SAĞLIK - 20 Mart 2025 Perşembe 10:34

Orta Asya’dan Anadolu’ya geldi, tek başına hem çorba hem de ana yemek özelliği taşıyor

A
A
A
Orta Asya’dan Anadolu’ya geldi, tek başına hem çorba hem de ana yemek özelliği taşıyor

Geçmişten günümüze kadar uzanan ve halk arasında şifa deposu olarak anılan yöresel peskütan çorbası, uzun süre tok tuttuğu için ana yemek kadar doyurucu olmasıyla biliniyor. Bağışıklık sistemini güçlendiren bu geleneksel lezzet, Ramazan alında tok tutarken benzersiz tadıyla damaklarda iz bırakıyor.

Sivas mutfağının geleneksel lezzetlerinden biri olan peskütan çorbası, hem besleyici içeriği hem de tok tutucu özelliğiyle dikkat çekiyor. Özellikle kış aylarında sıkça tüketilen çorba, ana yemek kadar doyurucu olmasıyla biliniyor. Sütün ekşitilerek yoğurt kıvamına getirilen peskütan çorbası, dört mevsim sofralardaki yerini koruyor. Yazın soğuk tüketildiğinde serinletici bir etki sunarken, kışın sıcak içildiğinde vücudu ısıtıyor. Bağışıklık sistemini güçlendiren bu geleneksel lezzet, benzersiz tadıyla damaklarda iz bırakıyor. Uzmanlar, özellikle gençlerin hazır gıdalara yöneldiğini belirtirken, besin değeri yüksek geleneksel yemeklerin sağlık açısından daha faydalı olduğunu vurguluyor.

Orta Asya’dan Anadolu’ya geldi, tek başına hem çorba hem de ana yemek özelliği taşıyor

"Peskütan çorbası, tek başına ana yemek"

Yıllardır geleneksel yöntemlerle peskütan çorbası yapan ev hanımı Meliha Akben, "Peskütan çorbası genellikle bahar aylarında yapılır. Sivas’a özgü bir yemektir. Hem süt hem de yoğurt ile de yapılabilir. Süt yayık makinesine konulur ve yayılır. Üzerinde oluşan yağlar alınır ve tekrardan yayılır. Yapılan işlem bittikten sonra tencereye alınır ve kesilmemesi için devamlı karıştırılarak koyu kıvam haline gelmesi sağlanır. Peskütanın miktarına bağlı olarak un eklenir. Daha sonra soğuk suya tencere oturtulur ve tekrardan karıştırma işlemi uygulanarak soğumasını sağlanır. Ürün soğuduktan sonra bez torbaları ile süzülür. Süzülen peskütan kullanıma hazır hale gelmiştir ve kalın kaya tuzu eklenerek koruma altına alınır. Soğuk havalarda sıcak ve lezzetli bir çorba isteğinde peskütan çorbası yapılır. Peskütan çorbası yapımında yarma ( buğday), yeşil mercimek ve parça et kullanılır. Aslında Sivas’taki gençler peskütan çorbasını bilir. Ama şimdiki gençler daha çok lokanta ve fastfood tarzı hazır yemeklerle besleniyorlar. Bu durumda ebeveynlere de iş düşmektedir. Çocuklarını evde yapılan yemeklere, çorbalara sağlık açışından alıştırmaları gerekiyor. Peskütan çorbasını da doyurucu, besleyici, tok tutucu ve aynı zamanda lezzetli bir çorba olarak tavsiye edebilirim. Peskütan çorbası doyurucu özelliği ile tek başına ana yemektir" dedi.

Arzu Kübra Doğan - Ennur Şahin

Orta Asya’dan Anadolu’ya geldi, tek başına hem çorba hem de ana yemek özelliği taşıyor

Orta Asya’dan Anadolu’ya geldi, tek başına hem çorba hem de ana yemek özelliği taşıyor

Orta Asya’dan Anadolu’ya geldi, tek başına hem çorba hem de ana yemek özelliği taşıyor

Bunlar Da İlginizi Çekebilir
İstanbul L’oréal Türkiye genç bilim kadınlarını ödüllendirmeye devam ediyor Tekno-güzellik şirketi L’Oréal Türkiye’nin UNESCO Türkiye Milli Komisyonu iş birliğiyle yürüttüğü "Bilim Kadınları İçin" programı 23 yıldır devam ediyor. Program, bugüne kadar Türkiye’den 128 bilim kadınını destekledi. Bu yıl Boğaziçi Üniversitesi Biyomedikal Mühendisliği Enstitüsü’nden Doç. Dr. Banu İyisan, Üçlü Negatif Meme Kanseri için tamamen doğal biyomalzemelerle akıllı ve hedefli nanoilaç teknolojileri geliştirmeyi amaçlayan projesiyle ödüllendirildi. Türkiye’nin önde gelen kurumsal sosyal sorumluluk programlarından biri olan "Bilim Kadınları İçin" programında, bu yıl ödül alan bilim kadınları L’Oréal Türkiye’nin ev sahipliğinde gerçekleştirilen tören ile duyuruldu. Bu kapsamda Boğaziçi Üniversitesi Biyomedikal Mühendisliği Enstitüsü öğretim üyesi Doç. Dr. Banu İyisan, tamamen doğal biyomalzemeler kullanarak Üçlü Negatif Meme Kanseri (ÜNMK) tedavisinde hedefli ve akıllı nanoilaç sistemleri geliştirmeyi amaçlayan projesiyle öne çıkıyor. Kadınlarda en sık görülen kanser türü olan meme kanserinin agresif alt türlerinden Üçlü Negatif Meme Kanseri’ne yönelik bu çalışma, mevcut tedavilerin sınırlılıklarını aşmayı hedefleyen önemli bir yaklaşım sunuyor. Eğitim ve araştırma yolculuğu: Almanya’dan Türkiye’ye uzanan bilim kariyeri Programın uluslararası ayağı olan L’Oréal-UNESCO For Women in Science, 140’dan fazla ülkede 4 bin 700’den fazla bilim kadınını desteklemiş ve bu isimlerden 7’si daha sonra Nobel Ödülü’ne layık görülmüştü. Türkiye, bu programın en aktif yürütüldüğü ve en çok destek veren ilk beş ülkeden biri olarak öne çıkıyor. İstanbul Teknik Üniversitesi Kimya Mühendisliği bölümünde lisans ve yüksek lisansını tamamlayan Doç. Dr. Banu İyisan 2012 yılında doktora eğitimi için Almanya’ya taşındı. Leibniz Polimer Enstitüsü’nde biyomedikal nanomalzemeler, kontrollü ilaç salım sistemleri, sentetik biyoloji ve biyosensör uygulamaları üzerine çalıştı; 2016’da Dresden Teknik Üniversitesi’nden doktora derecesini aldı. Doktora sürecinde International Helmholtz Research School for Nanoelectronic Networks (IHRS NANONET) programında nanoteknoloji ve malzeme bilimi üzerine eğitim alan araştırmacı, 2017-2020 yılları arasında Max Planck Polimer Araştırma Enstitüsü’nde yürütülen bir AB projesinde, meme kanseri teşhisi için nanofotonik sistemler geliştirmeye yönelik doktora sonrası çalışmalar yaptı. 2023 yılında Max Planck Partner Grup Lideri seçilerek, MPIP ile uluslararası iş birliğini güçlendirdi. Üçlü negatif meme kanserine yönelik yenilikçi tedavi yaklaşımı Yürüttüğü akıllı hibrit nanoilaç teknolojisi projesiyle, meme kanserinin en agresif alt türlerinden biri olan Üçlü Negatif Meme Kanseri’nin hedefli tedavilere yanıt vermemesi ve mevcut kemoterapi ilaçlarının ciddi yan etkilere yol açması nedeniyle ortaya çıkan ihtiyaca çözüm sunmayı amaçlayan İyisan, proje kapsamında tamamen doğal biyomalzemeler kullanarak Üçlü Negatif Meme Kanseri hücrelerini seçici biçimde hedefleyebilen ve pH gibi çevresel uyarılara duyarlı çalışan akıllı hibrit nanoilaç taşıyıcılarının tasarlanmasını hedefliyor. Bu yaklaşım, tedavi etkinliğinin artırılmasına ve yan etkilerin önemli ölçüde azaltılmasına katkı sağlamayı amaçlarken, sürdürülebilir teknolojilerle geliştirilen sistemin gelecekte farklı agresif kanser türlerinde de uygulanabilir olması hedefleniyor. 2020 yılından bu yana Boğaziçi Üniversitesi Biyomedikal Mühendisliği Enstitüsü’nde görev yapan Doç. Dr. Banu İyisan aldığı fonlarla Biyofonksiyonel Nanomalzeme Tasarım Laboratuvarı’nı kurarak araştırmalarını burada sürdürmeye devam ediyor.
Erzincan Erzincan’da 111 bin tuz çalısı toprakla buluşturuldu Erzincan’da 3 köyde 1000 dekarlık mera alanına dikilen tuz çalısı, erozyonla mücadele ve hayvancılıkta kaba yem ihtiyacına katkı sunacak. Erzincan İl Tarım ve Orman Müdürlüğü tarafından yürütülen proje kapsamında, kent genelinde mera kalitesini artırmak ve hayvancılıkta kaba yem açığını azaltmak amacıyla bir çalışma hayata geçirildi. Bu kapsamda Erzincan’da 3 köyde toplam 1000 dekarlık mera alanına 111 bin adet Atriplex Halimus (Tuz Çalısı) fidanı dikildi. Son yıllarda hem hayvan beslenmesinde hem de erozyonun önlenmesinde etkin şekilde kullanılan tuz çalısı bitkisi, özellikle kurak ve tuzlu topraklara uyum sağlamasıyla dikkat çekiyor. Erzincan Tarım ve Orman İl Müdürlüğü de bu özelliklerinden dolayı tuz çalısını meraların ıslahında yaygınlaştırarak, hayvancılığın sürdürülebilirliğine katkı sağlamayı hedefliyor. Proje kapsamında Mollaköy Mahmutlu Mahallesi’nde 300 dekarlık alana 33 bin 300 adet, Pınarönü köyünde 450 dekarlık alana 49 bin 950 adet ve Aydoğdu köyünde ise 250 dekarlık alana 27 bin 750 adet tuz çalısı fidanı toprakla buluşturuldu. Tarım ve Orman Bakanlığı Bitkisel Üretim Genel Müdürlüğü tarafından finanse edilen projenin toplam maliyeti ise 2 milyon TL olarak açıklandı. Proje sahasında incelemelerde bulunan Erzincan Tarım ve Orman İl Müdürü Alper Koçaker, Erzincan’ın yüzölçümünün yaklaşık üçte birinin meralardan oluştuğunu belirterek, bu alanların verimliliğinin artırılmasının hayvancılık açısından büyük önem taşıdığını ifade etti. Hayvancılık sektörünün ihtiyaç duyduğu kaba yemin önemli bir bölümünün meralardan karşılandığını vurgulayan Koçaker, özellikle küçükbaş hayvancılığın meralara bağımlı olduğuna dikkat çekti. Erzincan’da her yıl ortalama 3 meranın ıslah ve amenajman projelerine dahil edildiğini belirten İl Müdürü Koçaker, tuz çalısı projelerinin de bu çalışmaların önemli bir parçası olduğunu söyledi. Tuz çalısının derin ve kazık kök yapısı sayesinde toprağı tutma kapasitesinin yüksek olduğunu ifade eden Koçaker, bu özelliğiyle erozyonla mücadelede etkili bir bitki olduğunu kaydetti. Koçaker açıklamasında, "Tuz çalısı kuraklığa dayanıklı, iklim değişikliği ve çölleşmeye karşı dirençli, sorunlu ve tuzlu topraklarda bile yetişebilen çok önemli bir bitkidir. Kış mevsiminde yaprağını dökmemesi ve yoncaya eş değer besin değerine sahip olması hayvancılık açısından büyük avantaj sağlamaktadır. Hayvanlar tarafından sevilerek tüketilen tuz çalısı, tuzlu yapısı sayesinde hayvanların tuz ihtiyacını da doğal yoldan karşılamaktadır. Mahmutlu, Pınarönü ve Aydoğdu köylerimizde 111 bin adet tuz çalısı fidanını toprakla buluşturduk" ifadelerini kullandı. Hayata geçirilen proje ile birlikte Erzincan’da meraların verimliliğinin artırılması, erozyonun azaltılması ve hayvancılıkta sürdürülebilir yem kaynaklarının güçlendirilmesi hedefleniyor.