SAĞLIK - 13 Ocak 2021 Çarşamba 10:05

‘‘Antibiyotikler, virüsü öldürmez ve bakterilere direnç kazandırır’’

A
A
A
‘‘Antibiyotikler, virüsü öldürmez ve bakterilere direnç kazandırır’’

Pandemi sürecinde antibiyotik kullanımının yaygınlaştığına dikkat çeken Prof. Dr. Emine Sönmez, ‘‘Antibiyotikler, virüsleri ve bulaşı önlemez. Yanlış antibiyotik kullanımı, bakterilerin direnç geliştirmesine neden olur’’ uyarısında bulundu.

Beykent Üniversitesi Tıp Fakültesi, Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Emine Sönmez, özellikle ülkemizde salgın döneminde artan antibiyotik kullanımının kötü sonuçlar doğurabileceğini belirtti. Dünya Sağlık Örgütünün bu konudaki uyarılarına değinerek, “Doğru antibiyotik kullanımı veya akılcı antibiyotik kullanımı için doğru tanının yapılması, uygun antibiyotiğin tespit edilmesi, en uygun yoldan uygulanması, en etkin dozda ve en uygun süreyle verilmesi gerekir” dedi.

Antibiyotik kullanımı için, mikrobiyolojik olarak kanıtlanmış bir bakteri enfeksiyonu olması gerektiğinin altını çizen Sönmez şu ifadeleri kullandı;

“Bakteriyel enfeksiyon olmaksızın antibiyotik kullanılması, seçilen antibiyotiğin yanlış olması, antibiyotik dozunun yetersiz veya aşırı olması, doz aralıklarının uygunsuz olması durumlarında antibiyotikler uygun kullanılmamış olur. Antibiyotikler yaygın ve yanlış olarak soğuk algınlığı, grip, Covid-19 vb. gibi virüslerin neden olduğu enfeksiyonlarda kullanılmaktadır; fakat virüsleri öldürmezler, virüsün diğer insanlara bulaşmasını önlemezler. Yanlış antibiyotik kullanımı, bakterilerin direnç geliştirmesine neden olur. Bunun sonucunda ise, daha sonra antibiyotiğe ihtiyaç duyulduğunda, o antibiyotik artık etki etmez.”

Yanlış antibiyotik kullanımı yalnızca sizi etkilemiyor

Yanlış kullanımın, yalnızca o antibiyotiği uygun olmayan biçimde kullanan kişi açısından değil, sonradan dirençli bakteriye yakalanma riski olan herkes için tehlike oluşturduğunu belirten Sönmez, “Bakteriler gen aktarımı yoluyla direnci birbirine bulaştırmaktadır, doğada bu dirençli bakteriler sürekli olarak birikmekte ve insanlara da bulaşmaktadır. Bu nedenle hayat kurtarıcı pek çok tıbbi girişim ve tedavi de enfeksiyon riski nedeniyle yapılamaz hale gelmektedir” diyerek önemli bir noktaya parmak bastı.

Her yıl antibiyotiklere dirençli bakteri enfeksiyonları ile 700 bin kişi hayatını kaybettiğini söyleyen Sönmez, sözlerine şu şekilde devam etti;

“Eğer gerekli önlemler alınmazsa 2050 yılında bu sayının 10 milyon kişiye ulaşacağı hesaplanmaktadır. Bu rakamlar antibiyotik direncinin gelecekte insan sağlığını daha ciddi şekilde tehdit edeceğini göstermektedir. Covid-19 salgın döneminde yüzde 70’lere varan yanlış ve gereksiz antibiyotik kullanımı da bu tehdide katkı sağlamaktadır. Bu da çok basit enfeksiyonların bile dirençli bakteriler ile meydana gelmesine, hastanede yatış süresinin uzamasına, tedavi maliyetlerinin artmasına, ölümlerin artmasına neden olmaktadır.”

Covid-19 antibiyotik kullanımını arttırdı

Covid-19’a bağlı pandeminin hızla yayılmaya devam ederken dünya çapında antibiyotik kullanımında ve antibiyotik dirençlerinde artış görülmeye başlandığını aktaran Sönmez, bu artışın ciddi seyreden olgularda bakteriyel-viral ayrımı yapılmadan yaygın ampirik antibiyotik kullanılmasına bağlanabileceğini belirterek, “Yapılan çalışmalarda bu ciddi olguların yüzde 3.5- 7’sinde gerçekten bakteriyel enfeksiyon olduğu ve antibiyotik kullanım ihtiyacı olduğu bildirilmiştir. Yoğun bakım ihtiyacı gelişen hastalarda bakteriyel enfeksiyon sıklığı daha da artmakta ve dirençli mikroorganizmaların sebep olduğu enfeksiyonlar önemli bir ölüm nedeni haline gelmektedir. Covid-19 hastalarının bilimsel veriler ışığında ve akılcı yaklaşımla değerlendirilmesi, birinci basamakta takip edilen asemptomatik- hafif semptomlu olgularda antibiyotik kullanılmaması, bakteriyel pnömonisi olan orta- ağır vakalarda ve yoğun bakımda sekonder bakteriyel enfeksiyonu olanlarda antibiyotik kullanılması daha uygun olacaktır” ifadelerini kullandı.

Herkes ‘akılcı antibiyotik kullanımı’ kurallarına uymalı

Türkiye’nin dünyada antibiyotik direnç oranının en yüksek olduğu ülkelerin başında geldiği gerçeğini hatırlatan Prof. Dr. Sönmez, antibiyotik kullanma oranımızın, Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD) ülkelerinin çok üstünde olduğunu ve her üç reçeteden birinde antibiyotik bulunduğunu belirtti.

Direnç gelişiminin kullanılan antibiyotik miktarıyla doğru orantılı olduğunu söyleyen Sönmez, etkili enfeksiyondan korunma önlemleri ve akılcı antibiyotik kullanımı ile direnç oranları düşürülebilir. Böylece hem enfeksiyonları tedavi edebiliriz hem de antibiyotiklerin yan etkilerinden korunmuş oluruz dedi ve şunları aktardı;

“Antibiyotik direncini önlemek için doktor, hasta, eczacı, hastane yönetimleri vb. ilgili herkes ‘akılcı antibiyotik kullanımı’ kurallarına uymalıdır. Enfeksiyon hastalıklarının erken tanısı için laboratuvar kaynakları geliştirilmeli; viral ve bakteriyel hastalık ayırımı yapılarak gereksiz ve yanlış kullanım önlenmelidir. Hastanelerde düzenli olarak direnç araştırılmalı, bu direnç raporlarına uygun antibiyotikler kullanılmalıdır. Sağlık hizmeti ile ilişkili enfeksiyonları azaltmak için başta el temizliği olmak üzere enfeksiyon kontrol önlemleri en üst düzeyde uygulanmalıdır. Aşı ile önlenebilir hastalıkların aşısı uygulanarak antibiyotik kullanım ihtiyacı azaltılmalıdır. Hekime antibiyotik yazma konusunda baskı yapılmamalıdır. Covid-19 salgını ile uğraşırken antibiyotik direnci de göz önünde bulundurularak sadece bakteriyel enfeksiyon gelişen olgularda antibiyotik kullanılmalıdır. Covid-19 test sonuçları erken açıklanarak gereksiz antibiyotik kullanımı azaltılmalıdır.”

Antibiyotiklerin ateş düşürücü veya ağrı kesici olarak da algılanmasının yanlış olduğunu söyleyen Sönmez, “Virüs enfeksiyonlarını tedavi edemez. Yaygın ve yanlış kullanıldığında direnç gelişen antibiyotik, esas etki beklediğimiz bakterilerin neden olduğu enfeksiyonların tedavisinde kullanılamaz hale gelir. Antibiyotikler, hekim reçetesine uygun şekilde kullanılmalıdır. Antibiyotiklere direnç gelişimini önlemek için antibiyotikleri doğru kullanma konusunda toplumun farkındalığını artırmak ve kişi- toplum- küresel ölçekte savaşmak gerekir. Sonuç olarak Covid-19 pandemi sürecinde ikinci önemli bir sağlık sorunu olan antibiyotik dirençleri ile de savaşılmalı ve ‘akılcı antibiyotik kullanımı’ ile ilgili toplumsal farkındalık oluşturulmalıdır” dedi.
 

Bunlar Da İlginizi Çekebilir
Samsun ’Göğüs büyüklüğü bazı sağlık problemlerine yol açabilir’ Göğüslerin büyük olmasının bireye etkilerinden bahseden Plastik Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Uzmanı Opr. Dr. Kağan Bekircan, “Göğüs büyüklüğü genellikle hastalarımızda boyun ağrısı, boyunda düzleşme, göğüs altlarında pişik, sütyen bağlarının omuzlarda çukurluk yapması gibi şikâyetlere neden olmaktadır. Özellikle bu grup hastalarımıza göğüs küçültme ameliyatını önermekteyiz” dedi. Liv Hospital Samsun Plastik Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Kliniği’nden Opr. Dr. Kağan Bekircan, meme estetiği hakkında bilgilendirmelerde bulundu. “Meme estetiği öncesi her hastada tarama yapıyoruz” Kadında vücut estetik görseli oluşturan yapılardan birinin göğüslerinin olduğunu dile getiren Opr. Dr. Bekircan, “Özellikle kadınlarda özgüven yokluğuna neden olmaktadır ve bu durum sosyal hayatlarına yansımaktadır. Göğüslerin çeşitli estetik bozuklukları mevcuttur ve bunlar estetik ameliyatlar ile çözülebilmektedir. Göğüs yapısının büyüklüğü, küçüklüğü veya sarkmasına yönelik estetik cerrahiler günümüzde sıkça yapılmaktadır. Göğüs ameliyatlarından önce her hastalarımıza meme taraması yapıyoruz. Estetik ameliyatından önce memede herhangi bir kitle olup olmadığını yaptığımız görüntüleme yöntemleri ile tarıyoruz. Kitle olması durumunda ilgili bölüme yönlendiriyoruz” diye konuştu. “Göğüs büyüklüğünü problemlere neden olabilir” Göğüslerin büyük olmasının bireye etkilerine dikkat çeken Opr. Dr. Bekircan, “Göğüs büyüklüğü genellikle hastalarımızda boyun ağrısı, boyunda düzleşme, göğüs altlarında pişik, sütyen bağlarının omuzlarda çukurluk yapması gibi şikâyetlere neden olmaktadır. Özellikle bu grup hastalarımıza göğüs küçültme ameliyatını önermekteyiz. Bu ameliyattan önce hastamıza detaylı çizimler ile ameliyat planı yapmaktayız ve fazla olan cilt ve meme dokusunu çıkarmaktayız. Ameliyattan sonra göğsün altından başlayıp yukarı uzanan ters T şeklinde bir ameliyat izi kalabilmektedir. Bu iz başta kırmızı renkte olur ve ameliyattan sonra altıncı aya doğru solarak ince çizgi haline dönmektedir. Bu izin azalması için çeşitli iz giderici tedavileri hastalarımıza öneriyoruz” dedi. “Göğsün küçük ya da büyük olması genetik olabilir” Göğüslerde küçüklük olması veya göğüslerin hiç büyümemesinin, genetik ve çeşitli hormonal dengesizlik durumlarına bağlı gelişebildiğini söyleyen Opr. Dr. Bekircan, şu bilgileri paylaştı: “Bu hastalarımızın göğüs hacmini kazandırmak için göğüs protezi önermekteyiz. Çeşitli şekillerde, hacimlerde ve yüksekliklerde protezle bulunmaktadır. Hastanın göğüs yapısına ve isteğine göre bu protezlerden en uygun olanını seçiyoruz. Bu ameliyatta göğüs altında yapılan kısa bir kesi yardımıyla girilerek uygun olan göğüs protezini yerleştiriyoruz. Bu ameliyatta yaptığımız iz kısa ve göğüs altındaki katlantıda gizleneceğinden dolayı belirgin bir iz kalmamaktadır. Bu iz ilk altı ay kırmızı renkte olup sonrasında solarak normal cilt rengine dönmektedir. Protezler ömür boyu kullanılabilmektedir ve değişmesi gerekmemektedir. Göğüs büyütme ameliyatından sonra gebelik durumunda hasta emzirebilmektedir. Bu ameliyatla süt gelmesinde azalma görülmemektedir.” “Gebelik sonrasında göğüs sarkması olabilir” Göğüslerde sarkmanın genellikle kilo verme ve gebelik sonrasında oluşabildiğini söyleyen Opr. Dr. Bekircan, “Göğüs ucunun göğüs katlantı hattından aşağıda olması olarak tariflenebilir. Bu durumdan şikâyeti olan hastalarımıza yeterli dokusu olması durumunda meme dikleştirme ameliyatını önermekteyiz. Meme dokusu yetersiz olan hastalarımızda protez ile birlikte meme dikleştirme ameliyatını önermekteyiz. Bu ameliyatta meme küçültme ameliyatından daha kısa olan ters T şeklinde bir iz kalabilmektedir. Bu iz ameliyattan sonraki altıncı aya doğru solarak normal cilt rengine yaklaşmaktadır. Bu ameliyattan sonra gebelik durumunda hasta emzirmesi durumunda süt gelmesinde azalma olabilmektedir” diye konuştu. “Ameliyat sonrası 2 gün misafir ediyoruz” Ameliyat sonrası dikkat edilmesi gerekenlere değinen Opr. Dr. Bekircan, “Göğüs ameliyatlarından sonra hastalarımızı ortalama olarak 2 gün kadar hastanemizde misafir etmekteyiz. Hastalarımıza taburculuk sonrasında 2 aya kadar korse dediğimiz ayarlanabilir sütyen kullanmasını öneriyoruz. Bu süre zarfında hastamızın ağır işlerden kaçınmasını öneriyoruz. Hastalarımız gündelik hayatlarına bir hafta içerisinde dönebilmektedirler. Bu ameliyatlar ile hastalarımıza daha estetik ve doğal bir görünüm kazandırmaktayız. Bununla birlikte hastalarımızın özgüvenleri artmaktadır ve bu durumda hastalarımızın sosyal hayatına yansımaktadır” ifadelerini kullandı.
Antalya ’Plastik ajanlar’ sağlığı tehdit ediyor TEMD Genel Sekreteri Prof. Dr. Melek Eda Ertörer, insan hayatının her aşamasında olan plastik ürünlerin, çeşitli hastalıklara yol açtığına dikkat çekti. Ertörer, "Alınabilecek en iyi önlemlerden biri, iç mekan havalandırmasının çok iyi yapılması ve plastik kaplarda ısıya maruz kalmış gıdaları asla tüketmemek. Gebelerin çok fazla güneş kremi kullanmaması gerekiyor" dedi. Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Derneği (TEMD) Genel Sekreteri Prof. Dr. Melek Eda Ertörer, Antalya’da katıldığı 45. Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Kongresi’nde, "Endokrin Bozucular ve Sağlığımız" başlıklı sunumunda, plastik ajanların sağlığı tehdit ettiğine dair açıklamalarda bulundu. "Birden fazla endokrin bozucu ajana, kümülatif etkilerine maruz kalabiliyoruz" Prof. Dr. Melek Eda Ertörer, endokrin bozucuları, üreme ve gelişimsel süreçlerin dengesi için gerekli hormonların; sentezi, salgısı, dolaşımı, metabolizması, duyarga bağlanma fonksiyonu ve yıkımı ile etkileşime geçen dış maddeler olarak ifade etti. Ertörer, "Plastik ajanlar, günlük hayatımızın her alanına girmiş, endüstrileşmenin getirdiği bir takım dış maddeler. Bu ajanların içinde, ftalat gibi endokrin bozucu olarak adlandırılan, endokrin sistemin üzerinde üreme ve gelişimsel süreçleri olumsuz etkileyen maddeler var. Bu ajanlar, kısırlık, mükerrer düşüşler, meme ve rahim kanseri, erkekte prostat kanseri, diyabet, obezite, astım gibi olumsuzlara sebep olabiliyor, çocuklarda ise dikkat eksikliği sendromuna neden olabiliyor. Çevreye karıştığı takdirde, bu ajanların etkileri 10 yıllarca besin zincirine girerek, nesilden nesile aktarılıyor ve nefes yolunda birikiyor. Ağız, cilt ve solunum yoluyla alınabiliyor. Biz aynı anda birden fazla endokrin bozucu ajana, kümülatif etkilerine maruz kalabiliyoruz" diye konuştu. Güzel kokulu deterjanlar endokrin bozucu Prof. Dr. Melek Eda Ertörer, plastik ajanların insanları birçok alanda etkileyebileceğine vurgu yaparak, sık maruz kalınan yerleri açıkladı. Ertörer şöyle konuştu: "Bu ajanlar, plastik şişenin içinde plastiği sertleşmek için kullanılan, iki plastiği birbirine yapıştırmada kullanılan ajanlar. Güneş kremleri ve kozmetiklerin içinde varlar, özellikle koku molekülleri içine entegre olmuş olanlar var. Bu ajanlara nasıl maruz kalınabiliyor? Örneğin; bir plastik içeriği, mikrodalga fırında ısıttığınızda, içeriğine geçiyor. Bir plastik şişede bulunan su, güneşte beklediği zaman, sıvı içeceğine geçebiliyor. Bir oda kokusu sıktınız ya da banyoyu çok iyi bir deterjanla yıkadınız, bu deterjanların içindeki kokularda var. Eğer çok iyi havalandırmazsanız, o ortama maruz kalabilirsiniz. Bu ajanlar, pestisit denilen tarımda verimliliği artırmak için kullanılan ajanlar, endokrin bozucu olarak geçmekte." "Bu konuya kaynak aktarılması gerekiyor" Prof. Dr. Melek Eda Ertörer, son olarak plastik ajanlarla nasıl mücadele edileceğine dair bilgiler de verdi. Hastalıkların önlenmesi için, öncelikle yasa koyucuların harekete geçmesi gerektiğini dile getiren Prof. Dr. Ertörer, konuşmasını şu şekilde sonlandırdı: "Alınabilecek en iyi önlemlerden biri, iç mekan havalandırmasının çok iyi yapılması ve plastik kaplarda ısıya maruz kalmış gıdaları asla tüketmemek. Bebeği soya bazlı mamalarla değil, anne sütüyle beslemek de bir diğer korunma yöntemi. Gebelerin çok fazla güneş kremi kullanmaması gerekiyor. Çok fazla derin su balığı tüketmememiz lazım, çünkü ağır metaller de endokrin bozucu ajanlar olarak sayılmakta. Alınabilecek önlemler basit önlemler ama maliyetli, plastik ucuz ama cam pahalı. Yasa koyucuların bu konuda çok akıllıca davranması, dünyada bu konuya çok mesai harcayan bağımsız uluslararası kuruluşlarla beraber çalışılması gerekiyor. Bu konuya, kaynak aktarılması gerekiyor. Endüstriyel atıkların, çevreye karışma sürecinde evrensel olarak uygulanan kuralların, hayata geçmesinin sağlanması gerekiyor."