GÜNDEM - 13 Temmuz 2025 Pazar 11:21

15 Temmuz şehidi annesi Kaşaltı: "Hainler aslan gibi oğlumu şehit ettiler, 2 çocuğumuz yetim kaldı"

A
A
A

‘15 Temmuz Milli Birlik Günü’nde şehit anneleri o günleri anlattı. 15 Temmuz şehidi annesi Sıttık Kaşaltı,"Hainler aslan gibi oğlumu şehit ettiler, 2 çocuğumuz yetim kaldı" dedi.

Türkiye’de 15 Temmuz 2016 gecesi yaşanan, demokrasiyi hedef alan Fetullahçı Terör Örgütü’nün (FETÖ) hain darbe girişiminin üzerinden 9 yıl geçti. ‘15 Temmuz Milli Birlik Günü’ dolayısıyla şehit anneleri o kara günde yaşanılanları İhlas Haber Ajansı muhabirine anlattı.

"Hainler aslan gibi oğlumu şehit ettiler, 2 çocuğumuz yetim kaldı"

Oğlunun Külliye’de görev yaptığını söyleyen Şehit Köksal Kaşaltı’nın annesi Sıttık Kaşaltı, "Önce aradım, neredesin Köksal, emniyete bomba atıldı dedim. Yok anne, biz Külliye’nin önündeyiz dedi. Kendine dikkat et dedim. En son konuşmamız 3’te falandı sanırım. 6.45’te en son atılan bomba ile şehit olmuştu. Hainler aslan gibi oğlumu şehit ettiler, 2 çocuğumuz yetim kaldı. Gelinim yeni hamileydi 2,5 aylık. Bir tane 3 yaşında çocuğumuz vardı. Sabaha karşı oğlum aramış eşini. Artık yatın, siz de yoruldunuz. Hainler teslim oluyor diye. 5 dakika kafamı koydum. 6.45’de bir acıyla uyandım. Hep ağlıyordum ama. Gelin birden kalktı, anne ne oldu? Yok dedim, bir şey olmadı. Saat 9.30 gibi bizim kapıyı çaldılar. Ben koştum, dedim Köksal geldi. Eşi koştu, Köksal geldi. Torun koştu, babam geldi ama kara haberciler geldi. Ben 9 saat bile oğlumun sesini duymadan yapamazdım. 9 senedir ona hasretim. Evet gururu büyük. Çok büyük bir şeref bıraktı ama çok büyükte acı bıraktı. Vatan sağ olsun, milletimiz sağ olsun. O hainleri de Allah kahretsin" dedi.

"Oğlumun kanı yerde kalmasın"

Kaşaltı, FETÖ elebaşı Fetullah Gülen’in ölüm haberini öğrendiğindeki düşüncelerini şöyle anlattı:

"Acım hafiflemedi. Sevinemedim çünkü arkası var. Bu vatan bayrağında yaşayıp, bu vatanın ekmeğini suyunu içip, bu vatana hainlik yapanlara hakkımızı helal etmiyoruz. Ben şehit annesi olarak hakkımı helal etmiyorum. Oğlumun kanı yerde kalmasın. O hapistekiler de çıkmasın. Bizim yüreğimiz daha fazla yanmasın"

"Onlar gibi hain değil bizim yavrularımız çok şükür"

Şehit Feramil Ferhat Kaya’nın annesi Şengül Kaya ise o günün doğum dünü olduğunu belirterek, gelinin kendisin sürpriz yaptığını aktardı. Oğlunun "Mutlu oldun mu anne" sorusuna "Evet" karşılığını verdiğini söyleyen Şengül Kaya, daha sonra oğlunun işten geldikten sonra kendisini bırakacağını söyledi. O esnada oğlunun kendisine "Dışarıda durma hemen içeri gir" dediğini ve ne olduğunu anlayamadığını belirtti.

Kısa bir süre sonra oğlunun eve geldiğini söyleyen Kaya, "Bu uçaklar neyin nesidir" diye oğluna sorduğunu ve oğlunun ise "Anne ben de bilmiyorum, İstanbul Köprüsü’nü kapatmışlar" cevabını aldığını dile getiren Şengül Kaya, "Arkadaşı, Şehit Ahmet Çakır. Beraber gelmişlerdi, işe gideceklerdi. Arabayla beni bırakacaktı. Beni getirdiler evin önüne kadar. Ahmet’i alnından öptüm. Nasıl oldu anlamadım. Ahmet’e dedim ki, oğlum annenin yerine öpüyorum ben. Dile getirmiyorsunuz ama kalbinizde bir şeyler sizi yönlendiriyor. Sağ ol Şengül teyze dedi. Sonra oğlumu da yanaklarından öptüm. Sizi Rabbime emanet ediyorum dedim. Çocuklarım gittiler. Dedi ki anne, babama selam söyle. Eve girin, kapıları da kilitleyin dışarı çıkmayın dedi. Yani onlar belli ki bir duyumlar almış çocuklarım. Hem çocuklarımızı şehit ettiler hem de Türkiye’yi ele geçirselerdi Özel Harekat ailelerine Mamak’ta bir çukur açmışlar. Sözde bizleri o çukura gömeceklermiş. Kazdıkları çukurlara kendileri gömüldüler. Evlatlarımız gururumuz. Onlar gibi hain değil bizim yavrularımız çok şükür" dedi.

15 Temmuz şehidi annesi Kaşaltı:

"Önceden bir benim oğlumdu, şimdi koca Türkiye’nin oğlu oldu"

Saatin 10.00’a yaklaştığını ve bir patlama sesi duyduğunu belirten Kaya, oğlunun durumunu öğrenmek için aradığını söyledi ve oğluna ulaşıp "Anne, havacılığa bomba attılar. Kendinize iyi bakın" cevabını aldığını aktardı. Sonrasında saat 11’de yine bir patlama sesi duyduğunu aktaran Şengül Kaya, tekrar oğlunu aradığını ve bir türlü ulaşamadığını, hatta telesekreter sesine artık sinir olduğunu söyledi. Sabah namazı saatlerinde Özel Harekata doğru yola çıktıklarını, oraya vardıklarında ise helikopter ve uçakların hala uçtuğunu belirten Kaya, "Özel Harekat’ın aşağı kısmında polisler bizi geri çevirdiler. Bize zarar verirler diye. Ankara’nın birçok yerinde özel hastanelere, devlet hastanelerine, hepsine gittik ama oğlumu bulamadık. Sonra bulmuşlar ama bana hemen söylemediler. Ertesi gün sabah, etraftan babamlar, memleketten eş, dost gelince dedim niye geldiniz? Hiç kondurmuyorsunuz, kondurmuyorum çünkü. Ya görevde telefonu çekmiyor ya da yaralı. Yani aklıma hiç onu getirmek istemedim. Kardeşim seninle bir konuşalım dedi. Abla ben gittim, Ferhat’ımızı gördüm ve gülümsüyordu, sana da çok selamı vardı dedi. Oğlum şehadete erdi. Ben de şehit annesi oldum. Gururluyum, onurluyum çok şükür. Önceden bir benim oğlumdu, şimdi koca Türkiye’nin oğlu oldu. Acısı da çok büyük. Acısını hiç ifade edemem. O sene kısımları söylendiği zaman bile içim o kadar acıyor ki" diye konuştu.

15 Temmuz şehidi annesi Kaşaltı:

"Soğumuyor içimiz, soğumaz da"

Kaya, FETÖ elebaşı Fetullah Gülen’in ölüm haberine dair düşüncelerini şu şekilde ifade etti:

"İçim soğudu mu soğumadı. Çünkü o haini bizim öldürmemiz gerekiyordu. O hain ve onun yanındaki yandaşları. Bizim bir şey yapmamız gerekiyordu onlara. İçeri giriyorlar, hapisteler falan. Soğumuyor içimiz, soğumaz da. Acı çektiğini görmemiz gerekiyor çünkü."

"İnsanın içine doğuyor zaten"

FETÖ’nün 15 Temmuz 2016’daki darbe girişiminde şehit olan Ferhat Koç’un annesi Necla Koç, oğlunun vatan sevgisiyle dolu bir insan olduğunu belirterek o kara geceye dair yaşadıklarını anlattı. O günün sabahında hiçbir şeyden habersizce düğün hazırlıkları yaptıklarını anlatan Koç, "Sabah oğlumu işe uğurladık. İçimden öyle bir bakmak geldi, fırladım yataktan. Kahvaltı yapamıyordu, geç kalırım diye. Gözümün altından o bana baktı, ben ona baktım. Hiçbir şey konuşmadık. Daha doğrusu konuşamadık. İnsanın içine doğuyor zaten. İçimde bir sıkıntı var. Sürekli terliyor, kendimi garip hissediyordum. Kendime diyorum ki düğün yapacağız ondan mı? Kızımda böyle olmadı oğlumda niye böyle oldu diye. Akşam oldu, hava karardı. Bizim orası Akıncılar’la Etmesut Havalimanı’nın ortasında. Uçak sesleri var ama görüntü yok. Hepimiz bakıyoruz yukarıya, hiçbir şey göremiyoruz. Ben bilmiyorum ki, ışıkları söndürüp de yavrumun üstüne bombayı yağdıracağını. Televizyonun karşımızda, onu açmıyoruz. Hiç bakmıyoruz, Rabbim baktırmadı. Sonra yan komşuya sorduk ne oldu, darbe varmış dedi. İçime ateş düştü. Hemen duyar duymaz çocuğumu aradık. O gün kendisi nöbete gitmişti. Düğün iznine ayrılacak ya kimsenin hakkına girmeyeyim diyordu, öyle bir çocuktu. Evdekiler aradı. Oğlum, burada ışıklar kesik. Siz beni merak etmeyin, ben sizi arayacağım dedi. Ondan sonra yok, ulaşamadık" dedi.

"Yavrumun düğünün 15 günü vardı, ben düğün yapacaktım"

Oğlunun ilk şehitlerden olduğunu belirten Necla Koç, "Vur" emri veren hainlerin hem bu dünyada hem öbür dünyada aynı acıyla yaşamalarını ve hiç kimsenin yaşattığını yaşamadan ölmediğini söyledi. Oğlunun ona gurur verdiğini ve gururlu yaşadığını vurgulayan Koç, "Yavrumun düğünün 15 günü vardı, ben düğün yapacaktım. Nerede verecekler hesabını? Ama öbür dünyada çıkacağım onların karşısına. Zaten mahkemede de diyordum ben. Sırıta sırıta bakıyorlardı bize. Dedim siz iyi bakın, iyi tanıyın beni. Oğlumla ben sizi cennetten, cehennemde yanarken seyredeceğim. Düğününü yapamadık ama şuna eminim ki hissiyatım düğününün cennetinde yapıldığını ve de mezarının başında da duydum. Tam düğün günü. Anne düğünüm yapılıyor dedirtirdi, bana hissettirdi. Karınca incitmeyeni yaktılar. Yaktılar ama ölümsüzleştirdiler. Ölümsüz benim oğlum. Onların da ciğerleri yansın. Biz çoluk çocuk dışarı çıktık. Gölbaşı Havacılığı bombalamışlar denildi. Havacılığı bombalamışlar, polisler şehit olmuş deyince zaten ben hissettim de üstüne konduramıyordum. Çünkü ben onu öpmeye, sevmeye kıyamıyordum. Sabah ezanından Gölbaşı’na gittik, hastaneye vardık. Soruyoruz, listelere bakıyorlar. Yok diyorlar, su veriyorlar. Anladım, su kime verilir?" şeklinde konuştu.

Koç, kendisinin sakinleştirilmeye çalışıldığını ve oğlunun şarjının bittiğini, ona ulaşacağını söylediklerini dile getirdi. Oğlunun sağ olsa haber vermeden durmayacağını belirterek çevresindekilere "Yalan söylüyorsunuz" dediğini söyledi. Sonrasında hastane yatakları yerine direkt morgları aradığını ama oğlunu bulamadığını belirtti. En sonunda Karayolları hastanesinde olduğunu öğrendiklerini, olayların zaten gelişinden anladıklarını söyledi.

15 Temmuz şehidi annesi Kaşaltı:

"Öyle olmamalıydı, sürünecekti"

Necla Koç, FETÖ elebaşı Gülen’in ölüm haberi sonrası düşüncelerini şu şekilde ifade etti:

"Çok sevindik. Ölüme sevinilir mi? O kadar sevindik. Darısı öbürlerine dedik. Öbür o kaçanlar var ya, yurt dışındakiler. Ama öyle olmamalıydı, sürünecekti. Beklesin bizi. Geleceğiz, öbür dünyada halledeceğiz. Nasıl vereceklerse hakkımızı. O yavrumun hakkını nasıl verecekse. Her şeyi yarıda kaldı benim oğlumun."

Bilal Sarıkavak - Gürkan Sayın

Bunlar Da İlginizi Çekebilir
Malatya Uzmanından yapay zeka uyarısı: "Evcilleştirmezsek aileyi yıkar" İnönü Üniversitesi Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. İsmail Şan, yapay zekanın günlük hayatta birçok farklı alanda yaygın olarak kullanıldığını söyledi. Yapay zekayı ‘vahşi bir hayvana’ benzeten Prof. Dr. Şan, "Bu vahşi hayvanı evcilleştirmezsek büyüdüğünde aileyi yıkma potansiyeline ulaşır" dedi. Eğitimden sağlığa, hukuktan savunma sanayisine kadar birçok alanda artık yapay zekanın yok sayılamayacak düzeyde başarılı işlere imza attığını belirten Prof. Dr. Şan, bilinçli kullanım uyarısında bulundu. Eğitim bilimlerinde yapay zekayı sıkça kullandığını ifade eden Prof. Dr. Şan, "Derslere hazırlanma ve ders sırasında yapacağımız etkinlikleri sürdürme konusunda işimizi çok kolaylaştırıyor. Ders planı hazırlamak eskisi kadar zor değil. Küçük birkaç komutla işlerimi halledebiliyorum. Öğrencilerle ders sırasında etkileşimi kurmak daha kolay. Onlardan gelen dönüşleri birkaç saniye içinde analiz edip ne öğrenmişler, neyi yanlış öğrenmişler bunları analiz etmek çok kolaylaştı" dedi. "Aileyi yıkma potansiyeli olduğunu öngörüyorum" Yapay zekâ kullanımında insanların bilinçlendirilmesi gerektiğini söyleyen Prof. Dr. Şan, "Vatandaşın bilinçlenmiyor olmasının ne zararı var diye sorabilirsiniz. Yapay zekayı yeni doğmuş vahşi bir hayvana benzetiyorum. Biz bu vahşi hayvanı evcilleştirmezsek bir süre sonra büyüdüğünde evimizin duvarlarını, kapısını, penceresini yıkabilir. Aileyi yıkma potansiyeli olduğunu öngörüyorum. Yapay zekanın girmediği bir taraf yok. Çocukların oyuncaklarında yapay zekâ artmaya başladı. Hastanelerde sağlık takibinden hukuka kadar birçok alanda arttı. Günlük hayatımıza baktığımda ise arabalardaki kısa fardan uzun fara geçmesi bir yapay zeka unsuru. Aynı şekilde çarpışma önleme sistemleri bir yapay zeka unsuru. Bunları düşündüğümüzde neredeyse hayatımızın her yerinde var. Özellikle cep telefonlarının kişisel asistanlarının bizi sürekli takip ettiği bir çağdayız" ifadelerini kullandı. Yapay zekanın küçümsenemeyecek bir konumda olduğunu belirten Prof. Dr. Şan, "Yapay zekanın ‘yapay’ ön ekinden rahatsızım. Yapay dediğimiz zaman biz onu küçümsemiş oluruz. Sizin, benim gibi bir zekâ. Dolayısıyla doğal ve yapay ayrımı zekâ kelimesine çok gitmiyor. Bunun yerine ‘tamamlayıcı’ ifadesini kullanmak daha doğru" şeklinde konuştu. "Henüz evcilleştirilmemiş bir hayvan" Prof. Dr. Şan, yapay zeka kullanırken dikkat edilmesi gerekenler için de "Varsayalım ki evcil bir hayvan besliyoruz. Bu hayvanı beslerken bile çok dikkat etmemiz gerekir ki bu henüz evcilleştirilmemiş bir hayvan. Dolayısıyla herhangi bir hayvanı evcilleştirme sürecinde ne yapmamız gerekirse burada da bunu yapmamız gerekir. Evimizi yapay zekaya teslim edip kenara çekilmek büyük bir hata olduğu gibi ilişkiler sırasında ebeveynlerin teknolojik cihazlara dalması olayından uzak durulması gerekir. Bu aynı zamanda çocuklarda teknoloji kullanımı merakını artırıyor. Akabinde bilimsel körelme geliyor" diye konuştu.
Gaziantep İğne ipliğe adanan bir ömür Gaziantep’te yaşayan 71 yaşındaki Müslüm Demirdöken, bir ömrü dikiş makinesi başında geçirdi. Terzilik mesleğine henüz 13 yaşındayken çırak olarak başlayan Demirdöken, memur olarak görev yaptığı dönemde bile mesleğini sürdürdü. Çocuk yaşlardayken ustasından öğrendiği terzilik mesleğini ilerlemiş yaşına rağmen sürdüren Müslüm Demirdöken, aradan geçen 55 yıla rağmen mesleğini ilk günkü aşkla yapmaya devam ediyor, çalışma azmini de ilk günkü gibi koruyor. 13 yaşındayken çırak olarak çalışmaya başladığı terzilik mesleğini öğrendikten sonra zamanla işinde ilerleyen Demirdöken, kendi iş yerini açtığı dönemde bir taraftan da memurluk sınavlarına hazırlandı. 1980 yılında girdiği memurluk sınavını kazandıktan sonra Gaziantep İl Gençlik ve Spor Müdürlüğü’nde memur olarak görev yapmaya başlayan Demirdöken, görevli olduğu kurumundaki mesaisinden sonra terzi dükkanında mesleğini sürdürdü. 27 yıl boyunca memurluk yaptığı dönemde hem görevli olduğu kurumunda çalışan hem de mesaisi bittikten sonra açtığı iş yerinde mesleğini sürdüren Demirdöken, emekli olduktan sonra da mesleğini sürdürdü. 13 yaşında eline aldığı iğne ipliği 71 yaşına gelmesine rağmen bırakamayan Demirdöken, çok sevdiği mesleği terzilikte 55’inci yılına girdi ve çalışma azmiyle gençlere örnek oluyor. Emekli olmasına ve yaşı ilerlemesine rağmen atölyesinden kopamayan Demirdöken, çocuklarının ve çevresindekilerin de "artık emekli ol" çağrılarına rağmen her gün sabah erkenden geldiği dükkanında akşam saatlerine kadar mesai yapıyor. Mesleğini ölene kadar devam ettirmekte kararlı olan ve 55 yılı geride bıraktığı mesleğini çok severek sürdüren Demirdöken, sağlığı el verdiği ve ömrü yettiği müddetçe kimsenin kendisini makinenin başından kaldıramayacağını, elinden de iğne, iplik ve makası alamayacağını belirtti. İş hayatına erken yaşta çalışarak başladığını anlatan Müslüm Demirdöken, "İlkokul 5’e gidiyordum. O zaman bir ağabeyimin tanıdığıyla ilkokulu bitirmeden mesleğe başladım. Bana mesleği öğreten Remzi Zirek ustamla uzun yıllar çalıştım. Hemen hemen 11 sene birlikte çalıştık. 11 sene sonra askere gittim. Askerden geldikten sonra yanından ayrıldım. Remzi Başdurk diye biriyle tanıştım. Bir müddet onunla çalıştıktan sonra kendi iş yerimi kurmaya karar verdim. 1983 yılında Ahmet diye bir arkadaşım vardı, kendisiyle ortak olduk. Daha sonra dükkanı arkadaşıma bıraktım. Ben memurluk sınavları vardı ve o sınava girdim. Sınavı kazandım ve memurluğa başladım. Bir süre Milli Eğitim Müdürlüğü’nde çalıştım. Ondan sonra oradan yatay olarak Gençlik ve Spor İl Müdürlüğüne geçtim. 25 senemi Gençlik ve Spor İl Müdürlüğünde geçirdim ve emekli oldum" dedi. Gençlik ve Spor İl Müdürlüğündeki işini çok sevdiğini belirten Demirdöken, "O dönem Gençlik ve Spor İl Müdürümüz İsmail Kurt vardı. İsmail Kurt, bize çok yakınlık gösterdi, iyilik yaptı, yanına aldı. Onunla beraber çalıştık. bilet satardık, saha hazırlardık, temizlik yapardık. Çimlerin bakımını yapar ve biçerdik, saha çizerdik. Sahayı maçlara hazırlardık. Memur olarak çalışıyordum. Kadromuz memurdu" şeklinde konuştu. Memurluk yaptı dönemde de mesleğinden kopmadığını belirten Demirdöken, "Ben terzilik mesleğini severdim. Ben memurluk yaptığım dönemde de çalışırdım. Saat 17.00’dan sonra gece 01.00’e kadar çalışırdım. Terzilik mesleğinden hiçbir zaman kopmadım. Terzilik mesleğini severdim. Ömrüm yettiği ve sağlığım el verdiği müddetçe de çalışmaya devam edeceğim. Allah ömür verirse hep çalışacağım. Ben mesleğimi sevdim" ifadelerini kullandı. Mesleğin unutulmaya yüz tutmasından ve nitelikli personel yetişmemesinden yakınan Demirdöken, "Eskiden terzi ustası, bir öğretmen, bir doktor ve bir savcı kadar değeri vardı. Terzi ustaları parmakla gösterilirdi. Zaten o zaman tek bir-iki meslek vardı. Bir terzilik ve birde berber vardı. O dönemlerde öğretmene ev bile vermezlerdi. Esnafa verirlerdi. Şimdi tam tersi oldu. Şimdi esnafa ev vermiyorlar, memur diye öğretmene veriyorlar. Çünkü öğretmenin arkasında devlet var ve öğretmenin belirli bir maaşı var. Esnaf ya çalışıyor ya hiç çalışmıyor. Ya kazanıyor ya kazanmıyor. Ya iş oluyor ya olmuyor. Eleman zaten yok, kalmadı. Bizim dönemimizde aileler okul tatil olmadan çocuğunu bir işe yerleştirir ve yerini yapardı. Çocuğunun meslek sahibi olmasını isterdi. Fakat şu an eleman yok. Terzilikte bitti. Hemen hemen tüm terzi ustaları tek başına elamansız çalışıyor" diye konuştu.
Kocaeli Çöp evlerin altındaki gizli tehlike Kişinin ’atarsa başına kötü bir şey geleceği’ korkusuyla eşyalardan kopamadığı istifçilik hastalığı, tedavi edilmediği takdirde yaşamı tehdit eden boyutlara ulaşabiliyor. Uzman Klinik Psikolog Ece Çalışkan, özellikle çöp ev vakalarının patolojik bir tablo olduğuna dikkati çekerek, "Sadece istiflenen eşyaları ortadan kaldırmak ya da üzerine gitmek yeterli olmaz. Altta yatan psikolojik süreçlerin ele alınması gerekir" dedi. Toplumda genellikle ’biriktirme merakı’ olarak algılanan ancak ilerleyen evrelerde yaşam alanlarını çöp eve dönüştüren istifçilik davranışının, Obsesif Kompulsif Bozukluğun (OKB) bir yansıması olduğu değerlendiriliyor. Uzmanlar, nesnelere aşırı anlam yüklenmesiyle başlayan bu sürecin, profesyonel destek alınmadan sadece temizlik çalışmalarıyla çözülemeyecek patolojik bir sorun olduğuna dikkati çekiyor. VM Medical Park Kocaeli Hastanesi’nden Uzman Klinik Psikolog Ece Çalışkan, istifçilik davranışının psikolojik temelleri ve bu durumun bireyin yaşamına etkilerine ilişkin açıklamalarda bulundu. Çalışkan, istifçiliğin kişinin nesnelere aşırı anlam yüklemesiyle ortaya çıktığını ifade etti. "Attığında başına bir şey geleceğini düşünebiliyor" İstifçilik davranışının genellikle OKB ile ilişkili olduğunu belirten Çalışkan, "İstifçilik davranışı, OKB’nin bir davranış şekli olarak karşımıza çıkar. Kişi, anlam yüklediği nesneleri ya da batıl ve büyüsel inançlarla saklayabilir. Attığında başına bir şey geleceği ya da o nesneyle ilgili bir sorumluluk duygusu oluşacağı düşüncesiyle bu davranışı sürdürebilir" dedi. "Çöp evler patolojik düzeyi gösteriyor" İstifçiliğin her zaman aynı düzeyde görülmediğini dile getiren Çalışkan, "İstifçilik patolojik bir bulgu olarak kabul edilir. Çöp evler, istifçilikte en sık rastladığımız ve artık çok ileri düzeyde patolojik olan durumlardır. Daha makul ve kişinin işlevselliğini bozmayacak koleksiyonlar ise her zaman patolojik kabul edilmez. Ancak çöp evler, istifçilik davranışının ciddi ve tedavi gerektiren sonucudur" diye konuştu. "Mutlaka profesyonel ruhsal destek alınması gerekir" Patolojik düzeydeki istifçiliğin mutlaka ruhsal destekle ele alınması gerektiğini vurgulayan Ece Çalışkan, "Eğer bu durum OKB ile uyumlu bir istifçilikse, mutlaka profesyonel ruhsal destek alınması gerekir. Sadece istiflenen eşyaları ortadan kaldırmak ya da üzerine gitmek yeterli olmaz. Altta yatan psikolojik süreçlerin ele alınması gerekir" şeklinde konuştu. "Yakınları mutlaka destek için başvurmalı" Çalışkan, istifçiliğin kişinin günlük yaşam işlevselliğini ciddi şekilde bozduğunu da ifade ederek, "OKB, dünyada kişinin işlevselliğini bozan temel ruhsal hastalıklar arasında yer alıyor. Eğer bir kişi, yakınının böyle bir durumda olduğunu gözlemliyorsa, mutlaka ruhsal yardım için başvurmasını öneririm" ifadelerini kullandı.