GÜNDEM - 17 Temmuz 2015 Cuma 13:02

77’lik Baykal’ın 300 metrede deniz keyfi

A
A
A
77’lik Baykal’ın 300 metrede deniz keyfi

CHP eski Genel Başkanı ve Antalya Milletvekili Deniz Baykal, tatilini geçirdiği memleketi Antalya'da dünyaca ünlü Konyaaltı Plajında denize girdi. Kıyıdan 300 metre açılan Baykal, iki saat kaldığı suda bin 600 sol kulaç atmayı hedeflediğini kaydetti.

Ramazan Bayramı tatilini memleketi Antalya’da geçiren Deniz Baykal (77), bayram namazı ve kahvaltının ardından deniz keyfi yaptı. Evinin bulunduğu Konyaaltı Caddesinden otomobiliyle dünyaca ünlü Konyaaltı sahiline gelen Baykal, renkli şortu ve deniz gözlüğüyle Akdeniz’in mavi sularına kendini bıraktı.
Baykal, yavaş tempoda yarım saate 300 metre açıldı. Gazeteciler ise açıkta bulunan Baykal’ı görüntülemek için tekneyle açıldı. Yorulduğu anlarda deniz gözlüklerini çıkararak etrafı seyreden Baykal, gazetecileri yüzmeye davet etti.

“KUMSALIN YANINDA DENİZİ DEĞERLENDİRELİM”
Denizden gazetecilere açıklamada bulunan Baykal, Antalya’nın denizinin büyük bir nimet olduğunu belirterek, insanların denizi değilde kumsalı değerlendirmeyi tercih ettiğini söyledi.
Baykal, insanların kumsalda yatıp, güneşlenip arada bir denize batıp çıkmayı denizi değerlendirmek olarak gördüğünü belirterek "Bence o yeterli değil. Denizin içine girip denizde uzunca bir süre kulaç atarak deniz içinde hareketlenmek lazım. Güneşin altında yatmaktansa denizin altında kulaç atmak daha iyi. Bunu herkese öneririm. Özellikle belli bir yaştan sonra ağır sporları yapamaz durumda olan herkese deniz sporlarını önermek lazım” diye konuştu.

“BİN 600 KULAÇ ATACAK”
Günlük kulaç sayısının dalga ve akıntıya göre değiştiğini kaydeden Baykal, şöyle konuştu: “Dün bin 755 kulaç attım. Ondan bir gün önce bin 707 kulaç attım. Bugün bin 500’ün üzerinde kulaç atmayı düşünüyorum. Şuan 445 kulaçtayım daha gideceğiz. Herhangi bir programım yoksa mümkün olduğunca denize giriyorum. Yarın giremeyeceğim. Bayramlaşma programı var. Sabahı kurtarabilirsem yüzmeye çalışıyorum, çok yararlı oluyor.”
Koalisyon çalışmalarına değinen Baykal, sözlerini şöyle sürdürdü: “Herkesin temennisini ben de ifade etmek istiyorum. Bir an önce hükümet kurulsun, seçimlerden bu yana 40 gün geçti. Yani seçimin 40’ı çıktı. Bunu artık uzatmamak lazım ve yeni bir seçimden ise ülkenin sorunlarını göğüsleyebilecek ciddi bir hükümeti bir an önce kurmak lazım. Sorumlulukları üstlenmesi gerekir herkesin. Türkiye’yi bir an önce istikrara kavuşturmak lazım. Bu herkesin dileği.”

“GÖÇMEN ZANNEDEBİLİRLER”
Baykal, açıkta yüzerken yanına gelen sahil güvenlik ekipleriyle ilgili olarak şu bilgileri paylaştı: “Sahil güvenlik 'yardıma ihtiyaç var mı' diye geldi. Tek başıma yüzüyordum, sahil güvenliği vapurla karşımda gördüm. ‘Yardıma ihtiyaç var mı’ dediler. Yok her şey çok güzel dedim. Sorun yok dedim. Selamlaştık, sonra onlar yoluna ben yoluma gittim. Belki onlar tek başına açıkta yüzen birisini görünce bir problem olabilir yardımcı olalım diye düşündü. Neyse Ege sahillerinde değiliz, Yunanistan’a kaçan göçmenlerden biri diye düşünebilirlerdi. Öyle bir durum yok.”

“DENİZİ DEĞERLENDİRMEK LAZIM”
Herkese, bütün vatandaşlara yüzmeyi öneren Baykal, sözlerini şöyle tamamladı: “Yüzmeyi ciddiye almak lazım. Bir insanın kendisine yapabileceği en büyük iyilik spor yapmaktır. Bu ileri yaşlarda da yapılabilecek bir spordur. Denizle barışmak lazım, denizi kastediyorum, denizi sevmek lazım, denizin hakkını vermek lazım. Herkes için kazançlı çıkacak bir durum. Herkes için büyük bir nimet. Özellikle Antalya için söylüyorum, çok temiz, pırıl pırıl bir deniz. Şuna bakın pırıl pırıl. Sahilde görürsünüz bir yosun yok. Taşlar pırıl pırıl. İnsan denize girince bir defa ağırlığı kalkıyor. Denizin kaldırma gücüyle yer çekimi azalıyor. Öyle bir ortamda spor yapmak çok güzel bir şey. Bütün vatandaşlarımıza öneriyorum. Nedense mesafeli bir halimiz var. Uzak duruyoruz denizden, yüzerken denize girdiğimizde denizden nefes almayı bilmiyoruz öğretmek lazım. Çok hoş bir şey. Yüzmek de yürümek gibi bir şey alıştığınızda.”

İSA AKAR
 

Bunlar Da İlginizi Çekebilir
Aydın CHP’li Başkana gelen tebrik çiçekleri Abdurrahmanlar imamına ev oluyor Mart ayında gerçekleştirilen yerel seçimlerinde Germencik Belediye Başkanı Seçilen CHP’li Burak Zencirci’ye gelen tebrik çiçekleri ilçeye bağlı Abdurrahmanlar Köyü imamına ev oluyor. Mazbatayı aldıktan sonra Belediye Binası’na gelen yüzlerce tebrik çiçeği özel bir firmaya satılarak geliri Abdurrahmanlar Köyü Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği’ne bağışlandı. Cuma günü akşamı mesai bitiminden sonra Belediyeye gelen çiçekçiler, belediyenin girişinden başkanlık makamının bulunduğu 3. kata kadar sıralanan yüzlerce çiçeği topladı. Amaçlarının hem farkındalık oluşturmak hem de çiçeklerin kamuya yararlı bir işte kullanılmasını sağlamak olduğunu belirten Germencik Belediye Başkanı Burak Zencirci, çiçeklerin atışından elde edilen geliri makbuz karşılığı dernek yönetimine bağışladı. Belediye Başkanı Zencirci’ye anlamlı davranışından dolayı teşekkür eden Abdurrahmanlar Köyü Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği Başkanı Hasan Hüseyin Kara ve Köy Muhtarı Akif Şahan, “Başkan köye geldiğinde söz vermişti. Sağ olsun sözünü yerine getirdi. Bu bağış, köyümüzde görev yapacak imama lojman yapımında kullanılacak” diye konuştular. Germencik Belediye Başkanı Burak Zencirci, "Seçimlerden önce muhtar beye bu sözü vermiştik. Köyümüzün bazı sıkıntıları var. O sıkıntıları gidermek adına seçimden 25 gün önce muhtarımıza, ’Seçimi kazandıktan sonra Mayıs ayının ilk haftası geleceksin. Değerli dostlarımızdan ve vatandaşlarımızdan gelen tebrik çiçeklerimizi çiçekçiye satıyoruz. Buradan elde ettiğimiz geliri de derneğe bağışlıyoruz. Dernek de o sıkıntılı buradan elde edilecek gelirle karşılayacak’ demiştik. Bugün de bu sözümüzü tutuyoruz. 30 bin TL civarında bir gelir elde ettik. Bu rakam derneğimiz için fena bir rakam değil. Bu son olmayacak. Köy derneklerimize elimizden geldiğince bu yardımlarımız devam edecek" diye konuştu.
Gaziantep 4 Mayıs Dünya Ankilozan Spondilit Günü SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Romatoloji Bölümü Öğr. Üyesi Prof. Dr. Bünyamin Kısacık, iltihaplı bel ve kalça romatizmasının (Ankilozan Spondilit) en belirgin özelliğinin sabahları ortaya çıkan bel ve kalça ağrısı olduğunu bildirdi. 4 Mayıs Dünya Ankilozan Spondilit Farkındalık Günü nedeniyle açıklama yapan Prof. Dr. Kısacık, “Mayıs ayının ilk cumartesi günü, Dünya Ankilozan Spondilit Günü olarak kutlanır. Tüm dünyada kutlanan Ankilozan Spondilit Günü’nde bu yıkıcı hastalığa dikkat çekerek, hastalığın etkilerini anlamak ve toplumu bilgilendirmek amaçlanmaktadır” dedi. Kronik iltihaplı bir romatizmadır Ankilozan spondilitin öncelikle omurgayı etkileyen kronik iltihaplı romatizma olduğunu hatırlatan Prof. Dr. Kısacık, toplumlar arasında sıklığı değişmekle birlikte her bin kişiden 1-10’unda bu hastalığın görülebildiğine vurgu yaptı. Ankilozan spondilitin en belirgin özelliğinin sabahları ortaya çıkan bel ve kalça ağrısı olduğunu hatırlatan Prof. Dr. Kısacık, geceleri hastayı uykudan uyandıran bel ağrılarının da belirtiler arasında bulunduğuna dikkat çekti. Genellikle 20-30 yaşlarında ortaya çıkan bu hastalıkta diz ekleminde ağrı şişlik, topuklarda ağrı, gözde üveit olarak adlandırılan iltihabi durumların da ortaya çıkabildiğini ifade eden Prof. Dr. Kısacık, şu bilgileri paylaştı: “Hastalık tanı konmadığı zaman maalesef şekil bozukluğu, erken emeklilik ve iş gücü kaybına neden olabilmektedir. Tanı için hastalarının şikayetlerinin yanı sıra ilgili eklemlerin manyetik rezonans (MR) ya da röntgen gibi yöntemlerle görüntülenmesi gerekmektedir.” Tedavi “Ailesel geçişi oldukça yüksek olan bu hastalık, erken tanı sonrası çok başarılı şekilde tedavi edilmektedir” diyen Prof. Dr. Kısacık sözlerini şöyle tamamladı: “İlaç tedavisinin yanı sıra egzersiz, kilo kontrolü gibi genel yaşam önerileri de büyük önem taşımaktadır. Ankilozan spondilit hastalarının doğru bilgi edinebilmeleri için bu konuyla yakından ilgilenen Romatoloji Uzmanları, ilgili hasta dernekleri ve Romatoloji Derneklerine ulaşmaları en sağlıklı yol olacaktır.”
İstanbul Türkiye’de çocukların yüzde 30’u toksik ebeveyn ile karşı karşıya Son zamanlarda sıklıkla duyulan toksik ebeveynlik kavramı hakkında bilgilendiren İstanbul Arel Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Psikoloji Bölümü Dr. Öğr. Üyesi Ayşe Su Kocayörük, Türkiye’de yüzde 20-30 oranda çocuğun toksik ebeveyne maruz kaldığını söyledi. Bunun sonucunda depresyonun en fazla görülen hastalık olduğuna işaret eden Kocayörük, “Depresyon hastalarının yüzde 50’sinde travmatik çocukluk yaşantıları söz konusudur. Ülkemiz için de aynı şey geçerli. Genelde depresyon görüntüsü altında olan kişilerin de toksik ebeveynlere maruz kaldıklarını biliyoruz” dedi. Son dönemlerde oldukça yaygınlaşan ‘toksik’ kavramı birçok alanda karşımıza çıkıyor. Bunlardan biri de ‘toksik ebeveynlik’ kavramıdır. Bu kavram; ebeveynlerin çocukları için en iyisini istese de bazen onları fazlaca sıkmaları ya da özgür bir birey olmalarını kısıtlamaları anlamına geliyor. Anne babaların da aslında toksik ailelerden geldiğini belirten Dr. Öğr. Üyesi Ayşe Su Kocayörük, “Bu yüzden ilişki ve bağlanma şekilleri aslında çocuklarını da etkiliyor. Hatta çocuklarının da ilerde kuracakları ilişki yine toksik şekilde devam edebiliyor. Nesilden nesle aktarılıyor. Burada suçlu aramak yerine çözüme odaklanmalı” açıklaması yaptı. “Küçümseyici, aşağılayıcı tavır takınmaları, negatif geri bildirimler vermeleri toksik ebeveynliktir” Toksik ebeveyn davranışlarını sıralayan Dr. Öğr. Üyesi Kocayörük, “Küçümseyici, aşağılayıcı tavır takınmaları, negatif geri bildirimler vermeleri, sürekli çocuğu didiklemeleri, sınırları aşmaları, çocuğun birey olduğunu kabul etmekten ziyade kendilerinin bir uzantısı olduğunu görmeleri toksik ebeveynliktir. Örneğin bu ebeveynler; çocuğu sınavda 99 notu aldığında ‘neden 100 almadın’ diye eleştirirler, çünkü hiçbir şeyle yetinmezler. Sürekli çocuk üstünde baskı, otoriter kurarlar. Bunun en büyük nedenleri arasında ise ailelerin çocuklarına empati yapamaması, çocuğun ihtiyaçlarını göremeyip anlayamaması yer almaktadır. Tabii bunu bile isteye yapmıyorlar. Çünkü onların da kendi ihtiyaçları zamanında görülmeyerek onlara da bu şekilde davranıldı” dedi. “Değerlilik ihtiyacı karşılanmayan çocukların kendini geliştirmesi zordur” Tedavisinde ise terapistlere büyük iş düştüğünü belirten Dr. Öğr. Üyesi Kocayörük şunları söyledi: “İnsanlar kendilerinin farkında da olmalıdır. Ama genellikle bu durumun farkında olmazlar. Sevilmeyip sayılmayan, biricilik ve değerlilik ihtiyacı karşılanmamış çocukların kendilerini geliştirmesi oldukça zordur. Bu yüzden kendilerinden beklentileri de düşüktür. Dünyaya genellikle olumsuz bakarlar. En önemlisi de öğrendikleri bağlanma biçimini, hayatlarında benzer bağlamda gösterecekler. Örneğin; sevgili, eş, arkadaşlık ilişkilerinde bu tarz bağlanma ilişkisi olacak. Mesela aşağılayıcı bir bağlanma stili gördüyse etrafındakileri aşağılayacak. Toksik ebeveynler genellikle klinik tanı almamış olsa da çoğunlukla ruhsal bozukluğu ya da kişilik bozukluğu olan kişilerdir. Narsist bir ebeveynle birlikteyseniz narsist olma ihtimaliniz çok yüksek. Kaygılı bir ebeveynle büyüyorsanız kaygılı olma ihtimaliniz çok yüksek.” “Ailelerini olduğu gibi kabul edip sınır çizerek hayatlarına devam etsinler” Ailelere ve özellikle de çocuklarına önerilerde bulunan Dr. Öğr. Üyesi Kocayörük son olarak şunları söyledi: “Aileler açık iletişimde olmalı. Çocuğunu dinlemeyi öğrenen her aile, bu anlamda yol katedecektir. Çünkü çocukların ihtiyaçlarını öğrenebildiklerinde, hissedebildiklerinde zaten tutumlarını değiştirecekler. Anne babalar kendilerine şunu sorsunlar; ‘ben çocuğumdan ne istiyorum, o benim bir uzantım mı, ona gücümü mü göstereyim, o benim her dediğimi yapsın mı?’ Yoksa sadece o benim çocuğum ve o ayrı birey. ‘O da kendi başına bir birey olarak kendi hayatını ve kendi yolunu bulacak’ şeklinde mi düşünüyorlar? Bu tür ailelere maruz kalan çocukların tutunacak dala ihtiyacı vardır. Öğretmen ya da başka akrabadan özdeşim kuracağı birilerini bulabilirler. Bu onlara iyi gelecektir. Aileler çoğunlukla toksik olduğunu kabul etmez. Çocuklar toksik bir aileye sahipse onları olduğu gibi kabul edip kendi sınırlarını çizebilir. Ebeveyniyle kuracağı empatik ilişkide çocuk, öfkelenmeyi ve kızmayı bırakabilir. Öfke ve kızmayı bıraktığında da onları olduğu gibi kabul edebilir. Olduğu gibi kabul ettikten sonra da kendi yolunu çizebilir. Diğer türlü anne babasına tepkili hayat yaşamak onları; madde bağımlılığına, kötü arkadaşlar edinmeye, kendine zarar verici davranışlarda bulunmaya kadar götürür. Çünkü kızgınlık ve öfke buna iter. Ailelerini anlayabilirlerse ailesinin onu anlamasını beklemeden hayatlarına devam edebilirler.”