GENEL - 26 Nisan 2017 Çarşamba 12:40

Ağaç oymacılığından, plastik cerrahlığa

A
A
A
Ağaç oymacılığından, plastik cerrahlığa

Çocukluğunda marangozhanede ağaç oymacılığı işi yaparak hem aile ekonomisine katkıda bulunduğunu hem de ağaçlara şekil verdiğini belirten Estetik ve Plastik Cerrahi Uzmanı Doç.

Çocukluğunda marangozhanede ağaç oymacılığı işi yaparak hem aile ekonomisine katkıda bulunduğunu hem de ağaçlara şekil verdiğini belirten Estetik ve Plastik Cerrahi Uzmanı Doç. Dr. Hayati Akbaş, estetik plastik cerrahi alanında da insanlara şekil verdiğini söyledi.



“Doktor olup sizi iyileştireceğim”


Çocukluk hayalinin doktor olmak olduğunu belirten FBM Estetik Tıp Merkezi Kurucusu Doç. Dr. Hayati Akbaş, “Bazen günümüzde, gençlere ne olmak istediklerini soruyorum. Aldığım cevaplar ise beni şaşırtıyor. ‘Hocam, daha karar vermedim’ diyebiliyorlar. Benim hayatım biraz daha farklıydı. Öncelikle rahmetli babaannemi saygı ve rahmetle anıyorum. Hiç unutmuyorum, ilkokula başlamadan 4-5 yaşlarındayken babaannem çok sık hasta olurdu. Çok öksürürdü. Sigara da içerdi. İnanılmaz bir sevgi bağı vardı aramızda. İlginçtir ki, annem de çok sık hasta olurdu. Sürekli hastaneye gider ve muayene olurlardı. O dönem ‘Babaanne, anne ben doktor olacağım ve size iyileştireceğim. Öksürmeyeceksiniz artık. Size bakacağım’ derdim. Gerçekten ben kafama doktor olmayı 4-5 yaşlarındayken koymuştum. O kararımı hiçbir zaman değiştirmedim. İnsanlar ne olacağımı sorduklarında hep aynı cevabı veriyordum. O dönem şehirde de değildik, Yozgat’ın bir köyünde yaşıyorduk. O psikoloji çocukluğum boyunca benimleydi. Daha sonra Ankara’ya taşındık, eğitim-öğrenim süreçlerim devam etti ve ben doktor oldum. Şükürler olsun ki, annem ve babaanneme verdiğim sözü tuttum. Babaannem tıp fakültesini kazandığımı göremeden vefat etti ancak annem benim doktor olduğumu gördü” dedi.



“Ağaç oymacılığından, insan oymacılığına geçmeye karar verdim”


Üniversite yıllarında hem çalışıp hem de okuduğunu ifade eden Akbaş, “Doktor olduktan sonra, ‘ne doktoru olacağım’ konusu doğmuş oldu. Ankara’da okul hayatım devam ederken, bir taraftan da sitelerde ağaç oymacılığı işinde çalışıyordum. İlkokuldayken, yaz tatillerinde 3 ay ve sömestr tatillerinde haftalık maaşla bu işi yapıyordum. Ağaç oymacılığı mesleğini yaparak ailemin ekonomisine katkıda bulunuyordum. Buna mecburdum ancak bu meslek hoşuma da gidiyordu. Yani işimi severek yapıyordum. İlkokuldayken, haftalık 5 lira ile başladığım bu oymacılık işinde, lise son sınıfa geldiğimde ustası oldum ve 3 bin lira haftalıkla çalışmaya başladım. Tıp fakültesini kazandıktan sonra ise okula başladım ve daha sonra doktor oldum. Plastik cerrahiyi seçmemde, o çocukluk dönemimdeki ağaç oymacılığı mesleğim belirleyici oldu. ‘Ben ağaca şekil verdim. Ağaca desen yaptım. Ağacın şeklini değiştirdim. Figürler yaptım. Neden insanda da böyle bir şey yapmayayım’ dedim. Plastik cerrahinin de böyle bir branş olduğunu öğrenince, insan bedeni üzerinde şekil vermeye karar verdim. Yani dolayısıyla ‘ağaç oymacılığından, insan oymacılığına geçmeye’ karar verdim” diye konuştu.



“Kullandığım aletler bile aynı sadece isimleri değişik”


Tıp alanında Estetik Plastik Cerrahiye yönelmesinin en büyük etkeninin çalıştığı dönemdeki ağaç oymacılığı işi olduğunun altını çizen Akbaş, “Ağaç oymacılığı bir sanattır. Estetik plastik cerrahi ise hem tıptır hem de bir sanattır. Yani estetik plastik cerrahinin diğer branşlardan farklı özelliği, bir sanat niteliği taşıması ve de sanatsal bazı yetenekleri gerektiriyor olmasıdır. Ben bu yetenekleri biliyordum. Çünkü benim babam ve amcalarım, köyümüzde sanatla ve sanatlarıyla ön plandaydı. Babamla ilgili bir örnek vereyim, babam bugünden 55 yıl önce çocukluğunda köyde ağaçtan iki tekerlekli bir bisiklet yapıyor ve köyün meydanında bu bisikleti sürüyor. Kısacası sanata, bizim ailemizde genetik olarak bir yatkınlık var. Ben şimdilerde estetik çalışmalarımı yaparken bile, ağaç oymacılığında kullandığım aletleri kullanmaya devam ediyorum. Bazı aletlerin gerçekten sadece isimleri değişik, fonksiyonları ve kullanım amaçları aynı. İyi ki, branş olarak plastik cerrahi seçmişim. Bu mesleği yapmaktan çok muyluyum. Mesleğim, genetik yetenek gerektiriyor, beceri gerektiriyor, sevgi ve sempati gerektiriyor. Tüm bunları başardığımı düşünüyorum. İyi ki bunlar benim hayatımda yaşanmış ve ben bu yola iyi ki girmişim” şeklinde konuştu.

Bunlar Da İlginizi Çekebilir
Aydın CHP’li Başkana gelen tebrik çiçekleri Abdurrahmanlar imamına ev oluyor Mart ayında gerçekleştirilen yerel seçimlerinde Germencik Belediye Başkanı Seçilen CHP’li Burak Zencirci’ye gelen tebrik çiçekleri ilçeye bağlı Abdurrahmanlar Köyü imamına ev oluyor. Mazbatayı aldıktan sonra Belediye Binası’na gelen yüzlerce tebrik çiçeği özel bir firmaya satılarak geliri Abdurrahmanlar Köyü Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği’ne bağışlandı. Cuma günü akşamı mesai bitiminden sonra Belediyeye gelen çiçekçiler, belediyenin girişinden başkanlık makamının bulunduğu 3. kata kadar sıralanan yüzlerce çiçeği topladı. Amaçlarının hem farkındalık oluşturmak hem de çiçeklerin kamuya yararlı bir işte kullanılmasını sağlamak olduğunu belirten Germencik Belediye Başkanı Burak Zencirci, çiçeklerin atışından elde edilen geliri makbuz karşılığı dernek yönetimine bağışladı. Belediye Başkanı Zencirci’ye anlamlı davranışından dolayı teşekkür eden Abdurrahmanlar Köyü Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği Başkanı Hasan Hüseyin Kara ve Köy Muhtarı Akif Şahan, “Başkan köye geldiğinde söz vermişti. Sağ olsun sözünü yerine getirdi. Bu bağış, köyümüzde görev yapacak imama lojman yapımında kullanılacak” diye konuştular. Germencik Belediye Başkanı Burak Zencirci, "Seçimlerden önce muhtar beye bu sözü vermiştik. Köyümüzün bazı sıkıntıları var. O sıkıntıları gidermek adına seçimden 25 gün önce muhtarımıza, ’Seçimi kazandıktan sonra Mayıs ayının ilk haftası geleceksin. Değerli dostlarımızdan ve vatandaşlarımızdan gelen tebrik çiçeklerimizi çiçekçiye satıyoruz. Buradan elde ettiğimiz geliri de derneğe bağışlıyoruz. Dernek de o sıkıntılı buradan elde edilecek gelirle karşılayacak’ demiştik. Bugün de bu sözümüzü tutuyoruz. 30 bin TL civarında bir gelir elde ettik. Bu rakam derneğimiz için fena bir rakam değil. Bu son olmayacak. Köy derneklerimize elimizden geldiğince bu yardımlarımız devam edecek" diye konuştu.
Gaziantep 4 Mayıs Dünya Ankilozan Spondilit Günü SANKO Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Romatoloji Bölümü Öğr. Üyesi Prof. Dr. Bünyamin Kısacık, iltihaplı bel ve kalça romatizmasının (Ankilozan Spondilit) en belirgin özelliğinin sabahları ortaya çıkan bel ve kalça ağrısı olduğunu bildirdi. 4 Mayıs Dünya Ankilozan Spondilit Farkındalık Günü nedeniyle açıklama yapan Prof. Dr. Kısacık, “Mayıs ayının ilk cumartesi günü, Dünya Ankilozan Spondilit Günü olarak kutlanır. Tüm dünyada kutlanan Ankilozan Spondilit Günü’nde bu yıkıcı hastalığa dikkat çekerek, hastalığın etkilerini anlamak ve toplumu bilgilendirmek amaçlanmaktadır” dedi. Kronik iltihaplı bir romatizmadır Ankilozan spondilitin öncelikle omurgayı etkileyen kronik iltihaplı romatizma olduğunu hatırlatan Prof. Dr. Kısacık, toplumlar arasında sıklığı değişmekle birlikte her bin kişiden 1-10’unda bu hastalığın görülebildiğine vurgu yaptı. Ankilozan spondilitin en belirgin özelliğinin sabahları ortaya çıkan bel ve kalça ağrısı olduğunu hatırlatan Prof. Dr. Kısacık, geceleri hastayı uykudan uyandıran bel ağrılarının da belirtiler arasında bulunduğuna dikkat çekti. Genellikle 20-30 yaşlarında ortaya çıkan bu hastalıkta diz ekleminde ağrı şişlik, topuklarda ağrı, gözde üveit olarak adlandırılan iltihabi durumların da ortaya çıkabildiğini ifade eden Prof. Dr. Kısacık, şu bilgileri paylaştı: “Hastalık tanı konmadığı zaman maalesef şekil bozukluğu, erken emeklilik ve iş gücü kaybına neden olabilmektedir. Tanı için hastalarının şikayetlerinin yanı sıra ilgili eklemlerin manyetik rezonans (MR) ya da röntgen gibi yöntemlerle görüntülenmesi gerekmektedir.” Tedavi “Ailesel geçişi oldukça yüksek olan bu hastalık, erken tanı sonrası çok başarılı şekilde tedavi edilmektedir” diyen Prof. Dr. Kısacık sözlerini şöyle tamamladı: “İlaç tedavisinin yanı sıra egzersiz, kilo kontrolü gibi genel yaşam önerileri de büyük önem taşımaktadır. Ankilozan spondilit hastalarının doğru bilgi edinebilmeleri için bu konuyla yakından ilgilenen Romatoloji Uzmanları, ilgili hasta dernekleri ve Romatoloji Derneklerine ulaşmaları en sağlıklı yol olacaktır.”
İstanbul Türkiye’de çocukların yüzde 30’u toksik ebeveyn ile karşı karşıya Son zamanlarda sıklıkla duyulan toksik ebeveynlik kavramı hakkında bilgilendiren İstanbul Arel Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Psikoloji Bölümü Dr. Öğr. Üyesi Ayşe Su Kocayörük, Türkiye’de yüzde 20-30 oranda çocuğun toksik ebeveyne maruz kaldığını söyledi. Bunun sonucunda depresyonun en fazla görülen hastalık olduğuna işaret eden Kocayörük, “Depresyon hastalarının yüzde 50’sinde travmatik çocukluk yaşantıları söz konusudur. Ülkemiz için de aynı şey geçerli. Genelde depresyon görüntüsü altında olan kişilerin de toksik ebeveynlere maruz kaldıklarını biliyoruz” dedi. Son dönemlerde oldukça yaygınlaşan ‘toksik’ kavramı birçok alanda karşımıza çıkıyor. Bunlardan biri de ‘toksik ebeveynlik’ kavramıdır. Bu kavram; ebeveynlerin çocukları için en iyisini istese de bazen onları fazlaca sıkmaları ya da özgür bir birey olmalarını kısıtlamaları anlamına geliyor. Anne babaların da aslında toksik ailelerden geldiğini belirten Dr. Öğr. Üyesi Ayşe Su Kocayörük, “Bu yüzden ilişki ve bağlanma şekilleri aslında çocuklarını da etkiliyor. Hatta çocuklarının da ilerde kuracakları ilişki yine toksik şekilde devam edebiliyor. Nesilden nesle aktarılıyor. Burada suçlu aramak yerine çözüme odaklanmalı” açıklaması yaptı. “Küçümseyici, aşağılayıcı tavır takınmaları, negatif geri bildirimler vermeleri toksik ebeveynliktir” Toksik ebeveyn davranışlarını sıralayan Dr. Öğr. Üyesi Kocayörük, “Küçümseyici, aşağılayıcı tavır takınmaları, negatif geri bildirimler vermeleri, sürekli çocuğu didiklemeleri, sınırları aşmaları, çocuğun birey olduğunu kabul etmekten ziyade kendilerinin bir uzantısı olduğunu görmeleri toksik ebeveynliktir. Örneğin bu ebeveynler; çocuğu sınavda 99 notu aldığında ‘neden 100 almadın’ diye eleştirirler, çünkü hiçbir şeyle yetinmezler. Sürekli çocuk üstünde baskı, otoriter kurarlar. Bunun en büyük nedenleri arasında ise ailelerin çocuklarına empati yapamaması, çocuğun ihtiyaçlarını göremeyip anlayamaması yer almaktadır. Tabii bunu bile isteye yapmıyorlar. Çünkü onların da kendi ihtiyaçları zamanında görülmeyerek onlara da bu şekilde davranıldı” dedi. “Değerlilik ihtiyacı karşılanmayan çocukların kendini geliştirmesi zordur” Tedavisinde ise terapistlere büyük iş düştüğünü belirten Dr. Öğr. Üyesi Kocayörük şunları söyledi: “İnsanlar kendilerinin farkında da olmalıdır. Ama genellikle bu durumun farkında olmazlar. Sevilmeyip sayılmayan, biricilik ve değerlilik ihtiyacı karşılanmamış çocukların kendilerini geliştirmesi oldukça zordur. Bu yüzden kendilerinden beklentileri de düşüktür. Dünyaya genellikle olumsuz bakarlar. En önemlisi de öğrendikleri bağlanma biçimini, hayatlarında benzer bağlamda gösterecekler. Örneğin; sevgili, eş, arkadaşlık ilişkilerinde bu tarz bağlanma ilişkisi olacak. Mesela aşağılayıcı bir bağlanma stili gördüyse etrafındakileri aşağılayacak. Toksik ebeveynler genellikle klinik tanı almamış olsa da çoğunlukla ruhsal bozukluğu ya da kişilik bozukluğu olan kişilerdir. Narsist bir ebeveynle birlikteyseniz narsist olma ihtimaliniz çok yüksek. Kaygılı bir ebeveynle büyüyorsanız kaygılı olma ihtimaliniz çok yüksek.” “Ailelerini olduğu gibi kabul edip sınır çizerek hayatlarına devam etsinler” Ailelere ve özellikle de çocuklarına önerilerde bulunan Dr. Öğr. Üyesi Kocayörük son olarak şunları söyledi: “Aileler açık iletişimde olmalı. Çocuğunu dinlemeyi öğrenen her aile, bu anlamda yol katedecektir. Çünkü çocukların ihtiyaçlarını öğrenebildiklerinde, hissedebildiklerinde zaten tutumlarını değiştirecekler. Anne babalar kendilerine şunu sorsunlar; ‘ben çocuğumdan ne istiyorum, o benim bir uzantım mı, ona gücümü mü göstereyim, o benim her dediğimi yapsın mı?’ Yoksa sadece o benim çocuğum ve o ayrı birey. ‘O da kendi başına bir birey olarak kendi hayatını ve kendi yolunu bulacak’ şeklinde mi düşünüyorlar? Bu tür ailelere maruz kalan çocukların tutunacak dala ihtiyacı vardır. Öğretmen ya da başka akrabadan özdeşim kuracağı birilerini bulabilirler. Bu onlara iyi gelecektir. Aileler çoğunlukla toksik olduğunu kabul etmez. Çocuklar toksik bir aileye sahipse onları olduğu gibi kabul edip kendi sınırlarını çizebilir. Ebeveyniyle kuracağı empatik ilişkide çocuk, öfkelenmeyi ve kızmayı bırakabilir. Öfke ve kızmayı bıraktığında da onları olduğu gibi kabul edebilir. Olduğu gibi kabul ettikten sonra da kendi yolunu çizebilir. Diğer türlü anne babasına tepkili hayat yaşamak onları; madde bağımlılığına, kötü arkadaşlar edinmeye, kendine zarar verici davranışlarda bulunmaya kadar götürür. Çünkü kızgınlık ve öfke buna iter. Ailelerini anlayabilirlerse ailesinin onu anlamasını beklemeden hayatlarına devam edebilirler.”