye konuştu. “Organik ürünlerin sertifikalandırılması” Gökçen Şeker, pazarlama ve markalaşmanın önemine vurgu yaparak, "Türk organik ürünlerinin tanınırlığını artırdık. İhracat rakamlarını artırmak için, kalite standartlarının yükseltilmesi ve pazar çeşitliliğinin önemli olduğunu biliyoruz. Markalaşma çalışmalarını önemseyerek lojistik süreçlerde de verimliliği arttırdık. Ar-Ge yatırımları ve yeni pazarlara açılım da ihracatı artırmak için etkili stratejilerdir. Bununla birlikte, organik ürün ihracatını artırmak için, sektör olarak organik tarımın teşvik edilmesi ve organik ürünlerin sertifikalandırılması önemli. Pazarlama ve markalaşma çalışmalarıyla organik ürünlerin bilinirliğinin artırılması ve yeni pazarlara açılım sağlanması gerekmektedir" şeklinde konuştu.