POLİTİKA - 11 Aralık 2025 Perşembe 14:44

AK Parti geleceğin şehirlerine dair politikaların belirleneceği ‘Odak Grup Çalışmaları’nı İstanbul’dan başlatıyor

A
A
A
AK Parti geleceğin şehirlerine dair politikaların belirleneceği ‘Odak Grup Çalışmaları’nı İstanbul’dan başlatıyor

AK Parti Çevre ve Şehircilik Politikaları Başkanlığı, "Türkiye Yüzyılı" vizyonu doğrultusunda çevre ve şehircilik alanında bütüncül, sürdürülebilir ve katılımcı politikaların oluşturulması amacıyla hayata geçirilen ‘Odak Grup Çalışmaları’ programını İstanbul’da başlatıyor.


AK Parti Çevre ve Şehircilik Politikaları Başkanlığı tarafından düzenlenen ‘Odak Grup Çalışmaları’ İstanbul’da başlıyor. Türkiye Yüzyılı vizyonu doğrultusunda çevre ve şehircilik alanında bütüncül, sürdürülebilir ve katılımcı politikaların geliştirilmesi amacıyla düzenlenen programda kamu yöneticileri, sivil toplum kuruluşları, akademi dünyası, saha uygulayıcıları ve yerel yöneticiler bir araya gelerek, İstanbul’un çevre ve şehircilik politikalarının tüm boyutlarını kapsamlı biçimde ele alacak. Programda ortak akıl ve istişare zemini oluşturulması hedefleniyor. Birçok uzmanın yer alacağı programda politika önerileri geliştirme, çevre, şehircilik, enerji, yeşil finans, tarım ve sürdürülebilir kalkınma alanlarında yeni politika önerileri üretme, izleme ve değerlendirmeler yapılacak. Aynı zamanda mevcut projeler ve uygulamalar hakkında geri bildirim mekanizmaları oluşturulacak. Sahadan gelen verilerle politikalar güncellenecek, etki analizleri yürütülecek, uygulanan çevre ve şehircilik politikalarının toplumsal, ekonomik ve ekolojik etkileri analiz edilecek. Öte yandan toplum memnuniyetini ölçmek, vatandaşın beklentilerinin, memnuniyet düzeyinin ve önerilerinin sistematik biçimde değerlendirilmesi bekleniyor.



Türkiye Yüzyılı’nda yeni bir istişare platformu


Gerçekleştirilecek oturumda ilgili paydaş grubunun birikimini, tecrübesini ve önerilerini merkeze alarak Türkiye Yüzyılı vizyonuna uygun etkin, kapsayıcı ve sürdürülebilir politika önerilerinin oluşturulmasına katkı sağlanması hedefleniyor. Program, aynı zamanda 2025 yılının genel değerlendirmesini yapmak, yürütülen çalışmaların etkilerini analiz etmek ve gelecek yılın stratejik planına ışık tutacak yeni politika önceliklerini belirlemek amacıyla düzenlenecek. Böylece hem mevcut politikaların etkinliği izlenecek hem de gelecek dönemde atılacak adımlar somut öneriler doğrultusunda şekillenecek.


"Türkiye Yüzyılı Çevre ve Şehircilik Politikaları Buluşmaları"nın yalnızca mevcut politikaları tartışmakla kalmayarak, geleceğin şehirlerini, çevre yönetimini ve yeşil dönüşümünü şekillendirerek yeni bir istişare platformu işlevi görmesi bekleniyor. Program sonunda elde edilen önerilerin ‘Türkiye Yüzyılı Çevre ve Şehircilik Politikaları Buluşmaları Sonuç Raporu’nda derlenerek, karar süreçlerine katkı sağlaması hedefleniyor.


Bunlar Da İlginizi Çekebilir
Ankara Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü bütçesi YTB ve TİKA bütçelerini aştı Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Genel Kurulu’nda kabul edilen Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın 2026 yılı bütçesi, kamuoyunda öncelik tartışmalarını beraberinde getirdi. TBMM’den geçen bütçeye göre, Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü’ne 5 milyar 248 milyon 396 bin lira, Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı’na (YTB) 3 milyar 229 milyon 498 bin lira, Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı’na (TİKA) ise 3 milyar 800 milyon 63 bin lira bütçe ayrıldı. Böylece, Türkiye’nin yurt dışındaki etki gücünü, insani diplomasisini ve kamu diplomasisini yürüten TİKA ve YTB stratejik kurumların bütçelerinin, Devlet Opera ve Balesi’nin gerisinde kalması bazı kesimler tarafından eleştiri yapılmasına neden oldu. Yapılan eleştirilerde Opera ve bale faaliyetlerine ayrılan yüksek bütçenin, milyonlarca insanı kapsayan kalkınma, diaspora, kültürel diplomasi ve insani yardım projeleri yürüten kurumların önüne geçirilmesinin kamu yararı açısından sorgulanması gerektiği vurgulandı. Ayrıca, Devlet Opera ve Balesi’ne ayrılan 5,2 milyar lirayı aşan bütçenin, artan hayat pahalılığı, tasarruf çağrıları ve ekonomik daralma ortamında orantısız olduğu da ifade edildi. Hükümetin sık sık dile getirdiği kamuda tasarruf ve verimli harcama vurgusuna rağmen, opera ve bale gibi yüksek maliyetli alanlara ayrılan bu büyüklükteki kaynağın ne ölçüde toplumsal fayda ürettiği de bu çerçevede tartışma konusu oldu.
Yalova Güllü’nün kızı Gülter: "Annemi ben kesinlikle öldürmedim, masumum" Yalova’daki evinin terasının penceresinden düşen Güllü’nün ölümüyle ilgili soruşturmada ’tasarlayarak yakın akrabayı öldürmek’ suçlamasıyla çıkarıldığı mahkemece tutuklanan sanatçının kızı Tuğyan Ülkem Gülter (27) suçlamaları reddetti. 26 Eylül 2025 tarihinde Yalova’nın Çınarcık ilçesi Harmanlar Mahallesi Vali Akı Caddesi üzerindeki apartmanın 5’inci katındaki kapalı terasta ünlü şarkıcı Güllü (52), kızı ve arkadaşıyla eğlendiği sırada pencereden düşerek hayatını kaybetmişti. Güllü’nün ölümüyle ilgili Yalova Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma çerçevesinde gözaltına alınan Güllü’nün kızı Tuğyan Ülkem Gülter’i tutuklandı, Sultan Nur Ulu’ya ise ev hapsi verildi. Annesini öldürdüğü iddia edilen Gülter, mahkemede Sultan Nur Ulu’nun yaklaşık bir aydır annelerinin evinde kaldığını ifade etti. Olay gününü anlattı Yalova’ya çocuğuma bakıcı tutmak için gittiğini akşam da eve geri döndüklerini söyleyen Gülter, yemek yedikten sonra film izleyemeye başladıklarını belirterek, "Filim izleyeceğimiz için annem kendisine meze hazırladı ve şarap aldı. Annem yaklaşık 20 gün önce Şirince’ye gitmişti. Şirince’ye gittiğinden beri şarap içmeye başladı. Daha önce alkol kullanırdı ama şarap içmeye yeni başlamıştı. O gün annem yaklaşık 3,5 şişe şarap içti. Film izlediğimiz sırada ben bir ara odama geçip eski nişanlım olan Kervan’la yaklaşık 20 dakika görüntülü konuştum. Ben geri salona geldiğimde Sultan’la annem film izlemeye devam ediyorlardı. Ben içeri geldikten bir süre sonra filmi kapattık. Annem zaten ben içeri telefonla konuşmaya gittiğim için ’s...n filmin içine" dedi. Daha sonra müzik açtık. Üçümüz beraber müzik eşliğinde eğlendik. Daha sonra Sultan’la ben odaya geçtik. Ben odada Kervan ve Çiğdem abla ile görüntülü konuştum. Sultan benim yanımda oturuyordu. Ben bir iki defa salona gidip geldim. Odada olduğum süreçte Kervan’la konuşurken aramızda yüzük muhabbeti geçmişti. Ben yüzüğü atacağım tarzında konuşmuştum ve benim hamile olma ihtimalim vardı. Ancak bunu annem bilmiyordu. Sultan’la konuştuğumuz sırada annemin öğrenme ihtimaline karşı Sultan’a "düştü derim, yada aldırırım" demiştim. Bu sırada salondaki televizyonda Sultan’ın telefonuna bağlı bir şekilde müzik çalıyordu. Biz odadaydık. Sultan’la beraber benim telefonumdan oda da telefon açtık. Sultan’a malkata şarkısını açmasını istedim. Sultan malkata şarkısını benim telefonumdan açmıştı" diye konuştu. Sultan ile malkata oynarken annesinin içeri girdiğini belirten Gülter, şunları kaydetti: "Sultan’ın elinden tutup malkata oynatmaya çalıştı. Sultan bilmediğini söyledi. Üçümüz odada dans etmeye başladık. Biz kapı ile gardırobumun arasında dans ediyorduk. Annemle biz birbirimizi mıncıklardık. Bana söylendiği gibi ’bırak beni bırak’ gibi bir şey söylenmişse buna istinaden söylenmiştir. Zaten sonrasında annem o sırada bize ’o...’ dedi. Ama bunu kızdığı için söylemedi. Sonrasında annem müziğin sesini açmamızı istedi. Sultan gardırobumun önünde yüzüne bakıyordu. Yüzünde dikiş izi vardı. Sultan dikiş izine sürekli bakar, bende o sırada Sultan’ın yanında oynuyordum. Daha sonra ben çok yüksek bir şekilde güm diye bir ses duydum. Önümü camın olduğu tarafa doğru çevirdiğimde annemi görmeyince koş diye bağırarak aşağıya indim. Yukarıda odadayken güm diye ses duyduktan sonra ben annemi görmedim. Nasıl düştüğünü de bilmiyorum. Direk aşağıya koştum. Koşarken Çiğdem ablanın kapısını çaldım. Aşağıya indikten sonra olanları hatırlamıyorum." "Annem benden oldukça ağırdır. Benim onu kaldırma gibi bir şansım yoktur" Sultan’ın annesinin camdan düşmesine ilişkin aleyhime verdiği beyanları kabul etmediğini söyleyen Gülter, "Annem benden oldukça ağırdır. Benim onu kaldırma gibi bir şansım yoktur. Zaten olay sırasında benim sırtım dönüktü. Annemin nasıl düştüğüne dair bir fikrim yok. Normalde Sultan’la aramda herhangi bir problem yok. Sultan’la biz çok yakın arkadaştık. Ancak Sultan kaza yapmadan önce eski sevgilisi ile beraber uyuşturucu kullanmışlar. Ben bunu duymuştum. Hatta kazadan önce Sultan kokain kullanmış bunu bana söyledi. Kaza sırasında da sevgilisi ile beraber metanfetamin kullandıklarını duydum. Dosyaya uyuşturucu testi ile ilgili işlemler girince Sultan bunlardan dolayı çok tedirgin oldu. Test sonucunda uyuşturucu madde kullandığı ortaya çıkıp ona suç atacağımızdan dolayı avukatım Merve Uçanok’a ’siz benim başımı mı yakmaya çalışıyorsunuz’ demişti. Aynı yerde oturduğumuzdan dolayı tanıdığım Hülya ve Bircan abla tam hatırlamamakla birlikte cenaze günü ve ertesi günü Sultan’ı korkutmuşlar. ’Başınız belaya girecek, Tuğyan uyuşturucu kullanıyor, senin üstüne iftira atar’ şeklinde söylemişler. Bunları bana Sultan çok sonra anlattı. Sultan’ın aleyhime vermiş olduğu ifadelerin bundan dolayı kaynaklandığını düşünüyorum. Çünkü aramızda herhangi bir husumet yoktur. Hatta bu süreçte bana en çok Sultan destek olmuştur" dedi. "Anneme çok sinirli olduğum dönemdi" Annesiyle arasında uyuşturucu, para ve eski nişanlısı Kervan’dan kaynaklı ya da herhangi bir sebepten kaynaklı bir sıkıntı olmadığına vurgu yapan Gülter, "Benim ’annemi öldürmek istiyorum’ şeklindeki mesajlarım hatırladığım kadarıyla Haziran ayında Bircan ablaya attığım mesajlardır. Ancak annemle o zaman kavga etmiştik ve ben 21 gün kadar eve gitmemiştim. Anneme çok sinirli olduğum bir dönemde yazdığım bir mesajdı" ifadesini kullandı. "Annem bana ne de ben ona husumet beslemiyordum" Yurtdışına kaçacağı iddialarına da yanıt veren Gülter, şöyle konuştu: "Zaten yurtdışına çıkma yasağımda yoktu. Benim küçük bir çocuğum var. Ben onu bırakıp bir yere zaten gitmezdim. Bu konuşmalar sadece Serhat’ın bize açtığı muhabbetten kaynaklanmıştı. Ben Çınarcık’ta olan evde kaldığım süre boyunca sürekli rahatsız edildim. Bu yüzden Gökhan Cevher’in evinde kalmaya başlamıştım. Gökhan Cevher’in evinde kalmaya 3 valiz ile gitmiştim. Gökhan Yalova’da Çınarcık’ta kalıyordu. Tuğba abla ile eşi Serhat abi beni almaya geleceklerdi. Onların olduğu Büyükçekmece’ye gidecektik. Yaklaşık 1,5 hafta Tuğba ablaların evinde kalmıştım. Daha sonra Çınarcık’ta emlakçı Arif abi’den bir ev tutmuştum. Gözaltına alındığımız gün Büyükçekmece’ye valizlerimi alıp kiralayacağım eve götürmek için gitmiştim. Istanbul Büyükçekmece’ye gitmemizle yurtdışına kaçmamız arazında herhangi bir bağlantı yoktur. O sebeple gitmemiştik. Benim annemi öldürmek için herhangi bir sebebim yoktur. Ne annem bana ne de ben ona husumet beslemiyordum. Kendimden emin olduğum için kaçma gibi bir durumum söz konusu dahi değildir." Gülter, Arkadaşı Sultan’ın annemin ölüm olayına ilişkin vermiş olduğu ifadeyi kabul edilemez olduğunu belirtti. Bilirkişi raporuna da itiraz eden Gülter, "Her ne kadar bilirkişi raporunda düşme olayının dış kuvvet ve temas varlığı ile olduğu söylenmiş olsa da ben bunu kesinlikle kabul etmiyorum. Eğer annemi itmiş olsaydım ses kayıtlarındaki ’görüşürüz’ ifadesi yerine annemin bağırma yada yardım isteme sesi gerekirdi. Kaldı ki ’görüşürüz’" kelimesini ben söylemedim. Kesinlikle kabul etmiyorum. Annemi ben kesinlikle öldürmedim. Ben masumum" dedi.
Sakarya Yaylada kaybolan yaşlı çift yaşadıklarını anlattı: "Ben uyardım ama beni dinlemedi" Sakarya’da yaylada kaybolan ve hem gece görüşlü dronlarla hem de yaya olarak arandıktan saatler sonra bulunan Karaçoban çifti, yaşadıklarını anlattı. 71 yaşındaki Havva Karaçoban, "Ekipler bizi bulduklarında eşim uyuyordu ve ona araba farlarının gördüğümü söyledim bana inanmadı, ‘sana öyle geliyor’ dedi" derken 72 yaşındaki Mustafa Karaçoban, "Gençliğimde de maceraya hevesli bir adamdım, macera oldu bize" dedi. Akyazı ile Taraklı arasında bulunan Karagöl Yaylası mevkiinde 9 Aralık’ta meydana gelen olayda, Akyazı ilçesinde yaşayan Havva Karaçoban (71) ve Mustafa Karaçoban (72) öğle saatlerinde Geyve’deki akrabalarından evlerine dönmek için yola çıktı. Yakınlarını arayıp yayla yolunda seyir halindeyken araçlarının çamura saplandığı bilgisini veren çiftin daha sonra telefon sinyali kesildi. Çifte ulaşamayan yakınları, 112 Acil Çağrı Merkezi’ne kayıp ihbarında bulundu. Durumun haber verilmesi üzerine bölgeye AFAD, jandarma ve sağlık ekipleri sevk edildi. AFAD ekipleri, gece görüşlü dron ve yaya olarak bölgede yaşlı çifti bulmak için çalışma başlattı. Yapılan geniş çaplı inceleme neticesinde yaşlı çift bulunup sağlık kontrolleri sonrasında yakınlarına teslim edilmişti. Ekiplerin yoğun mesaisi sonrasında yaşlı çifti buldukları anlar cep telefonu kamerasına yansıdı. Yaşlı çift yaşadıklarını anlattı: "Araba farlarının gördüğümü söyledim bana inanmadı" Yayla yolunda kaybolan yaşlı çift, yaşadıklarını İhlas Haber Ajansı Muhabirine anlattı. 71 yaşındaki Havva Karaçoban, "Geyve’den çıktık ve eve gönderken mantar toplamaya karar verdik. Eşim gitti, birkaç mantar topladı sonrasında yağmur yağmaya başlayınca bıraktık. Dönerken sis oluştu ve önümüzü göremedik. Bir yerlere girdik yolu kaybettik. Ben uyardım ama beni dinlemedi ve çamura saplandığımız alana doğru gittik. Çamura saplandık aracı ileri geri hareket ettirmemize rağmen kurtulamayınca aracın içine bindik ve gece oldu. Eşim daha sonrasında yürüyerek yüksek yere gitti, çocuklara telefon ettiler. Çocuklarda bizi gece 01.00 gibi kurtardılar. Ben bizi kurtarmaya gelen aracın ışıklarını görünce mutlu oldum. Ekipler bizi bulduklarında eşim uyuyordu ve ona araba farlarının gördüğümü söyledim bana inanmadı, ‘sana öyle geliyor’ dedi. Bizi sonrasında Taraklı’ya götürdüler, hastanede kontrollerimizi yaptılar aç olup olmadığımızı sordular" dedi. "Gençliğimde de maceraya hevesli bir adamdım, macera oldu bize" 72 yaşındaki Mustafa Karaçoban, "Yoldan dönerken mantar toplamaya karar verdik. İstediğim gibi olmayınca karanlık çökmeden eve dönmek istedim. O sırada hava şartları da olumsuzdu geçtiğim yollardan yeniden geçtim. Başka bir yol buldum oraya saptım ama çamura saplandık. Araçtan inerek yürüdüm bir tepede çocuklara ulaştım. Sonrasında bizi kurtarmaya gelen aracı görmek bizi çok mutlu etti. Gençliğimde de maceraya hevesli bir adamdım, macera oldu bize. Sağlık durumumuz gayet iyi hatta eşimin daha iyi oldu, oranın havası çok iyi geldi" diye konuştu.
Balıkesir Atatürk’ün karşısına fakirlikten emanet ceket ile çıkmış Çanakkale Deniz Savaşları’nın neticesini kaldırdığı 275 kiloluk top mermisi ile değiştiren Koca Seyit’in torunu Muhammed Yıkar, dedesinin savaş dönüşünden Atatürk’le buluşmasına kadar uzanan hikâyeyi birebir kendi aile büyüklerinden aktarılan sözlerle anlattı. Yıkar, dedesinin 9 yıl süren askerlik sonrası köyüne dönüşünü şu sözlerle anlattı: "Koca Seyit 9 yıl askerlik yapmış. Savaşın neticesini değiştiriyor. Sağ olarak buraya köyüne dönüyor. Çanakkale’den buraya 13 günde gelmiş yayan yürüyerek. Hatta buraya köyüne gece ulaştığı için direkt evine bile gitmemiş. Demiş ben bu köyden gideli 9 yıl oldu. Belki benim hanım başka biriyle de evli olabilir diye sabaha kadar uzaktan evine bakıyor. Sabah aydınlanıyor, evinden girip çıkan yok. Hanımının ismini seslenerek evine yaklaşıyor. Ninem o zaman 8 yaşında çocuk. Kapıya çıkıyor bakıyor ki yabancı biri. Geri arkasına dönmüş ana demiş. Kapıda demiş uzun boylu saçlı sakallı biri var. Ama bizim köyden değil demiş ben ondan korktum. Hanımı kapıya çıkıyor bakıyor ki o bile birden inanamamış." Yıkar, köyde dedesine "şehit oldu" haberi geldiği için yaşanan şaşkınlığı da şöyle aktardı: "Kocası ama 9 yıldan beri haber yok. Demiş ‘Seyit hoş geldin ama seni biz demiş öldü diye şubeden öldü kağıdını aldıktı’. ‘Hayır’ demiş ‘ölmedim sağ selim döndüm’. Bu sefer hanımına diyor ki az evveli kapıdan bakan çocuk kimdi? Çocuk demiş bizim çocuğumuz. İçeri girince çocuğu korkutma. Ninem derdi bir müddet baba deyip de sırnaşıp dibine bile oturamadım. Geliyor burada 21 yıl daha yaşıyor." Koca Seyit’in savaş sonrası mütevazı bir hayat yaşadığını belirten torun Yıkar, Atatürk ile buluşma hikâyesini de şu sözlerle anlattı: "10 yıl kendini ön plana koyup da ben savaşta top kaldırdım da gemi batırdım dememiş. 10 yıl sonra Atatürk Havran’a bir yol açılımı için törene geliyor. Tören bitiyor. Nahiye müdürüne diyor ki bu semtte bir Seyit Onbaşı olacaktı. Ben onu görmem lazım. Bilse gösterecek. Bilmediği için biraz tedirgin oluyor. Acaba Seyit Onbaşı kim veya nereli? Ve ertesi sabah Edremit’ten, şubeden ismi öğreniliyor. Seyit Onbaşı nereli? O zaman bizim köyün ismi Manastır diye geçiyormuştu hocam. Şimdi günümüzde Koca Seyit Köyü diye geçiyor. İki jandarma görevlendiriliyor. Gidin bulun gelin. Edremit’ten çıkan jandarmalar böyle akşamüstü buraya ulaşıyor. Araştırıyorlar. Koca Seyit’in evini buluyorlar." Yıkar, dedesinin Atatürk’le buluşması öncesi yaşadıklarını da şöyle aktardı: "Ama Koca Seyit evinde değil. Daha kömüre gitmiş. Hanımına diyorlar ki Seyit Onbaşı nerede? Kadın kömüre gitti dese kaçak. Zabıt tutulup mahkemeye binecek. Geçi çobanı demiş geç gelir. O zaman askerler demiş ki bizi paşa saldı. Geç de olsa Seyit Onbaşı’yı görmeden gitmeyeceğiz. Ve akşam karanlığı basıyor. Büyük kömürle evine yaklaşıyor. Bir bakıyor ki evin önündeki jandarma dikiliyor. Ah demiş bugün dağdan kaçıra kaçıra geldik. Evin önünde de zabıt tutulacak. Beni mahkemeye verecekler diye korkuyor. Askerler demiş ki Seyit kaçma. Kaçmıyorum ki asker ağa demiş. Dağdan yeni geliyorum. Suçum ne? Niye burada kapıda bekliyorsunuz? Hayır demişler, suçun yok. Biz eşekteki yükü değil, seni bekliyoruz. Eşeğin yükünü indiriyor, askerlere diyor o zaman ben niye bekliyorsunuz? Seni demişler paşa çağırıyor. Asker ağa demiş, ben paşanın yanına nasıl giderim? Ayağımdaki çarık yırtık demiş. Üstümde başımda elbise yok. Ankara’ya, tren param yok gidemem. Hayır demişler, paşa Ankara’da değil. Dün Havran’da yol açılımındadır. Bugün de seni görmek için kaldı. O zaman demiş, paşa fazla beklemesin. Hemen gidelim." Torun Yıkar dedesinin Atatürk’ün huzuruna nasıl çıktığını ise şöyle anlattı: "Buradan Havran 12 kilometre. Yayan devam, gece yarısı varıyor. İlk olarak Nahiye müdürü görüyor. Çünkü sabah paşanın yanına götürecek. Bakıyor hal perişan. Demiş Seyit Onbaşı’yı bilmiyorum dedim, paşa kızdı. Şu an Seyit Onbaşı yanımda, sabah paşanın yanına nasıl götürürüm bu halde götürürsem paşa bana ne der? Geceden bir berber buluyor, tıraş ettiriyor, elini ayağını yıkatıyor, sabah elbise yok. Sabah Nahiye Müdürü Seyit Onbaşı’ya kendi makam ceketini giydiriyor. Seyit Onbaş da uzun boylu olduğu için nahiye müdürünün çeket küçük gelmiş. Kolları kısa, yakası bir araya gelmemiş." Atatürk’ün, Seyit Onbaşı’ya maaş teklif ettiğinde dedesinin cevabının yine aynı tevazuyu taşıdığını söyleyen Yıkar, şu ifadeleri aktardı: "Demiş ki paşam hoş geldin. Seyit, sen hoş geldin, demiş. İki gündür ben seni bekliyorum. Neredesin? Paşam, demiş. Dağda geçi çobanlığı yapıyorum. Haberin aldım, demiş. Anca gelebildim. Başka ne iş yapıyorsun? Bir çifte, demiş, öküzün var. Tarla bahçe yapıyorum idare oluyorum. Ve sohbet ederken demiş ki ‘Seyit, sen savaşın neticesini değiştirdin. O da çift tayin istiyorum, dedin. İki gün yedin. Üçüncüsü gün arkadaşımın hakkı diye geri iade yaptın. Şimdi gelmişken sana maaş bağlayayım da gideyim.’ ‘Hayır paşam’ demiş, ‘Biz o an görevimizi yaptık. Maaş için değil’ demiş, istememiş." Koca Seyit’in Atatürk’ten tek bir ricada bulunduğunu aktaran Çabuk sözlerini şöyle sürdürdü: "Ya paşam, ‘Benim senden tek bir ricam olacak, benim yaptığım iş, biraz kanuna aykırı.’ Atatürk ‘Ne iş yapıyorum?’ Seyit ‘Dağda çobancılık yapıyorum. Keçinin arkasında odun topluyorum. Odundan kömür yapıyorum. Havran’da da aşçılara veya demircilere kaçak satıyorum. Şu orman askerlerine söyleyiver de benim önüme geçip de baltamı almasınlar. Ben dağda büyük odun veya büyük mangal kömürü yapsam idare olurum.’ O zaman paşa, nahiye müdürüne diyor ki ‘Bu vatandaş büyük odun veya büyük mangal kömürü yapsın. Söyle orman askerlerine bunu fazla sıkıştırmasınlar. Burada da sen yardımcı ol, rahat satsın.’" Ancak verilen sözlerin uzun süre sonra unutulduğunu belirten torun Yıkar, "Bir müddet hem yapıyor hem satıyor. Ondan sonra gelen nahiye müdürü arayıp sormuyor. Eski usulü yine el altından kaçak yapıyor" ifadelerini kullandı. Koca Seyit’in zorlu yaşam şartlarını anlatan torunu, dedesinin geçimini sağlamak için zeytinyağı fabrikalarında hamallık yaptığını belirterek şu sözlerle tamamladı: "Daha sonra kış mevsimi ilçede zeytinyağı fabrikasında hamallık yapıyor. Hamallık yaptığı yıllarda üşütmeden dolayı zatürre geçiriyor. 50 yaşında vefat ediyor. 21 yıl öyle bir hayatı geçiriyor."