POLİTİKA - 21 Mart 2012 Çarşamba 13:20

DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIОI YURT DIŞI HİZMETLERİ KONFERANSI

A
A
A
DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIОI YURT DIŞI HİZMETLERİ KONFERANSI

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Ortadoğu`da çıkarılmaya çalışılan mezhep çatışmalarına izin vermeyeceklerini belirterek, "Afganistan`da düşen helikopterde şehit olan askerler Mevlana`nın şehri Belh`i korumak için; yani tarihsel mirasımızdan dolayı oradaydılar" dedi.
Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından Sakarya`nın Sapanca ilçesinde düzenlenen Yurtdışı Hizmetleri Konferansı`nın 3. gününe Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu konuşmacı olarak katıldı. Diyanet İşleri Başkanlığının yurtdışında görev yapan ateşelerine seslenen Davutoğlu, Ortadoğu`da yaşanan gelişmelere değindi.
DIŞ POLİTİKADA VİZYON DEĞžİŞTİRDİK
1984 yılında Fukiyama`nın Tarihin Sonu makalesi yazıldığında kendisinin de bir makale kaleme aldığını hatırlatan Davutoğlu, şunları söyledi: "Daha sonra bunu kitaplaştırdım. Tarihin sonu gelmemiştir ve daha hızlı bir büyük bir medeniyet dönüşümüdür. Modernite ve ayağa kalkan otantik unsurlar büyük bir medeniyet dönüşümü gerçekleştirecektir demiştim.Böyle iddialı bir tezin haddini bilmemesi mi diyelim; Rabbim bize bu tarihi ivmeyi anlamayı ve sahip olduğumuz değerleri savunma imkanı sundu. 2011 de sadece
Ortadoğu`da yaşanan devrim son 50 yılda yaşananlardan fazla. Ulus devletlerin yeniden yapılanması süreci ile karşı karşıyayız. Bu dönemde Türkiye gibi bir ülkenin sorumluluğunu üstlenmek hepimiz için büyük imtihan. Bütün kurumlarımızla bunun imtihanını veriyoruz."
Son 9 yıl içinde dış politikada bir vizyon ve strateji yenilenmesi için çaba sarf ettiklerini belirten Davutoğlu, şöyle konuştu: "Statik bir dünyada geliştirilen dış politika ile, hemen her gün yeni koalisyonların oluştuğu dinamik bir konjonktürde dış politika geliştiremezdik. Soğuk savaş döneminde komşularımızın NATO karşıtı ya da değil diye adlandırıldığı bir dönemin anlayışı ile kalamazdık. Bu zihniyet değişimi önemli ölçüde gerçekleştirildi. Diplomatlarımızla eski dönemleri karşılaştırdığımızda
görüyoruz ki aşağılık kompleksini aştık."
Türkiye`nin yapılamazlara inanmaya başladığını söyleyen Davutoğlu, şunları söyledi: "BM Güvenlik Konseyine ilk müracaatı yaptığımızda yaşanan tartışmaları hatırlıyorum. Ancak, sadece 5 yıl sonra 2009`da BM Güvenlik Konseyine 153 gibi rekor oyla girdik. Bekleyelim diyenleri dinleseydik hâla bekliyor olacaktık. Şimdi dünyanın bir köşesinde bir olay olsa Türkiye neden müdahale etmedi diye soruluyor. Yeni bir vizyon gerekiyor daha önceki dönemlerde krize dayalı dış politika anlayışını vizyona dayalı hale
getirdik. Şimdi nasıl bir Ortadoğu tahayyül ettiğimizi dünyaya anlatıyoruz. Sadece krizlere tepki veren bir ülke değiliz. Soğuk savaş döneminde kendini korumaya çalışan bir ülke varken, şimdi nasıl bir Ortadoğu istediğimizi anlatıyoruz."
Türkiye`nin vizyonuna bölgede ihtiyaç olduğunu anlatan Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü: "Son 20 yılda 2 büyük deprem yaşadık. Birinci büyük deprem soğuk savaş sonrası Sovyetlerin dağılması ile başladı. Bosna`dan Çin`e kadar olan havzada birçok devlet ortaya çıktı. Bu büyük depremi en çok Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu hissetti. Türkiye Cumhuriyetini bu deprem silkeleyerek hazırladı. Bosna`da büyük bir travma yaşadık. Ama orada yaşananlarla yüreğimizde bir titreme hissettik. Ben o dönem
Malezya`daydım. Sabah akşam Bosna`yı düşünüyordum. Bu büyük depremdi. Diyanet İşleri Başkanlığının karşı karşıya kaldığı ve Balkanlar`da gayet başarılı şekilde yönettiği o süreç o zaman başladı."
11 EYLÜL İLE MÜSLÜMANLAR TERÖRİST OLARAK NİTELENDİRİLMEYE BAŞLANDI
Davutoğlu, 11 Eylül saldırılarının ardından Müslümanların terörist olarak nitelendirilmeye başlandığını belirterek sözlerine şöyle devam etti: "2. büyük deprem ise 11 Eylül oldu. İslam dini ile algıların olumsuz şekilde yeniden şekillendiği, İslam dünyasının risk ve Müslümanların terörist olarak nitelendirildiği bir deprem oldu. Bu dönemden sonra Müslümanlar potansiyel risk olarak görülmeye başladı ve bu bize bir meydan okuma fırsatı oluşturdu. 2011`de bölgede büyük deprem daha yaşadık. Ortadoğu`da
siyasi deprem dünyada ise ekonomik deprem. En fazla etkilenen coğrafya ise komşularımız oldu. Bizim fırsatları değerlendirerek depremin artçı şoklarını nasıl atlatacağımızı anlamamız lazım. Biz Dışişleri Bakanlığı olarak çalışmalar yapıyoruz."
Diyanet İşleri Başkanlığından dış politika konusunda beklentileri olduğunu anlatan Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü: "Görev yaptığınız ülkelerde; özellikle insanlara kader birliğimizi anlatın. Afganistan`da düşen helikopterde 12 askerimiz şehit oldu. Orada ki şehitlerimiz Hazreti Mevlana`nın Belh`teki şehrini korumak için oradaydı. Kader birliğimizden dolayı orada şehit oldular. Bu son derece önemlidir."
NEO NAZİ CİNAYETLERİ
Davutoğlu, Almanya`da yaşanan ırıkçı cinayetler hakkında da açıklamalarda bulundu. "Türkiye`den göç eden vatandaşlarımız orada 4. kuşağı yaşıyor" diyen Davutoğlu, bu vatandaşlarımızın bulundukları yerlerde dinlerini, dillerini korumaya çalıştığını söyledi.
Bu vatandaşlarımızın hassasiyeti ilk gidişlerinde rızklarını temin etmek kadar nerede Cuma namazını kılacağım sorusunu sormalarında saklı olduğunu anlatan Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü: "Avrupa`nın camilerle donatılması bu inançla oldu. Ancak değişen nesillerle birlikte yaşadığımız bu tecrübeler yeniden yorumlanması gereken bir tecrübe haline geldi. Aralık ayında 2000-2006 arasında Almanya`da katledilen 8 vatandaş ile ilgili birçok gerçek ortaya çıktı. Aralık ayında Almanya`da o vatandamsa Türkiye
neden müdahale etmşlarla yüz yüze konuştum. Durumlarını anlamaya çalıştım. Hangi psikolojide bu cinayetler ile yüzleştiler anlamaya çalıştım. Bizim oradaki insanlarımızın bile bu vatandaşlarımıza sahip çıkmadığını gördüm. Oğlu vefat eden ilk vatandaş beni etkiledi. Oğlu kucağında can verirken; oğlunun katili olarak muhatap kılınmış ve günlerce sorulara tabi tutulmuştu. Ben bunun istisnai olduğunu düşündüm. Ancak hepsinin aynı muameleye tabi tutulduğunu gördüm. Bir başka ailemizde ise kızın ve annenin DNA
testini 15 kere almışlar. Anneyi kocasını, kızı ise babasını öldürmekten uzun süre sorgulamışlar. O kız şunu diyordu; `daha ben ne yapabilirim. En iyi Alman okullarında okuyorum. Almanlardan daha iyi Almanca konuşuyorum. Entegrasyon için ne yapabilirim` diyordu."
Alman İçişleri Bakanı ile görüştüğünde bunları anlattığını anlatan Davutoğlu, şunları söyledi: "Beni üzen sadece bu soruşturmaların geç kalması değil izlenen yöntem. Alman polisi, bir kızın babasını öldürebileceğini düşünüyor ancak bunun ırkçı terör olduğunu düşünemiyor. Bu çok acı."
İSLAMİFOBİA ANTİSEMİTİZM GİBİ İNSANLIK SUÇUDUR
Terörü dinle kıyaslamadıklarını ifade eden Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü: "Bu terörü biz bir dinle kıyaslamadık. Yan yana koymadık. Fakat 11 Eylül sonrası İslam terörü denmeye başlandı. Bakın İslam ile terörü yan yana koyamazsınız. Bu algıyı tamamen değiştirmeliyiz. Bugün vatandaşlarımızın orada hem kimliklerini muhafaza, hem de bu algı ile karşı karşıya kalma sorunu var. Geleneğimizi sürdürmek isteyen vatandaşların yanında olmak bizim için son derece önemli. Göçlerle ilgili sorumluluklar sadece
vatandaşlarımızla ilgili değil. Boşnaklar, Arnavutlar gibi vatandaşların Avrupa ve ABD`deki mevcudiyetine baktığımızda onların da bizden hizmet beklediğini görüyoruz. Bu konuda ayrım yapmadan onların yanında olmalıyız. Madem Avrupa`da ırkçılık ve İslamifobia var. Bu tehdite maruz kalan tüm Müslümanların birlikte çalışması lazım. Fransa`da Yahudi cinayeti olduğunda Yahudiler hemen bir araya geldi. Bakın antisemitizm gibi, İslamifobia da bir insanlık suçudur."
TÜRKİYE`NİN GÖNÜL COОRAFYASI
Türkiye`nin bir siyasi coğrafyası bir de gönül coğrafyası olduğunu dile getiren Davutoğlu, sözlerine şöyle devam etti: "Kaderini bizim kaderimiz ile bütünleştirmiş; geleceğini bizle aynı gören coğrafya. İşte ilk deprem olan 1991 yılında bu coğrafyanın farkına vardık ve yeniden keşfettik. Biz bu coğrafya ile ortak acılar yaşadık. Şimdi bu coğrafya yeniden ayağa kalkıyor ve merkez konumunda olan ülke Türkiye. Stratejik Derinlik kitabından sonra yazmayı planladığım kitabımın adı Merkez Ülke idi. Ancak,
çeşitli sebeplerle başlayamadım. Türkiye herkesin referans gördüğü ülkedir. Gönül coğrafyamızda yaşayan insanlarımız bu ülkeye acziyet yakıştıramıyor. Onun için bizim güçlü olmamız lazım. Bizim için Somali ya da Afrika bir strateji değil. Bizim orada bulunmamızın tek sebebi gönül coğrafyamızdır. Afganistan, Bosna ve Somali. Bizim bu gönül coğrafyamız son derece önemlidir."
Diyanet İşleri Başkanlığından beklentilerinde gönül coğrafyamızda dini kurumların ye a Türkiye neden müdahale etmniden ihyası konusunda aktif görev alması olduğunu anlatan Davutoğlu, "Gönül coğrafyamızdaki dini kurumların üzerinden Marksist bir rejim geçtiği için büyük bir tasfiye süreci geçirmişler. Şimdi bu dini kurumların inşa ve ihya edilmesi için Diyanet İşleri Başkanlığı öncü olacaktır. Bunların muhafazası bizim için siyasi olarak elzemdir" dedi.
ORTADOОU`DA MEZHEP KÖKENLİ ÇATIŞMA
Ortadoğu`da mezhep kökenli bir çatışmaya izin vermeyeceklerinin altını çizen Davutoğlu, şöyle konuştu: "Mezhep çatışmasına kesinlikle müsaade etmeyeceğiz. Suriye bağlamındaki gelişmelerde Hıristiyanların burada mağdur olacakları gündeme geliyor. Bunu tekrar vurgulayacağım. Bizim için Suriye söz konusu olduğunda ister Sünni, ister Müslüman; Hıristiyan olsun tüm Suriyeliler bizim komşumuzdur. Müslümanlarla Hıristiyanlar arasında çıkarılmaya çalışılan gerilimleri engellemek için elimizden geleni yapmaya
hazırız. Bizim Müslümanlar arası çatışmanın hızlandığı kuşakta barış için çalışmalar yapmamız gerek."
BM REFORM SÜRECİNDE ETKİN ROL OYNUYORUZ
Dünyada uluslararası siyasetin bir dönüşüm içinde olduğunu dile getiren Davutoğlu, sözlerini şöyle tamamladı: "Halen 2. Dünya Savaşı dönemindeki sistemle devam eden BM Güvenlik Konseyinin bu halde devam etmesi imkansız. Örneğin Suriye`deki gelişmelerin bedelini biz ödüyoruz, Arap Dünyası ödüyor. Ama BM Güvenlik Konseyi`ne daimi üyeler burada veto yetkisine sahip. Bu sürdürülebilir bir şey değil. G-8 gibi bir yapı dünyayı idare edemez hale gelince G-20 gündeme geldi. Dünya artık o kadar entegre bir hale
geldi ki; tüm ülkelerin bir araya gelmediği topluluklarla dünyaya yön vermek mümkün değil. BM reform sürecinde etkin rol oynuyoruz. Onun için G-20 en aktif ülkelerden biriyiz. Yeni bir siyasi düzen ve kültürel değişimin içindeyiz."
Bunlar Da İlginizi Çekebilir
Kocaeli Hekimsen’den "sağlık harcamaları" ve "muayene süreleri" açıklaması Hekimsen Genel Başkanı Uzm. Dr. Adil Kurban, Türkiye’deki sağlık harcamalarının ve tetkik sayılarının yüksekliğinin, hekimlere tanınan muayene sürelerinin yetersizliğinden kaynaklandığını söyledi. Hekimsen Genel Başkanı Kurban, Aile Hekimliği Yönetmeliği, muayene süreleri ve sağlık çalışanlarının sorunlarına ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Dr. Adil Kurban, Türkiye’de antibiyotik ve ilaç yazılma oranlarının sanılanın aksine yüksek olmadığını belirterek, "OECD verilerine göre Türkiye, ilaç kullanımında en düşük orana sahip ülkelerden biridir. Amerika ile bizi kıyas etmeyin. Amerika’da sağlık sistemi yok, kişiler kendi ilaçlarını kendileri alıyorlar. Bunlar kayıt altına tam zorlukla alınabilir. Satılan bir ilaç vardır ama kimin kullandığı, kaç kişinin kullandığı, ne zaman kullanıldığı, bunlarla alakadar doğru bilgi çıkarılamaz çünkü özel bir sağlık sistemi var, tamamen özel. Burada ise öyle bir şey yok, herkes kayıt altındadır" dedi. "Hekim çaresiz sizi tetkik ve tahlile yönlendirmektedir" Sağlık Bakanlığı’nın 2024 yılı sağlık harcamalarını 2,3 trilyon lira olarak açıkladığını hatırlatan Kurban, bu rakamın içinde 17 milyon bilgisayarlı tomografi ve 16 milyon MR çekiminin yer aldığına dikkati çekti. Kurban, sözlerine şöyle devam etti: "Sağlık harcamaları neden bu kadar yüksek ve nasıl azaltılabilir? Çok basit. Bu, hekime bırakılan muayene süresinin yetmezliğinden kaynaklanıyor. Mesela çok basit bir örnek vereceğim. Bir ortopedist hangi bağın hasar gördüğünü ve ameliyat gerektirebileceğini rahatlıkla muayenesinde tespit eder. Ameliyat gerekeceklerden MR isteyecekken, herkesten istemek zorundaysa bilin ki 95 hastadan 90’ından eğer MR isteniyorsa burada bir problem vardır. Çünkü hekime muayene süresi yok demektir. Hekim sizi dinleyemez. Düşünün, giriş çıkış süreniz zaten 5 dakika varsa; dizinizi mi açacaksınız, derdinizi mi anlatacaksınız, hekim sizi muayene mi edecek, tedavi mi verecek? Ne yapacak bir düşünün. Dolayısıyla çaresiz sizi tetkik ve tahlile yönlendirmektedir. Bu şekilde yönlendirmelerde de maalesef özür dilerim ama kim kazanır kim kaybeder lütfen düşünün. Devlet mi kazanır? Hayır. Sadece belirli bir kesim. Kim kaybeder? Hasta sağlığından doktor ise gelirinden kaybeder." "Siyaset üstü bir duruş sergiledik" Kurban, sendika olarak siyaset üstü bir duruş sergilediklerini ve "ALKON" konfederasyonunun kurulmasına öncülük ettiklerini dile getirdi. Emeklilerin maaş artış oranlarıyla ilgili yaptıkları çalışmalara da değinen Kurban, memur emeklilerinin hak kayıplarına dikkati çekerek, "Biz dolap çevirmedik, hiçbir zaman yanlış yapmadık, dik durduk. Bunu takip eden herkes bilir. Bize ne iftiralar atıldı, vazgeçmedik. ALKON adında bir konfederasyonun kurulmasına da vesile olduk" diye konuştu. "İnşallah güzel sonuçlara yol açar, ümitliyiz" Aile Hekimliği Yönetmeliği’ne yönelik eleştirilerine rağmen hükümet kanadından olumlu dönüşler aldıklarını da aktaran Kurban, "Cumartesi günü İstanbul’da düzenlenecek bir toplantıya çağrıldık. Toplantıya çok sayıda aile hekimi de çağrıldı. AK Parti’nin sağlık politikalarından sorumlu önemli bir hocamız başkanlığında aile hekiminin sorunları derlenecek. Bakın bu çok güzel bir şey. İnşallah güzel sonuçlara yol açar, ümitliyiz" şeklinde konuştu. "İnşallah gelecekte tıbbımızı daha ileriler seviyelere götüreceğiz" Ayrıca, cuma günü Ankara’da düzenleyecekleri törenle 5 akademisyene "Bilim Ödülü" vereceklerini de bildiren Kurban, "Şöyle ki Hekimsen camiası artık aynı zamanda şirket, dernek ve kooperatif. Aynı zamanda ALKON bünyesine girmesi nedeniyle bir konfederasyon çatısı altındadır. İşte bu büyük çatının verdiği ikinci ödül olacak. Bu ödüllerden biri GETAT (Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp) alanındaki çalışmalara verilecek. İnşallah gelecekte tıbbımızı daha ileri seviyelere götüreceğiz" ifadelerini kullandı.
Kocaeli Hekimsen’den "sağlık harcamaları" ve "muayene süreleri" açıklaması Hekimsen Genel Başkanı Uzm. Dr. Adil Kurban, Türkiye’deki sağlık harcamalarının ve tetkik sayılarının yüksekliğinin, hekimlere tanınan muayene sürelerinin yetersizliğinden kaynaklandığını söyledi. Hekimsen Genel Başkanı Kurban, Aile Hekimliği Yönetmeliği, muayene süreleri ve sağlık çalışanlarının sorunlarına ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Dr. Adil Kurban, Türkiye’de antibiyotik ve ilaç yazılma oranlarının sanılanın aksine yüksek olmadığını belirterek, "OECD verilerine göre Türkiye, ilaç kullanımında en düşük orana sahip ülkelerden biridir. Amerika ile bizi kıyas etmeyin. Amerika’da sağlık sistemi yok, kişiler kendi ilaçlarını kendileri alıyorlar. Bunlar kayıt altına tam zorlukla alınabilir. Satılan bir ilaç vardır ama kimin kullandığı, kaç kişinin kullandığı, ne zaman kullanıldığı, bunlarla alakadar doğru bilgi çıkarılamaz çünkü özel bir sağlık sistemi var, tamamen özel. Burada ise öyle bir şey yok, herkes kayıt altındadır" dedi. "Hekim çaresiz sizi tetkik ve tahlile yönlendirmektedir" Sağlık Bakanlığı’nın 2024 yılı sağlık harcamalarını 2,3 trilyon lira olarak açıkladığını hatırlatan Kurban, bu rakamın içinde 17 milyon bilgisayarlı tomografi ve 16 milyon MR çekiminin yer aldığına dikkati çekti. Kurban, sözlerine şöyle devam etti: "Sağlık harcamaları neden bu kadar yüksek ve nasıl azaltılabilir? Çok basit. Bu, hekime bırakılan muayene süresinin yetmezliğinden kaynaklanıyor. Mesela çok basit bir örnek vereceğim. Bir ortopedist hangi bağın hasar gördüğünü ve ameliyat gerektirebileceğini rahatlıkla muayenesinde tespit eder. Ameliyat gerekeceklerden MR isteyecekken, herkesten istemek zorundaysa bilin ki 95 hastadan 90’ından eğer MR isteniyorsa burada bir problem vardır. Çünkü hekime muayene süresi yok demektir. Hekim sizi dinleyemez. Düşünün, giriş çıkış süreniz zaten 5 dakika varsa; dizinizi mi açacaksınız, derdinizi mi anlatacaksınız, hekim sizi muayene mi edecek, tedavi mi verecek? Ne yapacak bir düşünün. Dolayısıyla çaresiz sizi tetkik ve tahlile yönlendirmektedir. Bu şekilde yönlendirmelerde de maalesef özür dilerim ama kim kazanır kim kaybeder lütfen düşünün. Devlet mi kazanır? Hayır. Sadece belirli bir kesim. Kim kaybeder? Hasta sağlığından doktor ise gelirinden kaybeder." "Siyaset üstü bir duruş sergiledik" Kurban, sendika olarak siyaset üstü bir duruş sergilediklerini ve "ALKON" konfederasyonunun kurulmasına öncülük ettiklerini dile getirdi. Emeklilerin maaş artış oranlarıyla ilgili yaptıkları çalışmalara da değinen Kurban, memur emeklilerinin hak kayıplarına dikkati çekerek, "Biz dolap çevirmedik, hiçbir zaman yanlış yapmadık, dik durduk. Bunu takip eden herkes bilir. Bize ne iftiralar atıldı, vazgeçmedik. ALKON adında bir konfederasyonun kurulmasına da vesile olduk" diye konuştu. "İnşallah güzel sonuçlara yol açar, ümitliyiz" Aile Hekimliği Yönetmeliği’ne yönelik eleştirilerine rağmen hükümet kanadından olumlu dönüşler aldıklarını da aktaran Kurban, "Cumartesi günü İstanbul’da düzenlenecek bir toplantıya çağrıldık. Toplantıya çok sayıda aile hekimi de çağrıldı. AK Parti’nin sağlık politikalarından sorumlu önemli bir hocamız başkanlığında aile hekiminin sorunları derlenecek. Bakın bu çok güzel bir şey. İnşallah güzel sonuçlara yol açar, ümitliyiz" şeklinde konuştu. "İnşallah gelecekte tıbbımızı daha ileriler seviyelere götüreceğiz" Ayrıca, cuma günü Ankara’da düzenleyecekleri törenle 5 akademisyene "Bilim Ödülü" vereceklerini de bildiren Kurban, "Şöyle ki Hekimsen camiası artık aynı zamanda şirket, dernek ve kooperatif. Aynı zamanda ALKON bünyesine girmesi nedeniyle bir konfederasyon çatısı altındadır. İşte bu büyük çatının verdiği ikinci ödül olacak. Bu ödüllerden biri GETAT (Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp) alanındaki çalışmalara verilecek. İnşallah gelecekte tıbbımızı daha ileri seviyelere götüreceğiz" ifadelerini kullandı.
Ankara Cumhurbaşkanı Erdoğan: "Yerli ve milli olan kültür değerlerimizi evrensel bir perspektifle harmanlamalı, yeniden üretmeli ve yeniden inşa etmeliyiz" ANKARA(İHA) Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, " Hakkı haykırmayı şiar edinmiş bir ülke ve yönetim olarak Filistin halkının yanında eğilmeden, bükülmeden dimdik duruyoruz." dedi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Beştepe Millet Kongre ve Kültür Merkezi’nde gerçekleştirilen Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri töreninde konuştu. Cumhurbaşkanı Erdoğan,"Kültür ve sanat dünyamızın kıymetli mensupları, saygıdeğer misafirler, hanımefendiler, sizlere en kalbi duygularımla, hürmetle, muhabbetle selamlıyorum. Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödüllerini tevdi edeceğimiz bu anlamlı törende sizlerle bir arada olmaktan büyük bir bahtiyarlık duyuyorum. Cumhurbaşkanlığı Külliyemize, Milletin Evine, bu gazi Mekana hepiniz hoş geldiniz, şeref verdiniz" dedi. Erdoğan, konuşmasında töreni yurt içi ve yurt dışından takip edenlere de selam göndererek," Sizlerin vasıtasıyla ülkemizin ve dünyanın farklı yerlerinde bizleri takip eden kardeşlerimize buradan selamlarımı, sevgilerimi iletiyorum. Az sonra ödüllerini takdim edeceğimiz ilim, kültür ve sanat erbabımızı ayrı ayrı tebrik ediyorum. Biraz evvel ödül sahiplerimizle ilgili hazırlanan biyografi filmini hep beraber izledik. Zihinlerinde oluşan nüveleri kalplerinin süzgecinden geçirerek ülkemize ve dünyaya çok kıymetli eserler kazandıran ödül sahiplerimize şahsım ve milletim adına teşekkür ediyorum" ifadelerini kullandı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, ödül sürecinde görev alan seçici kurul üyelerine de teşekkür ederek, " Aynı şekilde çok titiz ve hassas bir değerlendirme süreci sonunda ödüle layık görülen isimleri tespit eden seçici kurul üyelerimizi de kutluyorum. Sözlerimin hemen başında kısa süre önce ebediyete uğurladığımız kültür sanat ödülleri sahibi iki ismi burada özellikle anmak istiyorum. 28 Eylül’de vefat eden şair Yavuz Bülent Bakiler ile Neyzenlerin Kutbu Niyazi Sayın’ı hürmetle iade ediyor. Cenab-ı Allah’tan rahmet diliyorum. Ülke ve millet olarak gerçekten de kendilerine çok şey borçlu olduğumuz bu iki değerimizi unutmayacak her zaman şükranla hatırlayacağız" diye konuştu. Konuşmasının başında kısa süre önce vefat eden iki önemli kültür ve sanat insanını anan Erdoğan, "Kayıplarımız sebebiyle bir yanımız yaprak döküyor olsa da diğer yanımız hamdolsun çiçek açmaya, şıvga vermeye, boy atmaya devam ediyor. İşte bu yılki bilim ve kültür ödülümüzü Prof. Dr. Süleyman Seyfi Öğün’e takdim ediyoruz. Süleyman Seyfi Öğün Hocamız kütüphanesiyle dışarıda gürül gürül akan dünya arasındaki irtibatı kesmeyen nadir akademisyenlerimizden biridir. Hocamızın siyaset, ekonomi, felsefe, toplum ve kültürde meydana gelen değişimlere farklı açılardan mercek tutan çalışmaları hem kapsamlı hem de derinlikli bir yapı arz ediyor. Onun eserlerine baktığımızda düşünce geleneğimizin bugüne kadarki seren camını da görebiliyoruz. Hocamızı tebrik ediyor, daha nice çalışmayla ilim ve fikir müktesebatımıza önemli katkılar yapmasını temenni ediyorum" ifadelerini kullandı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu yıl resim ödülünün ressam Yalçın Gökçebağ’a verildiğini belirterek, yarım asrı aşan sanat yolculuğunda Anadolu’yu resme, resmi de Anadolu’ya taşıyan Gökçebağ’ın Türk resminde müstesna bir yere sahip olduğunu vurguladı. Bu seneki resim ödülümüzün sahibi kıymetli ressam Yalçın Gökçebağ Beyefendidir. Yarım asırlık sanat yolculuğunda Anadolu’yu resme, resmi de Anadolu’ya taşıyan Yalçın Gökçebağ Cumhuriyetimizin ilk kuşak ressamlarından devraldığı hazineyi yeni bir seziş ve bakış açısıyla tuvale döküyor" dedi. Gökçebağ’ın, Cumhuriyet’in ilk kuşak ressamlarından devraldığı mirası yeni bir seziş ve bakış açısıyla tuvale aktardığını ifade eden Erdoğan Renkleri adeta şiire dönüştürdüğü tablolarında bu toprakların sesi duyuluyor. Çizgilerinde insanın ve tabiatın güzellikleri okunuyor. Özgün, canlı ve masalları andıran eserleriyle Türk resminde önemli bir yer tutan Yalçın Gökçebağ’ı tüm kalbimle kutluyorum" ifadelerini kullandı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, müzik ödülünün ise Prof. Dr. Yalçın Tura’ya tevcih edildiğini belirterek, Tura’nın Türk müziğinin yaşayan duayenlerinden biri olduğunu söyledi. Erdoğan, hafızalara kazınan çok sayıda film ve dizinin müziklerine imza atan Tura’nın, hem müzik bilimine hem de Türk müzik teorisine önemli katkılar sunduğunu ifade etti. Prof. Dr. Yalçın Tura’nın, İstanbul Teknik Üniversitesi’nde Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı Müzik Bölümü’nü kurarak ülkeye seçkin bir eğitim yuvası kazandırdığını hatırlatan Erdoğan, "Hem akademik çalışmaları hem de gönüllerimizde taht kuran beste ve güfteleriyle Türk müziğine hediye ettiği tüm değerler için kendisine teşekkür ediyorum" diye konuştu. Cumhurbaşkanı Erdoğan, arkeoloji ödülünün Prof. Dr. Fahri Işık’a takdim edildiğini belirterek, Işık’ın Türkiye ve dünya arkeolojisine önemli katkılar sunduğunu vurguladı. Malatya’nın yetiştirdiği seçkin bir bilim insanı olan Prof. Dr. Fahri Işık’ın, kazı biliminde uzun yıllar doğru kabul edilen pek çok yanlışı ortaya koyduğunu ifade eden Erdoğan, "Kitapları, makaleleri ve araştırmalarıyla Anadolu’nun binlerce yıllık zengin tarihine ışık tutmuştur" dedi. Prof. Dr. Işık’ın, kazı bölgelerinde kimi zaman çadırlarda kimi zaman köy evlerinde kalarak büyük bir özveriyle çalışmalarını sürdürdüğünü belirten Erdoğan, Patara başta olmak üzere birçok antik kentte nadide eserlerin gün yüzüne çıkarılmasına öncülük ettiğini söyledi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türk arkeolojisine sağladığı katkılar dolayısıyla Prof. Dr. Fahri Işık’ı tebrik ederek, "Kazı biliminde paradigma değiştiren çalışmaları dolayısıyla kendisini gönülden kutluyorum" diye konuştu. Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu yılın fotoğraf ödülünün Filistinli gazeteci ve fotoğrafçı Ali Jadallah’a verildiğini kaydetti. Ali Jadallah’ın, iki yılı aşkın süredir devam eden saldırıları fotoğraf kareleriyle tüm dünyaya belgelediğini belirten Erdoğan, Jadallah’ın objektifinin, "gerçekleri medeni denilen dünyanın yüzüne çarptığını" ifade etti. Erdoğan, Filistinli foto muhabirinin aynı zamanda Anadolu Ajansı adına sahada görev yaptığını da hatırlattı. Erdoğan,"Canını hiçe sayıp hakikatin deklanşörüne basarak Gazze’deki zulmü fotoğraflarla belgeleyen Ali Jadallah kardeşimi şahsım milletim ve tüm mazlumlar adına tebrik ediyorum. Çektiği fotoğraflar uluslararası kamuoyunda büyük yankı uyandırdı. Güney Afrika’nın İsrail aleyhine Uluslararası Adalet Divanı’nda açtığı davada bu fotoğraflar kanıt olarak sunuldu." dedi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Gazze’de yaşananları dünyaya duyurdukları için hedef alınan basın mensuplarını da anarak, "Sırf Gazze’deki vahşeti görüntüledikleri için İsrail tarafından katledilen, 37’si kadın olmak üzere 283 basın mensubunu burada rahmetle anıyorum" dedi. İsrail’in saldırılarında hayatını kaybeden gazetecilerin onurlu mücadelesini saygıyla selamladığını ifade eden Erdoğan, "İsrail’in acımasızca öldürdüğü gazetecilerin kahramanca mücadelesini bugün bir kez daha saygıyla selamlıyorum" ifadelerini kullandı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, İsrail’in baskı ve engelleme çabalarına rağmen gerçeğin gizlenemeyeceğini vurgulayarak,"Burada şunu da ifade etmek istiyorum, İsrail hükümeti ne kadar susturmaya ve engellemeye çalışırsa çalışsın, vicdanlı yürekler ve hakikatin peşinde koşan gerçek gazeteciler, canları pahasına Filistin’de olan bütün bu olup bitenleri gözler önüne sermeye devam ediyor" değerlendirmesini yaptı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, hakkı haykırmayı şiar edinmiş bir ülke ve yönetim olarak Filistin halkının yanında durmaya devam ettiklerini vurgulayarak, "Biz de Filistin halkının yanında eğilmeden, bükülmeden dimdik duruyoruz" dedi. Gazze’de yaşananlara karşı Türk basınının sergilediği duruşa da dikkat çeken Erdoğan, "Gazze soykırımında TRT ve Anadolu Ajansımız başta olmak üzere Türk basın kuruluşları gerçekten yürekli bir duruş sergilemiştir" ifadelerini kullandı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Gazze’de canice katledilen basın mensuplarının fedakârlıklarının kayıt altına alınması amacıyla önemli bir çalışma yapıldığını belirterek, "Bu kapsamda, geçtiğimiz hafta ‘Gerçeğin Katli: İsrail’in Gazeteciliğe Karşı Savaşı’ isimli bir kitap yayımlanmıştır" diye konuştu. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Gazze’de yaşananların unutulmaması ve adaletin tecellisi için mücadelenin kararlılıkla sürdürüleceğini belirterek, "Gazze’de yaşananların unutulmaması ve adaletin yerini bulması için bundan sonra da her cephede mücadelemizi kararlılıkla sürdüreceğiz" dedi. Konuşmasının devamında kültür ve sanatın insanlık tarihindeki yerine değinen Erdoğan, insanın başlı başına bir sanat eseri olduğunu vurguladı. Erdoğan, "İnsan, eski zamanlardan itibaren yeryüzünde karşılaştığı her nesneyi, her durumu, her ses ve rengi sanatın malzemesi olarak görmüştür" ifadelerini kullandı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, insanlığın kendi içinden çıkardığı dehalar ve sanatçı ruhlar sayesinde büyük bir sanat birikimi oluşturduğunu belirterek, "Bugün mirasçısı olduğumuz kültür ve medeniyet iklimi, büyük sanatçıların inşa ve ibda ettiği müşterek zenginliğimizdir" diye konuştu. Bu zenginliğin aynı zamanda bir devamlılık düşüncesinin sonucu olduğuna dikkat çeken Erdoğan, kültür ve sanatın, insanlığın acılarının, sevinçlerinin ve var olma mücadelesinin dünya hayatındaki en güçlü kanıtlarından biri olduğunu ifade etti. Cumhurbaşkanı Erdoğan, insan var oldukça sanatın da var olacağını vurgulayarak, sanatın kendini yenileyen ve sürekli üreten bir alan olduğuna dikkat çekti. Erdoğan, "İnsan yaşadıkça sanat da yaşayacak, kendisini yenileyecek, yeni ufuklar keşfedecek ve kendini yeniden üretmeye devam edecektir" dedi. Türkçenin güçlü şairlerinden merhum Arif Nihat Asya’ya da atıfta bulunan Erdoğan, Asya’nın sanat anlayışını yansıtan dizelerini hatırlatarak, sanatın dönüştürücü gücünü dile getirdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, söz konusu şiirin adeta bir sanat manifestosu niteliği taşıdığını ifade etti. Cumhurbaşkanı Erdoğan, mimariden musikiye, şiirden resme kadar tüm sanat dallarının özünde insanı, dünyayı ve insanın ötesini anlama çabasının bulunduğunu belirterek, "Sanat, dünyayı daha anlamlı kıldığı için sanattır. Sanat, insana değer kattığı, insanı tekemmül ettirdiği için sanattır. Sanat, bize başka hiçbir şeyin veremeyeceği bir coşkuyu ve duyguyu verdiği için sanattır" diye konuştu. Sanatın ayrıştıran değil birleştiren bir güç olduğunun altını çizen Erdoğan, Türkiye’nin yetiştirdiği büyük sanatçıların ortak bir değer olduğunu vurguladı. Erdoğan, "Türkiye’nin her büyük şairi, her büyük yazarı bizim medarı iftiharımızdır. Dil, kültür, sanat, düşünce ve mimari alanında eser veren münevverlerimizin tamamı bizim için birer kutup yıldızıdır" ifadelerini kullandı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye’nin kültür ve medeniyet birikiminin büyük isimlerle şekillendiğini vurgulayarak, "Nasıl ki Selimiye’siz bir Edirne’yi, Süleymaniye’siz bir İstanbul’u tahayyül edemiyorsak, Mimar Sinan’sız bir Türkiye’yi de düşünemeyiz" dedi. Türk musikisinin de asırlara yayılan büyük ustalarla varlık kazandığını ifade eden Erdoğan, "Itrî, Dede Efendi, Şevki Bey, Saadettin Kaynak, Neşet Ertaş ve daha nice dev isim olmadan Türk müziğini tasavvur edemeyiz" ifadelerini kullandı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türk şiirinin milli kimliğin temel unsurlarından biri olduğuna dikkat çekerek, "Yunus Emre’den Karacaoğlan’a, Fuzuli’den Mehmet Akif’e, Nedim’den Yahya Kemal’e, Nef‘i’den Nazım Hikmet’e, Şeyh Galip’ten Sezai Karakoç’a uzanan büyük bir şiir mirasına sahibiz. Türk şiiri, sadece lisanımızın değil, aynı zamanda millî hissiyatımızın da tapu senedidir" diye konuştu. Cumhurbaşkanı Erdoğan, ilim, kültür ve sanatta sahip olunan köklü mirasın gelecek kuşaklar için taşıdığı öneme dikkat çekerek, "İlim, kültür ve sanatta sahip olduğumuz bu köklü miras, inşallah asırlar boyunca kültür ve sanat birikimimizi beslemeye devam edecektir" dedi. Küreselleşme süreciyle birlikte kültürel tek tipleşmenin tüm dünyayı etkisi altına aldığı bir dönemden geçildiğini ifade eden Erdoğan, her alanda sınırsız tüketimi teşvik eden ve insanı edilgen hâle getiren bu anlayışa karşı uyarılarda bulundu. Cumhurbaşkanı Erdoğan, söz konusu kültürel kuşatmadan çıkış yolunun köklere sahip çıkmaktan geçtiğini vurgulayarak, "Her alanda sınırsız tüketimi teşvik eden, insanı edilgen hale getiren bu cendereden ancak köklerimize tutunarak kurtulabiliriz" diye konuştu. Cumhurbaşkanı Erdoğan, kendi miras ve birikiminden beslenen sanatın, kültürel tek tipleşmeye karşı güçlü bir direnç unsuru olacağını vurgulayarak, "Kendi mirasımızdan ve birikimimizden beslenen sanat, bu tek tipleşme dalgasına karşı tabiri caizse bir dalga kıran işlevi görecektir" dedi. Bu değerlendirmeyi özellikle vurguladığını belirten Erdoğan, günümüzde popüler hâle gelen birçok film, dizi ve müzik eserinin geniş coğrafyalarda oluşturduğu etkiye dikkat çekti. Erdoğan, "Bugün popüler olan pek çok filmin, dizinin ve müzik eserinin coğrafyamızdaki etkisine ve nüfuzuna baktığımızda, sanatın dönüştürücü gücünün nelere kadir olduğunu hepimiz görebiliyoruz" ifadelerini kullandı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, küresel ölçekte yaygınlaşan tek tipleşmenin sanat alanında da ciddi riskler barındırdığına vurgu yaptı. Tüketim alışkanlıkları, yaşam tarzları, yemek kültürü ve giyim kuşamda görülen yeknesaklaşmanın sanat beğenilerini de etkilediğini belirten Erdoğan, bu durumun özgün ve yetkin olanı törpülediğini ifade etti. Cumhurbaşkanı Erdoğan, küresel tüketim düzeninin insanın biricikliğini aşındırdığına işaret ederek, "Yeryüzünde önüne çıkan her şeyi öğüten, herkesi birbirine benzeten küresel tüketim çarkı, insanın biricikliğini yok etmenin yanı sıra bireyin yeteneklerini de aynı tornadan geçirmektedir" değerlendirmesinde bulundu. Neoliberal kültür anlayışıyla ‘trend’ adı altında sürekli değişen yeni kutsalların, insana dair pek çok değeri tahrip ettiğini belirten Erdoğan, yapay zeka ürünlerinin sanat alanındaki etkilerine de dikkat çekti. Erdoğan, "Yapay zeka mahsulü şiirlerin, kitapların, şarkıların, resimlerin ve sinema filmlerinin yüz milyonlara ulaştığı, gerçekle sanal arasındaki farkın büyük ölçüde kaybolduğu bir dönemde, bizi yarın neyin beklediğini tam olarak bilemiyoruz; hiçbirimiz kestiremiyoruz" diye konuştu. Cumhurbaşkanı Erdoğan, milli kimliği, kültürü ve değerleri dışlayan anlayışların kalıcı olamayacağını vurgulayarak, bu tür eğilimlerin yüzeyselliğe mahkum olduğunu ifade etti. Milli kimliği, milli kültürü, değerleri, idealleri, erdemi ve ahlakı dışlayan her trendin derinlikten yoksun kalacağını belirten Erdoğan, "Hiçbir özgünlüğü ve derinliği olmayan, günlük üretilip günlük tüketilen işler ile bu küresel fırtınanın önünde durmamız mümkün değildir" dedi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, küresel kültür savaşlarında güçlü bir duruş için yerli ve millî kültür değerlerinin evrensel bir bakış açısıyla ele alınması gerektiğine dikkat çekerek, "Yerli ve milli olan kültür değerlerimizi evrensel bir perspektifle harmanlamalı, yeniden üretmeli ve yeniden inşa etmeliyiz" diye konuştu. Cumhurbaşkanı Erdoğan, yerli ve milli kültür değerlerinin yeniden inşasının kolay bir süreç olmadığını vurgulayarak, bunun ciddi emek ve gayret gerektirdiğini ifade etti. Bir siyasetçi olarak bu sürecin zorluklarının farkında olduğunu belirten Erdoğan, "Bunun asla kolay olmadığını elbette biliyorum. Ancak bunu yapacak imkâna, birikime ve kapasiteye ziyadesiyle sahibiz" dedi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, toplumun her yaş ve kesimini etkileyen bu kuşatmadan çıkış yolunun yine kültür ve sanat öncülerinden geçeceğine inandığını dile getirerek, "Her yaş ve her kesimden insanımızı etkileyen bu cendereden çıkış yolunu, tarih boyunca olduğu gibi topluma mihmandarlık eden sanatçılarımızın, mütefekkirlerimizin, münevverlerimizin ve kültür-sanat erbabımızın göstereceğine inanıyorum" diye konuştu. Cumhurbaşkanı Erdoğan, konuşmasında kültür ve sanat camiasına açık bir çağrıda bulunarak, bu konuda kendilerinden özel bir istirhamı olduğunu dile getirdi. Bilim, sanat, edebiyat, düşünce ve kültür alanlarında emek veren herkesin ortak bir değer olduğunun altını çizen Erdoğan, "Açıkçası bunu sizlerden istirham ediyorum. Bilim adına, sanat adına, edebiyat adına, düşünce adına, kültür adına taş üstüne taş koyan herkesin, hangi görüşten olursa olsun, her bir insanımızın başımızın üstünde yeri olduğunu burada bir kez daha ifade etmek istiyorum" dedi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, evrensel değerlerle buluşurken yerli ve millî duruşunu muhafaza edebilen bir anlayışın önemine vurgu yaparak, kültür, sanat ve bilim insanlarının desteğiyle bu mücadelenin kararlılıkla sürdürüleceğini ifade etti. Erdoğan, "Evrensele yelken açarken yerli kalabilen, memleketi ve milleti için hayal kurabilen, en sert eleştirileri yaparken dahi yıkmayan kültür, sanat ve bilim insanlarımızın desteğiyle inşallah bu mücadeleyi yürüteceğiz. Rabbim yardımcımız olsun" dedi. Konuşmasının sonunda ödül sahiplerini bir kez daha tebrik eden Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Birazdan kendilerine Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödüllerini tevdi edeceğimiz kıymetli sanatçılarımızı ve bilim insanlarımızı tekrar tebrik ediyorum. Törenimizi teşrif eden siz değerli misafirlerimize ayrı ayrı teşekkür ediyorum" ifadelerini kullandı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, müzik ödülüne layık görülen Prof. Dr. Yalçın Tura’ya ödülünü takdim ederken "92 yaşında böyle bir ödülü almak herkese nasip olmaz diye düşünüyorum" değerlendirmesinde bulundu. Anadolu Ajansı Foto Muhabiri Ali Jadallah’ın ödülünü eşi ve çocuklarına takdim eden Erdoğan, a Jadallah’ın eşi Dua İsavi, Gazze’den çıkışın son derece zor olduğunu belirterek, yalnızca kendisi ve çocuklarına izin verildiğini, eşinin Gazze’de kaldığını söyledi. Anadolu Ajansı’nın süreç boyunca kendilerine büyük destek verdiğini ifade eden Dua İsavi Ali, Türkiye Cumhuriyeti’ne ve Türk halkına teşekkür ederek, "Her zaman yanımızda oldular. Sizlerden bir dileğim var, eşimin de burada olmasını temenni ediyorum" dedi. Cumhurbaşkanı Erdoğan ise," Biz her türlü yola başvuracağız. İnşallah Ali’yi sana da bize de kavuşturacağız" ifadelerini kullandı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Beştepe Millet Kongre ve Kültür Merkezi’nde Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri programı öncesi, ödül alan AA Foto Muhabiri Ali Jadallah’ın ailesini kabul etti.