- 17 Ocak 2021 Pazar 13:41

68 yaşında tek başına hazır giyime direniyor

A
A
A
68 yaşında tek başına hazır giyime direniyor

BURDUR (İHA) – Burdur’un Bucak ilçesinde yaşayan 68 yaşındaki Veli Ulusan, 51 yıldır hazır giyime karşı tek başına direnmeye çalışıyor.

BURDUR (İHA) – Burdur’un Bucak ilçesinde yaşayan 68 yaşındaki Veli Ulusan, 51 yıldır hazır giyime karşı tek başına direnmeye çalışıyor. Çırağı olmayan ve her sabah iş yerini kendi açan Veli Ulusan "Eskiden terzilik revaçtaydı. Ramazan ayına 1 ay varken başlardı iş, Kurban Bayramı’na kadar iş alamadığım günler olurdu. Nice memura, nice amire hep elbise yaptım. Mesleğimi severek idame ediyorum. Onun gururu onun sevinci hala bende devam ediyor" dedi.


Burdur’un Bucak ilçesinde 51 yıldır mesleğini başarıyla idame ettiren Veli Ulusan, 13 yaşında ilkokulu bitirdikten sonra okumak istedi fakat ailesinin maddi durumu iyi olmadığı için okuyamadı. Okul masraflarını dönemin askerlik şube müdürü karşılamak istedi fakat okul kontenjanı dolu olduğu için kayıt olamadı. Amcasının ‘Ne yapacaksın’ sorusu üzerine terzi olmak istediğini söyleyen Veli Ulusan terzilik mesleğine başladı.



“Amca ben terzi olacağım”


13 yaşında özenerek başladığı terzilik mesleğini nasıl seçtiğini anlatan Veli Ulusan, “Bucak’ta bir ortaokul vardı. Oraya kayıt olmak istedim. 100 lira kayıt parası istediler. Rahmetli babam hükümette 125 lira aylıkla bahçıvan olarak çalışıyordu. O yüzden ödemesi mümkün değildi. O zamanın askerlik şube müdürü bir binbaşı vardı. Okula telefon ettiler çocuğu kayıt ettirin diye. Biz oradan okula gidinceye kadar kontenjan doldu dediler. Kayıt olamadım. Okumak nasip olmadı. Amcam bana sordu; ‘emmim ne yapacağız’ dedi. Amca dedim ben terzi olacağım. O yaşlarda gerçekten severek, özenerek başladığım işe 1965 yılında başladım böylelikle. 1969 yılında ben öğrendim bu mesleği. Hatta diğer abim de bir başka ustanın yanında çırak olarak çalışıyordu. O daha pantolon dikmesini yapamazken ben ceket dikmeyi tamamen öğrenip kavramıştım. Babamın dükkan açmaya imkanı yoktu. Onun ustası ’gel bakayım evladım yanıma’ dedi. Aletler benden iş yapmak sizden olsun diyerek ortak olduk biz. O vesileyle iş yeri sahibi olduk. Usta öldükten sonra çocukları bu iş yeri kapanmasın diyerek iş yerine 1100 lira paha biçtiler. Ben de satın aldım ve o tarihte başlamış oldum işte” dedi.


Askerde terzilik mesleğinde uzmanlaştığını ifade eden Veli Ulusan, “1972 yılında Manisa’da asker oldum. Askerliğe ilk geldiğim gün bölük başçavuşu bölüğüne terzi arıyormuş. Terzi var mı diye sordular. Ben seslenmedim. Yanımdaki arkadaşım ‘Burada var! Burada var terzi’ dedi beni gösterdi. Üzerindeki pantolonu sen mi diktin dedi. Ben diktim dedim. Böylelikle askerde de terziliği aynen devam ettirdim ve uzmanlaştım” diye konuştu.



“Sanat altın bir bileziktir. Fakat değerini, kıymetini bilene”


Terzilik mesleğinin eski zamanlarda revaçta olduğunu ifade eden Veli Ulusan, “51 yıllık iş hayatımda iki üç tane çırağım olduğu zamanlar oldu. Çalıştırıp yetiştirdim. Şu anda terzilik yapan yok ama. 1976 yıllarında 3 aylık işim oluyordu. Eskiden terzilik revaçtaydı. Ramazan ayına 1 ay varken başlardı iş, Kurban Bayramı’na kadar iş aramadığım günler olurdu. O zamanlar bitpazarından alırlardı hazır giyimleri. Nice memura, nice amire hep elbise yaptım. Mesleğimi severek idame ediyorum. Onun gururu onun sevinci hala bende devam ediyor. Derler ki sanat altın bir bileziktir. Fakat değerini, kıymetini bilene tabi” diyerek terzilik mesleğinin kıymetinin bilinmesi gerektiğinin altını çizdi.



“30 sene önce diktiğim ceketi son zamanlarda ütülediğimi biliyorum”


Fabrika ürünü olan vitrindeki elbiselerin duruşunu hiçbir terzinin yapamayacağını belirten Veli Ulusan, terzi ile fabrika ürünü arasındaki farkı anlattı. Ulusan, "Vitrinde gördüğümüz elbisenin duruşunu hiçbir terzi yapamaz. Fakat milletimizin bir özelliği var artık. Bir işi yapmadan önce ucuz olsun diye uğraşıyorlar. Masrafını nasıl kısarız diye düşünüyorlar. Firmaların malları var çok güzel, ucuz. Giyiyorsun 2 ay sonra astarı eskiyor. 15 gün sonra fermuarı bozuluyor. 3 ay sonra cepleri falan eskiyor. Onlarla biz terziler arasındaki fark bu. Bizim yaptığımızda sökülme, yırtılma olmaz. 30 sene önce ceket diktiğim insanlar var son zamanlarda hala o ceketleri yıkatıp ütülediğimi biliyorum" dedi.

Bunlar Da İlginizi Çekebilir
Aydın CHP’li Başkana gelen tebrik çiçekleri Abdurrahmanlar imamına ev oluyor Mart ayında gerçekleştirilen yerel seçimlerinde Germencik Belediye Başkanı Seçilen CHP’li Burak Zencirci’ye gelen tebrik çiçekleri ilçeye bağlı Abdurrahmanlar Köyü imamına ev oluyor. Mazbatayı aldıktan sonra Belediye Binası’na gelen yüzlerce tebrik çiçeği özel bir firmaya satılarak geliri Abdurrahmanlar Köyü Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği’ne bağışlandı. Cuma günü akşamı mesai bitiminden sonra Belediyeye gelen çiçekçiler, belediyenin girişinden başkanlık makamının bulunduğu 3. kata kadar sıralanan yüzlerce çiçeği topladı. Amaçlarının hem farkındalık oluşturmak hem de çiçeklerin kamuya yararlı bir işte kullanılmasını sağlamak olduğunu belirten Germencik Belediye Başkanı Burak Zencirci, çiçeklerin atışından elde edilen geliri makbuz karşılığı dernek yönetimine bağışladı. Belediye Başkanı Zencirci’ye anlamlı davranışından dolayı teşekkür eden Abdurrahmanlar Köyü Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği Başkanı Hasan Hüseyin Kara ve Köy Muhtarı Akif Şahan, “Başkan köye geldiğinde söz vermişti. Sağ olsun sözünü yerine getirdi. Bu bağış, köyümüzde görev yapacak imama lojman yapımında kullanılacak” diye konuştular. Germencik Belediye Başkanı Burak Zencirci, "Seçimlerden önce muhtar beye bu sözü vermiştik. Köyümüzün bazı sıkıntıları var. O sıkıntıları gidermek adına seçimden 25 gün önce muhtarımıza, ’Seçimi kazandıktan sonra Mayıs ayının ilk haftası geleceksin. Değerli dostlarımızdan ve vatandaşlarımızdan gelen tebrik çiçeklerimizi çiçekçiye satıyoruz. Buradan elde ettiğimiz geliri de derneğe bağışlıyoruz. Dernek de o sıkıntılı buradan elde edilecek gelirle karşılayacak’ demiştik. Bugün de bu sözümüzü tutuyoruz. 30 bin TL civarında bir gelir elde ettik. Bu rakam derneğimiz için fena bir rakam değil. Bu son olmayacak. Köy derneklerimize elimizden geldiğince bu yardımlarımız devam edecek" diye konuştu.
Gaziantep 4 Mayıs Dünya Ankilozan Spondilit Günü SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Romatoloji Bölümü Öğr. Üyesi Prof. Dr. Bünyamin Kısacık, iltihaplı bel ve kalça romatizmasının (Ankilozan Spondilit) en belirgin özelliğinin sabahları ortaya çıkan bel ve kalça ağrısı olduğunu bildirdi. 4 Mayıs Dünya Ankilozan Spondilit Farkındalık Günü nedeniyle açıklama yapan Prof. Dr. Kısacık, “Mayıs ayının ilk cumartesi günü, Dünya Ankilozan Spondilit Günü olarak kutlanır. Tüm dünyada kutlanan Ankilozan Spondilit Günü’nde bu yıkıcı hastalığa dikkat çekerek, hastalığın etkilerini anlamak ve toplumu bilgilendirmek amaçlanmaktadır” dedi. Kronik iltihaplı bir romatizmadır Ankilozan spondilitin öncelikle omurgayı etkileyen kronik iltihaplı romatizma olduğunu hatırlatan Prof. Dr. Kısacık, toplumlar arasında sıklığı değişmekle birlikte her bin kişiden 1-10’unda bu hastalığın görülebildiğine vurgu yaptı. Ankilozan spondilitin en belirgin özelliğinin sabahları ortaya çıkan bel ve kalça ağrısı olduğunu hatırlatan Prof. Dr. Kısacık, geceleri hastayı uykudan uyandıran bel ağrılarının da belirtiler arasında bulunduğuna dikkat çekti. Genellikle 20-30 yaşlarında ortaya çıkan bu hastalıkta diz ekleminde ağrı şişlik, topuklarda ağrı, gözde üveit olarak adlandırılan iltihabi durumların da ortaya çıkabildiğini ifade eden Prof. Dr. Kısacık, şu bilgileri paylaştı: “Hastalık tanı konmadığı zaman maalesef şekil bozukluğu, erken emeklilik ve iş gücü kaybına neden olabilmektedir. Tanı için hastalarının şikayetlerinin yanı sıra ilgili eklemlerin manyetik rezonans (MR) ya da röntgen gibi yöntemlerle görüntülenmesi gerekmektedir.” Tedavi “Ailesel geçişi oldukça yüksek olan bu hastalık, erken tanı sonrası çok başarılı şekilde tedavi edilmektedir” diyen Prof. Dr. Kısacık sözlerini şöyle tamamladı: “İlaç tedavisinin yanı sıra egzersiz, kilo kontrolü gibi genel yaşam önerileri de büyük önem taşımaktadır. Ankilozan spondilit hastalarının doğru bilgi edinebilmeleri için bu konuyla yakından ilgilenen Romatoloji Uzmanları, ilgili hasta dernekleri ve Romatoloji Derneklerine ulaşmaları en sağlıklı yol olacaktır.”
İstanbul Türkiye’de çocukların yüzde 30’u toksik ebeveyn ile karşı karşıya Son zamanlarda sıklıkla duyulan toksik ebeveynlik kavramı hakkında bilgilendiren İstanbul Arel Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Psikoloji Bölümü Dr. Öğr. Üyesi Ayşe Su Kocayörük, Türkiye’de yüzde 20-30 oranda çocuğun toksik ebeveyne maruz kaldığını söyledi. Bunun sonucunda depresyonun en fazla görülen hastalık olduğuna işaret eden Kocayörük, “Depresyon hastalarının yüzde 50’sinde travmatik çocukluk yaşantıları söz konusudur. Ülkemiz için de aynı şey geçerli. Genelde depresyon görüntüsü altında olan kişilerin de toksik ebeveynlere maruz kaldıklarını biliyoruz” dedi. Son dönemlerde oldukça yaygınlaşan ‘toksik’ kavramı birçok alanda karşımıza çıkıyor. Bunlardan biri de ‘toksik ebeveynlik’ kavramıdır. Bu kavram; ebeveynlerin çocukları için en iyisini istese de bazen onları fazlaca sıkmaları ya da özgür bir birey olmalarını kısıtlamaları anlamına geliyor. Anne babaların da aslında toksik ailelerden geldiğini belirten Dr. Öğr. Üyesi Ayşe Su Kocayörük, “Bu yüzden ilişki ve bağlanma şekilleri aslında çocuklarını da etkiliyor. Hatta çocuklarının da ilerde kuracakları ilişki yine toksik şekilde devam edebiliyor. Nesilden nesle aktarılıyor. Burada suçlu aramak yerine çözüme odaklanmalı” açıklaması yaptı. “Küçümseyici, aşağılayıcı tavır takınmaları, negatif geri bildirimler vermeleri toksik ebeveynliktir” Toksik ebeveyn davranışlarını sıralayan Dr. Öğr. Üyesi Kocayörük, “Küçümseyici, aşağılayıcı tavır takınmaları, negatif geri bildirimler vermeleri, sürekli çocuğu didiklemeleri, sınırları aşmaları, çocuğun birey olduğunu kabul etmekten ziyade kendilerinin bir uzantısı olduğunu görmeleri toksik ebeveynliktir. Örneğin bu ebeveynler; çocuğu sınavda 99 notu aldığında ‘neden 100 almadın’ diye eleştirirler, çünkü hiçbir şeyle yetinmezler. Sürekli çocuk üstünde baskı, otoriter kurarlar. Bunun en büyük nedenleri arasında ise ailelerin çocuklarına empati yapamaması, çocuğun ihtiyaçlarını göremeyip anlayamaması yer almaktadır. Tabii bunu bile isteye yapmıyorlar. Çünkü onların da kendi ihtiyaçları zamanında görülmeyerek onlara da bu şekilde davranıldı” dedi. “Değerlilik ihtiyacı karşılanmayan çocukların kendini geliştirmesi zordur” Tedavisinde ise terapistlere büyük iş düştüğünü belirten Dr. Öğr. Üyesi Kocayörük şunları söyledi: “İnsanlar kendilerinin farkında da olmalıdır. Ama genellikle bu durumun farkında olmazlar. Sevilmeyip sayılmayan, biricilik ve değerlilik ihtiyacı karşılanmamış çocukların kendilerini geliştirmesi oldukça zordur. Bu yüzden kendilerinden beklentileri de düşüktür. Dünyaya genellikle olumsuz bakarlar. En önemlisi de öğrendikleri bağlanma biçimini, hayatlarında benzer bağlamda gösterecekler. Örneğin; sevgili, eş, arkadaşlık ilişkilerinde bu tarz bağlanma ilişkisi olacak. Mesela aşağılayıcı bir bağlanma stili gördüyse etrafındakileri aşağılayacak. Toksik ebeveynler genellikle klinik tanı almamış olsa da çoğunlukla ruhsal bozukluğu ya da kişilik bozukluğu olan kişilerdir. Narsist bir ebeveynle birlikteyseniz narsist olma ihtimaliniz çok yüksek. Kaygılı bir ebeveynle büyüyorsanız kaygılı olma ihtimaliniz çok yüksek.” “Ailelerini olduğu gibi kabul edip sınır çizerek hayatlarına devam etsinler” Ailelere ve özellikle de çocuklarına önerilerde bulunan Dr. Öğr. Üyesi Kocayörük son olarak şunları söyledi: “Aileler açık iletişimde olmalı. Çocuğunu dinlemeyi öğrenen her aile, bu anlamda yol katedecektir. Çünkü çocukların ihtiyaçlarını öğrenebildiklerinde, hissedebildiklerinde zaten tutumlarını değiştirecekler. Anne babalar kendilerine şunu sorsunlar; ‘ben çocuğumdan ne istiyorum, o benim bir uzantım mı, ona gücümü mü göstereyim, o benim her dediğimi yapsın mı?’ Yoksa sadece o benim çocuğum ve o ayrı birey. ‘O da kendi başına bir birey olarak kendi hayatını ve kendi yolunu bulacak’ şeklinde mi düşünüyorlar? Bu tür ailelere maruz kalan çocukların tutunacak dala ihtiyacı vardır. Öğretmen ya da başka akrabadan özdeşim kuracağı birilerini bulabilirler. Bu onlara iyi gelecektir. Aileler çoğunlukla toksik olduğunu kabul etmez. Çocuklar toksik bir aileye sahipse onları olduğu gibi kabul edip kendi sınırlarını çizebilir. Ebeveyniyle kuracağı empatik ilişkide çocuk, öfkelenmeyi ve kızmayı bırakabilir. Öfke ve kızmayı bıraktığında da onları olduğu gibi kabul edebilir. Olduğu gibi kabul ettikten sonra da kendi yolunu çizebilir. Diğer türlü anne babasına tepkili hayat yaşamak onları; madde bağımlılığına, kötü arkadaşlar edinmeye, kendine zarar verici davranışlarda bulunmaya kadar götürür. Çünkü kızgınlık ve öfke buna iter. Ailelerini anlayabilirlerse ailesinin onu anlamasını beklemeden hayatlarına devam edebilirler.”