SAĞLIK - 14 Temmuz 2019 Pazar 12:25

Prof. Dr. Kamil Bostan: “Slow food akımı gıdada farkındalık oluşturdu”

A
A
A
Prof. Dr. Kamil Bostan: “Slow food akımı gıdada farkındalık oluşturdu”

İtalya’da ‘fast food’a karşı bir hareket olarak doğan ‘slow food’ (yavaş yemek) akımını değerlendiren Prof. Dr. Kamil Bostan, akımın yerli üreticiyi koruma, daima taze ürün kullanma ve pişirme teknikleri gibi pek çok alanı kapsadığını söyleyerek, “Slow food akımı gıdada farkındalık oluşturdu” dedi.

Amerikan fast food kültürünün bütün dünyayı sardığı yıllarda ona eleştiri olarak gazeteci, yazar Carlo Petrini tarafından başlatılan ‘slow food’ akımı, bugün dünyanın tüm ülkelerine yerel yemekleri, yerli üreticiyi ve bölgede yetişen yiyecekleri koruyarak yayılıyor.

  İstanbul Aydın Üniversitesi Gastronomi ve Mutfak Sanatları Bölüm Başkanı Prof. Dr. Kamil Bostan, Türkiye’de de takip edilen akımın, Türk mutfağına uyumunu ve akımın geleceğini yorumladı.

  ‘Her şey hamburger ile başladı’
  1982 yılında İtalya’nın başkenti Roma’ya açılan ABD’li bir hamburger markasını eleştiren İtalyan gazeteci Carlo Petrini, yerel tatların korunması, hızlı yemek yerine üretimi yavaş ama sağlıklı gerçekleşen yiyeceklerin tercih edilmesi için ‘slow food’ akımını başlattı. Hızla diğer ülkelere yayılan ‘slow food’ akımı, şeflerin, yerel üreticilerin ve tüketicilerin katılımıyla farklı boyutlar kazanmaya başladı. Günümüzde yerel tatların korunması ve gelecek kuşaklara aktarılması için yapılan çalışmalara ön ayak olan akım, sağlıklı beslenmenin de temelini oluşturuyor.

  ‘Slow food akımı belirli zümre ile sınırlı kaldı’
  Slow food akımının ilk çıktığı günden bugüne popülerlik kazandığını ancak belirli bir zümreden ileri gidemediğini savunan Prof. Dr. Bostan, “Slow food hareketi, ortaya çıkışından itibaren dünya genelinde oldukça ilgi gördü ve hızlı bir şekilde yaygınlaştı. Ancak bu ilgi toplumun belirli bir kesimi ile sınırlı kaldı. Günümüzde bu ilgi durağan bir döneme girdi. Bu hareketin felsefesi topluma yeteri kadar anlatılırsa, yeterli bilinç oluşturulursa slow food hareketi popülaritesini artıracaktır. Nitekim çoğu kişi bu hareketin 'yemeği yavaş yemek; oturarak yemek' anlamına geldiğini sanmaktadır. Toplumun önemli kesiminin bu hareketin amacından, felsefesinden haberi yoktur. Basında, özellikle TV kanallarında bu konuya yeterince yer verilirse daha etkili olacaktır. Diğer taraftan ekonominin ön planda olduğu günümüzde, tarım alanlarının yetersizliği de düşünülürse endüstriyel ürünler de her zaman dominant olmayı sürdürecektir. Bu da kaçınılmaz bir gerçektir” diye konuştu.

  "İnsanlar yediklerine dikkat ediyor"
  Toplumda gıda farkındalığının slow food hareketiyle başladığını belirten Bostan, “Slow food hareketiyle toplumun belirli bir kesimi yediklerine ve içtikleri de daha seçici olmaya başladı. Semt pazarlarında yerel ürünler arayan kişilerin sayısı her geçen gün artıyor. Katkısız ve ilaç uygulaması yapılmamış ürün arayışı devam ediyor. Ailelerin birçoğu çocuklarını doğal ürünlerle beslemeye gayret ediyor. Bu anlamda slow food hareketinin toplumun bir kesiminde farkındalık oluşturduğunu söyleyebiliriz. Endüstriyel ürün üreten firmalar da bu toplumun bu duyarlılığına kayıtsız kalmamış, ürün etiketlerinde ‘katkısız, doğal’ gibi ifadeler kullanmaya başlamıştır” şeklinde konuştu.

  "Bu harekete en çok Türkiye sahip çıkmalı"
  Türkiye’nin yerel ürün çeşitliliğinde oldukça zengin olduğunun altını çizen Bostan, “Bu harekete sahip çıkması gereken ülkelerin başında Türkiye geliyor. Yerel ürün çeşitliliğinin bu kadar zengin olduğu bir ülke sanırım yoktur. Aynı şekilde binlerce yemek çeşidimiz var. Hızlı yemenin cazibesi karşısında, sadece büyük şehirlerde değil Anadolu’nun genelinde yerel ürünlerimiz unutulmaya yüz tuttu. Böyle bir zenginliği, böyle bir kültürü ‘fast food’ karşısında korumak, gelecek nesillere aktarmak için üniversiteler, STK’lar, kamu kuruluşları, hep birlikte toplum genelinde farkındalığı artıracak faaliyetlerde bulunmalı. Türkiye'de bu hareketin temsilciliğini yapan bildiğim kadarıyla tek bir organizasyon var. Slow Food Bodrum, ‘Yaveş Gari’ sloganıyla çalışmalarını yürütüyorlar. Biz de üniversite olarak slow food alanında önemli bir etkinlik planlıyoruz. Mutfağımızın ve yerel ürünlerimizin korunması, toplumumuzun özellikle gençlerimizin iyi, sağlıklı, doğal gıdalarla beslenmesi için hepimizin bu harekete sahip çıkması gerekmektedir” ifadelerini kullandı.

Bunlar Da İlginizi Çekebilir
İstanbul Bakan Ersoy, Yunan mevkidaşı ile "Romeo ve Juliet" oyununu izledi Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy ile Yunanistan Kültür Bakanı Lina Mendoni, William Shakespeare’in unutulmaz eseri "Romeo ve Juliet" oyununun Atatürk Kültür Merkezi’ndeki (AKM) gösteriminde bir araya geldi. Oyun, Türkiye’den Devlet Tiyatroları ve Yunanistan’dan Atina Konser Salonu Megaron ve Yorgos Lykiardopoulos kültürel organizasyonu Lykofos ortak projesiyle Ege’nin her iki yakasında tiyatro severlerle buluşuyor. Yunanistan ve Türkiye’den sanat kurumları ile sanatçıları bir araya getiren proje, iki ulus arasında köprü kurmayı hedefliyor. Dün İstanbul’da ilk gösterimi yapılan ve 28 Nisan’a kadar sahnelenmeye devam edecek esere ilişkin AKM’de gerçekleştirilen basın toplantısında Bakan Mehmet Ersoy, Bakan Lina Mendoni ile verimli bir görüşme gerçekleştirdiklerini ve değerlendirmelerde bulunduklarını söyledi. Basın toplantısında konuşan Bakan Ersoy, "Bugün değerli mevkidaşım, Yunanistan Kültür Bakanı Sayın Lina Mendoni ve beraberindeki heyeti misafir ettik. Verimli bir görüşme gerçekleştirdik; değerlendirmelerde bulunduk. Şimdi ise çok güzel bir sanat birlikteliği vesilesiyle buradayız. Devlet Tiyatrolarımız ile Pire Belediye Tiyatrosunun ortak bir proje çerçevesinde sahneye koyduğu Romeo ve Juliet oyununun İstanbul galasını izleyeceğiz” dedi. "Sanatın evrenselliği insanlık için daima ortak bir çatı olmuş; en güzel, en anlamlı birlikteliklere ev sahipliği yapmıştır" diyen Ersoy, sözlerine şöyle devam etti: “Bizler de buna sahip çıkmanın, katkı ve değer sunmanın gayretindeyiz. İnanıyorum ki bu proje sadece bir başlangıç olacak, önümüzdeki dönemlerde sanatın diğer alanlarına da yayılacaktır. Romeo ve Juliet, Shakespeare’in eşsiz kaleminden çıkmış ölümsüz bir klasik. Bizler ise bu eseri, sanatçılarımızın kendi kültürel ve tarihsel geçmişlerinden ilham alarak yeniden yorumladıkları bir temsille sahneye taşıyoruz. Oyundaki aileler kendi aralarında anadillerinde konuşurken bir araya geldiklerinde, bildikleri tek ortak dil olan İngilizce ile iletişim kuracaklar. Bu yaklaşım, farklı dillerin ve kültürlerin etkileşimiyle insan doğasının derinliklerine inerek evrensel duyguları keşfetmeyi amaçlamaktadır. Esere günümüz dünyasından açılan bu çağdaş bakış açısı ve yeni yorum vesilesiyle Türkiye ve Yunanistan’ın köklü kültürel mirasını da bir araya getirmiş ve iki ülke arasında derinleşen kültürel diyaloğu sembolize etmiş olacağız. Provalar 18 Şubat’ta, Yunanistan’da başlamıştı. Yönetmen Lefteris Giovanidis’in rejisiyle sahneye taşınan eser, Türkiye’de sanatseverlerle buluşmasının ardından Mayıs ayında, Atina’da perdelerini açacak ve iki ülkede toplamda 13 temsil gerçekleştirilecek. Ayrıca 17-27 Mayıs 2024 tarihleri arasında, Antalya’da düzenlenecek olan 14’üncü ‘Devlet Tiyatroları Antalya Uluslararası Tiyatro Festivali’nde yer almasını da planlıyoruz. Yine yaz aylarında ve önümüzdeki tiyatro sezonunda Türkiye’nin ve Yunanistan’ın farklı şehirlerinde sahnelenmesi, Avrupa’daki prestijli tiyatro festivallerine katılımı söz konusu olacak. Türkiye ve Yunanistan arasındaki kültürel ilişkilerin geliştirilerek daha ileri boyuta taşınması adına bundan sonra da Yunanistan’ın ilgili kurum ve kuruluşlarıyla eşgüdüm ve iş birliği içerisinde çalışmaktan memnuniyet duyacağımızı ifade etmek isterim. Sayın Bakan’a, Pire Belediye Tiyatrosunun ve Devlet Tiyatrolarımızın çok değerli sanatçılarına ve Sayın Lefteris Giovanidisi’in şahsında, sahne arkasında bu esere emek veren bütün ekibe teşekkür ediyorum. Sanatseverleri bu özgün ve özel temsili izlemeye davet ediyor, hepinize saygılar sunuyorum” dedi. Yunanistan Kültür Bakanı Lina Mendoni ise eserin sahneye konulma sürecinden bahsederek, Türk- Yunan ilişkileri bakımından oyunun İstanbul’da izleyicilerle buluşmasından dolayı mutluluk duyduklarını ifade etti. Romeo ve Juliet’in en güzel aşk hikayesi, aynı zamanda da bir drama olduğunu belirten Mendoni, "Bu oyun bir başlangıç olabilir. İki toplumun kültürel bağlarımızı daha da yüksek hale getirebiliriz. Sadece devlet düzeyinde değil, özel kuruluşlar arasında da ortak projelerin ve ikili işbirliklerinin olduğunu öğrenmekten mutluluk duyuyoruz. Yakın zamanda sizleri Atina’ya 16 Mayıs’ta sahnelenecek oyuna da bekliyorum. Eminim oyun, Atina’da da çok iyi karşılanacak" diye konuştu. Bakan Ersoy ve Mendoni, ortak basın toplantısının ardından AKM Tiyatro Salonu’nda sahne alan "Romeo ve Juliet" oyununu birlikte takip etti.