Başsavcı Yalçınkaya, mevcut Anayasa'nın, “Ulusal Kurtuluş Savaşı sonucu yurdu düşman işgalinden kurtaran ve yüzyıllarca milli ve manevi değerleriyle özgür ve bağımsız yaşamayı ilke edinen yüce Türk halkına, bir devlet şekli olan Cumhuriyeti armağan eden Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün, milliyetçilik anlayışı ile inkılap ve ilkelerini, Türk vatanı ve milletinin ebedi varlığını ve Yüce Türk Devleti'nin bölünmez bütünlüğünü, millet iradesinin mutlak üstünlüğünü, egemenliğin kayıtsız şartsız Türk milletine ait olduğunu ve bunu millet adına kullanmaya yetkili kılınan hiçbir kişi ve kuruluşun, Anayasa'da gösterilen hürriyetçi demokrasi ve bunun gerekleriyle belirlenmiş hukuk düzeninin dışına çıkamayacağını, hiçbir faaliyetin Türk milli menfaatlerinin, Türk varlığının, devleti ve ülkesiyle bölünmezliği esasının, Türklüğün tarihi ve manevi değerlerinin, Atatürk milliyetçiliği, ilke ve inkılapları ve medeniyetçiliğinin karşısında koruma göremeyeceği ve laiklik ilkesinin gereği olarak kutsal din duygularının devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılamayacağı” gibi temel esasları belirlediğini vurguladı.
Mevcut Anayasa'nın başlangıç kısmı; değiştirilemeyeceği, değiştirilmesinin teklif edilemeyeceği belirtilen ilk 4 maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde, bir bütünlük, bir tamamlayıcılık oluşturduğunun dikkate alınmasını isteyen Yalçınkaya, bu durumda başlangıç kısmındaki temel ilke ve esaslardan bir kısmı çıkartıldığında, değiştirememe yasağı bulunan ilk 4 maddedeki ilke ve esaslardan ikinci maddenin üçüncü satırında yazılı olan “başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan” ibaresinin sınırlandırılmış, kısıtlanmış, yönlendirilmiş olacağını ve dolayısıyla yasağın da ihlal edilmiş sayılacağını ifade etti.
Başsavcı Yalçınkaya, “Bu nedenle Anayasamızın başlangıç kısmından, bütünlüğü bozan temel ilkeler ve esaslar çıkarılamayacağı gibi ilk 4 maddeye aykırı olan ilkeler de eklenemez. Aksi düşünüldüğünde değiştirememe yasağı bulunan ilk 4 madde dışındaki maddeler korumasız kalır ve değiştirilmesinde keyfiliğe yol açar. Anayasamızın diğer maddelerinde yapılacak değişiklikler hiçbir halde başlangıç kısmında ve değiştirememe yasağı bulunan ilk 4 maddesinde belirlenen temel ilke ve esaslara aykırı olamaz. Bu bağlamda değiştirmeme yasağına, ikinci maddede bahsi geçtiğinden, başlangıç kısmı da dahildir. 'Anayasa'nın başlangıç kısmı, anayasa metnine dahil değildir' denilmesi de mümkün değildir” görüşünü belirtti.
“HALK ARASINDA KİN VE NEFRETİ UYANDIRIR”
Hukukun üstünlüğünün kabul edildiği çağdaş ülkelerde, yargı organlarınca ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince, Anayasa ve yasaların verdiği görev ve yetki çerçevesinde yasak getirilen fiillerin yasalarda, hele hele Anayasa'da değişiklikler yapılarak yasal hale getirilmemesi gerektiğine işaret eden Yalçınkaya, şöyle devam etti:
“Bu hal, yasama, yürütme ve yargı organına karşı olan itibar ve güveni sarsacağı gibi halk arasında kin ve nefreti uyandırır, yasalara olan inancı sarsar, karmaşayı, kutuplaşmayı getireceği gibi yürütme organının oligarşiye yöneldiği kanısını uyandırır.
Nasıl ki yasama yetkisi yüce Türk milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisine ait olup bu yetki devredilemiyorsa, egemenlik de kayıtsız şartsız milletin olduğundan, ancak Anayasa'nın koyduğu ilke ve esaslara göre Türkiye Cumhuriyeti'ndeki yetkili organlar eliyle kullanılabilir ve bu yetki de devredilemez. Bu nedenle de bu yetki milletlerarası ve milletlerüstü kuruluşlara üyelikten kaynaklanan kısıtlamalardan dolayı devredilemez. Ancak Avrupa Birliği'ne üyelik statüsü elde edildikten sonra konusu ve egemenliğin devri yetkisi sınırları, açık ve seçik bir şekilde açıklanarak Yüce Türk halkının takdirine sunulur. Olmayan bir statünün getireceği kısıtlamaları şimdiden ilke ve esaslara bağlamanın olanaksız olduğu, anayasalar uzun süre kalıcı nitelikte amir hükümler içereceklerinden, gelecekteki art niyetli yöneticiler tarafından kötüye kullanılabileceği ihtimali her zaman düşünülmelidir.”
MİLLİ İRADEDEKİ AMAÇ
Demokrasilerde, yapılacak milletvekili seçimleriyle milli iradenin belirleneceğini ifade eden Yalçınkaya, şunları kaydetti:
“Bu milli irade, yönetime gelenler tarafından partisine oy verenlerin düşünce ve niteliklerinin parti doğrultusunda olduğunu göstermez. Milli iradedeki amaç, halkın kendisini yönetecek kişileri belirli bir dönem için seçme hakkına dayanarak serbest, eşit, gizli, tek dereceli, genel oy, açık sayım ve döküm esaslarına göre yargı yönetim ve denetimi altında yapılacak seçimden sonra parti programlarına uyup uymadıkları, program dışına çıkıp çıkmadıkları, programda belirtilen hedeflere başarıyla ulaşıp ulaşmadıkları yönleriyle denetlenmek üzere yürütme organına getirmektir.”
Partilerin, halka saygı gereği, tüzük ve programlarında ve seçim bildirgelerinde yazılı olan amaçlar dışına çıkmamaları gerektiğini vurgulayan Yalçınkaya, bu nedenle Anayasa ve yasalarda, siyasi partilerin ve yönetimde bulunan siyasi partilerin tüzük ve programlarının, seçim bildirgelerinin, beyan ve eylemlerinin, “devletin bağımsızlığına, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, insan haklarına, eşitlik ve hukuk devleti ilkelerine, millet egemenliğine, demokratik ve laik cumhuriyet ilkelerine aykırı olamayacağı; sınıf veya zümre diktatörlüğünü veya herhangi bir tür diktatörlüğü savunmayı ve yerleştirmeyi amaçlayamayacağı, suç işlenmesine teşvik edemeyeceğinin” açık ve seçik olarak kurallara bağlandığına ve yasaklandığına işaret etti.
Yalçınkaya, açıklamasında, “Buna göre yürütme erkiyle görevlendirilen her partinin halkını kucaklaması, hiçbir ayrım gözetmemesi, yansız olduğunu hissettirip her kesime güven vermesi gerekmektedir” dedi.
Anayasa Mahkemesi ile Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) bir kısım üyelerinin, Türkiye Büyük Millet Meclisince seçilmesi kuralının yargıyı siyasete yönlendireceğini, siyasallaştıracağına dikkati çeken Yalçınkaya, yüksek mahkeme üyelerinin belirli bir süreden sonra yeniden seçilmeleri veya artık seçime girememeleri kuralının da “tabii hakim” ilkesiyle meslekte ihtisaslaşma ilke ve esaslarına aykırılık oluşturacağını ve meslekte verimliliği eksilteceğini vurguladı.