SAĞLIK - 24 Şubat 2021 Çarşamba 15:11

Sars-CoV-2’yi durduran bileşik bulundu

A
A
A
Sars-CoV-2’yi durduran bileşik bulundu

Covid-19’a karşı ilaç geliştirme çalışmaları kapsamında Türk bilim insanları Sars-CoV-2’yi durduran bileşik buldu.

Covid-19’a karşı ilaç geliştirme çalışmaları kapsamında Türk bilim insanları Sars-CoV-2’yi durduran bileşik buldu. Bileşiğin virüsün çoğalma mekanizmasını bozduğu ve vücudun bağışıklık hücreleri tarafından virüsün fark edilebilmesini kolaylaştırdığı açıklandı.


Korona virüsün ilk çıktığı tarihten itibaren virüsü etkisiz kılacak çalışmalar yürüten Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ömür Baysal, korona virüse karşı ilaç adayı bileşeni bulduklarını açıkladı.



İlaç adayı


Baysal, İstanbul Üniversitesinden Dr. Ragıp Soner Silme, Hacettepe Üniversitesinden Doç. Dr. Çağatay Karaaslan ve Moskova RUDN Üniversitesinden Prof. Dr. Alexander N. Ignatov’un da yer aldığı bu çalışmanın sonuçlarının bir an önce klinik çalışmalarla teyit edilmesi gerektiğini bu bakımdan şu anda ilaç adayı statüsünde olduğu vurgulandı.



Virüsün çoğalma mekanizmasını bozuyor


Prof. Dr. Ömür Baysal, yaptığı araştırmalar sonucu binlerce molekül içerisinden SARS-CoV-2’yi durduran bir bileşik bulduklarını ve bu molekülün adının “N-Acetyl-D-Glucosamine” olduğunu açıkladı. FDA onaylı bu bileşiğin, virüsün çoğalma mekanizmasını bozduğunu ve vücudun bağışıklık hücreleri tarafından virüsün fark edilebilmesini kolaylaştırdığını açıkladı.



Suni zeka yöntemiyle araştırma yapıldı


Prof. Dr. Baysal, çalışmalarında öncelikli olarak virüsün genomunu kapsamlı bir şekilde incelediklerini ve özellikle virüsün diken protein adı verilen ve bulaşmasında önemli bir rol oynayan bölge üzerine yoğunlaşmaya karar verdiklerini belirtti. Bu bölgeyi hedef alan en etkili bileşiği biyoinformatik, genomik araştırma ve suni zeka yöntemlerini kullanarak araştırdıklarını ve en sonunda tespit ettikleri bu bileşiğin virüsün diken protein bölgesine bağlanarak etkisiz hale gelebileceğini ve bağışıklık sistemine virüsü bulma konusunda yardımcı olduğunu tespit ettiklerini söyledi.



Çalışmalar uluslararası bilimsel hakemli dergide yayımlandı


Çalışma sonuçlarını tüm dünyadan bilim insanlarının incelemesi için 2020 Mayıs ayında Preprint olarak yayınladıklarını, dünyanın pek çok yerinden olumlu yanıtlar aldıklarını belirten Baysal, “Çalışmalarımızın sonuçlarını şimdi de tam metin olarak uluslararası bilimsel hakemli bir dergide yayınladık. Talep etseydik yayınlamadan evvel patent başvurusunda bulunabilirdik, ancak bu ilaç adayının tüm insanlığın kullanımına açık olması gerektiğine proje ortaklarımla beraber karar verdik” dedi.



FDA onaylı ve basit bir bileşik


Yapısal olarak basit bir bileşik olması, özellikle üretim maliyetlerinin düşük olması ve FDA onaylı bir bileşik olması itibariyle bu ilaç adayının diğer pek çok bileşikten daha etkin olduğunu düşündüklerini belirten Baysal, henüz yayınlamadıkları bazı sonuçların kendilerini desteklediğini, bu ilaç adayı bileşiğin üretimi ve klinik çalışmaları konusunda her türlü işbirliğine açık olduklarını belirtti.


Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ömür Baysal, “Biz çalışmalarımıza Korona virüsün ilk pandemik olarak sorun yapmaya başladığı dönem başladık. Akabinde bu çalışmalar ile ilgili şu anda veri tabanlarında olan genomik sekans verilerinin tamamı üzerinde genomik analizler yaparak, daha sonra bunların biyoinformatik temelli bir takım teknikler ve teknoloji kullanarak çalışmalarımız devam etti. Arkasından bunların üzerinde yaptığımız çalışmalar neticesinde protein sekans verileri ile de çalışmalarımızı devam ettirdik. Şu anda bu Korona virüsün önemli olan proteinlerinin üzerine etkileşim yapabilen, tutunabilin bir bileşiğin suni zeka yöntemi ile veri tabanlarını tarayarak tespit ettik. Bu bileşiğin ‘N-Acetyl-D-Glucosamine’ adlı bir bileşik. Bu bileşiğin ileri zaman içeresinde klinik deneylerinin yapılması, tıbbi alanda çalışan araştırmacı arkadaşlarımızla işbirliği içerisinde devam edecek. Bu ‘N-Acetyl-D-Glucosamine’ tespit ettiğimiz dönem içerisinde akabinde çalışmalar hala devam ediyor. Yine aynı similasyonlarımızı antikor ile olan etkileşimleri boyutunda da araştırmalarımızı devam ettirmekteyiz. Mayıs ayında ilk datamızı uluslararası olarak açtık. Her türlü bilimsel ortamda değerlendirilmesi, eleştirileri değerlendirmek üzere. Devamında uluslararası bilimsel hakemli dergide bir iki gün önce basımı yapıldı. Uluslararası herkesin takdirine sunulmuş durumda. Bundan sonraki süreçte artık bu molekül FDA onaylı bir molekül olduğu için yani şu ana kadar denenen birtakım moleküllere kıyasla insan üzerinde bundan sonra yapılacak olan çalışmalarla daha hızlı yol alınabileceği kanaatindeyiz. Çünkü FDA onaylı bir bileşiğin insan vücudundaki olumlu ve ya olumsuz etkileri net olarak ortaya konulduğu için bundan sonrası çalışmaları klinik temelli diğer araştırmacılar ile devam ettirmek amacındayız. Bun konuda her türlü işbirliğine hazırım. Bu çalışmaları tek başıma yapmadım. Bu konuda işbirliği yapan gönül veren İstanbul Üniversitesinden Dr. Ragıp Soner Silme, Hacettepe Üniversitesinden Doç. Dr. Çağatay Karaaslan ve Moskova RUDN Üniversitesinden Prof. Dr. Alexander N. Ignatov da benimle birlikte bu çalışmaya gönül verdi. Bu bir ortak çalışmanın ürünü. Bu çalışmanın hem memleketimize,. Hem de dünyaya hayırlı olmasını temenni ediyorum” dedi.

Bunlar Da İlginizi Çekebilir
Samsun ’Göğüs büyüklüğü bazı sağlık problemlerine yol açabilir’ Göğüslerin büyük olmasının bireye etkilerinden bahseden Plastik Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Uzmanı Opr. Dr. Kağan Bekircan, “Göğüs büyüklüğü genellikle hastalarımızda boyun ağrısı, boyunda düzleşme, göğüs altlarında pişik, sütyen bağlarının omuzlarda çukurluk yapması gibi şikâyetlere neden olmaktadır. Özellikle bu grup hastalarımıza göğüs küçültme ameliyatını önermekteyiz” dedi. Liv Hospital Samsun Plastik Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Kliniği’nden Opr. Dr. Kağan Bekircan, meme estetiği hakkında bilgilendirmelerde bulundu. “Meme estetiği öncesi her hastada tarama yapıyoruz” Kadında vücut estetik görseli oluşturan yapılardan birinin göğüslerinin olduğunu dile getiren Opr. Dr. Bekircan, “Özellikle kadınlarda özgüven yokluğuna neden olmaktadır ve bu durum sosyal hayatlarına yansımaktadır. Göğüslerin çeşitli estetik bozuklukları mevcuttur ve bunlar estetik ameliyatlar ile çözülebilmektedir. Göğüs yapısının büyüklüğü, küçüklüğü veya sarkmasına yönelik estetik cerrahiler günümüzde sıkça yapılmaktadır. Göğüs ameliyatlarından önce her hastalarımıza meme taraması yapıyoruz. Estetik ameliyatından önce memede herhangi bir kitle olup olmadığını yaptığımız görüntüleme yöntemleri ile tarıyoruz. Kitle olması durumunda ilgili bölüme yönlendiriyoruz” diye konuştu. “Göğüs büyüklüğünü problemlere neden olabilir” Göğüslerin büyük olmasının bireye etkilerine dikkat çeken Opr. Dr. Bekircan, “Göğüs büyüklüğü genellikle hastalarımızda boyun ağrısı, boyunda düzleşme, göğüs altlarında pişik, sütyen bağlarının omuzlarda çukurluk yapması gibi şikâyetlere neden olmaktadır. Özellikle bu grup hastalarımıza göğüs küçültme ameliyatını önermekteyiz. Bu ameliyattan önce hastamıza detaylı çizimler ile ameliyat planı yapmaktayız ve fazla olan cilt ve meme dokusunu çıkarmaktayız. Ameliyattan sonra göğsün altından başlayıp yukarı uzanan ters T şeklinde bir ameliyat izi kalabilmektedir. Bu iz başta kırmızı renkte olur ve ameliyattan sonra altıncı aya doğru solarak ince çizgi haline dönmektedir. Bu izin azalması için çeşitli iz giderici tedavileri hastalarımıza öneriyoruz” dedi. “Göğsün küçük ya da büyük olması genetik olabilir” Göğüslerde küçüklük olması veya göğüslerin hiç büyümemesinin, genetik ve çeşitli hormonal dengesizlik durumlarına bağlı gelişebildiğini söyleyen Opr. Dr. Bekircan, şu bilgileri paylaştı: “Bu hastalarımızın göğüs hacmini kazandırmak için göğüs protezi önermekteyiz. Çeşitli şekillerde, hacimlerde ve yüksekliklerde protezle bulunmaktadır. Hastanın göğüs yapısına ve isteğine göre bu protezlerden en uygun olanını seçiyoruz. Bu ameliyatta göğüs altında yapılan kısa bir kesi yardımıyla girilerek uygun olan göğüs protezini yerleştiriyoruz. Bu ameliyatta yaptığımız iz kısa ve göğüs altındaki katlantıda gizleneceğinden dolayı belirgin bir iz kalmamaktadır. Bu iz ilk altı ay kırmızı renkte olup sonrasında solarak normal cilt rengine dönmektedir. Protezler ömür boyu kullanılabilmektedir ve değişmesi gerekmemektedir. Göğüs büyütme ameliyatından sonra gebelik durumunda hasta emzirebilmektedir. Bu ameliyatla süt gelmesinde azalma görülmemektedir.” “Gebelik sonrasında göğüs sarkması olabilir” Göğüslerde sarkmanın genellikle kilo verme ve gebelik sonrasında oluşabildiğini söyleyen Opr. Dr. Bekircan, “Göğüs ucunun göğüs katlantı hattından aşağıda olması olarak tariflenebilir. Bu durumdan şikâyeti olan hastalarımıza yeterli dokusu olması durumunda meme dikleştirme ameliyatını önermekteyiz. Meme dokusu yetersiz olan hastalarımızda protez ile birlikte meme dikleştirme ameliyatını önermekteyiz. Bu ameliyatta meme küçültme ameliyatından daha kısa olan ters T şeklinde bir iz kalabilmektedir. Bu iz ameliyattan sonraki altıncı aya doğru solarak normal cilt rengine yaklaşmaktadır. Bu ameliyattan sonra gebelik durumunda hasta emzirmesi durumunda süt gelmesinde azalma olabilmektedir” diye konuştu. “Ameliyat sonrası 2 gün misafir ediyoruz” Ameliyat sonrası dikkat edilmesi gerekenlere değinen Opr. Dr. Bekircan, “Göğüs ameliyatlarından sonra hastalarımızı ortalama olarak 2 gün kadar hastanemizde misafir etmekteyiz. Hastalarımıza taburculuk sonrasında 2 aya kadar korse dediğimiz ayarlanabilir sütyen kullanmasını öneriyoruz. Bu süre zarfında hastamızın ağır işlerden kaçınmasını öneriyoruz. Hastalarımız gündelik hayatlarına bir hafta içerisinde dönebilmektedirler. Bu ameliyatlar ile hastalarımıza daha estetik ve doğal bir görünüm kazandırmaktayız. Bununla birlikte hastalarımızın özgüvenleri artmaktadır ve bu durumda hastalarımızın sosyal hayatına yansımaktadır” ifadelerini kullandı.
Antalya ’Plastik ajanlar’ sağlığı tehdit ediyor TEMD Genel Sekreteri Prof. Dr. Melek Eda Ertörer, insan hayatının her aşamasında olan plastik ürünlerin, çeşitli hastalıklara yol açtığına dikkat çekti. Ertörer, "Alınabilecek en iyi önlemlerden biri, iç mekan havalandırmasının çok iyi yapılması ve plastik kaplarda ısıya maruz kalmış gıdaları asla tüketmemek. Gebelerin çok fazla güneş kremi kullanmaması gerekiyor" dedi. Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Derneği (TEMD) Genel Sekreteri Prof. Dr. Melek Eda Ertörer, Antalya’da katıldığı 45. Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Kongresi’nde, "Endokrin Bozucular ve Sağlığımız" başlıklı sunumunda, plastik ajanların sağlığı tehdit ettiğine dair açıklamalarda bulundu. "Birden fazla endokrin bozucu ajana, kümülatif etkilerine maruz kalabiliyoruz" Prof. Dr. Melek Eda Ertörer, endokrin bozucuları, üreme ve gelişimsel süreçlerin dengesi için gerekli hormonların; sentezi, salgısı, dolaşımı, metabolizması, duyarga bağlanma fonksiyonu ve yıkımı ile etkileşime geçen dış maddeler olarak ifade etti. Ertörer, "Plastik ajanlar, günlük hayatımızın her alanına girmiş, endüstrileşmenin getirdiği bir takım dış maddeler. Bu ajanların içinde, ftalat gibi endokrin bozucu olarak adlandırılan, endokrin sistemin üzerinde üreme ve gelişimsel süreçleri olumsuz etkileyen maddeler var. Bu ajanlar, kısırlık, mükerrer düşüşler, meme ve rahim kanseri, erkekte prostat kanseri, diyabet, obezite, astım gibi olumsuzlara sebep olabiliyor, çocuklarda ise dikkat eksikliği sendromuna neden olabiliyor. Çevreye karıştığı takdirde, bu ajanların etkileri 10 yıllarca besin zincirine girerek, nesilden nesile aktarılıyor ve nefes yolunda birikiyor. Ağız, cilt ve solunum yoluyla alınabiliyor. Biz aynı anda birden fazla endokrin bozucu ajana, kümülatif etkilerine maruz kalabiliyoruz" diye konuştu. Güzel kokulu deterjanlar endokrin bozucu Prof. Dr. Melek Eda Ertörer, plastik ajanların insanları birçok alanda etkileyebileceğine vurgu yaparak, sık maruz kalınan yerleri açıkladı. Ertörer şöyle konuştu: "Bu ajanlar, plastik şişenin içinde plastiği sertleşmek için kullanılan, iki plastiği birbirine yapıştırmada kullanılan ajanlar. Güneş kremleri ve kozmetiklerin içinde varlar, özellikle koku molekülleri içine entegre olmuş olanlar var. Bu ajanlara nasıl maruz kalınabiliyor? Örneğin; bir plastik içeriği, mikrodalga fırında ısıttığınızda, içeriğine geçiyor. Bir plastik şişede bulunan su, güneşte beklediği zaman, sıvı içeceğine geçebiliyor. Bir oda kokusu sıktınız ya da banyoyu çok iyi bir deterjanla yıkadınız, bu deterjanların içindeki kokularda var. Eğer çok iyi havalandırmazsanız, o ortama maruz kalabilirsiniz. Bu ajanlar, pestisit denilen tarımda verimliliği artırmak için kullanılan ajanlar, endokrin bozucu olarak geçmekte." "Bu konuya kaynak aktarılması gerekiyor" Prof. Dr. Melek Eda Ertörer, son olarak plastik ajanlarla nasıl mücadele edileceğine dair bilgiler de verdi. Hastalıkların önlenmesi için, öncelikle yasa koyucuların harekete geçmesi gerektiğini dile getiren Prof. Dr. Ertörer, konuşmasını şu şekilde sonlandırdı: "Alınabilecek en iyi önlemlerden biri, iç mekan havalandırmasının çok iyi yapılması ve plastik kaplarda ısıya maruz kalmış gıdaları asla tüketmemek. Bebeği soya bazlı mamalarla değil, anne sütüyle beslemek de bir diğer korunma yöntemi. Gebelerin çok fazla güneş kremi kullanmaması gerekiyor. Çok fazla derin su balığı tüketmememiz lazım, çünkü ağır metaller de endokrin bozucu ajanlar olarak sayılmakta. Alınabilecek önlemler basit önlemler ama maliyetli, plastik ucuz ama cam pahalı. Yasa koyucuların bu konuda çok akıllıca davranması, dünyada bu konuya çok mesai harcayan bağımsız uluslararası kuruluşlarla beraber çalışılması gerekiyor. Bu konuya, kaynak aktarılması gerekiyor. Endüstriyel atıkların, çevreye karışma sürecinde evrensel olarak uygulanan kuralların, hayata geçmesinin sağlanması gerekiyor."