Multimedya sanatçısı Sinem Taş, Lizbon Üniversitesi’nde aldığı fotoğraf eğitimi sonrası açtığı enstalasyon (belirli bir mekan özelliklerini kullanarak bütünleyici bir etki oluşturmak) sergileri ve sanat çerçevesinde verdiği seminerlerle sanatseverlerin ilgisini çekmeye devam ediyor. Birkaç hafta önce Portekiz’den Eskişehir Osmangazi Üniversitesi’ne (ESOGÜ) gelerek öğrencilere seminer veren Taş, kısa bir dönem gazetecilikle uğraştığını da sözlerine eklemişti. Yönetmen Taş ayrıca hem Türk sinemasında gördüğü eksikliklere değindi hem de kadın sinema öğrencilerine yönelik çeşitli tavsiyelerde bulundu.
“Mükemmeli üretmeye çalışmasınlar, sadece başlasınlar”
Sinema sektöründe kadın öğrencilere çeşitli tavsiyelerde bulunan yönetmen Taş, “Kadınlarımız bu sektörde cesur olmalılar. Yaptığım belgesel filmi Lizbon’da ilk gösterildiğinde genç bir kadın arkadaş yanıma gelerek kendisinin sinema okuduğunu ancak film çekmeye cesareti olmadığını söyledi. Onun yakın arkadaşları da benzer durumu yaşıyormuş. Ben hiç sinema eğitimi almadım ama ek kurslarla ve güzel sanatlara yönelik kitaplarla kendimi geliştirmeye çalıştım. Kadınlarımız, mükemmeli üretmeyi çalışmasınlar ilk etapta sadece başlasınlar. Dünyaca ünlü yönetmenlerin ilk yapımlarını seyrettiğimizde bile onların gelişim sürecinin nasıl geçtiğini görüyoruz” diyerek sözlerini tamamladı.
“Sinema seyirciden bağımsız değildir”
“Sinema yapıtlarında sanatsal kaygı çok önemlidir” diyen Taş, “Persfektifin farklı şekillerde işlendiği üretimleri seyretmek izleyicide de farklı algılar oluşturabiliyor. Sinema, seyirciden bağımsız değildir. Senaryoyu yazarken, seyirciyi şüpheye düşürmek ve konfor alanını sarsmak gerektiğini düşünüyorum. Yani seyirciyi biraz yormak ve filmin performansına dâhil etmek gerekiyor. Eğer süreç bu şekilde ilerlerse yapımcı ve yönetmenler, sinemanın gelişimine daha da katkı sunacaklardır” şeklinde konuştu.
“Türk Sineması biraz daha toplumsal konulara ışık tutmalı”
Belgesel yönetmeni ve fotoğrafçı sanatçısı Taş, Ordaoğu ve Afrika’dan Lizbon’a gelmeye çalışan mültecilerin hikâyelerinden çok etlendiğini ve o sayede belgesel çekmeye başladığını dile getirerek, konuşmasına şu sözlerle devam etti:
“Birkaç yıl önce mülteci problemleri çerçevesinde bir belgesel filmi yönettim. Eser, çeşitli ülkelerdeki film festivallerinde gösterildi. Aynı film şu an çeşitli ülkelerde sergilerini yapmaya devam ettiğim fotoğraf projeme de ilham kaynağı oldu. Sinemanın çok kuvvetli bir araç olduğuna her zaman inandım. Ben de uyandırdığı hisleri perdeye yansıttıkça, birçok kişide de bu duyguları meydana getirebileceğini düşündüm. Türk Sineması da bunun gibi biraz daha toplumsal konulara ışık tutmalı ve hayattan kopuk olmamalıdır. Son zamanda bu tür filmlerin yapıldığını gördükçe mutlu oluyorum.