POLİTİKA - 24 Ekim 2017 Salı 12:21

Devlet Bahçeli’den ABD’ye Öcalan yanıtı

A
A
A
Devlet Bahçeli’den ABD’ye Öcalan yanıtı

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, ABD Büyükelçiliği’nin, "Öcalan saygı gösterilecek bir şahsiyet değil" açıklamasına değinerek, "Bunu Rakka meydanlarında katilin posterlerini astırmadan düşünecektiniz.

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, ABD Büyükelçiliği’nin, "Öcalan saygı gösterilecek bir şahsiyet değil" açıklamasına değinerek, "Bunu Rakka meydanlarında katilin posterlerini astırmadan düşünecektiniz. Bunları PKK-PYD-YPG’yle sahibi olduğunuz IŞİD’in üzerine dümenden göndermeden önce söyleyecektiniz. Yazıklar olsun, geçti borun pazarı, sürün merkebinizi Kandil’e” dedi.


MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, TBMM grup toplantısında açıklamalarda bulundu. Bahçeli, "Türkiye Cumhuriyeti milliyetçi şuurun, milli ahlak ve adanmışlığın muhteşem bir eseridir. Biz bu eserle övünüyoruz. Yaşaması ve yaşatılması hususunda ne gerekiyorsa yapacağımızın şeref sözünü veriyoruz. Eğer yılgınlık olsaydı, 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet ilan edilemezdi. Bugün devlet ve milletçe karşılaştığımız sorunların gerçekçi ve tarihi bir analizle çözülmesi mümkündür. Bunun için düne bakmamız, dünden ders ve sonuç çıkarmamız lazımdır. Bu itibarla Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yıllarındaki anlayış ve yöntemin bugün de meselelerimizin üstesinden gelinmesinde bir rehber olabileceği kanaatindeyim. Türkiye Cumhuriyeti, egemen devletlerin merhamet ve müsamahası ile kurulmadı. Bağımsızlığını bir lütuf sonucu elde etmedi. Türk milleti, dönemin küresel güçlerinin kendisine biçtiği esaret rolünü tüm haşmetiyle reddetti. Parlak geleceğini kendi iradesi ile belirleyeceğini savaş meydanlarında, mihnete göğüs gererek cesaretle ispat etti. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş dönemi bu açıdan örnektir, özeldir, öncüdür, mazlum milletlere de emsaldir. Gururla söylemek gerekirse, Türkiye Cumhuriyeti, asil, haysiyetli ve haklı bir mücadelenin, meşru bir savaşın göz kamaştıran neticesidir. Bugün Cumhuriyetimizin maruz kaldığı tehditleri daha iyi değerlendirebilmenin yolu da, devletimizin temellerinin atıldığı dönemleri ayrıntılarıyla bilmekten geçmektedir” diye konuştu.


“Cumhuriyetten intikam almak için kuyrukta bekleyen çürümüşler hepinizin malumlarıdır” diyen Bahçeli, “Milli Mücadele’yi kötülemek için fırsat kollayanların, hatta ‘Keşke Yunan galip gelseydi’ diyebilecek kadar günaha, kire ve hıyanete batmışların varlığı utanç verici şekilde ortadadır. Bunlara ne diyelim, bir delinin hezeyanı, bir küstahın uydurması mı diyelim? Diyemeyiz, zira dilimiz kurur, diyemeyiz aksi halde kanımız çekilir. Bunlar ki, Cumhuriyet’in nimetleriyle, demokrasinin imkânlarıyla, milletin müsamahasıyla zehir kusan işgal artıklarıdır. Atatürk’e sövmek bunların mesleğidir. Cumhuriyeti karalamak bunların geçim kapısıdır. Türk milletinin değerlerine kafa tutmak bunların iğrenç tertibidir. Allah var ya, son yıllarda bu zevatın sayısındaki artış da kaygı verici düzeydedir. Çanakkale’deki direnişten hala rahatsız olan, bağımsızlıktan yıllardır ürken, Cumhuriyetin mana ve ruhundan namertçe ödü patlayan köksüzler ya kalem tutan sefiller, ya da kurşun atan alçaklar olarak karşımızdadır” ifadelerini kullandı.



“Türkiye Cumhuriyeti tek dişi kalmış canavar tarafından köşeye sıkıştırılmak istenmektedir”


Orta Doğu coğrafyasının kaos darbelerinden ağır yara aldığına dikkat çeken Bahçeli, konuşmasını şöyle sürdürdü:


“İspanya ve İtalya’daki referandum deneme ve deneyimleriyle, Avrupa coğrafyası risk ve belirsizliklerden kıvranmaktadır. Asya ve Afrika coğrafyalarının diğerlerinden aşağı kalır yanı ise zaten yoktur. Kıtaların kesişme, yolların buluşma noktasında bulunan Türkiye’mizin, muhatap olduğu ve aleyhine projelendirilen oyunların dozajında artış ve yükseliş görülmektedir. Türk milleti tehdit edilmektedir. Türkiye Cumhuriyeti tek dişi kalmış canavar tarafından köşeye sıkıştırılmak istenmektedir. Zalimler kanlı planlarını tahkim ve tatbikle meşgullerdir. Kahramanlık korkaklığa karşı yine direnç göstermektedir. Her kahraman haysiyet numunesi, her korkak hıyanet hamulesidir. Başımızı çevirdiğimiz her yerde sorun vardır. Gözümüzü gezdirdiğimiz her coğrafyada zulmün borusu ötmektedir. Irak’ın içine sürüklendiği buhran, peşmerge ve PKK’nın tutunduğu Türkmen yurtlarından kovalanmasıyla kısmen zayıflamıştır. 15 Ekim’de kanlarının son damlasına kadar savaşmaktan, Kerkük’ün Kudüsleri olduğunu söylemekten adeta nefesleri kesilen peşmerge fitnesi, ne olmuştur da, deyim yerindeyse tek bir mermi atmadan tabana kuvvet kaçmayı seçmiştir? Öyle ya, Kerkük’ü terk etmeyeceklerdi. İddiaları buydu. Ama çığlık çığlığa, bağıra çağıra kaçarken üzerlerindeki sözde resmi üniformaları bile çıkarıp atmışlar, ciğersizliklerini, naylon kimlik ve kişiliklerini afişe ve ilan etmişlerdir. Hani bir ara, fistan giymiş hainler ülkemizde sokaklara çıkıyor, zoru görünce tabana kuvvet çil yavrusu gibi dağılıyorlardı ya, bunların emmi çocukları da aynısını Kerkük ve mücavir bölgelerinde tekrarlamışlardır. Irak’ın Kuzeyindeki Talabani yandaşlarıyla Barzaniciler ters düşmüş, birbirlerinin altını oymuşlardır. Nitekim karşılıklı hain suçlaması bunun işaretidir. Gerçekte ise bunların hepsi hain, hepsi de Kürt kökenli kardeşlerimizin iliğini kurutan, hayatlarını ve hayallerini karartan cinayet ve suç ortaklarıdır. Hedef olarak birbirlerinden farkları yoktur. Ancak Barzani ve örgütü ne hikmetse çekile çekile kapana girmiştir. Kerkük kurtarılmış, Türkmenler derin bir oh çekmişlerdir. Ne var ki, Barzani’nin çok kısa sürede, hiçbir karşı direniş göstermeden kaçıp gitmesi ister istemez şüphelere, soru işaretlerine neden olmuştur. Şayet, Kerkük özelinde yeni ve kabul edilemez siyasi bir tasarım ve planlama için düğmeye basılmışsa, buna da maşalık görevine talip peşmerge ön açmışsa pek yakında bunun kokusu elbette çıkacaktır. Bilinsin ki, Kerkük’ün statüsü üzerinde kumar oynamak için masaya oturan güç ve çevreler mutlaka Türkmenlerin varlık ve tarihi haklarını da hesaba katmak, dikkate almak mecburiyetindedir.”



“Peşmergelerin, Kerkük ve mücavir alanlardan çekilmesiyle bir geçiş dönemi yaşanacaktır”


“Barzani’nin vahim hesap hatası sonucu zorladığı referandum sonrası, Irak’ta ortaya çıkan siyasi denklem Kerkük’ün statüsünün nihai çözümü için yeni bir süreç başlatmıştır” diyerek sözlerini sürdüren Bahçeli, “Peşmergelerin Kerkük ve mücavir alanlardan çekilmesiyle bir geçiş dönemi yaşanacaktır. Bu nettir. İlk etapta, Kerkük’te güvenliği Irak ordusu ve federal polis sağlamalıdır. Haşdi Şabi’nin güvenlik konusunda görev üstlenmemesi büyük bir önemdedir. Kerkük’teki Türkmen ve Araplar’ın güvenliğin temini bağlamında Irak ordusuna yardımcı olmalarını sağlayacak düzenlemeler yapılmalıdır. Bununla birlikte, Barzani’nin Kerkük’e taşıdığı PKK’lı teröristler tamamıyla sökülüp atılmalıdır. Kerkük’ün idari ve siyasi statüsünün belirlenmesi için Irak Merkezi yönetiminin öncülüğünde bir diyalog, görüşme, müzakere süreci başlatılmalıdır. Bu süreçte, Irak Türkmenlerinin masada olması zarurettir. Kerkük’ün nihai statüsünün belirlenmesi sürecinde, ilk adım olarak normalleşmenin sağlanması, daha önce bozulan nüfuz yapısının da bu kapsamda ele alınması kaçınılmazdır. Bu çerçevede; Kerkük’e dışarıdan iskan edilenlerin geldikleri yerlere gönderilmeleri ve Kerkük’ten göçe zorlananların yurtlarına, yuvalarına dönmeleri için bir başlangıç tarihi belirlenmelidir. Bu konuda ABD işgalinin başladığı 2003 yılı esas alınabilecektir. 2003 yılından sonra Kerkük’e dışarıdan getirilenlerin ve Kerkük’ten göçe zorlananların evlerine dönmeleri uygun bir çıkış ve çözüm yolu olarak düşünülebilecektir. Bundan sonra sağlıklı bir nüfus sayımı yapılabilecektir. Kerkük’ün statüsüne Irak’ın bağımsızlığı, toprak bütünlüğü ve milli birliği içinde bir çözüm yolu bulunması elzemdir. Irak’ın kurucu tüm halkları; yani Türkmenler, Araplar, Kürtler, bunların yanı sıra Süryaniler, Keldaniler ile diğer grupların hak ve hukukları korunmalıdır. Kerkük hiçbir vilayete bağlı olmayan özel bir statüye kavuşturulmalıdır. Türkmenlerin dışlandığı, yok sayıldığı bir Kerkük, tarihi köklerinden koparılmış, kültür mirasından sökülmüş, genlerinden, gerçeklerinden ve geçmişinden uzaklaştırılmış demektir. Buna ise tamam demek, aslı astarı olmayan vaatlere kanarak aza tamah etmek Türklüğün kitabında yazmayan bir alçalma ve kayıp halidir” açıklamasında bulundu.



“Geçti borun pazarı, sürün merkebinizi Kandil’e”


Bahçeli, Türkiye’nin terörle amansız bir mücadele içinde olduğunu belirterek, konuya ilişkin şu değerlendirmede bulundu:


“Yurt içinde, yurt dışında teröristlerin tepesine milletimizin azameti ateş gibi yağdırılmaktadır. Kahraman Türk Silahlı Kuvvetlerini yürekten kutluyor, sonuna kadar arkalarında durduğumuzu bir kez daha beyan ve ifade ediyorum. Bu arada şehit olan evlatlarımıza Allah’tan rahmet, yaralı evlatlarımıza şifalar diliyorum. Hepimizin dikkat etmesi gereken husus, Türk Silahlı Kuvvetleri’ni siyasi tartışmaların içine çekmekten, yıpratmaktan, zan ve töhmet altına almaktan süratle kaçınmaktır. Bugünkü hassasiyet düzeyi yüksek ortamda, bilhassa Genelkurmay Başkanımızı ve komuta kademesini maksatlı şekilde tariz ve taciz etmek ahlaksızlıktır. Buna hiç kimsenin hakkı yoktur. 15 Temmuz’da korkusuzca direnmiş, darbecilere tamam dememiş bir komuta heyeti üzerinde kuşku uyandırmak, ipe sapa gelmez yorumlarla dedikodu yapmak bize göre utanmazlıktır. Düşman güldürenlerin nereye ve kimlere hizmet ettiği pek yakında görülecektir. Fakat bunlara yine de diyorum ki, o kirli ellerinizi Türk askerinin üzerinden çekiniz, nifak saçan çenenizi hemen ve acilen kapatınız. Türk askeri Irak’ın Zap, Avaşin, Basyan terörist kamplarını peş peşe vurmaktadır. Şimdiye kadar 50’ye yakın cani etkisiz hale getirilmiştir. Sınır içi ve sınır ötesi alanları terörden temizlemek için olağanüstü bir gayret vardır. Bunun takdir edilmesi yerine, köstekleme çabaları, şüpheleri tetikleme arayışları terör örgütlerine pas vermek, el sallamak, ikramda bulunmakla eşdeğer aymazlık ve çürümüşlüktür. Etrafımız mayınlarla döşenmiştir. Kimin eli kimin cebinde, kim kiminle düşüp kalkıyor, kim kime teşrifatçılık yapıyor, hepten karışmış, manzara kaotik bir durum almıştır. Hatırlarsanız Rakka IŞİD’in en önemli merkeziydi. El Bab’tan sonra, Türkiye’nin Rakka operasyonuna katılmaması için bin dereden su getirilmişti. Çünkü, ABD bu operasyon görevini; Suriye Demokratik Güçleri paravanı altına saklanan yeni stratejik ortağı ve müttefiki PYD-YPG’ye vermişti. Yaklaşık 4 aylık bir süreden sonra PKK’nın Suriye kolu olan YPG-YPJ Rakka’yı ele geçirdi. İşin tuhaf yanı, ciddi bir direnişle karşılaşmadı. Rakka’ya ön kapıdan sokulan IŞİD, arka kapıdan, PKK’nın mihmandarlığıyla adeta elini kolunu sallayarak çıkıp gitti. Sonuçta, Rakka PYD-YPG’nin denetim ve kontrolüne girmiş oldu. Ardından, bebek katilinin poster ve fotoğrafları düzenlenen uydurma, sefil ve rezil kutlamalarla meydanlara asıldı, terörizm ABD müşahitliğinde gövde gösterisi yaptı. ABD, PKK’yı buyur ederek, cani başını selamlatarak nerede durduğunu, kimlerle koyun koyuna olduğunu hiç tartışmaya yer bırakmayacak şekilde göstermiştir. Bunun manası, eşkıyanın övülmesi, eşkıyalığın onaylanmasıdır. Rakka danışıklı dövüş halinde, bir terör örgütünden alınıp diğerine teslim edilmiş, bir işgalden diğerine havalesi yapılmıştır. Bu bir kepazelik, seviyesiz bir skandaldır. Rakka komplosunun açıklaması yoktur. Süper güç olduğunu söyleyen, aslında çöküş sürecine giren, çarpık ve çürük bir yönetimle sendeleye sendeleye devrilmeye kadar gidecek olan bu ülkenin insanlık adına söz söylemeye yüzü olmayacaktır. ABD Büyükelçiliği tepkiler üzerine diyor ki, ‘PKK, yabancı terör örgütleri listesinde yer alan bir örgüttür ve Öcalan, PKK ile bağlantılı terörizm faaliyetleri yüzünden Türkiye’de hapiste bulunmaktadır. Saygı görmeye değer bir şahsiyet değildir.’ Bunu Rakka meydanlarında katilin posterlerini astırmadan düşünecektiniz. Bunları PKK-PYD-YPG’yle sahibi olduğunuz IŞİD’in üzerine dümenden göndermeden önce söyleyecektiniz. Yazıklar olsun, geçti borun pazarı, sürün merkebinizi Kandil’e.”

Bunlar Da İlginizi Çekebilir
İstanbul “Hayat pahalılığı ile mücadele etmek için rekabet yasasının değişmesi gerekiyor” Son zamanlarda yapılan fahiş zamlardan dolayı rekabet gücünün düştüğünü söyleyen İstanbul Arel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Uğur Özgöker 4054 Sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun’un değişmesi gerektiğini vurguladı. Pandeminin ardından devam eden ekonomik sıkıntılardan sonra Türkiye’de hayat pahalılığının her geçen gün daha da arttığına dikkat çeken Prof. Dr. Uğur Özgöker özellikle zincir marketlerin açık ve gizli anlaşmalar yaparak tüketiciyi mağdur ettiğini belirtti. Aynı zamanda Tüketicinin ve Rekabetin Korunması Derneği Başkanı olan İstanbul Arel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Uğur Özgöker açıklamasının devamında şu ifadeleri kullandı; “Bilindiği üzere bütün dünyayı derinden etkileyen Covid-19 Pandemisi sonrasında ülkemizde tüketicileri doğrudan ilgilendiren, hayati mal ve hizmet fiyatlarında ekonominin normal gereklerinin çok ötesinde fahiş zamlar yapılmaktadır. Ayrıca piyasada pandemi sonrası tekrar canlanan talep nedeniyle bazı mal ve hizmetler tedarik edilememekte, karaborsada satılmakta, normal karların bazı mallarda piyasa fiyatının 10 katı kadar ahlaksız, iktisadi realiteden çok uzak zamlar yapılmaktadır. Özellikle zincir marketler aralarında açık veya gizli anlaşmalar yaparak (Kartel oluşturarak) ya da piyasada hâkim durumda olan teşebbüsler bu hakimiyetlerini mevcut ve potansiyel rakipleri ile tüketiciler aleyhine istismar ederek (tekel/monopol haline gelerek) piyasayı bozmakta, serbest rekabeti ihlal etmekte ve özellikle de bireysel tüketicileri mağdur etmektedirler.” “4054 Sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun’un değişmesi elzemdir” Rekabetin Korunması Hakkında Kanun’da bazı değişikliklerin şart olduğunu da söyleyen Prof. Dr. Uğur Özgöker, “Piyasa dengelerinin bozularak serbest rekabetin kısıtlanması ya da tamamen engellenmesi, ücretli çalışan ve emeklilerin hayatlarının çok zorlaştırılması, geçim sıkıntısı çekmeleri ve zaruri tüketim mallarını bile tedarik etmekte çok zorlanmaları ve nihai olarak bu enflasyonist ortamı bahane eden kötü niyetli dış güçler ve işbirlikçileri bazı iç siyasilerin bunu istismar ederek ülkemizin istikrarını bozarak siyasi ve ekonomik kaosa sokmak çabalarını önlemek için Rekabetin Korunması Hakkında Kanun’da bazı değişiklikler elzem olmuştur” şeklinde konuştu. “Yeni kanunda hapis cezaları ve çok yüksek para cezaları verme hükümleri de eklenmelidir” Prof. Dr. Uğur Özgöker sözlerine şöyle devam etti: “Her ne kadar Anayasa’nın 172. maddesi uyarınca ‘Devlet, tüketicileri koruyucu ve aydınlatıcı tedbirler alır, tüketicilerin kendilerini koruyucu girişimlerini teşvik eder’ ile piyasaların denetimi ve dış ticaretin düzenlenmesi ile ilgili 167. Maddesi uyarınca ‘Devlet, para, kredi, sermaye, mal ve hizmet piyasalarının sağlıklı ve düzenli işlemelerini sağlayıcı ve geliştirici tedbirleri alır; piyasalarda fiili veya anlaşma sonucu doğacak tekelleşme ve kartelleşmeyi önler’; hükümleri devlete görev vermesine rağmen; 13 Aralık 1994 tarihinde yürürlüğe giren RKHK ‘ da mevcut haliyle rekabeti en fazla bozan Devlet Yardımlarının Düzenlenmesi ve Denetlenmesi’ ne ilişkin (Teşvikler) ve doğrudan tüketiciyi koruyan hükümler yoktur. Mevcut kanunun hükümlerinde rekabeti ihlal eden teşebbüslere bir önceki yılın cirosu üzerinden yüzde 10 gibi sembolik bir oranda para cezası verilmesi yetkisi çok yetersiz kalmaktadır. Rekabeti ihlal ederek yüzde 500-1000 gibi fahiş oranlarında haksız kazanç sağlayan teşebbüsler çok cüzi cezalar karşısında rekabeti ihlal etme ve tüketiciyi istismar etmeyi sürdürmektedirler. Yeni kanunda ABD Rekabet Kanunun’da olduğu gibi hapis cezaları ve çok yüksek para cezaları verme hükümleri de eklenmelidir.” “Rekabet Kurumu bünyesinde Tüketici ve Rekabet Akademisi kurulmalıdır” Prof. Dr. Özgöker ayrıca Rekabet Akademisi önerisi ile ilgili de, “Ayrıca 4054 sayılı kanunun kuruma görev olarak verdiği ‘Rekabet Savunuculuğu’nu yürütecek yani ‘Rekabet’ kavramı ilgililere ve kamuoyuna anlatacak, bilgilendirecek, eğitecek ve sertifikalandıracak bir birim de kurum organizasyon yapısında öngörülmemiştir. Türk vatandaşlarının yaşam standartlarının ve refah seviyelerinin artırılması için RK bünyesinde ekonominin kalbi İstanbul’da Rekabet Kurumu İstanbul Temsilciliği binasında mukim bir "Tüketici Ve Rekabet Akademisi" kurulmalıdır. İstanbul merkezli bu akademi: Anayasamızda da yer alan devletin hem ‘Tüketiciyi Koruma’ hem de mal ve hizmet piyasalarında; ‘Rekabeti Koruma’ fonksiyonlarını birlikte yürüterek ekonomimizi geliştirecek, uluslararası rekabet gücümüzü artıracak ve vatandaşlarımız için eğitim, bilgilendirme, uluslararası sertifikasyon faaliyetlerini ifa edecektir. Bunların yanı sıra; Rekabetin ve Tüketicilerin Korunması, Haksız Rekabet, Damping, Sübvansiyon, Patent ve Fikri Mülkiyet Hakları, Kalite ve Standardizasyon gibi Uluslararası Ticaret Kurallarını ihlal eden ve ticari ahlaktan yoksun, teşebbüsleri tespit edecek, uyaracak ve gerekirse cezalandırılmaları için Rekabet Kurumu ve adli makamlara doğrudan sevk edebilecek yetkilerle donatılmalıdır” dedi. Son olarak tavsiylerini devam ettiren Özgöker sözlerini şöyle sonlandırdı: “Bu üç hususla ilgili maddeler yeni Rekabetin Korunması Hakkında Kanun tasarısına derç edilmelidir. Yeni Kanun yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla kanunu uygulamayla görevli mevcut ‘Rekabet Kurulu Üyeleri’nin görevleri sona erer ve yeni üyeler atanır maddesi de eklenmelidir. Konunun çok önemli milli bir mesele olması hasebiyle de yeni rekabet kurulu üyeleri de hemşerilik, akrabalık veya başka siyasi mülahazalarla değil tamamıyla liyakat esasına göre konunun uzmanları arasından belirlenip atanmalıdırlar.”