GÜNDEM - 16 Nisan 2018 Pazartesi 10:58

“Kallmann Sendromu” toplum sağlığı konusu olarak bir bilinmezdi

A
A
A
“Kallmann Sendromu” toplum sağlığı konusu olarak bir bilinmezdi

Türkiye’de ilk defa Kallmann Sendromu konusunu gündeme taşımak ve bilimsel çalışmaların önünü açarak hastalara destek olmak amacı ile Kallmann Platformu ve Ağı tarafından farkındalık konferansı gerçekleştirildi.

 Çocukluktan ergenliğe geçişi engelleyen bir metabolizma hastalığı olan Kallmann Sendromu, Kallmann Platformu tarafından Türkiye’de bu alanda ilk kez gerçekleştirilen farkındalık konferansı ile ele alındı. Konferansta tüm dünyada pek çok hastanın, hastalığa ilişkin bilinirliğin olmaması ve toplumsal / psikolojik nedenlerle gerekli tedavinin alınamadığı ifade edilerek Kallmann Sendromu hakkında detaylı anlatım gerçekleştirildi. Ben Kallmannım kitabıyla Kallmann Sendomu hakkında akıllardaki soru işaretlerine cevap bulunmasını sağlayan ve aynı zamanda kendisi de Kallmann hastası olan Yönetmen-Yazar Abdurrahman Uygur Öztürk de konferansa katılım gösterdi. Öztürk, konferansta yapmış olduğu konuşmasında Kallman Sendromu olduğunu öğrendiği süreci ve bu süreci nasıl değerlendirdiğini anlattı. Kallmann Sendromunun yanı sıra bilinen diğer nadir hastalıklara da değinilen konferansta, Tıbbi Genetik Uzmanı Prof. Dr. Uğur Özbek, “Nadir Hastalıklar: Bir Toplum Sağlığı Sorunu” başlıklı sunumuyla Türkiye ve dünyada görülen nadir hastalıklar hakkında bir sunum gerçekleştirdi.

 

“Kallmann Sendromu” toplum sağlığı konusu olarak bir bilinmezdi

 

 

“Hastalığımı 25 yaşımda öğrendim”

Kallmann Sendromu’nun sadece Türkiye’de değil dünya genelinde de bilinirliğinin pek fazla olmadığını ifade eden Abdurrahman Uygur Öztürk, bu hastalığın normal insanların yanı sıra doktorlar tarafından da pek fazla bilinmediğini söyleyerek, Kallmann Sendromu hakkında kendi yaşantısı üzerinden bilgilendirmelerde bulundu. Öztürk, “25 yaşıma gelene kadar hastalığımın ne olduğunu bilmiyordum. Hastalığımın bilinmemesi nedeniyle ‘Ben eksik yaratılmıştım’ eziklik psikolojisiyle büyüdüm. Bu süreçte Hollanda’ya gitmiş olmam hayatımı değiştirdi. Orada ilk defa 2006 yılında Kallmann Sendromu olduğumu öğrendim. Sonrasında ise çok doğru bir tedavi ile kendimi değiştirdim” dedi.

“Kallmann hastaları kendilerini gizliyor”

Gerçekleştirdikleri Kallmann Sendromu konulu konferansla aslında nadir hastalık olarak adlandırılan hastalıklara karşı bir farkındalık oluşturmak istediklerini de belirten Öztürk, “Bu doğrultuda yapmış olduğumuz çalışmalarla yurt dışından oldukça ilgi gördüm. Kallmann Sendromu ve diğer nadir hastalıklar ile ilgili hala anlayamadığım birçok konu var. Kalman Sendromu’nda görülen etken yalnızca cinsel organda gelişimin olmaması değildir. Bununla birlikte birçok etkeni de vardır. Cinsellik söz konusu olduğunda çevrede bu durum olağan karşılanmıyor. Bu sendromu yaşayan insanlar da genellikle kendilerini gizlemeyi tercih ediyorlar. Ben bu hastalığı yaşayan biri olarak kendimi ifade ettim. Ancak benim çevremde dahi bu sendromu yaşayan, kendisini gizleyenler ve utananlar var” şeklinde konuştu.

“ ‘Normal bir insan değilim’ algısı oluşuyor”

Bu sendromun fiziksel olduğu kadar psikolojik etkileri de olduğuna değinen Öztürk, “Bu sendromu yaşayan insanlarda topluma karşı kendisini eksik hissetme durumu görülüyor. ‘Normal bir insan değilim’ algısıyla psikolojik çöküntü başlıyor. Sonuç itibariyle ben kendime baktığımda aslında hep bir korkuyla büyüdüğümü gördüm. Dolayısıyla bu konferansı gerçekleştirmemizdeki en büyük neden, bu sendromu daha iyi anlamak ve topluma anlatmaktır. Bu sendromu yaşayan biri olarak ben de en az doktorlar kadar bu sendrom hakkında bilgi sahibi olup, insanlarla bu bilgi paylaşımını sağlamak istiyorum. Hastalığımla ilgili bir kitap yazarak ‘Ben Kallmannım’ diye haykırdım. Kitabımda Kallmann Sendromunun ne olduğunu anlatmaya çalıştım. Bunun yanı sıra bu sendromun bana neler getirdiğini de yine kitabımda anlattım” ifadelerinde bulundu.

“Bizi biz yapan farklı olmamızdır”

Kallmann Sendromu olduğunu açıkladığında nasıl tepkiler aldığından da bahseden Öztürk, süreç içerinde birçok Kallmann Sendromu yaşayan insanlarla iletişime geçtiğini de kaydederek, “Kitabımı yayınladıktan sonra çok güzel mesajlar aldım. Aldığım mesajlarda sosyal medyada farklı hesaplar açarak, kendi isimlerini kullanamayan ve Kallmann Sendromu olduğunu söyleyenlerde var. Ancak hala kendilerini gizleme ihtiyacı duyuyorlar. Bununla birlikte kitabımı okuyup, cesaret bulduklarını söyleyenlerden de mesajlar alıyorum. Bunların arasında ‘Başka bir insan olduğumu anladım’ diyenler de var. Ben kitabımda ve bu alanda gerçekleştirdiğim tüm etkinliklerde şunu vurguluyorum: ‘Bizi biz yapan farklı olmamızdır.’ Bunu her fırsatta ifade ediyorum. Hastalara bu hastalığı bir dezavantaj olarak değil avantaj olarak algılamalarını öneriyorum. Bunun yanı sıra Türkiye’ye baktığımızda ise bu sendromu yaşayan hastalar ortaya çıkmaktan çekiniyor. Türkiye’de şuan ne kadar Kallmann hastası var bunu bilmiyoruz. Ancak doktorlarla da yaptığımız araştırmalar neticesinde bunu ortaya koyacağız. Ayrıca kurmuş olduğumuz Kallmann Platformu’unda da Kallmann hastalarıyla iletişim halindeyiz” diyerek sözlerini sonlandırdı.

Kallman Sendromu, ergenlik başlangıcının gecikmesi veya yokluğu ile birlikte, sırasıyla, hipozomi veya anosmi diye bilinen, koku alma özelliği veya yokluğu ile kendini gösteren tıbbi bir durumdur. İkincil cinsel gelişim ve olgunlaşmadan sorumlu cinsel hormonlarının yetersiz üretimini içeren bir hipogonadotropik hipogonadizm türüdür. Bununla birlikte erkek hastalardaki belirtileri olarak çoğunlukla mikro penis olarak bilinen özellikle küçük bir penis ve inmemiş testisler ve normal ergenlik çağında, yüz, kasık ve vücut kıllarının büyümesinin azlığı şeklinde kendini gösterir. Kadın hastalarda ise ergenlik normal yaşta menstrüel (adet döngüsü) başlamazlar ve göğüs gelişimine dair çok az veya hiç kanıt yoktur.
 

Bunlar Da İlginizi Çekebilir
İstanbul Fenerbahçe Erkek Basketbol Takımı, 5 yıllık hasreti sonlandırmak için parkede Fenerbahçe Erkek Basketbol Takımı, THY Euroleague play-off serisi beşinci maçında Fransız ekibi Monaco ile deplasmanda karşılaşacak. Sarı-lacivertliler, seride öne geçerek 5 yıllık Final Four hasretini sonlandırmak istiyor. THY Euroleague play-off serisi beşinci maçında Fenerbahçe Erkek Basketbol Takımı, yarın TSİ 20.00’de Salle Gaston Medecin’de Monaco ile karşılaşacak. Geçtiğimiz cuma günü İstanbul’da oynanan müsabakayı Fransız ekibi 65-62 kazanarak seriyi 2-2’ye getirmişti. Yarın akşam oynanacak karşılaşmada parkeden galip ayrılan takım Dörtlü Final biletini cebine koyacak. Hedef 5 yıl sonra Final Four Fenerbahçe, 2015-2019 yılları arasında üst üste 5 kez kaldığı Final Four’da 2017 yılında şampiyonluk yaşadı. Sarı-lacivertliler bu süreçte 3 kez de final oynadı. Fenerbahçe yarınki mücadeleyi kazanması halinde bu başarıyı tekrarlayacak. 2020 yılında korona virüs sebebiyle sezon iptal edilirken, sonraki dönemlerde sarı-lacivertliler iki kez çeyrek final, bir kez de normal sezonda turnuvaya veda etti. Fenerbahçe Başantrenörü Sarunas Jasikevicius, son 3 sezonda Barcelona ile yer aldığı Dörtlü Final’ee bu kez de Fenerbahçe’yle gitmenin hesaplarını yapıyor. Dörtlü Final Berlin’de THY Euroleague’de şampiyonu belirleyecek Dörtlü Final organizasyonu, Almanya’nın başkenti Berlin’de yapılacak. Dörtlü Final, 24-26 Mayıs’ta Berlin’de Mercedes-Benz Arena’da düzenlenecek. Play-off serisini 3-0’lık sonuçla geçen Real Madrid, Olympiakos-Barcelona eşleşmesinin galibi ile yarı finalde karşılaşacak. Diğer eşleşmeyi ise Monaco - Fenerbahçe ile bugün oynanacak Panathinaikos - Maccabi Tel Aviv maçlarının galibi oluşturacak. İki takımda öne çıkanlar Euroleague’de bu sezon Fenerbahçe’de Nigel Hayes-Davis 14.3 sayı ve 4.8 ribaund ortalamalarıyla oynarken; Monaco’da Mike James 17.9 sayı, 5.1 asist ortalaması elde etti. Kırmızı-beyazlılarda Alpha Diallo 4.3 ribaund ortalaması ile ön plana çıkarken, sarı-lacivertlilerde Nick Calathes 4.9 asist ortalaması yakaladı. Eşleşmenin Fransa’da oynanan ilk maçını Fenerbahçe 95-91 kazanırken, ikinci müsabakadan ev sahibi takım 93-88’lük skorla galip ayrıldı. İstanbul’daki serinin üçüncü karşılaşmasını sarı-lacivertliler 89-78 kazanırken, son maçta rakibine 65-62 mağlup oldu.
Mersin Mersin ormanlarında fidan sayım programı başladı Mersin Orman Bölge Müdürlüğü, 2024 yılı gençleştirme programı kapsamında fidan sayımlarına başladı. Orman Genel Müdürlüğü Program kapsamında Mersin’de bulunan 2 bin 60,9 hektarlık gençleştirme alanında fidanların sayılacağı bildirildi. Bu alanın 96,9 hektarının sedir, bin 964 hektarının ise kızılçam ağaçlarından oluştuğu kaydedildi. Özellikle kızılçam ağaçlarındaki gençleştirme çalışmalarının geçen yılın sonbaharında tıraşlama metoduyla gerçekleştirildiği aktarıldı. Bölge Müdürlüğünde yapılan açıklamada: "Orman Genel Müdürlüğümüzce, ormancılık faaliyetlerimiz arasında yer alan orman ve orman kaynaklarını korumak, doğaya yakın bir anlayışla geliştirmek, ekosistem bütünlüğü içinde sürdürülebilir ve topluma çok yönlü faydalar sağlayacak şekilde yönetmekle görevliyiz. Görevlerimiz arasında yer alan Silvikültürel faaliyetlerimiz, biyolojik ömrünü tamamlayarak kesimlik çağa ulaşmış ormanlarda meşcerelerin devamlılığının sağlanması için kesilerek yerlerine biyotik ve abiyotik tehlikelere karşı sağlıklı ve stabil ormanların kurulmasını, en yüksek miktar ve kalitede sürekli olarak orman ürünleri üretiminin sağlanmasını, ormanın çeşitli ekolojik, ekonomik ve sosyokültürel fonksiyonlarının sürekli ve en iyi şekilde yerine getirilmesini kendisine gaye edinmiştir. Bu çerçevede Mersin Orman Bölge Müdürlüğümüzce Silvikültür Şube Müdürlüğü tarafından 2024 yılı gençleştirme programı kapsamında bölgemiz genelinde fidan sayımlarına başlandı" denildi.
Tokat Tokat’ta öğretmenler oyunla matematik becerilerini yarıştırdı Tokat’ta matematik öğretmenleri arasında heyecan verici bir yarışma düzenlendi. Öğretmenler özgün oyun ve etkinlikler geliştirmek için bir araya geldi. 25 projeyle katılım sağlanan yarışmada projeler arasından en başarılı 25’i seçilerek sergilenmeye değer bulundu. Tokat’ta “Matematik dersi öğretmenler arası özgün oyun ve etkinlik geliştirme” yarışması düzenlendi. Yarışmaya katılan 25 projede öğretmenler kıyasıya yarıştı. İl Milli Eğitim Müdürlüğü önünde açılan standlarda, öğretmenlerin matematik öğretimini oyunlarla destekleyen 25 farklı proje sergilendi. Yapılan projelerin temel amacı öğrencilerin zihinden işlemleri pratik bir şekilde yapabilmesini sağlamak. İl milli eğitim müdürlüğü bu etkinlikle oyunla birlikte matematik becerilerini kalıcı hale getirerek, öğrenmeyi daha eğlenceli bir deneyim haline getirmeyi hedefliyor. “Oynayarak öğrenme, beceri temelli öğrenme açısından çok önemlidir” Yarışma hakkında bilgi veren Tokat Milli Eğitim Müdürü Hüseyin Kır, “Bugün buradaki sergide ise öğretmenlerimizin matematik öğretme konusunda oyun temelli materyal geliştirme yarışmasına 214 başvuru oldu. Bunlardan 25 tanesi seçilerek sergilemeye değer bulundu. Burada yarışılacak. Bu yarışma sonucunda birinci, ikinci, üçüncü ortaya çıkacak. Bu oynayarak öğrenme, beceri temelli öğrenme açısından çok önemlidir” dedi. Yarışmaya katılan öğretmenler ise “Müdürlük olarak temel amacımız öğretmenler arasında materyal kullanımını, oyun ve etkinlik geliştirmelerini sağlamak ve bunu sınıflarda öğrencilerimize uygulamaktır” diye konuştu.
İstanbul Prof. Dr. Ovalı’dan ‘Kök hücre’ açıklaması: “Büyük ümit olmaktan artık çıkmalı” Kök hücreye yönelik çalışmalar sürerken Hematoloji Uzmanı Prof. Dr. Ercüment Ovalı, “Yıllar geçti, hala aynı şeyi söylüyoruz; ileride işe yarayacak. Doğru kullanıldığında bazı hastalıklarda işe yarayabilir, hala kök hücreye çok fazla inanan gruplar var, olmalı da ama en çok uğraşan kişi olarak büyük ümit olmaktan artık çıkmalı diyorum. 1999 yılında kök hücreyi ürettiğimde benden fazla inanan yoktu ama o kadar kabiliyetli değil. Hücreyle gen tedavisinin beraber kullanıldığı modeller var, onlar daha da başarılı olacak” dedi. Kişinin kendisinden veya başka bir vericiden (donör) alınan kök hücrelerin hasta kişiye nakledilerek hastanın hasarlanan hücre, doku ve organlarının yenilenmesi için kullanılan bir tedavi olarak belirtilen kök hücre tedavisine yönelik birçok çalışma sürüyor. Kök hücreye ilişkin araştırmalar devam ederken Kök Hücre ve Hücresel Tedaviler Derneği Yönetim Kurulu Üyesi, Hematoloji Uzmanı Prof. Dr. Ercüment Ovalı, kök hücre tedavisine ilişkin açıklamalarda bulundu. “Büyük ümit olmaktan artık çıkmalı” 1998’li yıllarda kök hücre alanında önemli çalışmalar yapıldığını ifade ederek sözlerine başlayan Hematoloji Uzmanı Prof. Dr. Ercüment Ovalı, “Hala aynı şeyi söylüyoruz; ileride işe yarayacak. Bugün geldiğimiz yolda artık daha mantıklı konuşmak zorundayız. Doğru kullanıldığında, doğru endikasyonlarda ve doğru dozlarda bazı hastalıklarda işe yarayabilir ama hayatı yeniden meydana getiren bir hücre hala yok. Dolayısıyla kök hücre doğru kullanıldığı yerlerde bunu tartışabiliriz, yeri var ama büyük ümit olmaktan bence artık çıkmalı. Sadece mevcut hücrelerden bir tanesi. Geçen 20 yıldan sonra benim kök hücreye bakış açım biraz daha değişti. Daha spesifik, daha olgun hücreler daha farklılaşmış, işini bilen hücreleri kullanmak bugün için daha önemli. Örneğin; insanların hayatını kurtaran kanser tedavisinde, malign melanom, lösemi, lenfomada hayat kurtaran hücreler söz konusu” dedi. “Kök hücreye eski inancımı korumuyorum" Kök hücre tedavisine yönelik geçmişteki inancını korumadığını söyleyen Prof. Dr. Ovalı sözlerini şöyle sürdürdü: “Kök hücre inflamasyonla, iltihapla giden, kronik yıkımla giden durumlarda yıkımı yavaşlatmak, inflamasyonu azaltmak için iyi bir hücre, bu amaçla kullanılabilir. ‘Verirsem kalbi, beyni, karaciğeri yeniden yaparım’ maalesef bu aradan geçen 25 yıl sonra hala bir gerçek değil. Bilim tartışılacak, 2 farklı görüş savaşacak, sonunda bir sentez çıkacak. Sonra o sentezin antisentezi de çıkacak bilim bu. Dolayısıyla benim deneyimim; Türkiye’de kök hücreyi ilk üreten insanım. 1999 yılında kök hücreyi ürettiğimde 2003 yılında bütün Türkiye’ye bunun nasıl üretileceğini anlattığımda o dönem kök hücreye benden daha fazla inanan kimse yoktu. Bunca yıllık tecrübemden sonra diyorum ki; belli yerlerde hala önemli işler yapabilir ama çok fazla ona görev yüklemeyin, o kadar kabiliyetli değil. Biz eskiden olgunlaşmamış, kök hücre dediğimiz hücreye güvendik. Şimdi ise matür yani bir iş için spesifikleşmiş, o işi yapmak için vücutta fonksiyon gelen hücreleri alıp o amaca uygun kullanmak artık daha doğru sonuçlar veriyor. Bir anda 3-4 tane hastalıkta hücre tedavisi onay aldı ve bütün ilaçları bir kenara itti. Onay alan hücrelerin hepsi matür; olgunlaşmış, işini bilen hücreler. Dolayısıyla işini bilen hücreleri kullanırsak daha başarılı olacağız. Hala kök hücreye çok fazla inanan, büyük işler yaptığını düşünen gruplar var, bence olmalı da diğer taraf mutlaka olmalı. Bizler savaşmalıyız ve böylece doğru yol çıkmalı ama en çok uğraşan kişi olarak kök hücreye eski inancımı korumuyorum” “2 grup şey kanserde bence taşları yerinden oynatıyor” Kanser tedavisine yönelik konuşan Prof. Dr. Ovalı, “Biri Car T Cell, ikincisi TIL (Tümörü infiltre eden lenfositler) adını verdiğimiz 2 grup şey kanserde bence taşları yerinden oynatıyor. Bu 2 tedavi de kanser tedavisinde taşları yerinden oynatan tedavi. Car T Cell başarısını ispatladı zaten. TIL ise malign melanomda başarısını ispatladı. Şimdi meme, akciğer, kalın bağırsak ve pankreas geliyor sonuçlarını hep birlikte bekleyeceğiz. Hücresel tedavi giderek büyüyor ama tarzı değişmeye başladı. Bir de hücreyle birlikte gen tedavisinin beraber kullanıldığı modeller var, onlar daha da başarılı olacak” dedi. “İşe yaramayacak diyorum, ‘Olsun, denemek istiyorum’ diyor, bunun nedeni yanlış reklamlar” Hastaların duyumlar üzerine tedavi talepleri olabildiğini aktaran Prof. Dr. Ovalı, “Hasta bazında reklam çok yayılmaya başladı, sosyal medyaya girdiğinizde ürünlerin, doktorların reklamlarını görüyorsunuz bu önemli bir sorun. Hücresel tedavi gerçek yerini bulabilsin, hak ettiği yere doğru gelebilsin, şimdi biraz medyatik pozisyonda. Hastaya yalvardım, inanın işe yaramayacak, yapmayın, o tedavinin maliyeti 500 bin TL. Yarım milyon para verecek ve diyorum ki işe yaramayacak ‘Ama olsun ben denemek istiyorum’ diyor, bunun nedeni bu yanlış reklamlar” ifadelerini kullandı.