EKONOMİ - 26 Şubat 2017 Pazar 11:25

Denizlerde servet yatıyor

A
A
A
Denizlerde servet yatıyor

Türkiye Ziraat Odaları Birliği (TZOB) Genel Başkanı Şemsi Bayraktar, “Avcılık ve yetiştiricilikle, açık deniz balıkçılığıyla su ürünleri üretimimizi çok daha fazlaya çıkarmamız mümkündür. Su ürünlerinde 2007-2016 döneminde ihracatımız hızlı bir artışla 273,1 milyon dolardan 744,7 milyon dolara çıksa da Çin’in 21, Norveç’in 10,8, Vietnam’ın 8 milyar dolar ihracat yaptığı bu alanda hala kat edecek çok yolumuz var” dedi.
Bayraktar, konuya ilişkin yaptığı açıklamada, sudaki gıda kaynaklarının dünyada büyük gıda rezervleri olarak kabul gördüğünü, üç tarafı denizlerle çevrili, dört denize kıyısı olan Türkiye’nin göl, gölet, baraj gölü, akarsu ve kaynak suları mevcudiyetiyle önemli bir su ürünleri potansiyeli bulunduğunu belirtti. Yaklaşık 26 milyon hektar büyüklüğüyle Türkiye’nin sahip olduğu su ürünleri alanlarının orman yüzölçümünden fazla bir yeri kapladığını vurgulayan Bayraktar, 8 bin 333 kilometrelik kıyı şeridine, göl, gölet, baraj göllerine, akarsularına rağmen su ürünlerinde potansiyelini yeterince kullanmadığını bildirdi. Dünyada çok sayıda ülkenin su ürünlerinden çok büyük tutarlarda gelir ettiklerini belirten Bayraktar, şunları kaydetti:
“Su ürünleri üretimi, 2010-2014 döneminde dünyada 148,2 milyon tondan 167,3 milyon tona çıktı. Bunda avcılığın payı yüzde 55,9 iken, yetiştiriciliğin payı yüzde 44,1’e yükseldi. Dünyada 2014 yılında avcılıkla 93,5 milyon ton, yetiştiricilikle 73,8 milyon ton su ürünleri üretimi yapıldı. Avcılıkta ilk sırayı 17,1 milyon tonla Çin alırken, Endonezya 6,4 milyon tonla ikinci, ABD 4,9 milyon tonla üçüncü sırada yer aldı. Bu ülkeleri, 4,7 milyon tonla Hindistan, 4,2 milyon tonla Rusya, 4,1 milyon tonla Myanmar, 3,7 milyon tonla Japonya, 3,6 milyon tonla Peru, 2,9 milyon tonla Vietnam, 2,4 milyon tonla Filipinler, 2,3 milyon tonla Norveç, 2,2 milyon tonla Şili, 1,8 milyon tonla Tayland, 1,7 milyon tonla Güney Kore, 1,6 milyon tonla Bangladeş izledi. Yetiştiricilikte Çin 45,5 milyon tonla açık farkla birinci durumda. 4,9 milyon tonla Hindistan ikinci, Endonezya 4,3 milyon tonla üçüncü sırada bulunuyor. Bu ülkeleri 3,4 milyon tonla Vietnam, 2 milyon tonla Bangladeş, 1,3 milyon tonla Norveç, 1,2 milyon tonla Şili, 1,1 milyon tonla Mısır, 962 bin tonla Myanmar, 935 bin tonla Tayland, 788 bin tonla Filipinler, 657 bin tonla Japonya, 562 bin tonla Brezilya, 480 bin tonla Güney Kore, 426 bin tonla ABD takip etti. Türkiye, avcılıkta 302 bin tonla 45’nci, yetiştiricilikte 235 bin tonla 22’nci sırayı aldı. Ülke olarak 2015 yılında su ürünleri avcılığından elde edilen üretim 302 bin tondan yüzde 49,5 artışla 432 bin tona, yetiştiricilikte yüzde 2,2 artışla 235 bin tondan 240 bin tona çıktı.”

Karadeniz’in payı yüzde 80,6
Bölgeler bazında su ürünleri avcılığında ilk sırayı yüzde 60,8 ile Doğu Karadeniz Bölgesi’nin aldığı, bu bölgeyi yüzde 19,8 ile Batı Karadeniz, yüzde 8,9 ile Ege, yüzde 8 ile Marmara ve yüzde 2,5 ile Akdeniz Bölgelerinin izlediği, Karadeniz’in payının yüzde 80,6’yı bulduğu bilgisini veren Bayraktar, “Avcılık 2011-2014 döneminde 515 bin tondan 302 bin tona indi. 2015 yılında 432 bin tona çıktı. Yetiştiricilik 2011-2015 döneminde 189 bin tondan 240 bin tona yükseldi. 2011 yılında 704 bin ton olan su ürünleri üretimimiz, 2012’de 645 bin tona, 2013’de 608 bin tona, 2014’de ise 537 bin tona geriledikten sonra 2015’de yüzde 25,1 artışla 672 bin tona yükseldi. Toplam su ürünleri üretimimizin yüzde 51,4’ünü deniz balıkları, yüzde 7,7’sini diğer deniz ürünleri, yüzde 5,1’ini iç su ürünleri ve yüzde 35,8’ini yetiştiricilik ürünleri oluşturmaktadır” dedi.

Yıllar itibarıyla ihracat-ithalat rakamları
Su ürünleri tüketiminin insan sağlığı için çok faydalı olduğunu, dünyadaki tüketiminin hızla arttığın bildiren Bayraktar, Türkiye’nin su ürünlerinde 2007’de 273,1, 2008’de 383,3, 2009’da 318,1, 2010’da 312,9, 2011’de 395,3, 2012’de 413,7, 2013’de 521, 2014’de 630, 2015’de 647,5, 2016 yılında ise yüzde 15 artışla 744,7 milyon dolarlık ihracat yaptığını kaydetti. TZOB Genel Başkanı Bayraktar, su ürünlerinde Türkiye’nin ithalatının 2007’de 96,6, 2008’de 119,8, 2009’da 105,9, 2010’da 133,8, 2011’de 173,9, 2012’de 176,5, 2013’de 186,2, 2014’de 193,5, 2015’de 244,4, 2016 yılında ise yüzde 28,6 düşüşle 174,6 milyon dolarda kaldığına dikkati çekti.

Çin 8,5 milyar dolarlık su ürünü ithal ediyor, 21 milyar dolarlık satıyor
Dünyada ithal edilen su ürünlerinin değerinin 140,6 milyar doları bulduğunu, pazarın büyük olduğunu vurgulayan Bayraktar şunları söyledi:
“Su ürünlerinde 2007-2016 döneminde ihracatımız, hızlı bir artışla 273,1 milyon dolardan 744,7 milyon dolara çıksa da Çin’in 21, Norveç’in 10,8, Vietnam’ın 8 milyar dolar ihracat yaptığı bu alanda hala kat edecek çok yolumuz var. Pazar büyük ama bizim pazardan aldığımız pay çok küçük. Çin, Norveç, Vietnam’ı ihracatta 6,6 milyar dolarla Tayland, 6,1 milyar dolarla ABD, 5,8 milyar dolarla Şili, 5,6 milyar dolarla Hindistan, 4,8 milyar dolarla Danimarka, 4,6 milyar dolarla Hollanda, 4,5 milyar dolarla Kanada izliyor. Türkiye, bu pazardan sadece yüzde 0,47 pay alıyor. ABD’nin 20,3, Japonya’nın 14,8, Çin’in 8,5, İspanya’nın 7,1, Fransa’nın 6,7, Almanya ve İtalya’nın 6,2’şer, İsveç’in 4,8, İngiltere’nin 4,6, Güney Kore’nin 4,3 milyar dolar ithalat yaptığı bir ortamda dört denize kıyısı olan, üç tarafı denizlerle kaplı Türkiye’ye 744,7 milyon dolarlık ihracat bize yakışmıyor. Su ürünleri talebi sürekli artıyor. 2012 yılında 128,9 milyar dolar olan ithalat miktarı, 2013 yılında 133,3, 2014 yılında 140,6 milyar dolara çıktı. Yıllık artışın 7 milyar dolarları aştığı bir ortamda Türkiye çok daha fazla pay almalıdır.”

“Avcılık kıyı balıkçılığına dayanıyor”
Türkiye’de denizlerden avcılıkla yapılan üretimin kıyı balıkçılığına dayandığını, yeterli altyapı oluşturulamadığı için açık deniz balıkçılığının yeterince yapılamadığını, bundan dolayı kıyı sularında av baskısının yoğun olarak görüldüğünü belirten Bayraktar, şunları kaydetti:
“Ülkemizde uzun süreli açık deniz balıkçılığı yapabilecek, avladığı su ürünlerini işleyip, depolayabilecek bir filo kapasitesi bulunmamaktadır. Uluslararası sularda avcılığın yapılabilmesi için gerekli girişimlerin ve bu yönde yatırımların yapılması su ürünleri sektörümüz için büyük önem taşımaktadır. Japonya, İspanya, Güney Kore, Çin Tayvan, ABD, İtalya, Fransa ve Rusya gibi ülkeler açık denizlerde avcılık yapılmasını teşvik için gemi inşasına, ucuz yakıt teminine ve tayfa ücretlerinin iyileştirilmesi amacıyla destek veriyorlar. Bu sayede bazı ülkeler açık deniz balıkçılığı yapan bir filo kapasitesine sahip olmuşlardır. Bu ülkelerin balıkçı gemileri aylarca denizde avcılık yapıp, avladıkları ürünleri işleme ve dondurma kapasitesine sahiptir. Sürdürülebilir su ürünleri üretimi ülkemizde ana politika olmalı ve bu politika çerçevesinde gerekli stratejiler ile kısa, orta ve uzun vadeli eylem planları ve hedefler belirlenmelidir. Sektörün gelişmesi için destekler artırılmalı ve teşvikler verilmelidir. Kaynakların rasyonel kullanılabilmesi için su ürünleri eğitim merkezleri kurularak eğitimler yapılmalı ve Ar-Ge çalışmaları desteklenmelidir. Bakanlık taşra teşkilatında kıyı illeri ile sektörün yoğun faaliyet gösterdiği illerde su ürünleri şube müdürlükleri kurulmalıdır. Su ürünleri sektöründe aracı ve kabzımal yoluyla dağıtım yapıldığı için pazar ve fiyat oluşumunda sorunlar ortaya çıkmaktadır. Piyasa düzenlemede sorumluluk alacak bir kuruma ihtiyaç duyuluyor. Et ve Süt Kurumu bu konuda devreye girmelidir. Su ürünleri sektöründe örgütlenme yapısı mutlaka güçlendirilmelidir. Balıkçılıkta arz-talep dengesi oluşturularak, sürdürülebilir balıkçılığın sağlanması gereklidir. Balıkçılık sektöründeki ürünlere yönelik dondurma, tuzlama, konserve ve paketleme ünitesi içeren işleme tesislerinin kurulması ekonomik anlamda sektöre katkı sağlayacaktır. Ülkemizde kişi başı su ürünleri tüketimi dünya ortalamasının altındadır. Bunun artırılması için gerekli tedbirler alınmalıdır.”
Bunlar Da İlginizi Çekebilir
İstanbul Türkiye’de çocukların yüzde 30’u toksik ebeveyn ile karşı karşıya Son zamanlarda sıklıkla duyulan toksik ebeveynlik kavramı hakkında bilgilendiren İstanbul Arel Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Psikoloji Bölümü Dr. Öğr. Üyesi Ayşe Su Kocayörük, Türkiye’de yüzde 20-30 oranda çocuğun toksik ebeveyne maruz kaldığını söyledi. Bunun sonucunda depresyonun en fazla görülen hastalık olduğuna işaret eden Kocayörük, “Depresyon hastalarının yüzde 50’sinde travmatik çocukluk yaşantıları söz konusudur. Ülkemiz için de aynı şey geçerli. Genelde depresyon görüntüsü altında olan kişilerin de toksik ebeveynlere maruz kaldıklarını biliyoruz” dedi. Son dönemlerde oldukça yaygınlaşan ‘toksik’ kavramı birçok alanda karşımıza çıkıyor. Bunlardan biri de ‘toksik ebeveynlik’ kavramıdır. Bu kavram; ebeveynlerin çocukları için en iyisini istese de bazen onları fazlaca sıkmaları ya da özgür bir birey olmalarını kısıtlamaları anlamına geliyor. Anne babaların da aslında toksik ailelerden geldiğini belirten Dr. Öğr. Üyesi Ayşe Su Kocayörük, “Bu yüzden ilişki ve bağlanma şekilleri aslında çocuklarını da etkiliyor. Hatta çocuklarının da ilerde kuracakları ilişki yine toksik şekilde devam edebiliyor. Nesilden nesle aktarılıyor. Burada suçlu aramak yerine çözüme odaklanmalı” açıklaması yaptı. “Küçümseyici, aşağılayıcı tavır takınmaları, negatif geri bildirimler vermeleri toksik ebeveynliktir” Toksik ebeveyn davranışlarını sıralayan Dr. Öğr. Üyesi Kocayörük, “Küçümseyici, aşağılayıcı tavır takınmaları, negatif geri bildirimler vermeleri, sürekli çocuğu didiklemeleri, sınırları aşmaları, çocuğun birey olduğunu kabul etmekten ziyade kendilerinin bir uzantısı olduğunu görmeleri toksik ebeveynliktir. Örneğin bu ebeveynler; çocuğu sınavda 99 notu aldığında ‘neden 100 almadın’ diye eleştirirler, çünkü hiçbir şeyle yetinmezler. Sürekli çocuk üstünde baskı, otoriter kurarlar. Bunun en büyük nedenleri arasında ise ailelerin çocuklarına empati yapamaması, çocuğun ihtiyaçlarını göremeyip anlayamaması yer almaktadır. Tabii bunu bile isteye yapmıyorlar. Çünkü onların da kendi ihtiyaçları zamanında görülmeyerek onlara da bu şekilde davranıldı” dedi. “Değerlilik ihtiyacı karşılanmayan çocukların kendini geliştirmesi zordur” Tedavisinde ise terapistlere büyük iş düştüğünü belirten Dr. Öğr. Üyesi Kocayörük şunları söyledi: “İnsanlar kendilerinin farkında da olmalıdır. Ama genellikle bu durumun farkında olmazlar. Sevilmeyip sayılmayan, biricilik ve değerlilik ihtiyacı karşılanmamış çocukların kendilerini geliştirmesi oldukça zordur. Bu yüzden kendilerinden beklentileri de düşüktür. Dünyaya genellikle olumsuz bakarlar. En önemlisi de öğrendikleri bağlanma biçimini, hayatlarında benzer bağlamda gösterecekler. Örneğin; sevgili, eş, arkadaşlık ilişkilerinde bu tarz bağlanma ilişkisi olacak. Mesela aşağılayıcı bir bağlanma stili gördüyse etrafındakileri aşağılayacak. Toksik ebeveynler genellikle klinik tanı almamış olsa da çoğunlukla ruhsal bozukluğu ya da kişilik bozukluğu olan kişilerdir. Narsist bir ebeveynle birlikteyseniz narsist olma ihtimaliniz çok yüksek. Kaygılı bir ebeveynle büyüyorsanız kaygılı olma ihtimaliniz çok yüksek.” “Ailelerini olduğu gibi kabul edip sınır çizerek hayatlarına devam etsinler” Ailelere ve özellikle de çocuklarına önerilerde bulunan Dr. Öğr. Üyesi Kocayörük son olarak şunları söyledi: “Aileler açık iletişimde olmalı. Çocuğunu dinlemeyi öğrenen her aile, bu anlamda yol katedecektir. Çünkü çocukların ihtiyaçlarını öğrenebildiklerinde, hissedebildiklerinde zaten tutumlarını değiştirecekler. Anne babalar kendilerine şunu sorsunlar; ‘ben çocuğumdan ne istiyorum, o benim bir uzantım mı, ona gücümü mü göstereyim, o benim her dediğimi yapsın mı?’ Yoksa sadece o benim çocuğum ve o ayrı birey. ‘O da kendi başına bir birey olarak kendi hayatını ve kendi yolunu bulacak’ şeklinde mi düşünüyorlar? Bu tür ailelere maruz kalan çocukların tutunacak dala ihtiyacı vardır. Öğretmen ya da başka akrabadan özdeşim kuracağı birilerini bulabilirler. Bu onlara iyi gelecektir. Aileler çoğunlukla toksik olduğunu kabul etmez. Çocuklar toksik bir aileye sahipse onları olduğu gibi kabul edip kendi sınırlarını çizebilir. Ebeveyniyle kuracağı empatik ilişkide çocuk, öfkelenmeyi ve kızmayı bırakabilir. Öfke ve kızmayı bıraktığında da onları olduğu gibi kabul edebilir. Olduğu gibi kabul ettikten sonra da kendi yolunu çizebilir. Diğer türlü anne babasına tepkili hayat yaşamak onları; madde bağımlılığına, kötü arkadaşlar edinmeye, kendine zarar verici davranışlarda bulunmaya kadar götürür. Çünkü kızgınlık ve öfke buna iter. Ailelerini anlayabilirlerse ailesinin onu anlamasını beklemeden hayatlarına devam edebilirler.”
Samsun Ormanda çöp toplama etkinliği Samsun’un Vezirköprü ilçesinde “Orman Benim” sloganı ile ormanda çöp toplama etkinliği yapıldı. Tarım ve Orman Bakanlığı, Orman Genel Müdürlüğü tarafından “Orman Benim” sloganı ile 81 ilde ve bütün ilçelerde, orman yangınlarına karşı farkındalık oluşturmak için bir program düzenlendi. Vezirköprü’deki farkındalık etkinliği ise Çaputlu mevkisinde gerçekleştirildi. Amaçlarının orman yangınları çıkmadan önlem almak olduğunu belirten Vezirköprü Orman İşletme Müdürü Mecit Koçak, “Orman Benim” yangınlara karşı farkındalık programı ile ilgili yapığı açıklamada, amaçlarının yangın çıkmadan önlem almak olduğunu belirterek, “Benim Ormanım’ etkinliği kapsamında Türkiye’nin bütün illerinde ve tüm ilçelerinde bu etkinlik düzenlendi. Bizler de Kaymakamlık, İlçe Emniyet Müdürlüğü, Milli Eğitim Müdürlüğü, İlçe Jandarma Komutanlığı ve bazı sivil toplum kuruluşlarının katılımı ile Çaputlu mevkisinde etkinliğimizi gerçekleştirdik. Amacımız, çevremizin daha temiz olması, özellikle küresel ısınmadan kaynaklı son yıllardaki orman yangınlarına karşı dikkat çekmek ve yangın çıkmadan tedbir almak. Çıkan yangınlarının yüzde 90’ı insan kaynaklı, yanan alanların da yüzde 99’u insan kaynaklıdır. Yangını çıkmadan önlemek için bu proje başlatıldı" dedi. Programa İlçe Kaymakamı Özgür Kaya, Cumhuriyet Başsavcısı Emre Kaya, Vezirköprü Meslek Yüksekokul Müdürü Prof. Dr. Necati Tomal, İlçe Jandarma Komutanı J. Binbaşı Ümit Çetinkaya, İlçe Emniyet Müdürü Ahmet Çelik, kurum müdürleri, siyasi parti temsilcileri, sivil toplum kuruluşları, öğrenciler ve vatandaşlar katıldı.
İstanbul Esenyurt’ta uyuşturucu serasına çevrilen eve operasyon: 15 kilogram esrar ele geçirildi Esenyurt’ta Güven Timleri tarafından uyuşturucu serasına çevrilen eve operasyon düzenlendi. Operasyonda özel düzenekle saksılara ekilmiş 15 kilogram esrar ele geçirilirken 1 kişi yakalandı. Alınan bilgiye göre, dün Esenyurt Mehterçeşme Mahallesi Hacı Bayram Veli Caddesi’nde yayılan kokudan şüphelenen polis ekipleri bölgeyi incelemeye aldı. Yapılan incelemenin ardından polis ekipleri cadde üzerindeki binada bir daireyi gözlem altına aldı. Yapılan takibin ardından 5 katlı apartmanın 5. Katındaki daireye gelen ekipler şüphelilerin kapısını çaldı. Polislerin geldiğini fark eden S.T isimli şüpheli, dairenin terasından çatıya çıkarak karşı binaya geçti. Çatı girişinden yandaki binaya girmeye çalışan S.T aradaki kapının kilitli olması sebebiyle apartman boşluğunda kilitli kaldı. Yan binaya geçtiğini fark eden polis ekipleri, şüpheli S.T’nin kilitli kaldığı kapıyı açarak şahsı gözaltına aldı. Baskın yapılan evde uyuşturucu imalatında kullanılan kimyasallar, özel aydınlatma ve ısıtma sistemleri kurulduğu görüldü. Dairedeki 2 odanın duvarları ve camların alüminyum folyolarla kaplandığı görüldü. Daire içerisinde kokuyu önlemek için havalandırma sistemi kurulduğu belirlendi. Yapılan baskında, toplamda 15 kilogram esrar maddesi ele geçirildi. Polis olayla ilgili geniş çaplı soruşturma başlattı.
Kahramanmaraş Kahramanmaraş Ezgi Apartmanı davasında sıcak gelişme Kahramanmaraş merkezli meydana gelen depremlerde yıkılan ve 35 kişinin yaşamını yitirdiği Ezgi Apartmanı davasının 3. duruşması görüldü. Duruşma sonrası açıklamada bulunan Av. Ersan Şen, "Adaletin er ya da geç yerini bulacak" dedi. Kahramanmaraş Adliyesi 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davaya tutuklu sanık binanın fenni mesulü M.T ile tutuksuz sanık müteahhit Y.A. katıldı. Tutuklu sanık iç mimar E.D. ise Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) ile duruşmaya katıldı. Duruşmada sanık ve müşteki avukatları ise hazır bulundu. İnşaat yapı ruhsat veren tanık M.D. “Biz sadece binanın enini boyunu ölçüp yola göre kot bilgileri kontrol ederdik tamamlandıktan sonra yapım izni verilirdi. Binanın inşaat aşamasında kontrol edilmiyordu 2003 yılından sonra çıkan genelge ile inceleme başlatıldı" dedi. Soru üzerine apartmanın çatı katında bulunan yerin sonradan yapıldığı ifade eden Tanık M.D, “O tarihteki yönetmeliğe göre ortak mekan olarak kullanan yerde hesaplamaya katılmıyordu ve çatıda yapılan yer ile ilgili yoğunluğa dahil olmadığı için göz yumuyorduk. Yönetmeliğe uygun ise izin veriyorduk” dedi. İnşaata kullanım izin belgesini veren tanık F.Y ise “Kahramanmaraş Belediyesi’nde 1985 ve 2005 yıllarımda görev yaptım. İmar ve harita mühendisi olarak görev de yaptım. O yıllarda inşaatların yapımı sürecinde yerinde kontrol yapılmıyor ancak şikayet edilirse denetimler yapılıyordu Ezgi apartmanında aynı prosedür uygulandı” dedi. Dönemin imar müdürü Tanık V.Ç. belediyede çalıştığı dönemde yaptığı çalışmaları anlattı. Bir inşaatta bağımsız bölümler ve duvar değiştirilebilir mi ? sorusu üzerine tanık V.Ç, “Değiştirilebilir bir mahsuru yok” dedi. Tanık beyanlarına karşı katılan vekillerin sırasıyla beyanları alındı. Daha sonra mahkeme başkanı gelen bilgi ve evrakları okudu. Sanık fenni mesul M.T. ise verdiği beyanda üzerine atılı suçları kabul etmeyerek beratını talep etti. Binanın müteahhitti tutuksuz sanık Y.A. binaya kaçak kat yapmadığını ifade ederek üzerine atılı suçlamaları kabul etmedi. Daha sonra iç mimar tutuklu E.D. savunma yaparak suçlamaları kabul etmedi. Av. Ersan Şen ise kırmızı bülten talebine tepki göstererek, "Adalet er ya da geç yerini bulacak" dedi. Mahkeme, dosyadaki bilgi ve evrakları inceledikten sonra sanıkların beyanlarını dinledi ve kararını açıkladı. Duruşma sonrası açıklama yapan Av. Ersan Şen, "Duruşmada uzun süren tanık dinlemeleri ve münakaşaların ardından mahkeme, dosyanın tekemmül ettiğine karar verdi. Dosyada bulunan iş raporları ve bilimsel mütalaalara itirazlar oldu. Mahkeme artık delil değerlendirmesine geçti. Mahkeme, dosyayı inceleyerek dosyanın bir üniversite veya teknik uzmanlar heyetine gönderilmesine karar verdi. Bu heyet, Ezgi Apartmanı’nın depremde yıkılmasının başka etkenlerle mümkün olup olmadığını inceleyecek ve rapor hazırlayacak. Mahkemenin dosyanın eksiksiz olduğunu belirterek rapor beklenecek" dedi. Gecenin ilerleyen saatlerine kadar süren duruşmada, tutuklama ve dosya ile ilgili savunmaların alındığını ve iki önemli karar verildiğini açıklayan Av. Şen, "Mahkemenin dosyayı bir üniversite veya heyete gönderme kararının ardından davanın gelecekteki seyri belirlenecek. Dava sürecinin oldukça stresli ve uzun geçti. Adaletin yerini bulması ve maddi haklara ulaşılması için ellerinden gelen gayreti gösterdik. Ezgi Apartmanında hayatını kaybeden vatandaşlara Allah’tan rahmet diliyorum. Mahkemenin adil bir karar vereceğine inanıyoruz. Davanın dördüncü duruşması için bekleyiş devam ediyor. Tarafların beyanları alınacak ve mahkeme süreci adalete ulaşmak için devam edecek. 12 Temmuz tarihinde yapılacak olan dördüncü duruşmanın sonuçlarını merakla bekliyoruz" dedi. Mahkeme, raporun yeniden bilirkişiye gönderilmesini, sanıkların tutukluluk hallerinin devamını ve duruşmanın 12 Temmuz tarihine ertelenmesini açıkladı.