GENEL - 23 Kasım 2021 Salı 18:45

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, gençlerle buluştu

A
A
A
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, gençlerle buluştu

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Prof.

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Prof. Dr. İbrahim Kalın, Batı toplumlarının belirli kesimleri, kendi kimliklerini inşa edebilmek, 21. yüzyılda kendilerine bir konum belirleyebilmek için bir ötekine ihtiyaç duyduklarını belirterek, "Soğuk savaş döneminde bu Komünizmdi. Soğuk savaşın sona ermesiyle birlikte 90’lardan sonra İslamafobi meselesinin siyasal bir proje haline geldiğini görüyoruz. Müslümanları ötekileştirerek, terörle, şiddetle, gericilikle yobazlıkla, baskıyla ilişkilendirerek aslında ihtiyaç duydukları ötekini ortaya koymaya çalışan bir zihin yapısını görüyoruz" dedi.



Hitit Üniversitesi tarafından düzenlenen Gençlik Söyleşisine katılan Prof. Dr. Kalın, "Barbar, Modern, Medeni; Çağın Anlamı Üzerine Düşünmek" konulu bir konferans verdi. Kalın, program sonunda üniversite öğrencilerinden gelen soruları yanıtladı. İnsanın, aklın yanında hür iradesiyle yaratıldığını ve dünyaya bu şekilde gönderildiğini belirten Kalın, “Bizim yaradılış serüvenimizin en başına gittiğimiz zaman karşımıza çıkan en önemli husus budur, insanın aklının ve iradesinin yani özgürlüğün iradesinin, seçme yeteneğinin olmasıdır. İnsanı diğer varlıklardan hatta meleklerden bile ayıran en temel özelliği budur. İrade, akıl ve erdemle birlikte kullanıldığı zaman, hürriyeti, özgürlüğü ve hür iradesi işte anlamlı hale geliyor. İnsanlık serüvenini tamamlayan, bütünleyen belli bir istikamete doğru evrilmesini sağlayan en temel değeri kıymeti, kılavuzu, rehberi haline geliyor. Anlam meselesinde gelenek bunu vadediyor diyor Hegel. Modernite ise insanlara özgürlük vadediyor. Anlam meselesine ben karışmayacağım, diyor. Hayatının anlamını nasıl inşa edeceğini ben sana bırakıyorum, diyor. Hayatında yapacağın tercihlerin muhtevası beni ilgilendirmiyor, diyor. Dindar olabilirsin, dinsiz olabilirsin, cinsel tercihlerde bulunabilirsin, kapitalist, sosyalist olabilirsin istediğini olabilirsin. Bu kısmına ben karışmam, diyor. Ama ondan sonra bir anlam kriziyle karşılaşırsan bunun sorumluluğu da sana aittir, diyor. Yani bütün bu tercihlerinden sonra hayatının bir anlamı yoksa bir tatminsizlik duygusu varsa, hiçlik senin hayatını tanımlıyorsa bunun sorumluluğu da sana aittir" diye konuştu.



“Açık Ufuk kitabınızda güzel bir noktaya temas etmişsiniz. ‘Beden sağlığımızı ne kadar dikkate alıp bazı önlemler alsak da akıl ve ruh sağlığımız da önemli’ diyorsunuz. Bu çerçevede ‘Aklımızdan neler geçtiğiniz dikkat etmekte fayda var’ diyorsunuz. Gençlerimizin bu sosyal medya düzeninde akıl ve ruh sağlıklarını korumaları için ne tavsiye edersiniz?” sorusuna Prof. Dr. İbrahim Kalın, “Nasıl bedensel temizliğe, sağlığa dikkat ediyorsak, korona döneminde bunu daha iyi anladık. Sık sık ellerimizi yıkıyoruz, maske takıyoruz, kendimizi koruyoruz değil mi fiziksel olarak. Aynı şey zihnimiz için de geçerli. İnsan aklını kötü şeylere karşı nasıl koruyacak? Akıl dünyasında kötü bir şey var mı? Bu soruyu sorarak başlamak lazım. Nasıl bedenimizi zehirleyebilecek, zaafa düşürebilecek hatta öldürebilecek, hasta edebilecek bakteri, virüsler varsa, zihin dünyamızı da ruh dünyamızı da kirletebilecek, hasta edebilecek zararlı şeyler mutlaka vardır. Bunların ne olduğuna nasıl karar vereceğine dair de bir tasavvurunuzun olması lazım. Burada kast ettiğim düşünce dünyanızı, ufkunuzu daraltmak değil. Ama evrendeki sonsuz ihtimaliyat hesapları içerisinde, sonsuz derecedeki mümkünat içerisinde sizin için neyi tahakkuk etmesini arzu ediyorsunuz? Sizin için gerçekleşmesini istediğiniz şey nedir? Bu soruyu kendinize sormanız lazım. Hadis olarak rivayet edilen bir söz var biliyorsunuz; ‘Faydasız ilimden Allah’a sığınırım’ diye. Ben yıllardır düşünürüm bu söz üzerine. Acaba mutlak manada faydasız ilmi mi kast etmişti, yoksa görece, izafi olarak benim ihtiyacım olan bilgi ne, ilim ne? Buna bakıp buna göre mi bir yol izlememiz gerekiyor? Benim için lüzumsuz olan bir bilgi, başkası için hayati bir bilgi olabilir. Dolayısıyla tercihimi doğru yapmak, takdiri doğru yapmak son derece önemli hale geliyor. Sonsuz imkanlar var. Yunan trajedisi de okuyabilirsiniz, Pele’nin hayatını da merak edip okuyabilirsiniz. Evrenin yaratılışına ilişkin kozmolojik teorileri de okuyabilirsiniz, Hindistan’da Diwali Festivali üzerine bir araştırma yapabilirsiniz. Bunların hepsi imkan. Ama neyi yaptığınızda siz kendinize hedef olarak koyduğunuz anlam ve özgürlük dünyasına gideceğinize gene sizin karar vermeniz gerekiyor. Tolstoy’un çok güzel bir tasviri var; ’Bir dostumuz, bir arkadaşımız fiziksel bir hastalığa yakalandığında onu tedavi etmek için elimizden gelen her şeyi seferber ederiz. Doktor ararız, hastaneye götürürüz, ilaç getiririz, ama bir dostumuz, sevdiğimiz zihinsel veya manevi bir sıkıntıya düştüğünde hepimiz oradan uzaklaşmayı tercih ederiz.’ Halbuki o dönemde gerçek dostuna, kardeşine, arkadaşına, yoldaşına zihinsel, ruhi, kalbi manada da sahip çıkmak demektir. O dönemde daha yakın olmanız gerekir. Çünkü şifanın nereden geleceğini bilemezsiniz. Belki sizin bir sözünüz, bir jestiniz, bir telefonunuzdur onu orada iyileştirecek olan. O tür durumlarda çok fazla yakınlaşmanız gerekir. Aynı şey ortamlar için de geçerli. Toksik ortamda bulunursanız, sizi zehirleyecek ortamda bulunursanız etkilenmeme şansınız yok. Hiçbirimiz masum değiliz, hiçbirimiz mutlak bağışıklık sahibi değiliz. Dolayısıyla hangi fiziksel ortama girdiğinize dikkat ediyorsanız, hangi zihinsel ve ruhi dünyaya girdiğinize de dikkat etmeniz, oralarda seçici olmanız gerekir. Hayat, insanın yapmak istediklerini gerçekleştirecek kadar uzun, ama ebediyet zaviyesinden bakıldığında çok kısa. Dolayısıyla tercihleriniz, sizin hayatınızı nasıl kullandığınızı, size verilen zamana ne kadar bereket katıp katmadığınız belirleyen bir şey" sözleriyle cevap verdi.



Kalın, bir öğrencinin, “Kendilerini medeni olarak dünyaya pazarlayan Batılıların özellikle İslam coğrafyasındaki krizlerin, savaşların sebebi olduğunu biliyoruz. Böyle bir çelişkiye düşen Batı, aynı zaman İslamafobi’nin de ortaya çıkış sebebidir. Bu paradoksal duruma sizin analiziniz nedir? İslam coğrafyasının talihini değiştirmek mümkün müdür?” sorusunu ise şu sözlerle yanıtladı:


"Sorunuz son derece önemli. Bu aslında ‘ben ile öteki’ arasındaki ilişkiyi de ortaya çıkartıyor. Küreselleşme çağında, liberal bir topluma doğru gittiğimizin iddia edildiği bir çağda hala bu kadar derin bir ötekileştirme modelleri hayattaysa, bunun üzerinde düşünmek lazım. Bunun tabi İslam üzerinden yapılması manidardır. Şüphesiz İslam-Batı ilişkilerinin tarihinde bu tür kırılmalar, kopmalar oldu. İslam dünyasının Batı’yı öteki olarak gördüğü, Batı’nın İslam dünyasını öteki olarak gördüğü dönemler hep oldu. Bunlara istisna teşkil eden örnekler de yaşandı. İspanya’dan bahsettik. İspanya’da Endülüslü tarihçilerin oradaki bir arada yaşama kültürünü anlatmak için kullandığı tabir ‘convivencia’dır. Tam karşılığı bir arada yaşamadır. Birlikte yaşamaktır. İspanyol tarihçilerinin kendilerinin kullandığı bir tabirdir. Müslümanların, Yahudilerin, Arapların, Berberlerin, Romalıların, İspanyalıların hepsinin bir araya geldiği ortak iyide birleşerek evrensel bir medeniyetin muazzam bir örneğini verdikleri Endülüs’te yaşanan muazzam bir yaşama tecrübesi. Bunun gibi örnekler de var. Çatışmalar da var. Buradaki temel mesele bizden farklı olan, öteki olarak tanımladığımız şeyle, toplum, birey, tarih, din, başka bir sosyolojik yapı ile ilişkimizi nasıl tanzim edeceğimiz meselesidir. Sartre ‘Öteki cehennemdir’ derken ötekine ilişkin farklı bir bakış açısı sunuyordu. Ben ise naçizane ötekini bir cehennem, bir düşman, bir şeytan, bir yıkım olarak görmek zorunda değiliz diyorum. Liberalist ütopya ben ile ötekisi arasındaki bütün ayrımların ortadan kalkacağını iddia ediyor. Sen, ben, kimlik, tarih, kültür, hafıza bunlar önemsiz hale gelecek, hepimiz ağaca sarılan liberaller olacağız. Öyle değil, öyle olmuyor. Kimlikler önemli, aidiyet önemli, hangi kültüre, tarihe, medeniyete bulunduğunuz önemli. Bunlar bizim dünyaya bakış açımızı belirleyen şeyler. Ama bunlar birer perde olmak yerine birer pencere olmalı. Dünyaya bakarken bir bakış açısı sağlayabilmeli. Ayağımızın bastığı yeri tespit eden rumuz olmalı. Birer pranga olmamalı. Benim dışındaki toplumla, kültürle bir ilişki kurarken, ben eşit göz hizasında bir ilişkiyi sağlıyabiliyorsam, saygı duyuyor ve saygı görüyor isem o zaman ben ile öteki arasında daha rasyonel, daha insani ilişki kurabiliriz. Bu dengenin bozulduğu yerlerde korkunun ötesinde felaket tellallığı, düşmanlık, şeytanlaştırma öne çıkar."



"İslamafobi, bir siyasal araç olarak kullanılıyor"


"Batı toplumlarının belirli kesimleri, kendi kimliklerini inşa edebilmek, 21. yüzyılda kendilerine bir konum belirleyebilmek için bir ötekine ihtiyaç duydular" diye konuşan Kalın, sözlerini şöyle sürdürdü:


"Soğuk savaş döneminde bu Komünizmdi. Soğuk savaşın sona ermesiyle birlikte 90’lardan sonra İslamafobi meselesinin siyasal bir proje haline geldiğini görüyoruz. Müslümanları ötekileştirerek, terörle, şiddetle, gericilikle yobazlıkla, baskıyla ilişkilendirerek aslında ihtiyaç duydukları ötekini ortaya koymaya çalışan bir zihin yapısını görüyoruz. Buna niye ihtiyaçları var? Mevcut politikaları meşrulaştırmak için. Gittikleri yerlerdeki tasarruf ve tahakkümlerini temellendirebilmek için buna ihtiyaç duyduklarını düşünüyorlar. Batı toplumlarının bir kısmı dedim. Buna Batı içinden de gelen çok ciddi itirazlar var. Bizim o itirazlara da kulak kabartmamız lazım. Avrupa merkezciliği eleştiren, oryantalizmi, batı içinden gelen çok güçlü itirazlar da var. Biz o literatürü okumamız, tartışmaları da doğru takip etmemiz lazım ki biz tersinden bir oryantalizm tuzağına düşmeyelim. Nasıl bir batıya bizi oryantalize ettiği için kızıyorsak biz de batıyı oksidantalize etmemeliyiz. Monolotik bir şekilde bunların hepsi bir, aynı gibi bakmamalıyız. Nüansları, farklılıkları, farklı renkler, dokuları, bölgeleri görebilmeliyiz. Avrupa merkezciliğe en güçlü itirazlar yine Avrupa içinden geldi bugüne kadar. Gelmeye de devam ediyor. Buralarda bizim de ciddi ilmi, akademik bir felsefeyi ortaya koymamız, bu tartışmanın zenginleşmesi için ortaya ciddi bir çaba koymamız gerekiyor. Sadece itiraz etmek yeterli değil. Bunun için de ben ve öteki ilişkisini doğru bir zemine oturtmak lazım. Ötekinden öğrenebileceğim şeyler olduğunu, onun bana ayna tutabileceğini kabul etmemiz gerekiyor. Ancak bu bütünlük içinde dünya daha anlamlı, daha rasyonel, daha medeni bir yer haline gelebilir.



İslamafobi, bir siyasal araç olarak kullanılıyor. Kullanılmaya da devam edecek. Bu biraz da Çin’in ne kadar tehdit algısı haline geleceğiyle ilgili. Önümüzdeki on yıllarda göreceğiz hep birlikte. Eğer Çin tehdidi artarak yükselmeye devam ederse belki İslamafobi bir siyasal tehdit unsuru olarak geri plana çekilecek, Çin öne çıkacak. Real olarak, objektif olarak baktığınız zaman ben 90’lı yıllardan beri hep şunu görüyorum, öyle bir tablo çiziyor ki bu İslamafoblar, sanki dünyanın orduları, en büyük ekonomiler, en büyük siyasi gücü İslam dünyasında ve bunlar gelip bütün batı dünyasını istila edecekler. Tablo tam tersi değil mi? Dünyanın en büyük orduları nerede? En büyük ekonomileri nerede?



Terörizm ise mesele, evet bireysel olarak, örgüt olarak terör örgütleri var mı, var. Bunları biz sonuna kadar kınıyoruz. Bunların hele ki bizim inancımızı bu şekilde esir almasına ben en büyük tepkiyi göstermek zorundayım. Benim dinimi bu insanların kirletmesine izin veremem, etmem. Rakamsal baktığımız zaman en büyük terör eylemleri nerede yaşandı, nereden geliyor diye baktığınızda, Amerika Birleşik Devletleri’ni ele aldığınızda Amerikalıların kendi topraklarında yetişen teröristlerin öldürdüğü insan sayısı, dışarıdan gelen bütün terör saldırılarından çok daha fazla. Aynı şey Avrupa için de geçerli. 11 Eylül oldu mu, oldu. Avrupa’da saldırılar oldu mu, oldu. Bunların hepsini kınıyoruz. Ama öyle bir algı yaratılıyor ki sanki terörün tek kaynağı İslam dünyası, terörün tek kaynağı İslam’mış gibi bunun üzerinden başka bir şey hayata geçirilmeye çalışılıyor."



Konferansa Vali Mustafa Çiftçi, AK Parti Çorum milletvekili Erol Kavuncu, Belediye Başkanı Dr. Halil İbrahim Aşgın, Hitit Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ali Osman Öztürk ve davetliler katıldı.

Bunlar Da İlginizi Çekebilir
Bitlis Prof. Dr. Palabıyık akademisyenlere seslendi: “Gazze için konforunuzu bozun ve cübbenizi giyin” Bitlis Eren Üniversitesi’nde (BEÜ) görevli Akademisyen Prof. Dr. Adem Palabıyık, ABD ve Avrupa’daki üniversitelerde akademisyenlerin desteği ile devam eden İsrail protestolarına karşı Türkiye’deki akademisyenlerin seslerinin kısık kaldığını belirterek, “Gazze için konforunuzu bozun ve cübbenizi giyin” dedi. ABD ve Avrupa’daki üniversitelerde süren Gazze eylemlerine ilişkin açıklama yapan Prof. Dr. Palabıyık, “Ülkemizdeki akademisyenlerden hala güçlü bir ses duyamadık. Tüm dünya akademisyenleri ayaktayken ülkemizdeki akademisyenlerin ayağa kalkmaması beni üzüyor. Sessiz kalmak ahlaki ve insani vefasızlıktır akademik utançtır” dedi. “PKK’ya terör demeyenler İsrail’e sustu” “7 Ekim’den itibaren başlayan kıyıma karşı sesimizi hep yüksek tuttuk ve bunu ekranda da dile getirdik” diyen Palabıyık, “Cübbemi ve kefiyemi giyerek erkândan çağrı da yaptım. Elbette akademisyenlerin bütünü için ifadelerim geçerli değil, lakin Boğaziçi’nde dikilen akademisyenlerin, sadece dikilişi kadar bir gündem oluşturmak neden mümkün olamıyor anlamış değilim. Barış Beyannamesi denilen ve devletimizi neredeyse katliam yapmakla suçlayan akademisyenler, İsrail’e karşı neden sessiz? Bu nasıl ikiyüzlülüktür? Binlerce bebeği kundakta katleden PKK terör örgütü için sözde Barış Beyannamesi imzalayanlar, İsrail karşısında neden sus pus oldu?” “Akademisyenler artık konforlarını bozsunlar” Akademisyenlerin en büyük korkusunun konfor alanlarının bozulması olduğunu belirten Palabıyık, sözlerine şöyle devam etti: “Çünkü akademisyenler, sahip olduğu şartların aleyhlerine dönme ihtimalinden çok korkarlar. Bu sadece maddi güç değil, aynı zamanda Bourdieu’nün bahsettiği ’fildişi kulelerini’ de kaybetme korkusudur. Çünkü akademisyen ancak üniversitedeki ofisi ile ontolojisini koruyabilir, dışarıda asosyal olduğu için bir hiçtir. Kulesinden bakan akademisyen, olayları da ancak yukarıdan gördüğü gibi yorumlar, sahanın bir parçası olamaz. Daha doğrusu toplumu bir parya modeli olarak görür. Odası, yani kulesi, onu yalıtan en büyük etkendir. Artık bu konfor Gazze için bozulmalıdır.” “28 Şubat’tan hala korkuyorlar” Palabıyık, “Akademisyenler hala 28 Şubat’ın hayaletinden korkuyorlar ve bu hayaletin hala ortalıkta dolaştığını iddia ediyorlar. Bir yandan fişlenme, öte yandan değişebilecek iktidar gibi olgular onlara inanılmaz bir korku aşılıyor. Akademik cübbe üzerine Filistin kefiyesi giymek ve bu halde çekilebilecek bir fotoğraf karesinin gelecekte önlerine çıkma ihtimali hala onlar için çok güçlü bir hayali varsayımdır. Bu kâbus üzerinden inşa ettikleri gündelik hayata dair korku, onların sonraki yıllarda yaşayabileceği olumsuzlukların önüne geçmek için kullanılan bir araçsal cihazlara dönüşmüş durumdadır. Maalesef, bu korku kendini muhafazakâr ve Müslüman olarak tanımlayan akademisyenlerde daha fazla görülüyor. Buna ahlaki ihanet veya muhafazakâr vefasızlık demek yanlış olmayacaktır” diye konuştu. “Feminist akademisyenler çürük kokuyor“ Gazze için hiçbir öğrenciye söz hakkının tanınmadığını ifade eden Palabıyık, “Lümpen burjuva denilecek bu kesimin özellikle Gezi ve feminist söylemlerle hareket ettiğini de unutmadık. Feminizmi LGBT’ye sürükleyen aklı evvellerin kendi derslerini Gezi Parkı’nda devam ettirmek için öğrencilerini üniversiteden çıkardıkları ve Gezi eylemlerine katılmalarını tavsiye ettikleri de gün gibi biliniyor. Lakin konu Gazze olunca tek bir öğrenciye söz hakkı tanınmıyor. Çünkü Gazze, Müslümanların yüzakı olduğu için, onların direnişinin ahlaki yönü engellenmek isteniyor. Bu nasıl bir akademik buhrandır? Bunlar insanlıklarını kaybetmiş” dedi.
Malatya Malatya’da 200 gram pide 10 TL oldu Malatya’da 7,5 TL olarak satılan pideler bugününden itibaren yapılan zam ile 10 TL’ye satılmaya başlanıldı. Ham maddedeki artışlar nedeniyle Malatya’da da pide fiyatları bugünden itibaren 10 TL’den satılmaya başlanıldı. Fırıncı esnafı depremden bu yanı 7,5 TL olarak satılan 200 gram ekmeğin oda kararı ile birlikte bugünden itibaren kent genelinde 10 TL olduğunu söyledi. Malatya’da fırıncı esnafı Hacı Pence, un başta olmak üzere ham maddeye yapılan zamlardan sonra şuana kadar kazançlarının olmadan satış yaptıklarını ifade ederek, “Rayiç belirlendi ama yeterli değil. Girdi maliyetleri, un fiyatları, işçilik ücretleri çok yüksek. Kazanmamız için 15 TL olması lazım ama şu anki fiyat 10 TL. İşçilik yüksek, verdiğimiz para yeterli gelmiyor, dolayısıyla işçi bulamıyoruz. 4 kişi çalışmamız gerekirken 2 kişi çalışıyoruz. Bir yıldır ekmeğe zam gelmemişti. Bir çuval un 700 TL, kira, işçiye 45 bin lira veriyoruz. Artan maliyetler nedeniyle ekmeğe zam yapıldı” dedi. Bir diğer fırıncı esnafı Ali Koçer ise ekmek yapımında gerekli olan maya, tuz ve un gibi ham maddelere uzun zaman önce zam yapıldığını hatırlatarak “Fiyat şu an için yeterli. Una aşırı derecede zam geliyor. Un geçen sene devlet destekliyken 390 TL iken desteğin kesilmesinden sonra 680 lira oldu. Maliyetler arttığı için ekmeğe zam yapıldı” diye konuştu.
İstanbul Bayraktar TB3 SİHA yerli motor ile rekor irtifaya çıktı Baykar’ın milli ve özgün olarak geliştirdiği Bayraktar TB3 SİHA, Yüksek İrtifa Sistem Performans Testini başarıyla tamamladı. Bayraktar TB3, yerli motor ile 33 bin feet irtifaya çıkarak rekor kırdı. Baykar tarafından milli ve özgün olarak geliştirilen silahlı insansız hava aracı Bayraktar TB3’ün test süreci başarıyla devam ediyor. İlk uçuşunu Cumhuriyet’in 100. yılına armağan olarak 27 Ekim 2023 tarihinde yaptıktan sonra orta ve yüksek irtifa performans testlerini başarıyla sürdüren SİHA, bir testi daha başarıyla tamamlayarak rekor kırdı. Yerli motorla rekor irtifa Bayraktar TB3 SİHA, Tekirdağ’ın Çorlu ilçesindeki AKINCI Uçuş Eğitim ve Test Merkezi’nde gerçekleştirilen uçuşta 33 bin feet irtifaya çıkarak Yüksek İrtifa Sistem Performans Testini başarıyla tamamladı. TEI tarafından yerli olarak geliştirilen PD-170 motoruyla havalanan milli SİHA, gerçekleştirilen yüksek irtifa uçuş testi sırasında yerli bir motorla şimdiye kadar çıkılan en yüksek irtifaya ulaştı. Bayraktar TB3 SİHA yerli motorla kırdığı irtifa rekoru ile Türk havacılık tarihine önemli bir imza attı. Milli havacılık tarihinin irtifa rekoru ise 45 bin 118 feet ile Baykar tarafından milli ve özgün olarak geliştirilen Bayraktar AKINCI TİHA’ya ait bulunuyor. Toplam uçuş 327 saate ulaştı Bayraktar TB3 SİHA bugüne kadar gerçekleştirilen test uçuşlarında toplam 327 saat 35 dakika havada kaldı. Milli SİHA, 20 Aralık 2023’te gerçekleştirilen uzun uçuş testinde yere inmeden 32 saat havada kalmış ve gökyüzünde 5 bin 700 km yol kat etmişti. Milli SİHA, milli kamera Bayraktar TB3 SİHA, 26 Mart 2024 tarihinde ilk kez Aselsan tarafından milli olarak geliştirilen ASELFLIR-500 ile uçtu. İcra edilen test kapsamında dünyadaki muadillerine göre en yüksek performansa sahip olan ASELFLIR-500 Elektro-Optik Keşif, Gözetleme ve Hedefleme Sistemi entegrasyonu başarıyla gerçekleştirildi. TCG Anadolu’dan ilk uçuş 2024’te Öte yandan Bayraktar TB3 SİHA’nın katlanabilen kanat yapısıyla TCG Anadolu gibi kısa pistli gemilerden kalkış ve iniş kabiliyetine sahip dünyadaki ilk silahlı insansız hava aracı olacağı öğrenildi. Baykar Yönetim Kurulu Başkanı ve Teknoloji Lideri Selçuk Bayraktar, Bayraktar TB3 için 2024 yılı içinde TCG Anadolu gemisinde testlere başlanmasını planladıklarını açıklamıştı. Görüş hattı ötesi haberleşme kabiliyetine de sahip olacak milli SİHA, bu sayede çok uzun mesafelerden kumanda edilebilecek. Böylece keşif, gözetleme, istihbarat ve taşıdığı akıllı mühimmatlar ile taarruz görevlerini deniz aşırı hedeflere karşı icra ederek Türkiye’nin caydırıcı gücünde çarpan etkisi yapacak. İhracat şampiyonu Başlangıçtan bugüne tüm projelerini öz kaynakları ile yürüten Baykar, 2003 yılındaki İHA Ar-Ge sürecinin başlangıcından itibaren tüm gelirlerinin yüzde 83’ünü ihracattan elde etti. 2021 ve 2022 yıllarında Türkiye İhracatçılar Meclisi verilerine göre savunma ve havacılık sektörünün ihracat lideri oldu. Savunma Sanayii Başkanlığı tarafından 2023’te de sektörün ihracat şampiyonu olduğu açıklanan Baykar, geçen yıl 1.8 milyar dolarlık ihracat gerçekleştirdi. Son yıllarda gelirlerinin yüzde 90’ından fazlasını ihracattan elde eden Baykar, 2023’te savunma ve havacılık sektöründeki ihracatın 3’te 1’ini tek başına yaptı. Dünyanın en büyük SİHA ihracatçısı olan Baykar’ın halihazırda imzalanan sözleşmelerinin yüzde 97.5’i ihracat kaynaklı gerçekleşti. Bayraktar TB2 SİHA için 33 ülkeyle, Bayraktar AKINCI TİHA için ise şimdiye kadar 9 ülke ile olmak üzere toplam 34 ülkeyle ihracat anlaşması imzalandı.